Karagöz İle Hacivat Konuşmaları 2

KARAGÖZ İLE HACİVAT: PARAYI KİM BULDU Karagöz iş bulur. Yedi gün çalışır ve ilk haftalığını alır. Akşamüstü evine dönerken haftalığını kaybeder. Geldiği yoldan geriye döner ve düşürdüğü paralarını aramaya başlar. ...


  1. Alt 01-08-2021, 16:36 #1
    Serdar50 Mesajlar: 115
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: PARAYI KİM BULDU
    Karagöz iş bulur. Yedi gün çalışır ve ilk haftalığını alır. Akşamüstü evine dönerken haftalığını kaybeder. Geldiği yoldan geriye döner ve düşürdüğü paralarını aramaya başlar. Diğer yandan da söylenmektedir: " Paracıklarım, paracıklarım, gitti paracıklarım. Keşke paralarım cebimde dursaydı da ben kaybolsaydım. "
    Aynı saatte evine dönmekte olan Hacivat Karagöz'le karşılaşır.
    Hacivat: " Hayrola Karagözüm, yanımdan geçersin beni görmezsin. Paracıklarım dersin. Para mı kaybettin? "
    Karagöz: " Hiç sorma Hacivat. Haftalık almıştım, onu kaybettim. "
    Hacivat: " Bir gören, bir bulan yok mu? "
    Karagöz: " Dört gören, beş bulan var. Canımı sıkma, canını yakarım. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm kızma. Para kaybedince ararsın bulamazsan, kadıya gidersin. "
    Karagöz: " Hı. "
    Hacivat: " Para kaybettin, aradın bulamadın, ne yaparsın? Kadıya gidersin. "
    Karagöz: " Demek paramı kadı bulmuş. "
    Hacivat: " Kadının para falan bulduğu yok. Parayı bulan kadıya bırakır. Kaybeden kadıya gider. Para kadıdaysa parasını alır. "
    Karagöz: " Ya para kadıda yoksa. "
    Hacivat: " O zaman avcunu yalar. "
    Karagöz: " Yani şimdi avcumu yalarsam param bulunur mu? "
    Hacivat: " Nereni yalarsan yala paran bulunmaz. "
    Karagöz: " Ne yapmak gerekir? "
    Hacivat: " Kadıya gitmek gerekir. Buyur Karagözüm, önden sen yürü. "
    Karagöz: " Önden ben yürümem, yan yana gidelim. "
    Hacivat ile Karagöz kadıya giderler. Yolda para bulan birisi parayı getirip kadıya teslim etmiştir. Fakat paranın sahibinin kim olduğunu bilmemektedir. Karagöz'ün haftalığını kaybettiğini öğrenen Hacivat onu kadıya yönlendirir, çünkü Karagöz'ün kaybettiği parayı bulan Hacivat'tır.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -------------------------------------------------------------------

    DİLENCİ HACİVAT
    Hacivat tüccarın biriyle ortak olur. Birlikte mal alıp satmaya başlarlar. İlk zamanlar işler iyi gider, sonradan bozulur. Bir sabah erkenden tüccar çıkagelir ve Hacivat'a iflas ettiklerini, elde avuçta birşey kalmadığını söyler. Hacivat parasız ve çaresiz kalır, evine ekmek götüremez olur. İş arar bulamaz, dilencilik yapmaya başlar:
    " Fakire bir sadaka, fakire bir sadaka, " diyerek dolanır durur.
    Karagöz Hacivat'ı dilenirken görünce beyninden vurulmuşa döner. Kendini çabucak toparlar ve Hacivat'ın yanına gider.
    Karagöz: " Hacivat'ım, bu ne hal böyle? "
    Hacivat: " Halim haraptır, Karagözüm. Tüccarın biriyle ortaklık kurdum, koca serveti har vurup harman savurdum. "
    Karagöz: " Koca servet mi? Bu işe ne yatırdın sen onu söyle. "
    Hacivat: " Bin beş yüz altın. Gitti, gitti, bin beş yüz altınım. "
    Karagöz: " Ne?! Senin o kadar altının var mıydı, Hacivat? "
    Hacivat: " Olmaz olur mu Karagözüm? Babamdan kalan servet pek çoktu. "
    Karagöz: " Hazıra dağlar dayanmaz derler. "
    Hacivat: " Dayandı. "
    Karagöz: " Mirasyedinin mirası biter derler. "
    Hacivat: " Bitmedi. "
    Karagöz daha sonra Hacivat'tan tüccarın adını öğrenir. Tüccara giderek, ortak aradığını, evini ve bahçesini ortaya koyarak iş yapmak istediğini söyler ama gelir gider defterini kendisinin tutması gerektiğini bildirir. Tüccar, Hacivat'tan sonra yolunacak kaz olarak gördüğü Karagöz'e elindeki bin beş yüz altını verir.
    Karagöz ertesi gün Hacivat'a bin beş yüz altını verir ve bir daha kimseyle ortak olmamasını söyler. Daha ertesi gün Karagöz'ün evine gelen tüccar yanındaki adamı göstererek, evi ve bahçeyi satın almak isteyen bir müşteri buldum, der. Ayrıca ortaklık gereği verdiği altınların bundan sonra kendisinde duracağını söyler. Bunun üzerine Karagöz altınları gece evine giren hırsızın götürdüğünü, ortaklık kalmadığı için, evini ve bahçesini satmaktan vazgeçtiğini söyler. Tüccar durumu kabullenmek istemez. Karagöz sesini yükseltir, tüccara diklenir. Tüccar, Karagöz'ün karşısında tutunamaz. Müşteri kaçar gider. Çaresiz kalan tüccar yol kenarına oturup ava giderken avlandım der ve hüngür hüngür ağlamaya başlar.

    ---------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ BALIKÇI
    İşsiz kalan Karagöz Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Misi Köyü'ne giderek oradaki gölden alabalık tutmaya başlar. Akşamüstü at arabasına binerek Bursa'ya döner. Alabalıkların bir kısmını kendine ayıran Karagöz geri kalanı balıkçılara satar.
    Bir akşamüstü alabalıkları temizleyen Karagöz'ün hanımı balığın birinin içinde inci bulur. Çok sevinir. Odada oturmakta olan Karagöz'e inciyi gösterir. Karagöz sevinçten ne yapacağını şaşırır ve oynamaya başlar. Akşam yemeğinden sonra evde konuşulan tek konu incidir. Karagöz'ün oğlu Yaşar, baba, ya tuttuğun öteki balıklarda da inci varsa, deyince Karagöz: "Doğru oğlum, o balıklarda inci olabilir. O zaman alabalıkların içini evde temizleriz, karnında inci olup olmadığına bakar, öyle satarız. On-on beş alabalığın birinden inci çıksa zengin olduk demektir. "
    Karagöz sonraki günlerde düşüncesini aynen uygular. Evde temizlenen alabalıkların birinden, ikisinden inci çıkmaktadır. İncileri kuyumcuya satan Karagöz kısa zamanda fakirlikten kurtulur. Kuyumcu incinin kaynağını merak eder. Karagöz'ün ağzını arayan kuyumcu hiçbir şey öğrenemez. Bunun üzerine gizlice Karagöz'ü takip etmeye başlar. Sonunda olayı çözer ve gölün karşı kıyısında çadır kurarak, beş karısını, oğullarını, kızlarını, gelinlerini, damatlarını ve torunlarını getirir. Birlikte çok çalışarak, çok balık tutarak kısa zamanda göldeki alabalık neslini kuruturlar. Gölde bir tane alabalık kalmaz. Kuyumcu, torbalar dolusu inciyle servetine servet katar.
    Aradan günler, haftalar geçmesine karşın, bir tek alabalık tutamayan Karagöz yol parası, evin geçimi derken, giderek fakirleşir. Daha sonra yine Hacivat'ın yönlendirmesi üzerine Hacivat ile birlikte Ulucami'nin yapım işinde çalışmaya başlar.

    ---------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MANGAL SEFASI
    Hacivat: " Karagözüm, sucuk aldım. Gel mangal sefası yapalım. "
    Karagöz: " Birer kangal alalım ama benim bahçe küçük, kangala dar gelir. "
    Hacivat: " Kangal demedim Karagözüm, mangal dedim. Mangalda sucuk pişirelim. "
    Karagöz: " Kangalla çocuk bir arada olmaz. Yaşar'ı kangal ısırır. "
    Hacivat: " Canım, ne Yaşar'ı, ne kangalı, sucuk dedim, mangal dedim. "
    Karagöz: " He öyle söylesene, sucuğu mandalla tavana asarsın. "
    Hacivat: " O neden? Neden sucuğu tavana asıyorsun? "
    Karagöz: " Kurusun diye. Kuru sucuğun tadı farklı olur. "
    Hacivat: " Tamam Karagözüm, sucuğu kuruttum, mangalı bahçeye oturttum. "
    Karagöz: " Ben senin bahçeye gelmem, Hacivat. "
    Hacivat: " Gelmezsen gelme. Ben de kendime ziyafet çekerim. "
    Uzaklaşıp giden Hacivat'ın arkasından Karagöz söylenir:
    " Seni gidi beni bilmez. Kangalı kesmiş, sucuk yapmış, mangalda pişirecekmiş. Bende o sucuğu yiyecek göz var mı?

