![]() |
Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz - Ölünün borcunun ödenmesi: -Dua ve istiğfar: -Sadaka vermek: Sadakanın da ölen kişiye faydası olduğu mevzuunda Ehl-i Sünnet âlimleri ittifak etmişlerdir. Peygamber (s.a.v)'in buna delalet eden hadisleri vardır. İbn Abbas (r.a)'ın rivayet ettiği bir hadis-i şerifte ise şöyle buyurulmaktadır: "Bir adam gelerek: "Ey Allah'ın Resulü! Annem vefat etti. Ben onun için tasaddukta bulunsam ona faydası olur mu? diye sordu. Peygamberimiz: "Evet" deyince, adam; "Benim bir meyveliğim var. Sizi şâhid kılıyorum, onu annem için tasadduk ediyorum" dedi. Verilen sadaka ister kişinin evladı gibi birinci derecede bir yakını isterse başkaları tarafından verilsin, sadakanın sevabının ölüye ulaşacağında ittifak olduğu bildirilmektedir. Sa'd İbn Ubâde hadisinde ise, ölünün arkasından yapılacak sadakanın hangisinin daha efdal olduğu beyan edilmektedir. Sa'd (r.a) şöyle anlatır: "Ey Allah'ın Resulü dedim, annem vefat etti, (onun adına) yapacağım sadakanın hangisi efdaldir?" Peygamber Efendimiz (s.a.v), "su" buyurdular. Bu cevap üzerine Sa'd bir kuyu kazdı ve: "Bu kuyu Sa'd'ın annesi için dedi." Bu hadis-i şerif de, ölü adına hayır yapılabileceğini gösteren delillerdendir. Nesâî'nin rivayetinde Sa'd, önce vefat eden annesi adına sadaka verip veremeyeceğini sorar. Cevap müspet olunca hangi sadakanın efdal olduğunu sorar. Bunun üzerine, "su" cevabını alır. Nafile olarak sadaka vermek isteyenlerin bütün inananlara (mü'min ve mü'minelere) niyet etmesi en faziletlisidir. Çünkü bunun sevabı onlara ulaşır, kendisinin sevabından da herhangi bir şey eksilmez. Sevabı onlara olmak üzere sadaka vermeli. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Sadaka verirken, sevabını müslüman ana-babanızın ruhuna niye hediye etmezsiniz? Hediye ederseniz, verdiğiniz sadakanın sevabı, onların ruhuna gideceği gibi, sevabından hiçbir şey eksilmeden size de yazılır.) [Taberani] -Ölenin borcu olan oruçlarının geride kalan akrabaları tarafından tutulması: Üzerinde Ramazana ait kaza orucu bulunduğu halde ölen kimse ile ilgili iki durum söz konusudur: Oruç borcu olan kişi oruçlarının kazasını yapma imkanını elde ettikten sonra ölmüşse velisi onun için oruç tutamaz. Yani fakihlerin ekserisine göre, ölünün kazası olan oruçları tutmak vacip değildir. Şafiîlere göre, velisi oruç tutacak olsa, sahih olmaz. Çünkü oruç, halis bir beden ibadetidir. Şeriatın aslı ile farz kılınmıştır. Gerek hayatta, gerekse öldükten sonra bunda vekalet ve niyabet caiz değildir. Bu yönüyle o namaz gibidir. Bir hadis-i şerifte bununla ilgili olarak: "Hiçbir kimse başka bir kimse adına namaz kılamaz, oruç tutamaz. Fakat onun adına her güne karşılık bir müd (ülkelere göre değişen bir ölçek. Iraklılara göre 2 rıtıl sığan ölçek, yani yaklaşık 18 litrelik ölçek) yiyecek fakirlere yedirir." buyurulmuştur.Hanbelilere göre ise, velinin ölü adına oruç tutması mubahtır. Çünkü bu durum, ölünün kurtuluşunu sağlamak bakımından daha ihtiyatlı bir harekettir. Bu konuda rivayet edilen bir hadis-i şerifte Hz. Aişe (r.anhâ) validemiz, Resulullah (s.a.v)'in: "Kim, üzerinde oruç borcu olduğu halde ölürse, onun orucunu velisi tutar." buyurduğunu haber vermiştir. Yine Hz. Câbir İbn Abdullah (r.a) da rivayet ettiği bir hadis-i şerifte; bir kadın, Resulullah Efendimize (s.a.v) gelerek, annesinin üzerinde oruç nezri olduğunu ve onu yerine getiremeden öldüğünü haber verir. Bunun üzerine Resulullah (s.a.v): "Velisi ona bedel oruç tutsun" buyurur. Buharî ve Müslim'de zikredilen diğer bir hadis-i şerifte ise, bir kadının üzerinde bir aylık (nezir) oruç borcu olduğu halde vefat ettiği ve çocuğunun Peygamber (s.a.v.)'e gelerek "Ben onun yerine oruç tutsam olur mu?" diye sorduğu Resulullah'ın (s.a.v) da ona: "Annenin üzerinde borç olsaydı onu öder miydin?" diye sorduğu Onun: "Evet" diye cevap vermesi üzerine de: "Allah'ın borcu, ödenmeğe daha layıktır" buyurduğu haber verilmektedir. Oruç tutmak, bedenî ibadetlerdendir. Burada oruç ibadeti zikredildiği ve başkalarının tutacağı orucun sevabının ölüye ulaşacağı haber verildiğinden, diğer bedenî ibadetlerde de aynı durumun söz konusu olup olmadığında ihtilaf edilmiştir. Oruç konusunda rivayet edilen hadislerden bazı alimler, farz olan Ramazan orucundan üzerinde borcu olarak ahirete göçmüş olanların oruçlarının bile geride kalanlar tarafından tutulabileceği hükmünü çıkarırlarken, bazıları da sadece nezir orucunu tutabileceğine kail olmuşlardır. Ölenin yerine oruç tutma meselesinde Ahmed İbn Hanbel, ölü üzerinde Ramazan, nezir veya keffaret orucu borçları bulunduğu takdirde, velisinin ona bedel tutabileceğini söylemiştir. İmam Mâlik, Şafiî ve Ebu Hanife'ye göre, ölünün velisi, her bir oruç için bir sa' (bin dirhemlik bir hububat ölçeği) arpa veya yarım sa' buğday tasadduk etmelidir. Ölen kişi yerine yapılacak hac: (Ölmüş ana-babası adına hac edene, hem kendi, hem de ana-babası için hac yapmış sevabı verilir. Ana-babasının ruhuna müjde verilir.) [Dare Kutni] -Ölü adına kurban