Hadis-i Åžeriflerin Gayesi


Hadis-i Åžeriflerin Gayesi

Eùzü billâhi mineÅŸ-ÅŸeytÃ*nir-racîm.

Bismillâhir-rahmânir-rahîm...

Elhamdü lillâhi rabbil-Ã*lemîn...Vel-Ã*kıbetü lil-müttakîn...
Ves-salâtü ves-selâmü alâ seyyidinâ muhammedin ve âlihî ve sahbihî ecmaîn...

Ä°'lemû eyyühel-ihvân... Ä°nne efdalel-kitâbi kitâbullÃ*h... Ve enne efdalel-hedyi hedyü muhammedin sallallÃ*hu aleyhi ve sellem...
Ve şerrel-umûri muhdesâtühâ... Ve külle muhdesin bid'ah... Ve külle bid'atin dalâleh...
Ve külle dalâletin fin-nâr... Ve bis-senedil-muttasıli ilen-nebiyyi sallallÃ*hu aleyhi ve selleme ennehû kÃ*l...


a. Hadis-i Şeriflerin Önemi


Hadis-i şerif hakkında kısa da olsa biraz mâlûmat vermek isteyeceğim:

Hadis-i şerif; Peygamber SAS Efendimiz Hazretleri'nden rivayet olunaraktan bugüne kadar bize gelen sözlerdir.
Bu sözler kavlen, fi'len, takrîren, sıfaten hepsi hadistir.
İster söylesin, isterse onu takrir buyursun, yahut fiilen onu göstersin...
Gerek fiille gösterdikleri, gerek söz ile söyledikleri, gerek sıfatlarıyla beyan buyurdukları, hepsi hadisten ibarettir.

Bu hadislerin gÃ*yesi, (elfevzü bisaÃ*detid-dâreyn) insanın hem dünyanın, hem de ahiretin saadetlerine ulaÅŸmasına vesile olmaktır.

Bu ilm-i hadisten murad, bunu bize bildirenlerin halini, rivayet edenlerin halini bilmek...
Bu hadis bize nerden geldi, kimin vasıtasıyla geldi; bunu bilmektir.

Farzlardan sonra ibadetlerin en efdali, ilm-i hadistir. Süfyân-ı Sevrî Hazretleri ki, eski müctehidlerden bir zattır;
"Hadis ilminden daha efdal bir ilim bilmiyorum." diyor.

Cenâb-ı Peygamber muhaddisler hakkında şöyle buyurmuş:

(NaddarallÃ*hümreen semia minnâ ÅŸey'en febelleÄŸahû kemâ semiahû)
"Allah yüzünü ağartsın o kimsenin ki, benden bir şey duyar ve bu duyduğunu diğer duymayanlara duyurur, iblağ eder, eriştirir.
(Ferubbe mübellaÄŸin ev'Ã* min sâmiin) Çünkü çok duyanlar vardır ki,
o duyduklarını iyi anlayamazlar. Fakat bunu başka bilenlere,
'Ben böyle duydum.' diye anlattıkları vakit, o ondan daha ziyade anlayış göstererekten, o hadisin incelenmesine, genişlenmesine vesile olur."

Onun için, ehl-i hadis-i şerifin şerefine binâen, Peygamber SAS Efendimiz şöyle buyurmuşlar:


(İnne evlen-nâs bî yevmel-kıyâmeh, ekseruhüm aleyye salâten)
"Nâsın yevm-i kıyamette bana en evlâ olanı, bana çok salât ü selâm getirenlerdir."

Bu kavmin içerisinde de en çok salât ü selâm getirenler, muhaddislerdir. Efendimiz'in halini beyan etmek suretiyle,
mütemâdiyen salevatlar getirirler. Bâhusus onun kitaplarıyla meşgul olmak, hep salât ü selâmdan ibarettir.