    ------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: BUZAĞI
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşırlar. Karşılıklı selamlaşmadan sonra iş arayan Karagöz'ün moralinin bozuk olduğunu gören Hacivat, ona derdini unutturmak için, bilmece sormaya karar verir: " Karagözüm, sana bir bilmece sorayım da cevabını ver. Öküz altında ne arıyor derler?
    Karagöz: " Tavşan arıyor derler. "
    Hacivat: " Olmaz, tavşanın öküzle ilgisi yok. "
    Karagöz: " Tilki arıyor derler. "
    Hacivat: " Tilkinin öküzle hiç ilgisi yok. "
    Karagöz: " Kurt arıyor derler. "
    Hacivat: " Kurt öküz altında aranmaz. Öküz bunu babası, inek bunun annesi. "
    Karagöz: " Koyun bunun amcası, keçi bunun dayısı. "
    Hacivat: " Hani o şey büyür dana olur, tosun olur. "
    Karagöz: " Dana olur, tosun olur. "
    Hacivat: " Tamam, dana dedin, dananın küçüğü. "
    Karagöz: " Küçük dana . "
    Hacivat: " Hah, küçük danaya ne derler? "
    Karagöz: " Dana küçük. "
    Hacivat: " Karagözüm, galiba bilemeyeceksin. "
    Karagöz: " Ben bilemezsem sen bil. "
    Hacivat: " Buzağı arıyor derler. "
    Karagöz: " Hı? "
    Hacivat: " Öküz altında buzağı arıyor derler. "
    Karagöz: " Ben onun öyle olduğunu biliyordum ama aklıma gelmedi. Sorunun cevabı buzağı. Bildim mi? "
    Hacivat: " Bildin Karagözüm, bildin. "
    Karagöz: " Bilemesem şaşardım. Bu soru kolaydı. Zor sorsan onları da bilirim. "
    Karagöz' ün güldüğünü, neşelendiğini gören Hacivat sevinir. Karagöz'ü de sevindirmek ister ve ona pazar yerinde hamallık bulur. Günün geri kalan kısmında sandıkla portakal, limon taşıyan Karagöz akşamüstü kazandığı iki akçeyle evinin yolunu tutar.

    -----------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: TURŞU
    Hacivat: " Hanım turşu kurduydu. Turşular bir olmuş. "
    Karagöz: " Hanım tarla kurduydu. Kuş mu olmuş? "
    Hacivat: " Canım Karagözüm. Ne kurdu, ne kuşu? "
    Karagöz: " Kurt Bozkurt, kuş Zümrüdü Anka Kuşu. "
    Hacivat: " Hanım turşu kurduydu. Turşular olmuş dedim. "
    Karagöz: " Hani masalda Bozkurtlar Zümrüdü Anka Kuşu'nu tepelemiş. "
    Hacivat: " Eee. "
    Karagöz: " Ben de seni tepelerim. "
    Karagöz Hacivat'ın üstüne yürür.
    Hacivat: " Dur Karagözüm, ben ne yaptım? "
    Karagöz: " Daha ne yapacaksın? Tepeme çık öt bari. "
    Hacivat: " Tepene çıkıp öteyim mi? Ne gibi ötmemi istersin? "
    Karagöz: " İster horoz gibi öt, ister bülbül gibi öt. "
    Hacivat: " Eşek gibi öteyim mi? "
    Karagöz: " Eşek ötmez anırır. İstersen anırabilirsin. "
    Hacivat: " Ben anıramam ama sen iyi anırırsın. "
    Hacivat tarafından eşek yerine konmak Karagöz'ü çileden çıkarır. Hacivat'ın üstüne hamle yapar. Hacivat geri dönüp kaçmaya başlar. Karagöz Hacivat'ı evinin önüne kadar kovalar. Hacivat evine girer ve kapıyı sürgüler. Kapının önünde bağırıp çağıran Karagöz'e pencereye çıkan Hacivat'ın hanımı söylenir:
    " Aaa yeter be! Git kendi evinin önünde bağır. "
    Hacivat'ın hanımının sözleri karşısında Karagöz sessizce oradan uzaklaşır. On gün ne Hacivat'ı arar ne de onun evinin önünden geçer. İki ayrılmaz dost sonradan barışırlar.

    --------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: LEYLEK ETİ
    Hacivat: " Karagözüm, ziyafet var. "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Ziyafet var, ziyafet. Al hanımı, Yaşar'ı. Bu akşam bize gelin. Levrek aldım, pişirip yeriz. "
    Karagöz: " Bu akşam size gelemeyiz, leylek eti yiyemeyiz. "
    Hacivat: " Leylek demedim Karagözüm, levrek dedim. Levrek balığı. "
    Karagöz: " Bırak ya Hacivat, ne zamandan beri leylekler balık oldu. "
    Hacivat: " Leylekler balık olmaz, tıpkı benim Karagöz olamadığım gibi. "
    Karagöz: " Keşke Karagöz olsan, bana benzesen Hacivat. "
    Hacivat: " Aman, hayatta isteyeceğim en son şey sana benzemek. Ben bu halimden memnunum.
    Karagöz: " Tamam, bana benzeme. Git Halim'le Memduh'a benze. "
    Hacivat: " Sen ne diyorsun Karagözüm? Halim'le Memduh da kim? "
    Karagöz: " Sizin mahalleden yeni taşınmışlar. Bizim mahalleye geldiler. "
    Hacivat: " Eee sonra? "
    Karagöz: " Bizim mahalleyi beğenmediler. Sizin mahalleye geri dönecekler. "
    Hacivat: " O neden? "
    Karagöz: " Çünkü onları dövdüm. Alaycı konuşmaya devam edersen seni de döverim. "
    Hacivat: " Sustum Karagözüm, yeter ki beni dövme. "
    Karagöz: " Leylek eti falan da yemem. "
    Hacivat: " Yeme Karagözüm, leylek eti yeme.

    ------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KARAGÖZ AŞIK
    Genç Karagöz Bursa sokaklarında elinde bir demet ısırgan otuyla hızlı adımlarla yürürken, Hacivat'la karşılaşır. Hacivat sorar:
    " Hayrola Karagözüm, bu ne acele? Sanki peşinden köpek kovalıyor. "
    Karagöz: " Sus Hacivat! Köpek beni niye kovalasın? O ancak senin gibileri kovalar. "
    Hacivat: " Hemen kızma Karagözüm, lafın gelişi öyle dedim. Hızlı hızlı nereye böyle? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Hızlı hızlı nereye böyle? Yani nereye yetişeceksin? "
    Karagöz: " Şey, yavuklumla buluşacağım da. "
    Hacivat: " Yavuklun mu? Senin yavuklun mu var? "
    Karagöz: " Var tabi, neden olmasın? Ben sevemez miyim yani? "
    Hacivat: " Tabi seversin, yavuklun da olur. O elindeki nedir? Isırgan otu mu? "
    Karagöz: " He ya ısırgan otu. Yavukluma verecektim "
    Hacivat: " Olur mu Karagözüm, hiç insan sevdiğine ısırgan otu verir miymiş? "
    Karagöz: " Ee o zaman ne verir?
    Hacivat: " Karanfil verir. "
    Karagöz: " Kara fil mi? Afrika mı burası? Fil ne arar? "
    Hacivat: " Karanfil dedim Karagözüm. Bir tür çiçek. "
    Karagöz: " Çilek bulunmaz şimdi, mevsimi değil. "
    Hacivat: " Çilek değil, çiçek dedim. Her neyse sen iyisi kırmızı gül götür. "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Kırmızı gül, kırmızı gül. "
    Karagöz: " Kırmızı tül mü? Perdelik tüllerden mi? "
    Hacivat: " Dur Karagözüm, ne perdesi ne tülü. Kırmızı gül dedim. "
    Karagöz: " Kırmızı kül mü? Amma yaptın Hacivat, külün kırmızısı mı olurmuş? "
    Hacivat: " Yine yanlış anladın. Peki o zaman senin dilinle konuşalım. Ya nesi olur? "
    Karagöz: " Sen de ne cahilsin Hacivat. Külün rengi kül rengi olur. Bilmiyorsan öğren. "
    Karagöz'ün yanlış anlamaları karşısında sinirlenen Hacivat ne kadar hırslandığını Karagöz'e fark ettirmemeye çalışır. Kuruyan dili damağında zorlukla döner:
    " Tamam Karagözüm, yavukluna ne istersen götür. Isırgan götür, sarımsak götür, soğan götür. "
    Hacivat, ister ıspanak götür, ister pırasa götür, diye söylenerek uzaklaşır gider. Hacivat'ın arkasından bakakalan Karagöz çabucak aklını toplar. Kendini daha sağlıklı düşünmeye zorlar:
    " Hacivat'ın her dediğini ısırganın yanında yavukluma hediye etsem iyi olacak. Şimdi ben sarımsak, soğan, ıspanak, pırasa nerede bulurum? "
    Karagöz aradıklarını komşuların yardımıyla tamamlar. Hepsini bir sepete koyarak yavuklusuna verir. Karagöz'ün yavuklusu genç kız hediyelerden dolayısıyla memnun olur. Bu genç kız Karagöz'ün oğlu Yaşar'ın annesidir.