kesmek: -Kur'an okuyup sevabını ölüye bağışlamak: -Ölen kişinin akrabalarını, arkadaşlarını ziyaret etmek: Sadaka-i cariye ne demektir? Öldükten sonra da, amel defterimize sevap yazdıran sadakadır. Sadaka-i cariye, cami, çeşme, yol yapmak, ağaç dikmek, faydalı ilmi eser bırakmak gibi insanlara faydası dokunan her çeşit iyi işlerdir. Bir hadis-i şerif meali: (İnsan ölünce, üç şey hariç ameli kesilir: Sadaka-i cariye, faydalı ilmi eser bırakmak veya ona dua ve istiğfar edecek salih evlat.) [Müslim] Herkes cari sadaka olarak cami yaptıramaz, ilmi eser yazamaz. Ama kolayı var. Faydalı bir eserin dağılmasına sebep olmak da, o kitabı yazmak gibi sevap getirir. Bir hadis-i şerif meali: (Mümine, öğrenip yaydığı ilmin sevabı, ölümünden sonra da devam eder.) [İbni Mace] Faydalı eserden maksat, dinimize dünyamıza faydalı olan her eser buna dahildir. Fıkıh kitabı, tefsir kitabı, ilmihal kitabı, tıp, fizik, kimya kitabı faydalı kitaplardandır. Kasetler, CD’ler, filmler faydalı olmak şartı ile hepsi sadaka-i cariye hükmündedir. Faydalı olmak şartı ile bir radyo, bir televizyon, bir gazete, bir dergi, bir internet sitesi gibi her çeşit yayın, sadaka-i cariyeye dahildir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Unutulmuş bir sünnetimi meydana çıkarana yüz şehid sevabı vardır.) [Hakim] (Ya bir farzı veya vacibi meydana çıkarmanın sevabının ne kadar çok olduğu buradan anlaşılmalıdır.) Ehl-i sünnet âlimlerinin yazdıkları, hakiki din kitaplarına uyanlara yüzlerce şehid sevabı verilir. Sünnete yapışmak, sünneti ortaya çıkarmak Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarını öğrenmekle olur. Bayramlarda, özel günlerde hediye olarak bir kimse, ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarından bir kitap, mesela bir İslam Ahlakı kitabı hediye verse, yüz şehid sevabı alır. Çünkü unutulmuş sünnetlerin yanında, farzlar ve vacipler de yayılmış oluyor. Bozuk din kitabı vermek de bunun aksi olup, çok veballi bir iştir, bu sefer işlenen günaha da ortak olmuş olur. Sevabını hediye etmeli Muhammed Masum hazretleri buyuruyor ki: Sadaka [ve Kur'an-ı kerim okumanın] sevabını önce Peygamberimizin mübarek ruhuna hediye etmeli, sonra ölülerin ruhlarına göndermelidir. Böylece kabul olma ümidi fazla olur. Sevabını bütün müminlerin ruhlarına da hediye etmek iyi olur. Her birine sevabın hepsi ulaşır. Kendi sevabından bir eksilme olmaz. Hz. Ebû Bekir'in (r.a.) rivayet ettiği bir hadis: "Kim babasının veya anasının veya bunlardan birisinin kabrini Cuma günü ziyaret ederek orada Yasin Sûresini okursa, Allah kabir sahibini bağışlar." İslâm âlimleri, ölünün ruhuna Kur'ân okunduğu zaman peşinden bir dua ile ruhlarına bağışlanmasını tavsiye etmişler, Sahabiler de bu şekilde yapmışlardır. İmam-ı Beyhakî'nin bir rivayetinde, Abdullah bin Ömer'in ölülerin ruhuna Bakara Sûresinden okunabileceğini tavsiye ettiği anlatılmaktadır. Bir Fâtiha'nın veya okunan bir Yâsin'in bütün ölülerin ruhuna aynı şekilde hiç eksilmeden ulaşmaktadır. "Hem nasıl ki, bir lamba yansa, mukabilindeki binler aynaya, her birine tam bir lâmba olur. Aynen öyle de, Yâsin-i Şerif okunsa, milyonlar ruhlara hediye edilse, her birine tam bir Yâsin-i Şerif düşer. Zaten kabirdeki yakınlarımız devamlı surette bizden yardım beklemektedir. Bizden gelecek bir dua, bir Fatiha, bir İhlâsla nefes alabileceklerini bilmektedir. Çünkü kabir o kadar çetin şartlarla iç içedir ki, en küçük bir mânevî yardım dahi onun ruhunu serinletecektir. Bir hadiste Peygamber Efendimiz şöyle buyururlar: "Ölen kimse kabrinin içinde boğulmak üzere olup da imdat isteyen kimse gibidir. Babasından yahut kardeşinden veya dostundan kendisine ulaşacak duayı beklemektedir. Nihayet dua kendisine ulaştığında bu duanın sevabı ona dünya ve dünyada bulunan her şeyden daha kıymetli olur. Muhakkak ki, hayatta olanların ölüler için hediyeleri dua ve istiğfardır." Bir başka defa da, Efendimiz (sav) kabristana gidiyor. Mübarek simasında elem izleri beliriyor. Sebebi sorulunca kabirdeki iki kişinin azap görüyor olduklarını; bu azabın büyük bir şeyden değil de, birinin bevl ihtiyacını giderirken temizliğine dikkat etmemesinden ve diğerinin de nemîmede (koğuculukta, söz taşımada) bulunmasından dolayı olduğunu söylüyor. Sonra yaş bir odun parçası alıyor, ikiye ayırıyor. Her kabrin başına birer tane dikiyor. Niye öyle yaptığının sorulması üzerine de "O ağaç parçaları kuruyana kadar kabirdeki o iki kişinin azaplarının hafifletileceğini ümit ettiğini" ifade buyuruyorlar. Savaşta,Müşrikler, öyle bir bozguna uğramışlardı ki, ölülerini bile toplayamadan kaçtılar. Peygamber Efendimiz burada, bir insanlık vazifesi olarak, Bedir şehidlerini techiz-i tekfinden sonra, müşrik ölülerini toplatıp bir kör kuyuya gömdürttü. Müşrikleri kuyuya doldurduklarında, kafirlerin en melunlarından olan Ümmiyetibni Halef öyle şişmişti ki, cesedi, zırhının içinde öldüğü için, kuyunun ağzından geçmedi. Zırhının içinden çekilip çıkarılınca, bedenin etleri dağıldı. Onu olduğu yerde bıraktılar. Üzerini kum ve taşlarla kapattılar. Kuyu ağzına kadar kafir cesetleri ile dolunca, Peygamber Efendimiz kuyunun başına gelerek, şöyle hitapta bulundu: *Ey kuyuya atılanlar! (dedikten sonra içindekilerden bazılarını adıyla ve sanıyla anarak), Ey Utbetibni Rebia! Ey Şeybetibni Rebia! Ey Ümmiyetübni Halef! Ey Ebu Cehlibn-i Hişam! (diyerek, birer birer saydıktan sonra); Sizler, Peygamberinizin en kötü kavmi ve kabilesi idiniz! Siz Beni yalanladınız! Başkaları ise beni tasdik edip doğruladılar! Siz beni yurdumdan yuvamdan çıkardınız! Başkaları ise bana kucak açtılar! Siz benimle çarpıştınız! Başkaları ise bana yardım ettiler! Siz Rabbinizin size vadetmiş olduğu azabı gerçekleşmiş buldunuz mu? Ben Rabbimin bana vadetmiş olduğu zaferi gerçekleşmiş buldum!