Onun için hep beraber bir salât ü selâm okuyalım:

"AllÃ*hümme salli alâ seyyidinâ muhammedinin-nebiyyil-ümmiyyi ve alâ... Âlihî ve sahbihî ve sellim..." (3 defa)


Kırk tane hadisi belleyip, yazıp, kendine ve kendinden sonra geleceklere bırakabilen insanların,
kıyamet günü ulemâ meyanında haşrolunacaklarına dair, şühedâ meyanında haşrolunacaklarına dair geniş rivayetler var.


b. Mekârim-i Ahlâk'ın Lüzûmu


Onun için diyor ki: (İnne ilmel-hadîs ilmün şerîfün ve yünâsibü mekârimel-ahlâk)
"Hadis ilmi gayet şerefli bir ilimdir ki, ona lâzım olan mekârim-i ahlâktır." Yâni ilm-i hadis-i gerek okuyan,
gerek dinleyenlere lâzım olan şey, mekârim-i ahlâk sahibi olmalarıdır.

Gerek okuyanda, gerek dinleyende mekârim-i ahlâk denilen şey olmazsa, hem okuyuş, hem dinleyiş hiçbir fayda temin etmez.
Mekârim-i ahlâkla beraber, en güzel huyların da bulunması lâzım!..

Peygamber SAS'in zaman-ı saadetlerinde yetiÅŸen insanlar, nasıl kendilerini Rasûlüllah SAS'e benzetmeye çalıştılar; (AshÃ*bî ken-nücûm)
"Benim ashabım yıldızlar gibidir." devletine mazhar oldular. Hepsine büyük pâyeler verilmesi, onların Rasûlüllah SAS'e iktidâlarının mükâfâtıdır.


Binâen aleyh ehl-i hadîse, gerek dinlemek sûretiyle, gerek okumak sûretiyle, lâzım olan şeylerin başında mekârim-i ahlâk geliyor.

Mekârim-i ahlâk çok... İşte bu yazdığımız Tasavvufî Ahlâk kitabı içerisinde yetmiş kadarı anlatılıyor. Fakat bunların başı sabırdır.
Sabrı olmayan hiçbir şeye erişemez. Sabır baş gibidir.
Baş olmayınca vücudun, kolun, ayağın hiç kıymeti olmadığı gibi, sabrı olmayanın da kıymeti o kadardır.

Sabrı elde etmek de kolay bir şey değildir. Çarşıda satılsa, çok para verir alırdık. Fakat alınır bir şey değil.
O ancak Allah-u TeÃ*lâ'nın lütfuna mazhariyetle olacak.
Okuduğumuz hadislerden alabildiğimiz dersler neticesinde, Efendimiz'in sabrı gibi. bizde de sabır hasıl olacak.


Efendimiz'in sabrı ne kadardı?.. Ölçemeyiz, söyleyemeyiz, anlatamayız, o kadar çok... Niçin?..
küffarın o kadar ezâsına hep tahammül etti, halbuki hep kudret elindeydi. İsterse,
"Yâ Rabbi, bunları helâk et!" deseydi, bir anda hepsi helâk olurdu. Fakat hiçbirisine demedi. Rica ettiler ashab:

"--Yâ Rasûlallah, beddua et şunlara yeter artık!" dediler.

"--Yok!" dedi. "Ben beddua için yaratılmadım, mekârim-i ahlâkın tamama erişmesi için gönderildim.
Binaen aleyh, onlara beddua etmek istemem.
Onların neslinden daha ne gibi insanlar geleceklerdir, siz bakmayın bunlara!" dedi.


Bu mekârim-i ahlâk ile beraber, (ve yünâfî mesâviyel-ahlâk) Ahlâk iki; birisi iyi, birisi kötü...
İyiyle kötü karışırsa olmaz. İyiyi alanın kötüyü bırakması lâzım! Kötüyü atmadıkça, iyi oraya girmez.
Kötü huyları atmadıkça, iyi huyların orada yerleşmesine imkân yoktur.

