Alnımızdan öptüğünde bizi en korunaklı limana çeken kahramanımız... Cebinden şıngırtıyla çıkardığı birkaç bozuk parayı küçücük avucumuza sıkıştıran en cömert el... Kucağındaki paketlerle kapıda pırıltılı gözlerle karşılayıp boynuna atladığımız o kocaman dev... Hayat bilgisine herkesten çok güvendiğimiz yüce bilge... Bizim yerimize düşünen, hatalarımızı telafi eden güvenilir vekil... Dünyaya gözümüzü araladığımız andan itibaren her adımımızın teşvikçisi... Merhametinde Rahman'ın tecellilerini gördüğümüz, dış dünyanın kötülüklerine karşı istinad duvarımız, en sağlam dayanağımız... Dudaklarımızda şekillenen ilk hecemiz: Ba-ba.

Bazen o hece hiçbir kelimenin dolduramayacağı bir boşluk bırakır hayatımızda. Fiziksel olarak var olsa bile ruhsal olarak yoktur yanımızda En çok görmek istediğimiz varlığı hissetmeden büyümek iç dünyamızda bitmek bilmeyen bir gurbete sürükler bizi. Öyle bir gurbet ki hasretin en yakıcısı ve kapanmayan yarası. Soğuk ve mesafeli babalar, çocuk ruhunun tek gıdası olan sevgiyi yavrularından esirger ve onları hayat boyu doyurmakta zorlanacakları açlığa terk eder.

Bir türlü 'baba' diye hitap etme cesareti gösteremeyen küçüğün kâğıt parçasına iliştirdiği "Baba, bizimle oturmak ister misin?" cümlesine sığdırılan açlığı ölçebileceğimiz terazi var mıdır acaba? Ya da sevilmek isteyip de bir türlü karşılık bulamamak hangi mahzun bakışlara yakışır? Görüntüsü huzur ortamı oluşturmaktan ziyade minik yüreklere kocaman korkular salan 'aile reisi' sadece çocuğunu değil kendini de yalnızlığa ittiğini nasıl anlamaz?

Ürkek tavırların, sevgi açlığının, baba hasretinin olduğu yuvalar bizi geleceğimiz hakkında karamsarlığa itecek çoklukta maalesef. Fiziksel olarak var ama psikolojik olarak olmayan 'namevcut babalar' yavrusuyla irtibat kurmuyor, göz temasından kaçınıyor. Kendi duygularının babasının yüzünde yansıdığını göremeyen küçük yürek, sevilmediğini düşünüyor. Empati duyguları yavaş yavaş köreliyor. Haliyle hayatı boyunca ruhsal doyuma ulaşamıyor. Psikiyatrist Prof. Dr. Kemal Sayar'ın çizdiği ilgisiz baba profilinin sebepleri bize gayet aşina geliyor: Kendi çocukluğunda yeterince şefkat görmemiş, ilgilenilmemiş, soğuk, mesafeli büyütülmüş babalar kendi çocuklarına da yeterince merhamet gösteremiyor. Babaların mesafesinin bir sebebi de geleneksel kodlarımız. Yani anne-babanın kendi ebeveyninin yanında çocuklarını sevmesinin edebe aykırı olarak algılanışı. Çünkü babalığın sevgi ve şefkat değil bir disiplin aktarımı olarak görüldüğü ailede ilginin, çocuğu şımartacağı düşünülüyor. Alâkanın kız çocuklarından daha çok esirgendiğine dikkat çeken Fatih Üniversitesi'nden eğitimci sosyolog Abdulrezzak Çil, babasını tanımadan büyüyen genç kızların sayısının arttığına işaret ediyor. Çil'e göre babalar çocuklarına sevgilerini nasıl ifade edeceğini bilmiyor. Bazı babalar evladını koruyarak, bazıları da çocuğunun başarılı olmasını sağlayacak tüm etkenleri yerine getirerek sevgisini gösterdiğini zannediyor. Hâlbuki çocuğun asıl istediği küçük bir tebessüm, sıcacık bir buse, saçını okşayan bir el gibi küçük şeyler. Ama nedense babalar bu tavırları sergilemekte çekingen davranıyor.

Oysa sevgi ve şefkat göstermek terbiyeye engel değil. Zaten çocukla sağlıklı iletişim şefkat-korku veya özgürlük-disiplin arasında dengeli bir tutum sergilemekle sağlanıyor. İletişimdeki dengenin ehemmiyetini Halife Harun Reşid'nin oğlu El-Emin'in çocuğunun terbiyecisine söylediği güzel prensiplerde de görmek mümkün: "Çocuğuma sözün başlama ve bitiş yerini göster. Yersiz gülmesine ve bağırarak konuşmasına engel ol. Yaşlılara hürmet etmeyi bellet. Vaktini boşa geçirmekten sakındır. Bunları verirken de onu usandırma. Yoksa zihnini harap edersin. Aşırı müsamaha da gösterme. Sonra avarelik tatlı gelir. Yumuşak davranarak ikna yoluyla otoriteyi kur. Bundan nasiplenmezse biraz sertlikte fayda var."

YORGUN BABALARIN DOYUMSUZ ÇOCUKLARI

Yaşadığımız çağda yoğun iş temposu, trafik, kalabalık ve stres yüzünden anne-babalar eve çok yorgun geliyor. Çocuklarına ayıracak ne enerjileri ne de vakitleri kalıyor. Ekranın karşısında rahatlamaya çalışan ebeveynin hem kendi arasındaki hem de çocuklarıyla olan iletişimi çok zayıf. Modern aileler iş hayatı, televizyon, alışveriş ve benzeri sebeplerden ötürü evlatlarıyla neredeyse hiç vakit geçirmiyor. Araştırmalar da bu tezi destekliyor. Amerika ve İngiltere'de son otuz yılı baz alarak yapılan bir çalışma, ebeveynin çocukların gözünün içine bakarak konuşma sürelerinin yarı yarıya azaldığını gösteriyor. Bu da çocukların en önemli manevî besinden mahrum kalmasına yol açıyor.