* dedi. Müslümanlardan bazıları, bu arada Hz.Ömer; *Ya Rasulellah! Sen şu cansız cesetlere, kokmuş laşelere, ne diye seslenir, söz söylersin. Ölülere konuşuyorsun, onlar duyar mı?* deyince. Peygamber Efendimiz; Muhammedin varlığı kudret elinde bulunan Allaha yemin ederim ki, benim söylediklerimi siz onlardan daha iyi duyuyor ve işitiyor değilsiniz! Fakat, onlar bana cevap vermeğe kadir olamazlar dedi. -Kabirde, dünyadaki gibi olmasa da bir hayat var. Ölenlerimiz yalnızca beden gömleğinden soyunmuşlardır. Ruhları hayattadır, dualarımız kendilerine takdim edilir, kabirlerine gittiğimizi görürler, hayattayken en çok sevdiği insanlar kabirlerine gittiklerinde çok mutlu olurlar,kötülük yaptığımıza üzülür, iyiliklerimize sevinirler. Biz hissetmesek de onlar bizden çok uzakta değillerdir. Onları unutmamak gerekir. Çünkü kabir hayatı salih amel götürmeyenler için çok çetindir. En ufak bir manevi yardıma bile ihtiyaçları olabilir.Unutmayalımki yarın bizlerde o kara toprağın altında olup Fatiha bekleyeceğiz.Biz okuyalım okutalımki bizlerinde arkalarından inşallah okunsun. -Kabir Ziyaretinde Okunacak Dualar: Kabristana girince önce oradaki meftalarımıza selam verilmeli, Es-selamü aleyküm dare kavmin mü’minin ve inna inşaallahü biküm lahikün. (Ey müminler yurdunun sakinleri! size selam olsun.inşallah bizde size katılacağız.) denildikten sonra 3 ihlas 1 Fatiha okuyup oradakilerinim ruhuna hediye edilmelidir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Bir müminin kabrini ziyaret ederken, Allahümme inni eselüke-bi-hürmeti Muhammed aleyhisselam en la tüazzibe hazelmeyyit denirse, o ölünün azabı kıyamete kadar kaldırılır.) [Etfal-ül müslimin] Kabir ziyareti ihmal edilmemelidir.Çok büyük sevabı vardır.Bu konuda Efendimiz (sav)şöyle buyuruyor.”Her müminin kabrini ziyaret edin.Kabir ziyaretinde bir saat geçirmek kabul olunmuş bir hac ve umre sevabına denktir.Her kim kabirde Fatiha,Ayetel Kürsi,Tekasür,İhlas sürelerini ve daha başka ayet ve süreleri okurda ölmüşlerin ruhuna bağışlarsa, Adem a.s dan günümüze kadar bütün ölmüşlerin sayısınca Allah o kimseye derece ihsan buyurur.Süre ve ayetlerden hasıl olna sevapların tamamıda bütün ölmüşlerin ruhuna ulaşır.” Ziyarette dua ve Kur’an-ı kerim okumakla meşgul olmalı, uygunsuz söz söylememeli. Yasin ve Mülk süreleri okunmalı. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Ana-babasına asi olan, vefatlarından sonra, onlar için dua etse, Allahü teâlâ, onu, ana-babasına itaat edenlerden yazar.) [İbni Ebiddünya] (Ana-babanın kabrini, Cuma günleri ziyaret eden kimsenin günahları affolur, haklarını ödemiş olur.) [Tirmizi] (Ana-babasının veya birinin kabrini ihlasla ve mağfiret umarak ziyaret eden, kabul olmuş bir hac sevabı alır ve bunu âdet edinenin kabrini de melekler ziyaret eder.) [Hakim] Ölmüş ana baba hakkını ödemek için, Namazlardan sonra dua edip, sevaplarını onların ruhlarına göndermeli. Sevabı onlara bağışlanmak üzere oruç tutmalı,sadaka verilmeli. Sağlıklarında incinmiş iseler, çocuk salih olunca razı olurlar. Onların öğrettikleri iyi şeylerle amel ettiği müddetçe, sevabı onlara da ulaşır. Onlardan kötü bir yol edinmiş ise, her yaptığından onlara da günah ve azap gider. Bunun için, onlardan veya onların vasıtası ile öğrendiği kötü şeyleri terk etmeli, kendi kötü amelleri ile, onlara kabirde azap ettirmemelidir. Benim kendi görüşüm,sürekli dua,istiğfar,salavatlar getirip ruhlarına bağışlamalıyız.Hayırlı bir iş yaparken onların adına niyet edip o işten gelecek sevabı onların ruhlarına gönderebiliriz.(mesela ben mezarların yanlarından geçerken dua ettiğimde Allahım bu duamdan dolayı bana verceğin sevabı ölen yakınımın adını söylerek ....... kulunun ruhuna hediye eyliyorum sen en güzel şekilde kabul et,hatalarımı kusurlarımı bağışla,en güzel şekilde haberdar eyle diyorum.) Herkesin imkanları dahilinde okuttuğumuz mevlütlerde sevapları ölen yakınlarımıza bağışlamak üzere kuran-ı kerim,tülbent,tesbih dağıtabiliriz,arkadaşlarımıza,yakınlarımız a kuran kurslarına kuran hediye edebiliriz.Tabiki sadakada bir sınır yoktur.Dilenen kişilere onların adına para ya da yiyecek verebiliriz.Paranın büyüklüğünün önemi değil niyetimiz önemlidir. Çeşme yaptırabiliriz.Yapabileceğimiz şeyler tabiki bitmez.Yeter ki yapmak isteyelim. Birçoğumuz bu konularla bir yakınımızı kaybettiğimizde ilgilenmeye başlarız,sevaplarını arttırmak,azap çekmemeleri,rahatta olmaları için elimizden geleninde fazlasını yapmak isteriz. Vefat eden yakınlarımız için neler yapabiliriz,sevaplarınını nasıl arttırabiliriz,yüzlerini nasıl nurlandırabiliriz,onları nasıl sevindirebiliriz açıklamaya çalıştım. Bu bilgilerden başka bilgilere sahip,fikirleri olan,yapmış olan arkadaşlar lütfen paylaşsınlar,hepimiz öğrenip yapalım inşallah. Alıntıdır. |
Ölümü hatırlamak, ölüden ibret almak ve ahireti düşünmek için kabir ziyaret etmek sünnettir. Kendisinin de aynı hallere düşeceğini hatırına getirir. Kimseye kötülük düşünmez. İyi bir müslüman olarak yaşamaya çalışır. ölmüşlerimizin adına kuran-ı kerimi hatim yapmak, 70.000 defa kelime-i tevhid okumak. Kelime-i tevhid veya tehlil La ilahe illallah demektir. 70 bin kelime-i tehlil okumaya hatm-i tehlil denir. Mazher-i Can-ı Canan hazretleri, bir kabrin yanına oturmuştu. (Bu mezarda Cehennem ateşi var. Hadis-i şerifte (Kendisi için veya başka müslüman için 70 bin kelime-i tevhid okuyanın günahları affolur) buyuruluyor. Ruhuna Hatm-i tehlil sevabı bağışlayacağım. İnşallah affolur) buyurdu. Hatm-i tehlilin sevabını bağışladıktan sonra, (Elhamdülillah bu günahkâr kadın, Kelime-i tehlil sayesinde azaptan kurtuldu) buyurdu. (Makamat-ı Mazheriyye) Hatm-i tehlilin, ölü diri, herkese faydası vardır. (Mekatib-i şerife) mezarlara gidince veya geçerken 11 ihlas okumak. (11 ihlâs okuyup, sevabı ölülere gönderilirse, ölü sayısınca ona da sevab verilir.) [İ. Ahlakı] alıntıdır. |
70.000 TEVHİD OKUYUNCA... Şeyh Ebür-rebi, bir keresinde La ilahe illallah sözünden ibaret olan Tevhid kelimesini 70.000 defa söylemişti. Fakat, onun sevabını herhangi bir kimseye bağışlamaya henüz niyet etmemişti. Bir gün, bir cemaatle birlikte, sofrada yemek yiyordu. Cemaat arasında kalp gözü açık bir gençte vardı. Genç yemeğe elini uzattığı sırada, aniden feryada başladı. Yemekten elini çekti. Ona, Niçin ağlıyorsun? diye soruldu. Genç; Şu anda cehennemi ve annemin de cehennemde azapta olduğunu gördüm. Bu sebepten ağlıyorum, dedi. Şeyh Ebür-rebi bu sözleri duyunca içinden; Ya Rabbi, biliyorsun ki, ben 70.000 defa Tevhid Kelimesini söylemiştim. O yetmiş bin Tevhid Kelimesinin sevabını, bu gencin annesinin, azaptan kurtulması için ona bağışlıyorum, diye niyet etti. Şeyh Ebür-rebi içinden böyle niyet edince, genç birden tebessüm etti, yüzü güldü; Ne oldu? diye sorulduğunda, şu cevabı verdi; Annemi görüyorum. Şu anda cehennem ateşinden kurtuldu. Sonra cemaat yemek yemeğe devam ettiler. Şeyh Ebür-rebi sofrada bulunanlara şu açıklamayı yaptı: Bu gencin keşfi doğrudur. Eğer 70.000 defa la ilahe illallah denip bir ölünün veya dirinin cehennem ateşinden kurtulması için bağışlanırsa, bunun faydası mutlaka görülür. BABANIN KABİR AZABI NASIL KALKTI? Büyük Veli İbrahim Gülşenî, bir kabre uğradığında, kabirdeki kişinin azap içinde olduğunu keşfen görmüştü. Aradan bir müddet geçtikten sonra, tekrar o kabrin yanından geçti. Kabre tekrar baktığında azabın kaldırılmış olduğuna tanık oldu. Bunun nasıl gerçekleştiğine hayret etti. O sırada kendisine bir sesleniş geldi. Deniyordu ki: Bu kabirde yatan kimsenin küçük bir çocuğu vardı. Annesi o çocuğu okumaya gönderdi. Çocuk Allah ismini söylemeyi öğrenince, söylediği Allah ismi hürmetine babasının azabı kaldırıldı... |
→ Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz nerden bulursunuz böyle uyduruk hikayeleri. |
Hikayelerin uyduruk olup olmadığını bilemeyiz ; ama 70.000 kelime-i tevhidin (LAİLAHEİLLALLAH) çok yararlı,faydalı olduğunu düşünüyorum. Ameller, işler, tanıdıklara gösterilmektedir. Hadis-i şeriflerde buyuruldu ki: (Yaptığınız işler, kabirde olan yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza bildirilir. İyi işlerinizi görünce sevinirler. Böyle olmayan işleriniz için, ya Rabbi! Bizi doğru yola kavuşturduğun gibi, bu kardeşimizi de kavuştur. Ondan sonra ruhunu al derler.) [İ.Ahmed, Tirmizi] (Yaptığınız işler, mezardaki yakınlarınıza ve tanıdıklarınıza gösterilir. İşleriniz iyi ise, sevinirler. İyi değil ise, ya Rabbi, bunlara iyi işler yapmaları için kalblerine ilham eyle derler.) [Ebu Davud] (İnsanların yaptıkları işler, Pazartesi ve Perşembe günleri, Allahü teâlâya arz olunur. Peygamberlere, Evliyaya ve ana-babaya Cuma günleri gösterilir. İyi işleri görünce sevinirler. Yüzlerinin parlaklığı artar. Allah’tan korkunuz! Ölülerinizi incitmeyiniz!) [Tirmizi] (Mezardaki kardeşleriniz için Allahü teâlâdan korkunuz! Yaptığınız işler, onlara gösterilir.) [Tirmizi, İbni Ebiddünya, Beyheki] İnsanların yaptığı işler, mezardaki tanımadıkları ölülere de bildirilir. Hadis-i şerifte buyuruldu ki: (Yaptığınız işler, ölülere bildirilir. İyi işlerinizi görünce sevinirler. Kötü işlerinizi görünce üzülürler.) [İbni Ebiddünya] Vehhabi kitabının (Allame) ismini verdiği ve yazılarını kendilerine senet olarak kullandığı ibni Kayyımı Cevziyye, Kitab-ür-ruh kitabında, İbni Ebiddünya’dan, o da Sadaka bin Süleyman Caferi’den bildiriyor ki, bir kötü huyum vardı. Babamın ölümünden sonra, pişman oldum. Bu taşkınlıklarımdan vaz geçtim. Bir aralık bir kabahat yaptım. Babamı rüyada gördüm. Ey oğlum! Senin güzel işlerinle kabrimde rahat ediyordum. Yaptığın işler bize gösteriliyor. İşlerin salihlerin amellerine benziyor. Fakat, son yaptığından dolayı çok üzüldüm, utandım. Yanımdaki mevtalar arasında beni utandırma, dedi. Bu haber, yabancı mevtaların da, dünyadaki işleri anladıklarını gösteriyor. Çünkü, çocuğun işleri babasına gösterildiği zaman, babası oğluna, beni yanımdaki ölülere utandırma demektedir. Yabancı ölüler, çocuğun işlerinin babasına gösterildiğini anlamasalardı, babası rüyada böyle söylemezdi. Hadis-i şerifte de, tanıdığı bütün ölülere dünyadaki işlerin gösterildiğini yukarıda bildirmiştik. Demek ki amellerimiz ölülerimize gösteriliyor; kelime-i tevhidimizdende Allah dememizden de fayda bulmaları mümkündür. |
→ Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz Hikayelerin uyduruk olduğunu bilebiliriz. İnsan öldüğü zaman amel defteri kapanır. Öyle postalama sevap olmaz. sadaka-i cariye olur, hayırlı evlat olur ayrı.. Yoksa şunu okudum, bundan hasıl olan sevabı paket yaptım, öteki tarafa yolluyorum, diye bir şeyi siz Allah resulünden, sahabesinden gördünüz duydunuz mu hiç? hasılı sapla saman karışmış.. |
Evlatlardan, başka kimselerin okuduğu kuran dua,verdiği sadaka fayda etmez mi diye düşünüyorsunuz? |
→ Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz olur ya da olmaz.. olacağına dair hiçbir hüccet elimizde yok.. ama olmayacağına dair var.. amel yeri bu dünyadır, cennet burada kazanılır, rıza-i ilahi burada kazanılır. bunu bilirim.. |
Herkesin kendi görüşü,sizin görüşünüze de saygı duyarım; ama ben size katılmıyorum. "Bir kimse mezarlıktan gecerken 11 ihlas okur ve oradakilerin ruhuna bağışlarsa kendisine oradaki ölüler adedince sevap verilir"(hadis-i şerif) Kabir ziyareti ihmal edilmemelidir.Çok büyük sevabı vardır.Bu konuda Efendimiz (sav)şöyle buyuruyor.”Her müminin kabrini ziyaret edin.Kabir ziyaretinde bir saat geçirmek kabul olunmuş bir hac ve umre sevabına denktir.Her kim kabirde Fatiha,Ayetel Kürsi,Tekasür,İhlas sürelerini ve daha başka ayet ve süreleri okurda ölmüşlerin ruhuna bağışlarsa, Adem a.s dan günümüze kadar bütün ölmüşlerin sayısınca Allah o kimseye derece ihsan buyurur.Süre ve ayetlerden hasıl olna sevapların tamamıda bütün ölmüşlerin ruhuna ulaşır.” Evlatlardan başka hiçkimsenin duasının faydası olmasa niye hiç tanımadığımız kişilerin mezarlıklarından geçerken ihlas okuyalım,niye Peygamber Efendimiz(sav) her müminin kabrini ziyaret edin diye buyurmuş. Tabi ki insan kendi adına hayattayken iyi ameller kazanmalı, çok kötü biri ibadetlerini yerine getirmeyen bir kul vefat edince geride kalanların dualarının onu cennete götürüp götürmeyeceğini,fayda verip vermyeceğini sadece ALLAH bilir,biz Allah'tan sevabını umarak niyet ederek okumalıyız. |
→ Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz Bu konuyu ispatlayacak bir yığın hadis ya da rivayet bulabilirsiniz. Size bu rivayetlerin tutarlılığını anlamanız için sormuştum, siz Allah Resulü nün mesela uhud şehidi hamza as için, sahabesi ile toplanıp kuran okuyup hasıl olan sevabı amcasına yolladığını duydunuz ya da okudunuz mu hiç? O mezar başında kuran okumak, kabre gitmenin esprilerinin bunlar olduğunu düşünmüyorum |
Alıntı:
|
→ Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz eywallah kardeşim.. Resulullah'ın annesi müslüman ve cennetlik midir, ben bilmiyorum. Dua edebilir hem, benim pek aklıma dinime yatmayan dua edilmesi değil. Sevap işleyip (hassaten kuran okuyup) sevabını yollamak.. garip gelen bu... |
→ Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz ne edersen burda et diyorsun sankim :)... |
Kabir Azabının Hafifletilmesi; Resulullah (sav) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında laf taşıyıcılık yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine yanındakilere “Bana iki tane hurma fidanı getirin” buyurur.İki tane fidan getirilince birini bir kabrin başına ,diğerini de diğer kabrin başına diker, sonra da” Bu fidanlar yaş kaldığı müddetçe o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." buyurur. Hadis-i şerif şöyledir; Bir müminin kabrini ziyaret ederken;"Allahümme inni eselüke-bi-hürmeti Muhammed aleyhisselam en la tüazzibe hazelmeyyit" denirse o ölünün azabı kıyamete kadar kaldırılır. Mezarlıktan Geçerken Ölülere Dua Okumak; "Kabristana giren kimse, Yasin suresini okursa, o gün ölülerin azapları hafifler, ölülerin sayısı kadar, ona da sevap verilir." Resulullah'ın (s.a.v) dilinden kabir azabı; Kabir, ahiret menzillerinin birinci menzilidir. Kişi ondan kurtulabilirse, ondan sonrakiler daha kolaydır. Ondan kurtulamazsa ondan sonrakiler bundan daha zordur, daha şiddetlidir. Peygamber efendimiz (s.a.v) kabir azabı ile ilgili şöyle buyuruyor: "Ölülerinizi defnetmeme endişem olsaydı; işitmekte olduğum kabir azabını, size de işittirmesi için Allah'a dua ederdim." Kabir azabı haktır. Onlar kabirde azap çekerler, onların azabını hayvanlar hisseder. Kabir ya Cennet bahçelerinden bir bahçedir veya Cehennem çukurlarından bir çukurdur. Manzaraların hiçbiri kabir kadar korkutucu ve ürkütücü değildir. |
→ Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz Bu ve benzeri hadislere karşı mesafeliyim. dünyada iki kişinin arasında laf taşıyıp onların günahını alan bir kimsenin, kendilerinin hiçbir etkisi olmadan mezarlarına dikilmiş fidanlar ile o yaptıkları günahların affolunması, öğrendiğim diğer islami bilgilere ters. Yasin suresinde, enteresandır, diriler için bu kuran var deniyorken biz onu ölülere okuyoruz. Okunur muu, okunur elbet. Hem sonra kabir azabının bir dua ile kaldırılması, üstelik kıyamete kadar, bunu da anlayamıyorum.. Hasılı bu ve benzeri birçok rivayet ve hadis bulabilirsiniz. Benim dini inancım bunlara mesafelidir. Hem kişinin amel defterinin 3 şey haricinde kapandığını söyleyen hadisler de var, o zaman o hadisler şu yukarıdakilerle çelişir mi?? |
Size bu konuda katılıyorum. İnsanlar bu dünyadayken, hayattayken bütün kötülükleri yapsınlar, kul haklarına girsinler, laf getirip götürsünler… , vefat edince sen mezarının başına git bir dua et, kıyamete kadar azabı kalksın. O zaman herkes bütün kötülükleri yapmaktan sakınmaz. Herkes ebedi hayatı için çalışmayı bırakır, ibadetlerini yerine getirmez. O zaman ibadetlerini yapanla, yapmayan arasında ne fark kalır ki; azabımın kalkması bir duaya bağlıysa ? Fakat insanlar yakınlarını kaybettiğinde ne yapabilirim de faydam olur, azap çekmekten kurtarırım, günahlarını affettiririm, mutlu ederim diye sürekli araştırır. Ve birçok dua karşısına çıkar. Biz bu duaları Allah’tan sevabını umarak, inanarak, iyi niyetimizle ihlaslı bir şekilde okuyabiliriz. Allah herkesin ameline göre muamele eder, ölen kişinin iyi amelleri çoktur, bu duanın yüzü suyu hürmetine azabı varsa kaldırır; fakat iyi amelleri çok azdır hangi dua okunursa okunsun fayda etmez, azabını kaldırmaya yetmez. Her şeyi Allah bilir. Zerre kadar iyiliğin, zerre kadar kötülüğün karşılıksız kalmayacağı günde Allah en doğrusunu bilir. Allah’ım hepimizi kabir azabından, cehennem ateşinden korusun. |
Alıntı:
|
→ Ölülerimizin sevaplarını arttırmak,yüzlerini nurlandırmak için neler yapabilriz eywallah kardeşim.. farkındaysanız konu, sure sevabı yollamaktan dua etmeye kaydı.. dua edilebilir, buna pek bişey demedim sanırım. hatta yukarda da yasin, okunabilir de demişim.. yalnız hocanın söylediği ayet iman etmiş kardeşlerimize karşı kalbimizde kin bırakmak ayeti yanlış anlamadıysam, bunun dua ile alakası ne ki, anlamadım.. Ben sapıklıkların hep hakikatten neşet ettiğine inanırım.. vardır hocam, dua vs elbet ama iş ordan başlaaar işte bugünki halimize ve anlayışımıza gelir.. eywallah.. |
Muhakkak cennette bir kimsenin derecesi yükseltilir de, “bu derece bana nereden”? diye sorar. “Evladının senin için istiğfar etmesindendir” denilir. (hadis-i şerif) |
Hepimiz zaman zaman etrafımızdaki insanları kırıp,üzeriz, bazen en son söyleyeceklerimizi en başta söyler dilin kemiği olmadığını ispatlarcasına ağzıma geleni saydırırız.Bazen de,hep sustuğum için bunlar başıma geliyor,eziliyorum,artık susmayacağım deyip karşımızdakini yerin dibine sokarız.İlk anlarda kendimizi nekadar haklı görsek te ,büyük bir zafer kazanmış gibi içimizden sevinç çığlıkları atsak ta,bir süre sonra vicdanımız içimizi kemirmeye başlar,keşkeler,acabalar arka arkaya sıralanır. Haklı da olsam haksız da olsam dilimi tutsaydım keşke,……….. bunun gibi bir sürü düşünce sıralanır da sıralanır aklımıza.Kendi kendimizi yer bitiririz. Bir an önce o kişiyle görüşüp özür dilemek , kalbini kazanmak isteriz.Saat geç olmuşsa sabahı iple çekip biran önce konuşmak isteriz , başka zamanlarda hızla geçen geceler, saatler, o gece geçmek bilmez, bitmek bilmez… Sabah ilk iş,o kişiyi aramak, göreceksek görür görmez konuşmak olur.Özürler dileriz, açıklamalar yaparız, gönlünü aldığımızda derin bir oh çeker, içimizde parayla satın alınamayacak tarifsiz bir mutluluk hissederiz ;ama ya o kişi hayatta olmazsa ,biz görüşüp konuşana kadar vefat ederse, neyaparız ozaman ?Kimin nezaman öleceği bellimidir ki ? Demek ki kızdığımız, sinirlendiğimiz, karşımızda ki insanları kırcağamızı hissettiğimiz anlarda aklımızdan “ya bu kişiyi son görüşümse, ya vefat ederse ya da edersem “ diye geçirip kendimizi frenlemek, pişman olacağımız şeyleri söylememek,yapmamaktır.Bu sayede içimizde vicdanımızda rahat olacaktır. Allah'ım huzuruna vardığımız zaman bizleri korkutma, yüzlerimizi kara çıkarma Yarabbim. Bizleri affet,bağışla.Senin sonsuz rahmetine sığınıyoruz.Yazdıklarımla alakalı okuduğum güzel bir yazıyı paylaşmak istiyorum;belki de hepimizin bu hikaye de kendinde,yakınlarında,çevresinde bir şeyler bulacak , bizi düşünmeye itecek bir hikaye; Ölülerden Özür Dilemek Kara kara düşünüyordu aylardır. Çaresizliğin içinde sıkış tıkış. "Nasıl söyledim ona o acı sözleri?" pişmanlığı ruhuna zehirli ok gibi saplanıyor, zehir