Kapta var bal farzedelim, bunun yerine başka şey koyacaksınız. Bu balı dökmeden oraya başka şey koyabilir misiniz?..
Onu dökecesiniz, temizleyeceksiniz, başka şey koyacaksınız. Tıpkı bunun gibi, kötü ahlâkla iyi ahlâk bir arada barışmaz.



Bugün Üsküdar'da yeni bir imam-hatip mektebi temeli atıldı. Oraya fakiri de çağırdılar.
Ben de şimdiye kadar hiç böyle bir merasime gitmediğim halde, nasılsa oraya bugün gittik. Geniş bir meydan, ekâbir hepsi toplanmışlar.
Hatipler konuştu, dinledik. Çok güzel medhiyeler, çok güzel ifadeler, sözler söylendi. Çok güzel Kur'anlar okundu.
Çok güzel zevk içerisinde, neş'e içerisinde bir alem geçirildi.

Orada çok güzel konuşmalar yapıldığı halde, meselâ imam-hatip mektebi ne demek, bunu anlatmak istediler.
Canım işte camimize imam olacak, müezzin olacak, hatib olacak, vaiz olacak memlekete;
bize İslâmiyeti duyuracak, bildirecek kimselerin yetişmesi için bir mektep... Hatib dedi ki:

"--Hayır, o kadar değil! Biz istiyoruz ki memleketimizin çapında değil, dünya çapında, dünyaya ışık tutacak bir eser olsun!
Dünya milletleri bugün bunalım içerisinde, dinsizlik içinde kıvranıyorlar. Onlara rehber olacak bir ilim membaının temelinin atıldığı gün..." diyerekten,
güzel güzel konuşmalar yapıldı. Herkes tabii hayran hayran dinledi onları.


Fakat bu mektepler bu memlekette 1400 yıldır işledi durdu. İşledi durdu da lâyık olan insanı yetiştiremedi.
Lâyık olan insanın yetişebilmesi için, o kötü ahlâkların atılıp, yerine iyi ahlâkların yerleşeceği menba'lar lâzım!
Mektepler bunlara kâfî gelmiyor.

Şimdi bakınız size kısa bir misâl söyleyeyim: Koca Çin'i biliyorsunuz, yediyüz milyonluk bir devlet...
Ashab-ı kiramı da tanıyorsunuz. Ki, zaman-ı Rashulüllah'ta Rasûlüllah'la müşerref olmuş bahtiyarlar...
Çoğunun okuması yazması yoktu. Yalnız dinlerler ve dinlediklerini ezberlerler ve ezberledikleriyle amel ederlerdi.
Bilenleri de onları yazarlar, geride gelecek insanlara miras kalsın diyerekten saklarlardı.

Bu zatlardan iki bahtiyar ticaret için Çin'e kadar gidiyorlar. Çin halkı böyle insan görmemiş; sadakat, azim, metânet...
Ne gibi iyi huylar varsa, bunların üzerinde... Gözler dikiliyor bunlara:

"--Bunlar kim acaba? Nereden geldiler ve kimlerdir?.."

İbadetlerini de görüyorlar tabii, hayran oluyorlar, soruyorlar:

"--Siz kimsiniz, nereden geldiniz? Bu sizin yaptığınız ibadetler nedir?.."

Onlar da anlatıyorlar:

"--İslâm dininin sâliklerindeniz, müslümanız. Böyle bir din vardır, meziyetleri şunlardan ibarettir." diyorlar.

Hayran kalıyorlar:

"--Bize de bunu telkin eder misiniz?" diyorlar, müslüman oluyorlar.

Bugün Çin'de olan ne kadar milyon müslüman varsa, o iki müslümanın eseridir. Oraya ordu gitmedi, oraya gazete gitmedi,
oraya bilmem ne gitmedi; o iki tane müslüman gittiler, İslâmiyeti fiilleriyle anlattılar.
Sözleriyle, "Biz müslümanız, gelin müslüman olun!" demediler;
fakat hareketleri koca Çin'i hayran kıldı onlara, müslüman aşıkı oldu herkes, "Hemen şu dini bize de telkin edin!" dediler.