    ------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KÖSE
    Güzel, güneşli bir yaz gününde Pınarbaşı Meydanı'nda bir sürü adam toplanmış, kahkaha patlatıyordu. Şişiren ağızdır da balonu patlatan iğnedir. Ağızdan çıkan iğneli sözler, adama nasıl kahkaha patlattırır, dilerseniz bunu öğrenelim.
    Hacivat: " Ak akçe kara gün içindir. "
    Karagöz: " Akçe yok ki kara güne saklasam. "
    Hacivat: " Bir elin nesi var, iki elin sesi var. "
    Karagöz: " Kurnada oturanın elinde hamam tası var. "
    Hacivat: " Söz gümüşse sükut altındır. "
    Karagöz: " Söz altınsa sükut tenekedir. "
    Hacivat: " Olur mu Karagözüm, sükut yani susmak altındır. "
    Karagöz: " İyi, o zaman susalım, konuşmayalım. Buradaki kalabalık hemen dağılır. İnsanlar, işini bırakıp bizi dinlemeye geliyorsa sözüm altın değerinde olduğu içindir. "
    Karagöz kalabalığa dönerek:
    " Beni haklı görenler alkışlasın. " diye bağırdı. Bir alkış fırtınasıdır koptu.
    Bu sefer Hacivat kalabalığa dönerek:
    " Beni haklı görenler alkışlasın. " diye bağırdı. Bir alkış boranıdır koptu. Eee ne diyelim onları alkışlayanlar sayıldığında birbirine eşit olduğu görüldü. Yalnız karşıda duran ve Karagöz ile Hacivat'ın her iğneli vuruşuna kahkahasını patlattıran köse kimseyi alkışlamadı. Sonradan sordum, benim oyum ikisine, dedi.

    ----------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: EKMEK
    Bursa sokaklarında gezip dolaşan Karagöz ile Hacivat, Pınarbaşı Meydanı’na geldiklerinde yorulduklarını anlarlar ve bir ağacın altına oturup dinlenirler.
    Daha sonra Hacivat:“ Aman Karagözüm, içim bayıldı. Fırından ekmek al da suya banıp yiyelim. “
    Karagöz: “ Ekmek alayım da yakında fırın var mıdır? “
    Hacivat: “ Var ya. Az önce önünden geçtik. “
    Karagöz: “ Hiç fark etmedim. Yerini tarif et, hangi somun fırınında? “
    Hacivat eliyle işaret eder: “ Şuradaki inek ahırının ilerisindeki somun fırınında. “
    Karagöz: “ Ne işi varmış elinin ineğin kuyruk sokumunda? “
    Hacivat: “ Karagözüm, nereden çıkarırsın ineğin kuyruk sokumunu? Şu ahırın ilerisindeki somun ekmek fırınında. “
    Karagöz: “ Ahırda samandan ekmek mi pişiriyorlar? “
    Hacivat: “ Hiç samandan ekmek olur mu? Buğday ekmeği olur, buğday. “
    Karagöz: “ Atlara buğday ekmeği, insanlara saman ekmeği. “
    Hacivat: “ İnsanlar saman ekmeği yemezler. İnsanlara buğday ekmeği, atlara saman ekmeği. “
    Karagöz: “ Demek o fırında atlara saman ekmeği pişiriyorlar. “
    Hacivat: “ Öyle demek istemedim. “
    Karagöz: “ Ama öyle dedin. Atlara saman ekmeği dedin. “
    Hacivat: “ Dur Karagözüm. Sana cümle anlatayım derken, ben kelimeleri şaşırdım. Gitmemek için, böyle yaptın. Ağzımdan çıkanı kulağıma duyurmadın. Ben bir ekmek alıp geleyim, “ diyen Hacivat hızlı adımlarla oradan ayrılır. Biraz sonra elinde bir somun ekmek ve bir çanak suyla gelir. Ekmeği ikiye böler ve yarısını Karagöz’e verir. Birlikte ekmeklerini suya banıp yerler.

    --------------------------------------------------------------------------

    SİVRİKOZ ZAMANA KARŞI
    Sivrikoz'un küçük yaşlardan itibaren kafasına takılan sorular vardır. Yıllar geçtikçe bu sorular daha da belirginleşir. Annesine, babasına, amcasına, dayısına bu soruları sorar fakat gelen cevaplar tatminkar olmaz. İyi, güzel diyorsunuz da benim beklediğim cevaplar bunlar değil, der. Babası bir gün: " Sivrikoz beklediğin cevaplar bunlar değilse sen sorduğun soruların cevabını biliyorsun demektir. " der de Sivrikoz babasına cevaplardan tam olarak emin olmadığını söyler. Sivrikoz'un sorduğu sorular nedir?
    Acımasızca geçen zaman, insanları neden yaşlandırıyor?
    İnsanların görünüşleri neden değişiyor?
    Zaman geçtiği için, insanlar yaşlanıyorsa zamanı durdurmak mümkün değil midir?
    Sivrikoz bir gün babası Hacivat'tan izin alır ve zamanı arayıp bulmak, onunla hesaplaşmak için, yola çıkar. Sonraki günlerde zamanı arar, her önüne gelene zamanı sorar ama kimse zamanın nerede olduğunu bilmemektedir. Günlerden bir gün bir ormandan geçerken bunalır, olanlar canına tak der ve bağırır: " Ey zaman, kimsin sen, neredesin, aramaktan bıktım, çık ortaya, yetti yaptıkların. "
    Birden ormanda sert bir ses yankılanır: " Hey genç, beni mi aradın? Senin adın nedir? "
    " Benim adım Sivrikoz. Seni aradım. Soracak sorularım var. Neden insanları yaşlandırıyorsun? Şimdinin ihtiyarı bir zamanlar gençtim, güçlüydüm diyor. Geçtin de ne oldu? Ne kazandın? İnsanlar belli bir yaşa gelince o insan için zamanı durdur. Yaşlanmasın ama yaşasın. Genç kalsın. "
    " Sen neler diyorsun Sivrikoz? Daha önce kimse benim işime karışmıyordu. Ben de istediğim gibi kendimi kuruyordum. Genç ve güçlü birini, yaşlı, iki büklüm bir ihtiyar haline getirmek benim için önemli. Ben o ihtiyarın genç halini hatırlar ve gülümserim. Ama sen istemiyorsan bundan sonra kimseyi yaşlandırmam. "
    Zamandan söz alan Sivrikoz sevinçle oradan uzaklaşır. Sonraki günlerde zaman sözünü tutmaz ve insanları yaşlandırmaya devam eder. Durumu fark eden Sivrikoz çok üzülür ve bir daha zamanı ne arayıp, ne sorar.

    ---------------------------------------------------------------


    KARAGÖZ İLE HACİVAT: TUZSUZ DELİ BEKİR
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır. Ramazan ayının birinci günüdür.
    Hacivat: " Ramazan-ı şerifler hayrolsun Karagözüm. "
    Karagöz: " Sen ne diyorsun Hacivat? Ramazan'la şerif neden kaybolsun? "
    Hacivat: " Ramazan-ı şerifler hayrolsun. Hayırlı ramazanlar. "
    Derdi dağlardan büyük olan Karagöz Hacivat'ın ne dediğini yine anlayamaz: " Ramazanların tarlası mı? Ne bileyim nerededir? "
    Hacivat: " Yani oruç ayına girdik Karagözüm. "
    Karagöz: " Hı. "
    Hacivat: " Oruçlu musun Karagözüm? Gece sahura kalktın mı? "
    Karagöz: " Gece sabaha kadar uyuyamadım. Bir aralık dalmışım. Kötü bir rüya gördüm. Adamın biri, beni kesiyordu. "
    Hacivat: " Hayrolsun diyecektim. Ama böyle rüyanın hayrı olmaz ki. "
    Karagöz: " Hayri'yi rüyanda mı gördün? "
    Karagözün hey heylerde olduğunu anlayan Hacivat hey heylere hay hay der geçer.
    Hacivat: " Karagözüm, rüyanda seni kim kesiyordu? "
    Karagöz: " Adamın biri. "
    Hacivat: De hadi Karagözüm. Ağzımdan laf çıkmaz bilirsin. "
    Karagöz: " Şu Tuzsuz Deli Bekir. Rüyama kadar girdi. "
    Hacivat: " Ne demek rüyama kadar girdi? Gerçek hayatta da mı keskinleri oynadı? "
    Karagöz anlatmaya başlar: " Yazın bir ara işsizdim. Tuzsuzdan borç almıştım, ödeyemedim. İkidir gelir kapıyı tekmeler, açmadım diye kızar bağırır. Yolda önüme çıktı, kaçtım, kurtuldum. "
    Hacivat: " Eee sonra ne oldu? "
    Karagöz: " Dün çıkmaz sokakta kıstırdı beni. Hani para dedi. Bıçağını çıkardı, ileri geri salladı. Bir böbrekten, bir ciğerden dedi. "
    Hacivat: " Elinden nasıl kurtuldun? "
    Karagöz: " Yarın söz dedim. Paranı vermezsem bildiğin gibi yap dedim. "
    Hacivat: " O ne dedi? "
    Karagöz: " Parça mı olsun, kuşbaşı mı dedi. "
    Hacivat: " Karagözüm, senin borcun ne kadardı? "
    Karagöz borcunu söyler. Hacivat, Karagöz'ün borcunu son kuruşuna kadar eline sayar. Karagöz buna çok sevinir. Daha sonra evinin yolunu tutar. Tahmini doğrudur. Tuzsuz Deli Bekir, elinde bıçağı, kapının önünde bağırıp çağırmaktadır. Karagöz, Bekir Efendi deyip paraları gösterince Tuzsuz bıçaklı elini arkasına saklar: " Vay Karagöz, borcunu getirdin galiba. "
    Karagöz: " Evet, borcum, al say, hepsi tamamdır. "
    Tuzsuz parayı sayar: " Evet, tamam, der, borç morç kalmadı. "
    Karagöz: " Bir daha senden borç almam. Bu son olsun. "
    Tuzsuz: " Vay köfte vay, bir de haklı çıkarsın ha. Ben de sana borç verirsem elim bıçak tutamasın. " der ve bıçağını çıkarır. Karagöz eve kaçar. Kapıyı sürgüler. Kapının önünde nara atan, tehditler savuran Tuzsuz Deli Bekir daha sonra evin önünden uzaklaşır. Böylelikle Karagöz kurtulur.


    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: AYAKLI KÜTÜPHANE
    Karagöz ile Hacivat yolda karşılaşır.
    Karagöz: "Hacivat, evi taşımışsın? "
    Hacivat: " Doğru taşıdım. "
    Karagöz: " Nereye taşıdın? "
    Hacivat: " Şu kilisenin beş ev yukarısına. "
    Karagöz: " Kilis'e mi taşındın? "
    Hacivat: " Kilis demedim Karagözüm. Kilise dedim. "
    Karagöz: " Kilis'e taşındığına göre Konya'yı görmüşsündür. "
    Hacivat: " Konya da nereden çıktı? "
    Karagöz: " Kilis'e giderken kervan Konya'dan geçer. "
    Hacivat: " Ne Konya'sı, ne kervanı? "
    Karagöz: " Mervan dayım Konya'da otururdu. Çocukken gitmiştik. "
    Hacivat: " Dayının adı Mervan mıydı? "
    Karagöz: " Van daha ileride Acem sınırında. "
    Hacivat: " Eee? "
    Karagöz: " Orada bir göl varmış. Deniz kadar büyükmüş. "
    Hacivat: " Göl deniz kadar büyük olur mu? Deniz gölden büyüktür. "
    Karagöz: " Marmara Denizi, Ege Denizi. "
    Hacivat: " .... "
    Karagöz: " Karadeniz, Akdeniz. "
    Hacivat: " Bunları niye sayıyorsun? "
    Karagöz: " Saymayı bilirim, bir, iki, üç. "
    Hacivat: " Sonra. "
    Karagöz: " Üç, iki, bir. "
    Hacivat: " Sonrası yok mu? Sen kaça kadar okudun? "
    Karagöz: " Üçe kadar. Matematikte birinciydim. "
    Hacivat: " Belli, sondan birinci. "
    Karagöz: " Okumam da iyidir. "
    Hacivat: " Şu dükkanın levhasını oku bakalım. "
    Karagöz: " Kem küm. "
    Hacivat: " Sonra. "
    Karagöz: " Ham hum. "
    Hacivat: " Senin neden üçe gidemediğin belli. "
    Karagöz: " Üçe gidecektim ama evden göndermediler. "
    Hacivat: " Neden? "
    Karagöz: " Çok şey öğrenmiştim, beynim dolmuştu. "
    Hacivat: " Yapma ya? "
    Karagöz: " Bana ayaklı kütüphane diyorlardı. "
    Hacivat: " Ayaklı kütüphane ha? "
    Karagöz: " Sen de bir şey bilmiyorsun Hacivat? Sen kaça kadar okudun? "
    Hacivat: " Beşi bitirdim. "
    Karagöz: " Beşi mi? Ben senden çok okumuşum. "
    Hacivat: " Vay vay! Üç mü büyük, beş mi? "
    Karagöz: " Sen de amma cahilsin be Hacivat. Tabi ki üç büyük. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: KOCA KAFALI BİR KELEŞ
    Hacivat: " Gökyüzünde yıldız var, ay var. "
    Karagöz: " Yeryüzünde baldızımın yaptığı çay var. "
    Hacivat: " Gökyüzünde bulut var, güneş var. "
    Karagöz: " Yeryüzünde unutma keleş var. "
    Hacivat: " Karagözüm, keleş mi var? "
    Karagöz: " Var tabi, koca kafalı bir keleş var. "
    Hacivat: " Acaba kim bu keleş? "
    Karagöz: " Kim olacak tabi ki sen. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, kafan benimkinden büyüktür. "
    Karagöz: " Çaresiz kaldığın için, şu attığın çığlıktır. "
    Hacivat: " Senin denizin bitmiş, çırpındığın sığlıktır. "
    Karagöz: " Sığır sana derler, benden fışkıran sağlıktır. "
    Hacivat: " Sığır bana mı derler? Ben sığır falan değilim. "
    Karagöz: " Sağır değilsin ama sığır olduğun muhakkak. "
    Bana nasıl sığır dersin diyen Hacivat, Karagöz'ün yüzüne sert bir tokat vurur. Karagöz yere yuvarlanır, ayağa kalkar. Sol eli sol yanağının üstündedir.
    Karagöz: " Aman Hacivat, bana vurdun. "
    Hacivat: " Sen de dayak istedin durdun. "
    Karagöz: " Zalim Hacivat, bana vurma. "
    Hacivat: " Senin uçarken gördüğün telli turna. "
    Karagöz: " Hamama gittim, yoktu boş kurna. "
    Hacivat: " Ben seni bilirim, çalar durursun zurna. "
    Karagöz: " De git Hacivat, alırım seni ayağımın altına. "
    Hacivat: " O biraz zor, bugün üzüm şerbeti içtim. "
    Karagöz: " Tarlada buğday, başak mı biçtin? "
    Hacivat: " Karagözüm, bugün çok saçmaladın. "
    Karagöz: " Hacivatım, seçmeyi bilemedin. "
    Hacivat: " Yanlışta olan ben değilim, sensin Karagözüm. "
    Karagöz: " Tepeni delerim, budur son sözüm. "
    Hacivat: " Karagözüm, barış yapalım, sun bana bir salkım üzüm. "
    Karagöz: " İki karış uzakta dur, bir bardak zıkkım çözüm. "
    Hacivat: " Nasıl olur, bir bardak zıkkım çözüm? "
    Karagöz: " İç zıkkımın kökünü, titrerken gör çözümü. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, zıkkım zehir olmasın? "
    Karagöz: " Zehir, tehir olmasın, bardağa dolsun. "
    Hacivat: " Dur Karagözüm, zehir bardağa dolmasın. "
    Karagöz: " O zaman Hacivat sessiz kalsın. "
    Hacivat: " Ağzıma fermuarı çektim, işte bak sustum. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ---------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: GÜBRE
    Hacivat Karagöz'ün evinin önünden geçerken, Karagöz pencereden Hacivat'ın üstüne atlar, boğuşmaya başlarlar. Yoldan geçen adamlar ikiliyi ayırırlar, bunlar sakinleşince adamlar gider. Yalnız kalınca Hacivat sorar: " Aman Karagözüm, bana neden saldırdın? Ben sana ne yaptım? "
    Karagöz: " Şuna bak, bir de ne yaptım diye soruyor. "
    Hacivat: " Söyle canım efendim, bir suçum varsa bileyim. "
    Karagöz: " Cenabettin Bey yalıya bahçıvan arıyormuş. Zoti'yi göndermişsin. "
    Hacivat: " Doğrudur. Zoti iyi bahçıvandır "
    Karagöz: " Ben kötü bahçıvan mıyım? "
    Hacivat: " Hayır, kötü bahçıvan değilsin. "
    Karagöz: " O zaman beni gönderseydin. "
    Hacivat: " Geçen defa seni gönderdiydim. Bahçedeki güllerin altına insan gübresi dökmüşsün. O kadar gül soldu. "
    Karagöz: " Eee Cenabettin Bey geldi, Karagöz gülleri gübrele dedi. "
    Hacivat: " Ama olmaz ki, insan gübresi dökülmez ki. "
    Karagöz: " Ne gübresi dökülür? "
    Hacivat: " Hayvan gübresi dökülür. "
    Karagöz: " Kedi, köpek gübresi. "
    Hacivat: " Olmaz. "
    Karagöz: " Kuş, fare gübresi. "
    Hacivat: " Olmaz Karagözüm, olmaz. "
    Karagöz: " Bunlar hayvan değil mi? "
    Hacivat: " Hayvan ama gübreleri bahçede kullanılmaz. "
    Karagöz: " Kullanılırsa ne olur? "
    Hacivat: " Topraktaki bitkiyi öldürür. Tarla, bahçe bozulur. "
    Karagöz: " .... "
    Hacivat: " Bir de Cenabettin Bey'i sokakta kovalamışsın. "
    Karagöz: " Kovalarım tabi. Bana kızdı, bağırdı. "
    Hacivat: " Kızar, bağırır. Yalının bahçesini tümden bitirdin. Bahçeyi temizletti, yeniden gül ektiriyor. "
    Karagöz: " Keşke ben ekseydim gülleri. "
    Hacivat: " Artık sana orası yasak. "
    Karagöz: " Gülleri eksinler de sonra ben bakımını yaparım. "
    Hacivat: " Karagözüm, söyle bakalım ne gübresi kullanırsın? "
    Karagöz: " Sen söyle. "
    Hacivat: " Ahır hayvanlarının gübresi. Say bakalım. "
    Karagöz: " İnek, öküz gübresi. "
    Hacivat: " Başka. "
    Karagöz: " Boğa, tosun gübresi. "
    Hacivat: " Başka. "
    Karagöz: " At, eşek gübresi. "
    Hacivat: " Başka, başka. "
    Karagöz: " Koyun, keçi gübresi. "
    Hacivat: " Değil mi ya? İşte bunları kullanmalısın? "
    Karagöz: " Bak hepsini bildim. Zoti'yi kov, beni işe al. "
    Hacivat: " Zoti'yi kovmam ama seni işe alırım. Yeni bir iş. "
    Karagöz: " Yeni bir iş mi? Ne işi bu? "
    Hacivat: " Yük taşıyacaksın. Sandık sandık domates. "
    Karagöz: " Gündelik ne kadar? "
    Hacivat: " Gündelikler hep aynı. Bu işin bir de ayrıcalığı var."
    Karagöz: " Ayrıcalık mı? Neymiş o çabuk söyle. "
    Hacivat: " İstediğin kadar domates yiyebilirsin. "
    Karagöz: " İstediğim kadar mı? Desene yaşadım. Midem bayram edecek. "