ruhunun her zerresine nüfuz ederek felç ediyordu hislerini. Kabul edilebilir çaresizliklerden gelmiyordu ona bu. Kanser olup yatağa düşse, doktorlar "birkaç ay içinde öleceksiniz, yapabileceğimiz bir şey yok," dese; bu çaresizliğe katlanırdı belki. Ama gelgelelim ölmüş biriyle helalleşme, ondan tekrar tekrar özür dileme imkânı bulamayışına katlanamıyordu bir türlü. Sözlerim bir anlık öfkenin sonucuydu, seni hiç incitmek istemezdim, bir kere çıktı işte ağzımdan, söylediklerimin hiçbirini n'olur kale alma demenin bir imkânı yoktu artık. Tüm imkânlar kocasıyla birlikte toprağın altında sessiz sedasız öylece yatıyordu. Birkaç kez mezarının başında kocasıyla konuşmayı denemişti. Sesinin ona ulaşıp ulaşmadığından emin olamayınca bundan da bir teselli bulamamış, yaptığı saçma gelmişti. Sonra rüyalardan medet ummuştu. Her uykuya dalmadan önce rüyasında kocasını görmek için dua ediyordu. Bir kez olsun görememişti ne yazık ki. Kocasıyla konuşmak istedikçe kocası kaçıyor gibiydi. Onu çok kırdığına yordu bunu. Yoksa rüyalarına girerdi. Hayattayken bile sık sık görürdü rüyada kocasını. Kocası ölmeden üç gün önce sıkı bir kavga etmişlerdi. Bir süzgeçten geçirmeden şeytanın ona fısıldadıklarını o da kocasına bağıra çağıra bir bir sıralamıştı. Onun canını neyin acıtacağını, neyin acıtmayacağını iyi biliyordu. Öfkesi yatışıp ta kendine geldiğinde; kasvetli bir pişmanlık içinde debelenmeye başlamıştı başlamasına; ama bu sefer de şeytan hemen barışmama telkinini yapmış; o da buna bir güzel uymuştu. Nereden bilirdi kocası üç gün sonra aniden ölecek? Üç gün kocasını uğurlamamış, eve gelince karşılamamış, kocasının barışma teşebbüslerini de savuşturmuştu.Bütün bunlara kahroluyordu işte. Yatağına uzandığında filmi yeniden ta en başa sarmıştı hayalinde kadın.Birkaç aydır hep yaptığı gibi.Kocam bana küs gitti, diye kendini yiyip bitiriyor, onun gönlünü alamamanın kıskacında boğuluyordu. Derken, sabah başına gelen bir olayı getirip önüne koydu zihni. Onu düşünmeye koyuldu bu kez.Sabah metrobüse binerken yanlışlıkla bir kadının ayağına basmıştı.Ayağına basılan kadın can havliyle bir çığlık atmış, "biraz dikkat etsenize," diye yakınmıştı yüzünü acıyla buruşturup.O da kadına diklenmiş, "Asıl siz dikkat edin, bu sıkış tıkışlıkta siz nerde ayağınız nerde, biraz derli toplu dursanız ayağınız milletin ayağının altına girmezdi," deyip hışımla sırtını dönüvermişti kadına.Hazırcevaplıkta üstüne yoktu ne de olsa.Kadın suspus olmuş, kalakalmıştı kalabalıkta.O an, o kadar haklı hissetmişti ki kendini.Kendinden memnun nasıl da dönüvermişti sırtını kadına. Şimdi akşamın şu saatinde vicdanı getirip koymasaydı kadının yüzünü gözlerinin önüne, bu haklılığı sonsuza kadar sürecekti belki de.Aslında gün boyu, içinde bir sıkıntı gezinmişti alttan alta. Odalara sığamamıştı bir türlü.Kendi haksızlığını vicdanı biliyordu çünkü.Kadından özür dilemesi gerekirken bir de sözleriyle sindirmek istemişti onu.Kadın yatağına uzanmış vicdanını dinliyordu. Ayağına bastığı kadını bulup özür üstüne özür dileyip helalleşmeyi ne çok isterdi.Yüzlerce kere "keşke yapmasaydım böyle," dedi. Bininci kere de keşke işe yaramadı, milyonuncu kere de işe yaramayacaktı. Tam uykuya dalacaktı ki aklına Abdülkadir diye bir isim düştü. Kimdi bu kişi? Düşündü taşındı. Tanıdığı biri yoktu bu isimde. Çalıştığı işyerindeki erkekleri düşündü tek tek.Yok, bu isimde biri yoktu. Üniversite yıllarına gitti hayali sonra.Bu isimde birini de tanımıyordu.Yanı başında duran iPad'e uzandı. Google'ı açtı, Abdülkadir diye yazdı.İlk sıralarda Abdülkadir Geylani diye bir isim çıktı karşısına. Hakkında yazılanları okumaya başladı. Bir siteden başka bir siteye atladı. Bir saate yakın onun hakkında okudu. Sonra onun yaptığı bir duayı gördü.Gözleri fal taşı gibi açıldı. Hz. Peygamber (sav)’in, bir duasıydı bu.Duayı okudu.Bir kere daha okudu.Bin kere de okuyabilirdi.Bir nevi, ölülerden ve hayatta olup da ulaşılamayacak durumdaki insanlardan özür dilemenin bir yolu ekranda duruyordu; "Ya Rab! Ben hangi bir mümine onu üzecek ve gönlüne ağır gelecek bir söz söylemişsem; kıyamet gününde o sözü, onun için Sana kurbiyet (yakınlaşmasını nasip) eyle; yani o sözden müteessir (üzüntülü) olduğu kadar onu Sana yaklaştır." Kadın önce metrobüste ayağına bastığı kadın için okudu bu duayı. Sonra hayatını hızlıca gözden geçirip üzdüğü insanları bir bir aklına getirmeye çalıştı.Hatırladıkları için teker teker dua etti. Hz. Peygamber gibi.Sonra kadın sabaha kadar gözünü kırpmadan kocası için yakardı; "Ya Rab! Kocamı üzecek ve gönlüne ağır gelecek tüm sözlerimi kıyamet gününde kocam için Sana kurbiyet eyle; kocamı sözlerimden müteessir olduğu kadar Sana yaklaştır." Kadının kapkaranlık dehlizi andırır âleminden sonsuzluğa bir oyuk açılmıştı. (alıntıdır, Mustafa Ulusoy) (Ebû Hüreyre (ra)'dan rivâyet olunduğuna göre, Nebiyy-i Ekrem , (sallallahu aleyhi ve selem) şöyle dua etmişlerdir; Yâ Rabb! Ben hangi bir mü'mine onu üzecek ve gönlüne ağır gelecek bir söz söylemişsem kıyamet gününde o sözü onun için sana kurbiyyet eyle; yani o sözden müteessir olduğu kadar onu sana yaklaştır. " ) (alıntıdır.) |