Bunlar mektepte okumadılar, medresede okumadılar. Fenlerin hiçbirisini belki bilmezlerdi. Fakat İslâm gelince,
Peygamber SAS'den öğrendiklerini tatbik ederekten cihana yayıldılar. Endonezya'sı, Hindistan'ı, şurası, burası hep bunun mükâfâtıdır.


Onun için, burada ne güzel söyledi bu zât-ı muhterem: "Mekârim-i ahlâk sahibi olabilmektir hüner!"
Bunu okumaktan ve dinlemekten murad, mekârim-i ahlâk sahibi olabilmektir.
Yoksa, bütün menhiyatı işledikten sonra, zevk ü sefâya, şehvete gark olduktan sonra, bilmişin ne yazar, bilmemişin ne yazar?..
Belki bilmediğin daha hayırlıdır.

Onun için, Allah cümlemizi affetsin, tevfîkÃ*t-ı samedâniyyesine mazhar etsin de,
bildikleriyle amel eden güzel mü'minlerin arasına bizleri de kabul etsin...


Bursa'da bulunduğum sırada bir eve misafir oldum. Baktım ki kütüphanesinde rahmetlik Akifin Safahat denen bir kitabı var.
Dedim:

"--Åžuradan biraz okuyuver de dinleyelim!"

O da aça aça açtı, Allah korkusuna ait bir fıkra... Okudukça çok üzüldüm. Bir sürü kitaplar yazılıyor herkes tarafından; ne lüzum?..
Safahat'taki o adamın yazdığı iki sahifelik yazı kâfî insanlara... Diyor ki:

"--Allah korkusu olmadıktan sonra, insan insanlıktan çoktan uzaklaşır. İnsanı insan eden Allah'ın korkusudur.
Bu korku madem ki yok, o adam insanlıktan çok uzak, nasipsiz bir adam demektir."
diyerekten, şâirâne sözlerle yaldızlanarak güzel güzel yazılmış, hayran hayran dinledik.


Şimdi bu ahlâk-ı hasenenin gelişmesi için, bu Allah korkusunun evvelâ vücûdu lâzım!
O Allah korkusu olmadıktan sonra, o güzel ahlâk insana girmez.

Herkes bugün şehvetinin, nefsinin esiri...
Şehvetinin, nefsinin, şeytanın esiri olduktan sonra, güzel ahlâkı nerde bulacak insan?..

Cenâb-ı Zül-celâl ve Tekaddes Hazretleri Adem AS'dan beri birçok peygamberler gönderdi.
En son peygamber bizim Peygamberimiz, SAS Hazretleri... Fakat bütün peygamberlerin gönderilmesindeki yegâne sebep nedir?
Neden gelmiÅŸtir bu kadar peygamber?..

Bunların hepsi itaat olunsun, ittibâ olunsun diye nümûne olarak gönderilmiştir. Onlara iktidâ edelim, uyalım diyerekten gönderilmiştir.
İktidâ nisbetinde, uyma nisbetinde ümmetlik hasıl olur insanlarda...
Peygamberine ne kadar uyabiliyorsan, onun sözlerine ne kadar mutabakat gösteriyorsan, o nisbette ümmet olursun.

Peygamber SAS'in ümmetiyiz. Ümmetiyiz ama, yolunda gitmiyoruz, izinde gitmiyoruz.
Bu ümmetlik lafla olan sözden ibarettir ki, o Azrâil AS'ın geldiği vakitte, hepsi uçar gider. Ne zaman ki itaat ettik, ittibâ ettik, nefsimizde tatbik ettik,
Rasûlüllah'ı önümüze rehber edindik; o zaman o içeriye işler, ölürken de, öldükten sonra da saadet içerisinde bu dünyadan ayrılır gider

Mehmed Zahid KOTKU (Rh.A)

selametle