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: MATİZ
    Hacivat'ı gece uyku tutmaz. Sabah erkenden kalkar, giyinip dışarı çıkar. Karagöz'ün evinin kapısını çalar. Bir daha çalar. Karagöz uykulu gözlerle pencereye çıkar. Bakar kapıyı çalan Hacivat'tır: " Hacivat, sabahın seher vakti neden kapıyı çalarsın? " diye sorar.
    Hacivat: " İn aşağı Karagözüm, yarenlik edelim. Ben söyleyeyim, sen dinle. Sen söyle ben dinleyeyim. "
    Karagöz: " De git Hacivat, başka işin yok mu senin? Alırım ayağımın altına. "
    Hacivat: " Gel aşağı Karagözüm, gece uyku tutmadı. "
    Karagöz: " Seni uyku tutmadı ama benim uykumu kaçırdın. "
    Hacivat: " Uykunu mu kaçırdım? Uykun nereye kaçtı? "
    " Uykum sana kaçtı, " diyen Karagöz, pencereden Hacivat'ın üstüne atlar. Boğuşmaya başlarlar. Karagöz'ün elinden kurtulan Hacivat: " Dur Karagözüm, sana bir hesap sorusu sorayım, bilirsen hemen giderim. " der.
    Karagöz: " Sor bakayım, benim hesabım kuvvetlidir. "
    Hacivat: " iki iki daha kaç eder? "
    Karagöz: " Hı.. "
    Hacivat: " Yani ikiyle ikiyi toplasan kaç olur? "
    Karagöz: " Kaç mı olur? İkiyle ikiyi toplasan kaç olur? "
    Hacivat: " Tamam işte Karagözüm, ben sana soruyorum. İkiyle ikiyi topla kaç buldun? "
    Karagöz: " İki iki daha şey eder. Ya Hacivat, bu soru kolay, daha zorunu sor. "
    Hacivat: " Sen bunu bil, daha zorunu sorarım. "
    Karagöz düşünürken, aradan zaman geçer. Sağa sola bakınıp bir kurtarıcı ararken, Tuzsuz Deli Bekir çıkagelir. Hacivat'tan çok Karagöz'le haşır neşirliği vardır: " Vay Karagöz, arpacık kumrusu gibi ne düşünürsün? Karadeniz'de gemilerin batamaz, kayığın olsa Marmara'da batardı. Bilmem anladın mı? "
    Karagöz bu matizden oldum olası hoşlanmamıştır. Onun olduğu ortamda dut yemiş bülbüle döner. Matize korkuyla karışık saygı duyar. Her zaman, matizin belindeki bıçak olmasa ben bilirim yapacağımı, der. Ama ufaktan da olsa racon kesmeden duramaz: " Ya matiz, Hacivat beni gece rüyasında görmüş. Sabah erkenden kapıma üşüştü. Soru soracağım, dedi. Şimdi sen söyle: İki iki daha kaç eder, ben bilemem mi? "
    Matiz: " Bilemezsin. Bilirsen seni sokak sokak sırtımda gezdiririm. " Der ve belinden bıçağını çıkarır, aha bak şuraya yazıyorum, diyerek çömelip toprağı eşeler.
    Bunun üzerine Karagöz sadece küçük değil, büyük dilini de yutar. Sus pus olur ve gözlerini aşağı indirir. İçinden, matiz geldi, beni Hacivat'ın elinden kurtardı ama rezil etmese bari, diye düşünür.
    Karagöz'ün süngüsünün düştüğünü gören matiz Hacivat'a döner: "Bak Hacivat, ben ilk mektebin birinci sınıfına giderken, sınıfın en tembeliydim. Arap hoca bize dua öğretirdi. Evde kitaptan iyice çalışın, ezberleyin, gelin. İşte şu, şu duaları okutucam, derdi. Ben evde tastamam duaları ezberlerdim ama Arap hoca karşıma dikilince duaları unutuverirdim. Bana kızardı, bağırırdı. Senenin ortasına doğru bu Karagöz bizim sınıfa geldi. Arap hoca beni bıraktı, buna yöneldi. Karagöz araptan çok azar işitti. Üçe gitmedi. Daha sonra başka mahalleye taşındılar, bu da araptan kurtuldu. Arap hoca tekrar bana döndü. Bir sene sonra ben de araptan kurtuldum, dörde gitmedim. "
    Matiz derin bir iç geçirir, hal ve gidiş böyle Hacivat kardeş. Haydi, kalın sağlıcakla, der ve yürüyüp gider. Karagöz ile Hacivat ise, az sonra selamlaşıp dostça ayrışırlar.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    ----------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: ZAMAN MAKİNESİ
    Karagöz bir gün hızlı adımlarla evinden çıkar ve Hacivat'ın evine doğru yürümeye başlar. Karagöz çok hırslıdır, gözü hiçbir şeyi görmez. Kendisini tanıyıp, selam verenlere bile eyvallah etmez. Hışımla gelip, Hacivat'ın evinin kapısını çalar. Hacivat kapıyı açar:
    " Yavaş ol Karagözüm, kapıyı kıracaksın! Tokmağı görmez misin? Tekmeyle kapı çalınır mı? Evi yıkacaksın. Benden korkmaz mısın? "
    " Kes! Senden korkmam. Sen benden korkar mısın? "
    " Aman Karagözüm, korkarım. Yeter ki, evimi başıma yıkma."
    " Hemen gel, benim evin bahçesine. Hani diyordun ya yüz sene sonra ne seni ne beni kimse bilmez, hatırlamaz. Onun sağlamasını yapacağız. Bakalım doğru mu? "
    " Hah hah ha. Aman Karagözüm. Bırak yüz seneyi, elli altmış sene sonra bile insanlar bizi hatırlamaz. Suya yazılan yazı gibi, ağızdan söz uçup gider. Kim Hacivat diye, kim Karagöz diye, kim beni ana, kim seni bile. "
    " Kes! Çekerim senin kulaklarını. Kapa kapını, düş peşime. "
    Gerisin geriye dönüp uzaklaşan Karagöz'ün ardından, Hacivat koşarak zor yetişir: " Karagözüm, nedir benimle derdin? Ben öylesine şakacıktan söylemişimdir. Sen esas mı sanırsın? "
    " Artık iş çığırından çıktı. Sen şakacıktan konuşmadın, ben de esas sandım. Elli altmış sene değil, altı yüz altmış sene sonrasına gideceğiz ve o zamanın insanına bizi soracağız. Ey ademoğlu, Karagöz ile Hacivat'ı bilir misin, diyeceğiz. Yüz kişiden bir kişi bile tanımayan çıkarsa, ben süpürge olayım, yolları süpüreyim. "

    Karagöz daha sonra Hacivat'ı evinin bahçesine götürür ve kendi icadı zaman makinesini gösterir: " Bak Hacivat, bu benim yaptığım zaman makinesi. İkimiz buna binip geleceğe gideceğiz. Bakalım Bursa ve Pınarbaşı Meydanı nasılmış? Kaç yüz sene sonra insanlar nasılmış? Bütün bunları öğreneceğiz. "
    " Aman Karagözüm, bu ne böyle? Tahtadan, tenekeden bir odacık yapmışsın. Ama bunun tekerlekleri yok. Tekerlekleri olsa bile hani at, hani eşek. Bunu ne çekip götürecek? "
    " Kes! Zırıltıyı bırak! Tekerleğe ihtiyaç yok, çünkü yürümeyecek. Bu makine zaman içinde süzülecek. Süzülerek zamandan hızlı gidecek ve zamanın önüne geçecek. İstediğim yerde duracak ve o zamanda kalacak. Biz de makineden çıkıp geleceği göreceğiz, yaşayacağız. "
    "Neler diyorsun, Karagözüm? Söylediklerinin yarısını anlamadım. İddianı ispat et, benden sana bir tepsi cevizli baklava hediye. "
    Bunun üzerine Karagöz: " Bir tepsi cevizli baklava mı? Desene ağzım tatlanacak," dedikten sonra zaman makinesinin kapısını açar ve haydi bakalım Hacivat, gir içeri, der.
    Hacivat içeri girip sandalyeye oturur. Karagöz de diğer sandalyeye oturup kapıyı kapatır. Ayaklarıyla bisiklet pedalına benzer bir tür pedalı çevirmeye başlar. Aracın etrafını bir zaman bulutu kümesi kaplar. Karagöz, Bursa Pınarbaşı Meydanı diye bağırır ve pedalı altı yüz altmış defa çevirdikten sonra bırakır. Biraz sonra araç Pınarbaşı Meydanı'nda belirir. Karagöz ile Hacivat araçtan çıkarlar.

    Sene 2011. Aralık ayının yirmi dördü. Karagöz ile Hacivat'ı meydanın ortasında gören insanlar, onların başına toplanırlar. Bir çocuk sevinçle koşarak yanlarına gelir ve geride kalan annesine bağırır: " Anne, koş bak, Karagöz'le Hacivat. "
    Adamlar, kadınlar, çocuklar, Karagöz ile Hacivat'ın etrafını sarar. Duyan gelir, gören gelir. Ortalık kalabalıklaşır. Karagöz nasılsın? Hacivat nasılsın? diye hal-hatır soranlar çoğunluktadır. Sizleri çok seviyoruz, diyenler vardır. Karagöz atıp tutturmuş olmanın gönül rahatlığı içinde Hacivat'tan yana döner: " Hani Hacivat, kimse bizi tanımazdı? Ne oldu, gıkın çıkmıyor? Çamura oturdun mu şimdi? "
    " Ne desem bilmem ki, Karagözüm. Şaşırdım kaldım. İnsanlar bunca sene sonra bile beni tanıdılar ya, eee ben de az değilim hani, tanımasalardı şaşardım. "
    " Vay Hacivat, fırıldak olmuş dönüyorsun! Yaptığın laf kalabalığı. İnsanlar seni tanıdılar ama ben varım diye seni tanıdılar. Ben olmasam, seni kim bilecek? Önce benim adım anılıyor. Ben başroldeyim, sen fagüransın. "
    " Hah hah ha. Ona fagüran değil, figüran derler. "
    " Ha fagüran, ha fegüran, ne fark eder? Doğrusunu kim bilebilir ki? "

    Serdar Yıldırım da, ilk andan itibaren Karagöz ile Hacivat'ın yanındaydı. Onların konuşmalarına kulak müşterisi olmuştu. Karagöz'ün konuşmasından imla, kelime, söyleyiş hatalarını cımbızla çekip alarak, diliyle şekillendirip, doğrusunu söyleyen Hacivat, Serdar'ın bilerek yaptığı hatayı cımbızladı: " Oğlum, yazıyorsun bari doğrusunu yaz. Ona kulak müşterisi değil, kulak misafiri denir. "
    Aynı anda kadının biri, yanındaki kadına şöyle demektedir: " Üniversiteli gençler galiba. Çok güzel rol yapıyorlar. Tıpkısının aynısı Karagöz ile Hacivat bunlar. "
    " Doğru kardeş, belli tiyatro eğitimi almışlar. Böyle gerçekmiş gibi rol yapan tiyatrocu az bulunur. Broadway yıldızları, bunlara bir bardak su veremez. "
    Üniversiteli gençler galiba, diyen kadının on yaşındaki oğlu annesinin dediklerine katılmıyordu. Annesi, çok güzel rol yapıyorlar, demişti. Bakın bu doğru olabilirdi. Dünya bir sahnedir dersek, onlar başroldeki aktörlerden ikisiydi. Dünya sahnesine çeşitli devirlerde, çeşitli oyuncular önderlik etmişti. Önderler, liderlik pozisyonlarını hiçbir zaman kaybetmezler ve yüzyıllar sonra bile, bu özelliklerini sürdürürlerdi. Önemli olan, iyilikleriyle, artı değerleriyle hatırlanmaktı. İşte Karagöz ile Hacivat: Bu ikiliye kötüdür, fenadır demek kimsenin aklına gelmezdi. Her tip insan için, biçilmiş kaftandılar. Korkunç zordur, herkes tarafından beğenilmek, takdir edilmek.
    Annesi son olarak, tıpkısının aynısı, Karagöz ile Hacivat sanki bunlar, demişti. Sankiyi aradan çıkartırsak, geriye ne kalır? Gerçekten bunlar Karagöz ile Hacivat olabilir miydi? Çocuk, annesinin elinden kurtulup, Karagöz'ün ağzıyla boğazı arasındaki yeri yani sakalını tutup çekiştirdi. Sakal sağlamdı, tutanın elinde kalmıyordu.
    Çocuk: " Anne, Karagöz'ün sakalı takma değil, " dedi ve diğer eliyle Hacivat'ın sakalını çekiştirdi. " Bak anne, Hacivat'ın sakalı da takma değil. Bunlar gerçekten Karagöz ile Hacivat, " dediyse de annesinin çatılmış kaşlarıyla karşılaşınca sustu.

    Serdar daha sonra Karagöz ile Hacivat'ı kalabalıktan kurtararak Muradiye semtine götürdü. Oradan Çekirge semtine inecekler ve ikiliye türbelerini ziyaret ettirecekti. Yolda Serdar, şu internet kafeye girelim de resimlerinizi görelim ve hayat hikayenizi okuyalım, dedi.
    Bunun üzerine Karagöz: " İnternet kafe mi? Ne interneti, ne kafesi? Güvercin kafesi filan gibi mi? "
    Serdar: " Hayır, güvercin değil, tavşan kafesi. Suya yazı yazarsın kalmaz ya internette havaya yazıyorsun kalıyor. Cep telefonunla resim çek, koy siteye, foruma, aylar sonra bile silinmez, bozulmaz. "
    Hacivat: " Cep telefonu mu? O da ne ki? "
    Serdar cebinden telefonunu çıkararak: " İşte bu. Sende de bundan bir tane olsun, ben burada sen Uludağ'da rahatça konuşup anlaşırız. "
    " Hiç o kadar uzaktaki iki insan birbiriyle konuşabilir miymiş " diyen Karagöz, Serdar'ın üstüne yürüdü. Serdar kaçtı, Karagöz kovaladı. Az sonra yorulan Karagöz, Serdar'ın peşini bırakıp bir kenara oturdu ve Hacivat'ın gelmesini beklemeye başladı.
    Karagöz çabuk sinirlenmişti ama siniri hemen geçti. Karagöz ile Hacivat kafede resimlerini görünce gururlandılar, hayat hikayeleri okununca duygulandılar. Hayat hikayelerinin son bölümünü okumadan geçen Serdar müthiş ikiliyi hala hayatta olduklarına inandırdı ve türbe ziyaretini kara listeye aldı. Onlara tarihsel ve teknolojik bilgi verdi.

    Serdar daha sonra Karagöz ile Hacivat'ı kapalıçarşıya götürdü ama onları oradaki izdihamda kaybetti. Ertesi gün Pınarbaşı'na giden Serdar zaman makinesini göremedi. Araç ortada yoktu. Karagöz ile Hacivat zaman makinesine binip gitmişler miydi? Yoksa belediye bu nedir deyip aracı çöpe mi atmıştı? Belediye aracı çöpe atmış olsa bile Karagöz ile Hacivat'ı da çöpe atacak hali yoktu. Serdar, Bursa sokaklarında çok aramasına karşın, onların izini bulamadı. Üzüntüsü doruğa çıkmıştı ki, bu hikayeyi yazıp rahatladı. Bu hikayenin Karagöz ile Hacivat'ın hatırlanması, akıllara düşmesi açısından yararlı olacağını düşündü.

    SON

  2. Alt 01-08-2021, 16:38 #2
    Serdar50 Mesajlar: 115
    KARAGÖZ İLE HACİVAT: PINARBAŞI MEYDANI
    Bursa’daki Pınarbaşı Meydanı’nda takriben yirmi kişilik bir kalabalık toplanmış ve neşeli vakit geçirmekteydi, çünkü orta yerde tartışanlar, gelmiş, geçmiş en iyi güldürü ustalarından ikisiydi: Karagöz ile Hacivat. Dilerseniz şimdi biz de hoşça vakit geçirmek için, tartışmaya küpe olalım ve küpeyi parmağımıza takalım.
    Hacivat: “ Olur mu Karagözüm, hiç küpe parmağa takılır mı? “
    Karagöz: “ Ya nereye takılır? “
    Hacivat: “ Küpe kulağa takılır. Kulağına küpe takan hanımlar, daha bir güzel görünürler. Hanım hanımcık olurlar. “
    Karagöz: “ Hamam açıksa bizim hanıma söyleyeyim de, Yaşar’ı da götürsün. Hamamda bir güzel yıkansınlar. “
    Hacivat: “ Ah Karagözüm, Yaşar hiç kadınlar hamamına gider miymiş? Büyüdü, kocaman adam oldu. “
    Karagöz: “ Kocaman adam mı? Yaşarcık daha altısını sürüyor. “
    Hacivat: “ Olsun Karagözüm. Altı yaşında oğlan çocuğu kadınlar hamamına götürülmez, çünkü kadınlar ondan korkarlar. “
    Karagöz: “ Amma yaptın ha Hacivat. Yıllar önce annem beni on beş yaşındayken kadınlar hamamına götürmüştü de yalnız yıkanmıştım. "
    Hacivat: “ Yapma ya, iyi ki hamamda kadın yokmuş. “
    Karagöz: “ Aslında hamamda yıkanan kadınlar vardı ama ben göbek taşına doğru yürüyünce hamam boşalıverdi. Benden neden kaçtılar, anlayamadım.”
    Hacivat: “ Paçalı uzun donunla mı girmiştin hamama. “
    Karagöz: “ Sen ne diyorsun Hacivat? Hamamda donla yıkanılmaz ki. “
    Pınarbaşı Meydanı’ndaki kalabalık kahkahaların çağırdıklarıyla birlikte kırk kişi olmuştu. Yirmi kişide kırk ayak vardı da, kırk kişide kaç ayak vardı?
    Karagöz: “ Bak Hacivat, okumam, yazmam yoktur ama hesabım kuvvetlidir. Kırk kişide altmış ayak vardır. Altmış ayakta dört yüz parmak vardır. “
    Hacivat: “ Olur mu Karagözüm. Kırk kişide ikişerden seksen ayak vardır. Seksen ayakta beşerden dört yüz parmak olur. “
    Karagöz: “ Tamam işte, ben de dört yüz parmak demiştim. “
    Gülmekten gözleri yaşaran, karınlarını tutarak gülen ve yerlerde debelenenler haricindeki çoğulcu kalabalıktan bir alkış tufanı koptu. Hacivat’ın, ama sen altmış ayakta dört yüz parmak demiştin, Karagözüm, dediğini benden başka kimse duymadı.
    İnsanlar, doğar, büyür ve olgunlaşırlar. Olgunlaşma geçici değil, kalıcıdır. Olgunlaşma yeni olgunlaşmaları beraberinde getirir. Bu böyle sürüp gider. İnsan olgun bir meyvedir, dersek yanlış olmaz.
    Karagöz: “ Olur mu öyle şey, Hacivat? Şimdi ben meyve mi oldum? Elma, armut gibi mi yani? “
    Hacivat: “ Hayır, erik gibi. “
    Karagöz: “ Demek beni erik yaptın? Şimdi görürsün. Sen de olsan olsan şu ekşi limon olursun. Üç, iki değil, bir işe yaramayan limon. “
    Hacivat: “ Doğru Karagözüm. Limon bir işe yaramaz, çok işe yarar. Hani limonu ortadan kesersin, çaya, çorbaya sıkarsın. Tadı leziz olur. “
    Karagöz: “ Adı keriz mi olur? “
    Hacivat: “ Hayır Karagözüm. Adı keriz değil, tadı leziz olur yani lezzetli olur. İç ferahlatır, gönül açar. “
    Karagöz: “ Hayda bre pehlivan. Limon anahtar mı ki, Gönül teyzenin kapısını açsın. Teyzem ellisini geçti hala evlenmedi. Gönül teyzenin gönlünü açacak anahtar daha yapılmadı. “
    Dünyanın pek çok şehrinde, belli günlerde pazar kurulur. Bu pazarlarda köyden getirilen sebze, meyve satılır. Pazara gidenin kesesi doluysa ve cimri değilse ürünün en iyisini alır. Anadolu’da sebze ve meyveler şehirlerin isimleriyle anılır olmuştur. Amasya’nın elması, İnegöl’ün pırasası gibi.
    Karagöz: “ Bırak ya Hacivat. Ne demek Amasya’nın elması, İnegöl’ün pırasası. Yani elma almak için Amasya’ya mı gidelim? “
    Hacivat: “ Karagözüm, elma almak için, Amasya’ya gitmene gerek yok. Salı pazarında Amasya elması satılıyor. Elma alırken, Amasya elması almak gerekir. “
    Karagöz: “ Amasya’nın elması elma da başka yerin elması armut mu? Benim bahçedeki elmalar, Amasya elmasına bin basar. Tadı güzel kokusu hoş, eder insanı sarhoş. “
    Hacivat: “ Armut alırken deveci armudunu, üzüm alırken Mürefte üzümünü tercih etmek gerekir. “
    Karagöz: “ Deveci armudunu boş ver şimdi. Çocukken köye gittiğimizde dedemin bağına koşardık. Dedemin üzümlerinin tadını, sonraki senelerde yediğim üzümlerin hiçbirinde bulamadım. Elma alırken Bursa elması, pırasa zaten Bursa’dan, armut Bursa’dan, üzüm Bursa’dan, erik Bursa’dan, domates, patates, şeftali, vişne, kiraz hep Bursa’dan. Hey benim güzel Bursam, kovsalar gitmem şu Bursa’dan. “
    Hacivat: “ Karagöz, az önce kiraz dedin. Söyle bakalım bu kiraz Bursa’nın neresinde yetişiyor? Sen eskiden hiç yalan söylemezdin. “
    Karagöz: “ De git oradan Hacivat. Şimdi de yalan söylemiyorum. On yaşlarındaydım. Edebey Köyü’ne gitmiştik. Orada bir kiraz ağaçları vardı, aklın durur. Sanırsın kiraz ormanı. Epey bir gezindim orada, dallardaki kiraz çokluğundan güneşi göremedim. “
    Hacivat: “ Güneş görünmüyorsa orman karanlıktır, kirazları nasıl gördün? “
    Karagöz: “ Pöh, şunun sorduğu soruya bak. Kirazların verdiği ışıltı ormanı aydınlatıyordu. Ağaçlara çıktım, belki iki kilo kiraz yedim. Sen Edebey kirazının tadını nereden bileceksin. “
    Aradan zaman geçtikçe kalabalık çoğalmış ve yüz kişiyi bulmuştu. Hava kararmaya başlamıştı, akşam oluyordu. İşi tadında bırakmak gerekirdi. Karagöz ile Hacivat ellerini havaya kaldırıp teslim işareti çizdikten sonra kahkahalar bıçak gibi kesildi.
    Karagöz: " Haydi bakalım ağalar, bu günlük bu kadar, " dedi ve yürüdü gitti.
    Hacivat: " Yarın aynı saatte buluşmak üzere şimdilik hoşça kalın, deyip Karagöz'ün peşine topal ördek gibi yürüyerek takılması kahkahaları meydana paraşütle geri getirdi.

    Yazan: Serdar Yıldırım

    -----------------------------------------------------------------------------------

    KARAGÖZ İLE HACİVAT: İBİŞ SIRTLAN AVINDA
    İbiş ok ve yay alarak Uludağ'a sırtlan avına çıkmış. Gezmiş, dolaşmış, ortalıkta hiç sırtlan yokmuş. Derken, Serdar Yıldırım'a rast gelmiş. Serdar yaşadığı zamandan 650 yıl gerideymiş. Elinde tüfek varmış, belinde fişek doluymuş. İbiş'e aslan avına çıktım, demiş.
    İbiş: " Hani ok, hani yay? Neyle vuracaksın aslanı? "
    Serdar: " Bak İbiş, ok ve yay ilkel silahlar. Bu gördüğün tüfektir. Tüfeğe şu fişeklerden koyarsın, sonra tetiği çektin mi, dan, hop aslan yerde. "
    İbiş: " Küçücük fişek mi aslanı yere düşürecek? Fişek aslana çarpar sonra aslan sana kızar. Kaçarken tozu dumana katarsın. Hele yakalamasın aslan seni, bir lokmada yutar. "
    Serdar: " Öyle değil işte. Fişek aslanın vücudunu deler geçer. "
    İbiş: " Dediğin gibi olsun. Sen bu tüfekle aslan avladın mı? "
    Serdar: " Avlamam mı? Yüzden çok aslan vurdum."
    İbiş: " Yüzden çok mu? Hepsini Uludağ'da mı vurdun? "
    Serdar: " Tabi ya ne sandın? "
    İbiş: " Ama Uludağ'da aslan yok diyorlar. "
    Serdar: " Var canım, olmaz olur mu? Ormanın derinlikleri aslan kaynıyor. İstersen gidelim, bak Uludağ'da aslan var mı, yok mu, kendi gözlerinle gör. "
    İbiş: " Çok isterdim ama şunu başka bir güne bıraksak. "
    Serdar: " Sen nasıl istersen İbiş. Aslan avı cesaret isteyen bir iş. Kolay olsaydı her önüne gelen aslan avcısı olurdu."
    İbiş ile Serdar çene yarıştırırken ileriden iki avcının geldiğini görmüşler. Bunlar Karagöz ile Hacivat'mış. Karagöz ile Hacivat, İbiş'i tanıyorlarmış, Serdar ile de tanışmışlar.
    Karagöz Serdar'ın aslan avına çıktığını duyunca şaşırmış. Tüfek, fişek olayını duyunca aklı karışmış. Serdar, ben bu tüfekle Uludağ'da yüz aslan vurdum, deyince kaşları çatılmış.
    Karagöz: " Bak Serdar, bol keseden konuşma. Ben böyle şeylere kızarım. İbiş de atar tutar ama sen onu beşe katladın. İbiş'i dövdüm, seni de döverim. "
    Bunun üzerine Serdar: " Geçen kış aralık ayında Uludağ'a çıkmıştım. Ne bereketli avdı. Dört tane gergedan avladım. " deyince Karagöz Serdar'ın üstüne atıldı. Aralarında bir boğuşma başladı. İkisi birlikte yere yuvarlanınca Serdar İbiş'in yardımıyla Karagöz'ün elinden kurtuldu, kaçmaya başladı. Karagöz Serdar'ın peşine takıldı. Az sonra yorulan Karagöz bir taşın üstüne oturarak Hacivat'ın ve İbiş'in gelmesini beklemeye başladı. Onlar geldikten sonra Karagöz: " Geyik gibi koşuyor, yakalamak ne mümkün. "
    Hacivat: " Aman Karagözüm, yakalayamadın iyi oldu. "
    Karagöz: " Nee? Sen hangi taraftansın Hacivat? "
    Hacivat: " Ben senin tarafındanım Karagözüm. "
    Karagöz: " Ama ondan tarafa çıktın. "
    Hacivat: " Serdar İbiş'le konuşurken, biz araya girdik. Nasıl olsa bir şey vuracağımız yok. Bırak anlatsın. Avda böyle hikayelerin anlatılması ava renk verir. Ortam neşelenir. Bol bol gülünür. "
    Karagöz: " Orhan neşelensin, gülsün. Ben gülemem. Boş keseden böyle avcı hikayelerini duyunca kan beynime çıkıyor. "
    Hacivat: " Canım Karagözüm, büyüklük göster. Bırak gelsin, anlatsın. "
    İbiş: " Sen büyüksün, yücesin, güçlüsün Karagöz Baba. He mi, geliversin mi? "
    Karagöz: " Siz bu kadar istedikten sonra.. Gelsin bakalım. "
    Hacivat'ın çağırmasıyla Serdar anında onların yanında bitti. Karşısındaki Karagöz'ün kara gözlerinin içine bakarak avcı hikayelerinin son versiyonunu anlatmaya başladı:
    " Bir çakal varmış. Bu çakal tilkiden kurnaz, kurttan kavgacıymış. Kaplanları rakip bilmiş. Uludağ'da günün her saati kaplan kovalarmış. Kaplanların çakal karşılarına çıkacak diye ödü koparmış. Olaydan haberim oldu. Tüfek, tesisat kuşandım. Tam tekmil çakalı aramaya koyuldum. Çakala benim onu aradığımı söylemişler. Çakal yüz arkadaşını toplayıp geldi, benim etrafımı sardılar. Tüfekle çaktım aldım. Son kalan çakal, çak al beni de, dedi. Çaktım o çakalı da aldım. Dünya kurulalı beri böyle bir avcı görmekse Uludağ'ın kısmeti oldu. Uludağ benimle ne kadar gururlansa azdır. "
    Müdahale etmemek için kendini zorlayan, hırstan dudağını ısırarak kanatan Karagöz dinamit gibi patladı. Önüne çıkan İbiş'e vurdu, Serdar'a vurdu. Yere yuvarlanan İbiş'le Serdar kaçıp gittiler. Karagöz'ü sakinleştirmek Hacivat'a düştü. İleride dere boyunda İbiş'le Serdar yüzlerini yıkayıp, su içtiler, biraz kendilerine geldiler.
    İbiş: " Karagöz amma kızdı ha. Arada ben de tokadı yedim. Gülüp geçeceği yerde kızıyor. "
    Serdar: " Doğru İbiş. Ben böyle hikayeleri eğlencelik olsun diye anlatıyorum. Son hikayeyi anlatırken, onun gülmese bile kızmayacağını düşündüm. Gülmedi ama kızdı. Hem çok kızdı. Hacivat'ın güldüğü yanına kar kaldı. Sen ne kar ne zarardasın. Ben de bu işten sebeplendim. "
    İbiş: " Nee, sebeplendin mi? Tokadı yedin yeri öptün, sonra? "
    Serdar: " Bir haftadır ağrıyan çürük dişim vardı. Sallanıp duruyordu. Korkudan dişçiye gidememiştim. Karagöz bir tokatta o dişi bana yutturdu. Buraya gelirken konuşmadık ya dilimi diş oyuğunda tutup kanı durdurdum. Derede ağzımı çalkaladım. İnanmazsan gel de bak. "
    İbiş gelir, bakar: " Gerçekten oradan yeni diş çıkmış. Belli oluyor. " der ve kahkahalarla güler.

    SON

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.