Neden mezarlıklara selvi ağacı dikilir ? Selvi ağaçları, ülkemizde mezarlık ağacı olarakta bilinmekte ve diğer ismi de servi'dir. Selvi ağaçları 30-35 m uzun boyları, koyu yeşil yaprakları, ufak toplara benzeyen kozalakları, üst üste yerleşmiş pul yaprakları ile çok güzel bir ağaçtır. Çok uzun boylara ulaşabildiği için uzak mesafeden kolayca farkedilebilirler. Selvi ağaçları, uzun ve ince olması özelliğiyle elif harfini, o da Allah'ın tekliğini, Allah birdir'i temsil etmektedir. Selvi ağaçları rüzgarda kolayca eğilebilirler, eğilen ağaçlar secde etmişcesine bir görünüm alır. Ayrıca rüzgarın esmesiyle birlikte ağaçlarda huuuuu şeklinde bir ses duyulur. Huu’nun anlamıda Allah demektir. Ağaçlar secde şeklinde Huu diye ses çıkarırlar. Eskiler her mezarın başına bir selvi ağacı dikerek adeta o selvinin o mefta için ibadet ettiğini, Allah’tan onun için af dilediğini ve hatta eğilip kalkarken “hu hu” diye çıkardığı sesi de zikir sesine benzetmişlerdir. Resulullah (sav) bir mezarlıktan geçerken, iki mezardaki ölünün bazı küçük şeylerden dolayı azap çekmekte olduklarını gördü. Bu iki mezardaki ölülerden biri hayatında laf taşıyıcılık yapıyor, diğeri ise idrardan sakınmıyordu. Bunun üzerine yanındakilere “Bana iki tane hurma fidanı getirin” buyurur.İki tane fidan getirilince birini bir kabrin başına ,diğerini de diğer kabrin başına diker, sonra da” Bu fidanlar yaş kaldığı müddetçe o ikisinin çekmekte olduğu azabın hafifletilmesi umulur." buyurur. Güzel bir hikaye… Yeni taşındığı Apartmanın bahçesine, birkaç tane de mezarlık ağacı olarak bilinen selvi ağaçlarından dikmişti Ahmet Bey. Niyeti ağaca baktığında ölümü hatırlamaktı. Dünyasını kazanmaya çalışırken ahiretin varlığını da unutmamaktı. Daire komşuları da onun bu düşüncesinden memnun olmuşlardı. Bir gün, bu ağaçları sularken, yoldan geçen bir grup hanımdan biri, Ahmet Bey'e yaklaşıp sordu: - Apartmanın üst katında perdesiz camlar var, acaba bu apartmanda kiralık daire var mı? Ahmet Bey, soruyu soran hanıma, "sahibi taşınacak" demeye fırsat bulamadan, gruptaki hanımlardan birisi sinirli şekilde bağırdı: - Ne yapıyorsun Türkan? - Daire kiralık mı? diye soruyorum. - Deli misin sen Allah aşkına? - Niye deli olayım? Sen, kiralık ev aramıyor musun? Sana yardımcı olmaya çalışıyorum. - Ev arıyorum da, bu binadan daire kiralanır mı hiç, görmüyor musun? Kadın etrafına bakındı, bir şey göremeyince sordu: - Ben bir şey göremiyorum. Sen ne görüyorsun söyle. - Ne göreceğim Türkancığım! Baksana bahçeye mezarlık ağaçları dikmişler. Her gün mezarlık ağaçları seyredilerek bu binada yaşanır mı? Ve selvi ağaçlarından rahatsız olan kadın, son sözünü söyledi: -Yürü Allah aşkına! Memlekette kiralık daire mi kalmadı. Bahçesinde mezarlığı hatırlatan ağaçlar dikili bir apartmanda oturulur mu hiç? Onlar hızla uzaklaşırken, Ahmet Bey de, selvi ağacının altında, şaşkın halde kalmıştı. Gülmek mi gerek, ağlamak mı, bir türlü karar veremiyordu. Ahmet Bey bu olayı, yakın dostlarına ibret vesilesi olsun diye zaman zaman anlattı. Hatta dostları arasında, o kadını tanıyanlar bile çıktı. Yıllar yılları kovaladı. Bir gün öğle namazını kıldığı semt camiinde, Ahmet Beyin kulağına, cenaze imamının gür sesi geldi: - Hatun kişi niyetine! Ahmet Bey de, cenaze namazına iştirak etti. Namazdan sonra cemaatten biri, Ahmet Bey'in kulağına eğilerek şu sözleri fısıldadı: - Namazını kıldığın bu kadının kim olduğunu biliyor musun? Ahmet Bey nerden bilsin? - Kim olduğunu bilmiyorum, dedi. Kulağına fısıldayan adam, derin bir nefes alarak, şu şaşırtıcı açıklamayı yaptı: - Vaktiyle bize anlattığın, bahçede mezarlık ağacı görmeye dayanamayan bir kadın vardı ya? Bu cenaze işte o kadının cenazesidir. Ve şöyle tamamladı sözünü: - Şimdi onu, bir selvi ağacının dibine kazılan mezarına, gömmeye götürüyorlar. Fatih Demir (alıntıdır.) |
Alıntı:
Mesaj mobil cihaz üzerinden gönderilmistir Mesaj mobil cihaz üzerinden gönderilmistir |
El feta denılen rumuzlu ınsan omrum boyunca kendını bıldıklerını herkesten ustun goren ınsanlar cıkıt karsıma aynı senın zıhnıyetınde ama hıc yılmadım cunku ogrencegm bısey daha vardır dıye dusundum ancak sen ve senn gıbıler sayesınde ınsanlar dınden soguyor sen hadısı serıfleere uyduruk dıcek kadar gerızekalımısın kımsın senkı burada gelıp art nıyetlı yorum yapıyorsun kendıne gel hemserım kendıne... Mesaj mobil cihaz üzerinden gönderilmistir |
allah razı olsun sizden hadisi şeriflerimi yazdınız için tüm ölmüş mümin kardeşlerimizin günahlarını alah [cc] u af etsin kabir azabı yaşatmasın cennete girmemizin anahtarı la ilehe illallah tır rabbimiz son nefesimizde dememizi nasip etsin amin |
DUa kadar buyuk ve onemli bir ibadet yoktur Allahtan birsey istemek ve dilemek kadar guzel bir sey yoktur. Mesaj mobil cihaz üzerinden gönderilmistir |
Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 16:11 . |
2000- 2025
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük