![]() |
Annemi özledim... Ana!!! Sen bu kadar sene nasıl çekmişsin beni.Nedir bunun sırrı?..Sen gibi olmak istiyorum... Yoksa...Anaların kaderimidir bu?,,,Kıymeti bilinmemek... Çok defa demiştin de ,abartıyorsun demiştim...haklısın anacım... Haklısın... Haklısın... |
Hacer'siniz. Adınız hicret Soyadınız teslimiyet. Kimliğiniz insan. Sıfatınız şefkat,merhamet ve muhabbet. Göreviniz sa'y ü gayret. ************************* "insan için yalnızca çabasının karşılığı vardır" Necm ,39 |
"Der tarîki nakşibendi lâzım âmed çarı terk.TerK-i dünya ,terk-i ukbâ,terk-i hesti terk-i terk!" RİSALE-İ NÛR |
en güzel sensin,çok tatlısın,bir numarasın!!! Fesubhanalaaahhh!!! Bu nasıl nefs yaa!!! Tesettürlü falan değil,örtülü artist bunlar!!! |
<TABLE width="100%" border=0><TBODY><TR><TD vAlign=center></TD><TD vAlign=center>Meryem’ in iffeti libasında ar </TD></TR></TBODY></TABLE> kıyamıyorum ama uyuma mükâfatlandır bu gece lime lime ruhumu doğudan doğamıyorum / batıdan batamıyor kuzeyden üşüyor ruhum / güneye uçamıyor... içimde bir ukde: dar can ile düşerim de yollara efkârımdan çakır yapraklar kurur bastığım yerde adımlarım hışırdar / görme... ufanırım... yalvarırım ahu nisa bu gece bana yaşmak çekmeyi öğret etrafımda kâbusun / katran rengi rakkaslarına rızaya giden istikameti göster seni de bir zamanlar sana getiren o an / neydi? Sen! ....Âdem’ in şefkat kaburgasından düşen Havva ……….Meryem’ in iffeti libasında ar ……….Kutsanmış Âmine’ nin saadeti fırkasıydın ……….Asiye’ nin sabrı otları ……….Hatice’ nin sorgusuz inancında yeşeriyordun ……….Şereflendiriyordu Fatıma’ nın müjdesi ……….Sümeyye’ nin ilk şehit kanında mihr-i gül yaşıyordun ………………….Ve yaşadıkça sen / ben öksüz kalmıyordum... hadi bir anlık aç gözlerini görmüyor musun şiirlerim ciğerlere batan çöl kaktüsleri... susma! cevap ver sualime! .. neden yalpa omurgalarım böylesine kırık ve neden sökülmüş yelkenimin dikiş tutmaz yamaları.. bambu cundalarından sarkan halatlardayım yakamozların titrek ışıklarında asıyorum kelimeleri... yoksa şişlerimde atkı niyetine ördüğüm yalnızlık çeyizlerimin arasında yabancı olmadığım bir yazgı mı, değişmez miydi makûs talihim? .... delirmiş topaçlar gibi döndüğünde akrepler hınç alır gibi takır takır vurulduğunda zaman hurricane rüzgârlarına kapılırım, üşürüm göz yaşlarımın suyunda hem de çok üşürüm ararım da bulamam bir türlü huzurun o ipeksi mendilini... / şavkı hüzün,şakaklarımdan her gün taze gelinler düşüyor / ey saba melikesi ya sen? .. günler omzuna asılıp baygın düşerken yine de kin hanedanından geçmezdi adımların fırtınalar kasnağı gerilirdi yokluk gergefine de ketum kuşlar gibi susardın... kerameti neydi sırrının? kendine çizgilerden ölüm bağışlayarak her gün bir gün doğuruyordun vefanda kırlaştıkça zülfün de siyahlar eriyor bir tarihten ödünç alıp bir satıra gömüyordun kibrin o baş eğmez granit devleri mütevazı bakışların görkeminde nasıl da devriliyordu hani umudun şimaline tutunur bir nebze serinlerdi de kan ya suya kanmayan gözlerinde öfken nasıl gülümserdi ey ay peri; seni tutan o an / neydi? .. Sen! ....Kör kuyularda Züleyha’ nın tutuşturduğu ışık ……….Gizi çözülmemiş Aslı’ nın düğmeleriydin ……….Leyla’ nın çölde kavrulan ayak izlerine ……….Kuvvet veren bileğin sırrıydın ………./ Bisutun dağlarında mecrası ak Şirin’ e ……….Tahir’ in Zühre’ li mabedinde yedi düvel yaşıyordun ………………..Ve yaşadıkça sen / ben öksüz kalmıyordum . beni duyuyor musun gül dalı, sol kolun düştü / ürperdin / sanki açtın gözlerini bir ara ılık ılık yine daldın kim bilir hangi devirlerden hangi sisli koylara eyvah! .. hatırladın mı yoksa bahtı kehribar günleri? .. yüreklere yıldırım gibi düşen ihanetler gördük iyi niyetlerin su-i istimâl edildiği günlerde içimiz kıyılırdı ızdırap muhafızı şerri meşhur acılarda kanardı gece gözleri kızıl şakayıkların çoğu zaman gelmezdi gözlerin kor iniltisine uykular... / zaaflar cehennemin korkuluksuz basamaklarıydı / bir çala hatırlıyordum eski gramofonda hüznü ay çehreni fildişi taraklardan süyüm süyüm dökülürken gece saçların musıkî şimşirde garipsenmiş nihavent bir hüzün duyuyordum “ kimseye etmem şikâyet ağlarım ben halime titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime” ey beyza bakarken o ciğeri istikbalin yüreğin nasıl bir mangal ki kayıtsız yanıyordu gözlerinde görmediğim fokurdayan semaver sol göğsünün altına sıkıştırdığın vefan bir gram eksilmiyordu âh o mihenk taşı nasıl bir istikrardı? .. verimi toprağından mı ki dimdik duruyordun ve yeşeriyordu avuçlarında yaprakları köknarların her dem bereketinde verim; o an / neydi? Sen! ....Mavi dehlizinde Zübeyde’ nin yürüdüğü şerefli ülke ……….Gözündeki uysal kara Tarsuslu Fatma’nın ……….Binbaşı Ayşe’ nin, onbaşı Halide’ nin çakan yıldızı ……….Gördesli Makbule’ nin Alemdar Süreyya’sında al kan ……….Nene Hatun’ un kasaturasındaki cesarette yaşıyordu ………………….Ve yaşadıkça sen / ben öksüz kalmıyordum âh ruh-u gül, kaç bahar konakladım asude gözlerinde hafiflerdi ah dediğim yerde ağır yüküm bir bağır ki miskinde rayiha-ı cennet, ıtır kokulu rüyalarda peygamber çiçekleri toplardım… sense “yüreğinin firdevssinden'' sararmış sayfalara fatiha altın sayfalara “yasin suyu” serpiyordun, sancısını sevdiğin yorgunluklar ikiyüzseksen gün tuz yükü puslu seferinde son buluyordu da çetin varoluşa yüreğinden izbarço düğümleri atıp gönül kuşağından sonsuza bağlıyordun ve mührünü açıyordu dudaklarımın vuslat renginde süt kokulu gecelerine, itinayı küçümsüyordum feza gördükçe şefkatini… heyhât! .. şimdi karşımda sessiz bir efsane uyuyordu ömrünün çizgilerine yazıyordum şiiri zincir baklalarından kopalı ne kadarda özlemişim evcimen sobasında kül ekmeği kestane kokulu ay ışıklı gecelerde ebru düşlerini... yalnızlıkta hayalin yağına bandırırken kandil güllerini derme çatma ak badanalı duvarlarımız ağlardı... koşulsuz sevginin ılığından yine de sıcacıktı her lokmamız kâbuslarımız dar etse de korkuya kepenk öğrettiğin inanç dualarımız ve donmuş ayaklarımızı ısıttığımız yumuşacık bir karnımız vardı hileyi şeytan çarmıhına geren gözü pek cihangir... hissin değirmenlerinde döndükçe zaman, öğüdün bitmezdi yorulmaz mıydın, fıtratın gereği miydi şahika boyu sabrın.. sedef ellerinden an be an doğru şekilleniyordu sabırla sabrı öğreten sana o an / neydi? .. Sen! ...İlâç kokulu gecelerin fedakâr hemşiresi ……….Alfabesi iki hece pembe dudağında büyümeyen bebeğin ……….Kasveti boğan havalarda huzur sığınağıydın ……….Sıcak ekmeğimin kokusunda son lokma dua ……….Yüce Yaratan’ ı en kutsal“Rahim” isminde yaşıyordun .............................Ve yaşadıkça sen / ben öksüz kalmıyordum… ey Azize... hatırlıyor musun kainatın başına yıkıldığın günü kırk göbek soyumda görmemiştin böyle tahribat, hoyrat esiyordu ağıdı zemheri gecede çığlıkların zengin bahçelerinde /cami avlusunda sabi çiçekler gibi ağlıyordun durulan Elifin ayaklarında son durak… ve aynı anda birbirimizin gözlerine bakıyorduk omzumu dayanak eylemiştim titreyen ellerine sen, besteli ağlarken bana ”sen ağlama” diyordun o nasıl bir asaletti yıkılan mihrabında? .. elemle demleyip imbiğinden süzüldüğüm şiirde son durakta fersude-i bir nihavent ağlıyordum “perde-i zulmet çekilmiş korkarım ikbalime titrerim mücrim gibi baktıkça istikbalime” son kuble gitmesinden korktuğum o an / neydi? bir ses ver,el ayak çekilmeden gideceğim yine yalnızlığın silsilesi çökecek odana yoksa uyandırayım mı sukutun en güzel yerinde seni uzuyor şiir,uykun kadar uzuyor sığmıyor ki hiç bir çizgin kelâma deryasında çırpınır zümre-i imge küçülür yazarken seni cümle şair… ey zühre! .. med/cezir hüzünlerle yormadan saadetimi mükâfatlandır bu gece lime lime ruhumu, meryem kandili, ıtri şahi çiçekler gibi beraberiz şimdi refakat et bana, sil içimdeki katre katre efkârı bilenir özüm / kırık aynalarda hazin bin parça yüzüm ciğerlerimde otağı kurmuş ölüm süvarileri lütûf eyle o vakur ellerinden bir yudum Ab-ı kevser durma ey kutlu bilge nefesin keskin eser arafdayım al beni… nihayet döndün işte, gözlerini açmadan başını sallıyorsun duyuyorum iki dudak arası sessiz çığlıklarla fısıldıyorsun ”önce şükür... hayatın demirini,hırsın kızgın örsüne yatırırsan... savurursan ardı sıra isyan çekilerini bilesi ki,ellerinde şekillenen kılıç ilk senin boynun uçurur. eyvah ki ey vah! .. desene bitmeyecek usul-ü curcunada / nihavend-i hüznü ah! .. “bitecek mutlak inan / umut her attığın adımda vardı, yavaş ol... beşerin kanatları ateşe hızla koşarken düşer sadece zaman... sabret; senin de adımların bastığım yerden geçer“diyorsun... o zaman davran ey kutsî sevgili dökülsün hak helalin iksiri dudaklarından kasılan gururum kemikleştirmeden ruhumu çözülüversin veliahdın bu karmaşık ESRA / RI kaldır o mukaddes arş-ı azam ayaklarını / başıma taç eyle sonra yavaş yavaş indir yüzüme / çek perdeyi değdir gözüme bir defa cennete oradan bakayım, bir defa cenneti ... Alıntı |
"ALLAH'ım! Kanadı kırık bir kuş gibiyim.. Uçsam uçamıyor,göçsem göçemiyorum. Yarım bırakılmış bir düş gibiyim.. Yardan da serden de geçemiyorum Menzile erememe korkusu sardı benliğimi Kolum kanadım kırık gönlüm bin pare! Ey kalpleri evirip çeviren,ey gönüller sahibi! Yaraları saran,dağılanı toplayan Sensin! Varlığım Senin varlığının şahidi! Varlığım senin rahmetinin şahidi!" MUSTAFA İSLAMOĞLU |
Orta Asyada, savaşın ok ve yay ile yapıldığı dönemlerde Türk savaşçılar, arkalarından gelebilecek bir saldırıyı önlemek için, sırtlarını önceden bu amaçla hazırlanmiş bir TAŞ'a dayarlardı. Bu taş "ARKA-TAŞ" veya Azerbaycan'daki telaffuzuyla "ARKA-DAŞ" olarak adlandırılırdı. Dostluk kavramının zaman içinde,insanın arkasını yaslayabileceği ve kendisini olabilecek kötülüklerden koruyacağı fikri ile özleştirilmesi sonucu "arkadaş" kelimesi "dost" anlamında Türkçedeki yerini buldu. Sırtınız "arka taş" sız kalmasın.. |
aciz... aciz... aciz... Her daim aciz.. hmm |
Pişmanlık Gideni Geri Getirmiyor.... |
ahhh hayat senmısın bıse acı veren bızmıyız acıya gelen... |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 08:24 . |
2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük