PDA

Orijinalini görmek için tıklayınız : Büyük Islam Tarihi


Sayfa : 1 2 [3]

Sarax
09-23-2008, 15:20
Sultan Abdulaziz Han

Otuz ikinci Osmanli padisahidir. Babasi Sultan II. Mahmud, annesi buyuk hayir ve hasenatlar sahibi Pertevniyal Sultan’dir.

1861 yilinda tahta geçti. Saltanat muddeti 14 senedir. Zeki ve hamleli bir padisahdi. Kendisine kuçuk yastan itibaren gayet itinali bir tahsil yaptirilmisti.

O’nun saltanatina tekaddum eden gunlerde "Tanzimat Fermani" ile bati taklidçiligi yolu açilmis ve bu istikamette atilan adimlar, halkin ruhunda devlete karsi ilk kuskunluk tohumlarini filizlendirmeye baslamisti. Sultan II. Mahmud ve halefi Sultan Abdulmecid, bu yolda yurumus, an’anevi ordu seklimiz olan yeniçeriligin ilgasindan cenazelerin bando-mizikayla kaldirilmasina kadar çesitli inkilab hareketleriyle devletin teb’asina yabancilasmasi ve ahkam-i ser’iyyeden uzaklasmaya baslamasi çigirini açmislardi. Halk kuskun; rical, bati aleminin kaydettigi terakki karsisinda saskin ve mutereddiddi. Islam’in dusmanlari ise, bati ile aramizda husule gelen mesafenin vebalini, muazzez Islam’a yuklemek için sinsi bir propaganda faaliyetine girismis bulunuyordu. O derecede ki, daha sonra sair Ziya Pasa bu keyfiyeti, su beyti ile en guzel bir surette ifade edecekti:

"Islam imis devlete pabend-i terakki,

Evvel yog idi isbu rivayet yeni çikti!.."

Halbuki Avrupa’daki terakki, hiristiyanligin veya ona dayanan usul, erkan ve kulturun mahsulu degildi. Bu keyfiyet, Amerika’nin kesfi ve buradan buyuk bir bakir servet elde edilmesi, buharli geminin icadiyla Afrika’nin guneyindeki Umidburnu’ndan dolasilmasi ve bu suretle baharat, ipekli kumaslar gibi uzak sark mallarinin batiya intikaliyle ticaret yollarinin degismis bulunmasi ve bunun neticesinde Avrupa’da bir "sanayi inkilab"i vucuda gelmesi gibi busbutun baska ve sirf iktisadi olan sebeplerin eseriydi. Hal boyleyken, dusmanlarimiz iki alem arasindaki farki, yanlis bir te’vil, tefsir ve telkin ile bizi kendi orijinal (nev’i sahsina munhasir) dunya gorusumuzden, ictimai nizamimizdan ve pur-islami olan hayat uslubumuzdan uzaklastirmaya basladilar. Bu yanlis yolu, bize kasden dogru gosterip terakki için yegane çare imis gibi telkin ettiler. Bu telkin, basta devrin pasalari olmak uzere padisahlari bile te’siri altina alacak bir sumul kazandi.

Diger taraftan 1826 yilinda yeniçeriligin ilgasiyla an’anevi ordu nizami bozuldugundan iki yil sonra Ruslar’in onbes bin kisi gibi cuz’i bir kuvvetle Edirne’ye sarkabilmeleri, 1829 yilinda Yunanistan’in kurulusu emr-i vakisi ile karsilasilmasi, 1832’de bir Osmanli valisi Kavalali Mehmed Ali Pasa’nin ordusunun Kutahya’ya kadar gelebilmesi ve asirlardan beri maglubiyet gormemis bir devletin bu durum karsisinda Rusya’dan yardim istemek mecburiyetinde kalmasi, milli gururu rencide etmis, vicdanlar rahatsiz olmustu.

II. Mahmud, devrinin gailelerinden teessure kapilmis, verem olmustu. Ciliz, hastalikli ve bati kasisinda aciz bir padisahdi. Halefi Sultan Abdulmecid de ayni bati taklidçiligi yolunda yurumustu. Bunlarin arkasindan gelen Sultan Abdulaziz ise, cesur, hamleli, fikren ve ruhen saglam bir padisah olarak halkin ruhunda birikmis olan melali (huznu), kisa zamanda surura çevirmis, eski futuhat devirlerinin avdet edecegi umidlerinin belirmesine sebep olmustu. Pehlivan yapili vucudu da bu hissi takviye ediyordu. Gerçekten guresi tesvik eden, dusmanlarina karsi harbi goze almaktan çekinmeyen, bu maksadla ordu ve donanmayi dunyanin en ileri seviyesine çikarmaya çalisan Sultan Abdulaziz’in devri, Tanzimat’la baslayan yilginliktan milletçe silkinip dogrulma temayullerinin bir baslangici olmustu. O’nun faaliyetlerinin ana hedefi Tanzimat’la açilmis bulunan batililasma hareketlerini akamete ugratarak, kendi milli ve dini huviyetine sadik kalmak ve bu yolda ilerlemekti. Lakin kendisine tekaddum eden yillarda bu kendinden kaçis, o hadde vasil olmustu ki, Napolyon Code-civili (Kod Sivil) denilen Fransiz medeni kanunu aynen tercume edilip alinarak, musluman teb’aya tatbik edilmesi gibi temayuller belirmisti. Sultan Abdulaziz, bu cinayet derecesinde vahim olan hareketi, devrinin buyuk alimi olan Ahmed Cevdet Pasa ile elele vererek Islam hukukundan yapilmis bir medeni kanun demek olan Mecelle-yi Ahkam-i Adliyye’yi kisaca "Mecelle" denilen buyuk kanun metnini ortaya çikararak onlemistir. Zamaninin butun silahlarini en iyi bir sekilde kullanmayi ogrenmis olan Sultan Abdulaziz, dedesi Yavuz Sultan Selim Han gibi olmaya çalisiyordu.

Sultan Abdulmecid Han’in olumu uzerine 1861’de tahta çikmisti. Osmanli Devleti’nin durumu son derece karisik idi. Mali sikinti son haddindeydi. Karadag’da çikan isyan, Sirplar’la savasa yol açabilecek durumda idi. Avrupa devletleri bu hali firsat bilerek, aracilik tekliflerini arttiriyorlardi. Zira Sultan’in Tanzimat’tan vaz geçmesinden endise duyuyorlardi.

Bu durumu fark eden Sultan, hemen bir hatt-i humayun çikardi. Fermanda soyle deniyordu:

"Devletin maddi gucunun artirilmasi ve halkin hayat seviyesinin yukseltilmesinden baska maksadimiz yoktur. Devlet malinin telef edilmemesi ve israfdan korunmasi sarttir. Muslim ve gayr-i muslim ayird etmeksizin memleketimizde yasayan herkes, dinimizin emirleri çerçevesinde adaletle yonetilecek ve hepsi adalet onunde esit muamele gorecektir.

Yuce devletimizin istiklalinin devam etmesi ve halkin refah içinde yasamasi, en buyuk gayemizdir. Cenab-i Hakk, Peyygamber -Sallallahu Aleyhi ve Sellem- hurmetine cumlemizi muvaffak eylesin!"

Bu fermanla birlikte mevcud hukumetin de yerinde birakilmasi, batili devletlerin Tanzimat’la alakali endiselerini nisbeten ortadan kaldirdi.

Sultan, israfa karsi, kendinden ve saraydan baslayarak tedbirler aldi. Devletin mali durumunu duzeltmeye basladi.

Sultan Abdulaziz, butun dunyanin alakasini celbetmis bulunuyordu. Bundan dolayi, Fransa ve Ingiltere’ye davet edildi. 1867’de Dolmabahçe onunden Sultaniye yatina binerek yola çikti. Boylece Osmanli tarihinde yabanci ulkelere seyahat eden ilk padisah oldu.

Koca Sultan, Paris’te buyuk bir torenle III. Napolyon tarafindan karsilandi. Serefine verilen yemekte yanina oturan III. Napolyon’un:

"–Ekselans Hazretleri! Girit için en guzel çozum yolu olarak, adanin Yunanistan’a terkini dusunseniz!.." demesi uzerine Sultan celallendi. O diplomatik munasebetlerde zaaf gosterecek bir padisah degildi. Bundan dolayi, bu kendisini yoklama mahiyetindeki suale su cevabi verdi:

"–Ekselans! Osmanli Devleti, yirmiyedi sene Girit için kan doktu. Her karis topragini sehid kanlari ile suladi. Ordumda tek bir asker, donanmamda tek bir sandal kalana kadar ecdad mirasini korumak mecburiyetindeyim..."

Beklenmiyen bu siddet karsisinda III. Napolyon, ozur dilemek zorunda kaldi.

Sultan, Ingiltere ve Fransa seyahatinden Istanbul’a muhtesem ve gayet basarili diplomatik zaferlerle donmustu.

Istanbul’da da halkin coskun tezahurati ile karsilandi. Zira millet, O’nda yukselis devri padisahlarinin temayul ve dirayetini goruyor ve yeni zaferlerle devletin, bir kere daha silkinip sahlanacagini umuyordu.

Sultan Abdulaziz, ecdadin devri ile kendi devri arasindaki kudret ve ihtisam farkini su sozleri ile ne guzel ifade etmistir:

"Atalarimiz batiya at sirtinda futuhat için giderlerdi. Bizler ise, simdi tren ve vapurla, ancak diplomatik seyahat için gidebiliyoruz!"

Abdulaziz Han, gayet dindarane ve intizamli bir hayat suren durust bir insandi. Hayati boyunca su yerine zemzem içecek kadar takva sahibi idi. Hatta Avrupa’ya seyahate gittigi zaman, abdest suyunu beraberinde goturdugu rivayet edilir. Muntazaman namaz kilar ve çok çok Kur’an-i Kerim okurdu. Caniyane bir surette katledildigi zaman odasindaki kuçuk masanin uzerinde "Sure-i Yusuf" açik oldugu halde bir Kur’an-i Kerim bulunmustu. O’nun mubarek kanlarinin bulastigi bu Kur’an-i Kerim, el’an Topkapi Sarayi’nda muhafaza edilmektedir.

Birgun hasta yataginda baygin ve sararmis bir vaziyette yatarken Sultan Abdulaziz’e:

"Medine-i Munevvere mucavirlerinden bir dilekçe var!" denildiginde yaverlerine:

"–Derhal beni ayaga kaldiriniz! Harameyn’den gelen talebleri ayakta dinleyeyim! Allah Rasulu’ne komsu olanlarin talebleri, boyle ayak uzatilarak edebe mugayir bir sekilde dinlenmez!.." diyerek Medine’ye ve Hazret-i Peygamber’e olan muhabbetini guzel bir surette izhar etmistir.

Her Medine-i Munevvere postasi geldiginde abdest tazeler, mektuplari «Bunlarda Medine-i Munevvere’nin tozu var!» diye opup alnina goturur, ondan sonra baskatibe uzatir ve «Aç, oku!» derdi.

Yukarida arzedildigi gibi Abdulaziz Han tahta çiktigi zaman, batililarca adeta buyulenmis ve onlarin siyasi emellerine tabi bir hale gelmis bulunan ve kendilerine Jon Turk (Genç Turk) denilen insanlar elinde devletin içten çokertilme faaliyetinin had safhaya ulasdigi bir devredir. Bunlar -ekseriyetle- Fransa’da tahsil gormus ve orada hususi bir sekilde misyonerler tarafindan sinsice yetistirilmis, Istanbul’a kalbleri Fransiz, uniformalari Osmanli olarak donmus kimselerdi. Sanki devletin içinde garbin yeniçerileri olmuslardi. Memleket, disdan maddi istilaya ugrarken, içten de manevi bir tahribata maruzdu. Tanzimat Fermani ile misyonerlik faaliyetleri artmis, basta Ermeniler olmak uzere hiristiyan azinliklar ustundeki tahrikler çogalmisti. Mesela Harput bolgesinde altmisiki misyoner merkezi açilmis, yirmibir kilise yapilmisti. Kadin misyoner Maria A. West, "Romance of Mission"adli kitabinda:

"Ermenilerin ruhuna girdik.. Hayatlarinda ihtilal yaptik!.." demektedir.

Lisan ogretmek gayesi ile Anadolu’nun her tarafinda, aslinda birer misyonerlik karargahi olan birçok mektebler açilmisti. Bu faaliyetlerin en yogun goruldugu yabanci okullar arasinda Gaziantep’deki Antep, Merzifon’daki Anadolu ve Istanbul’daki Robert Koleji basta gelir. Bazilarina ise, hiç Turk talebe alinmamistir. Okul muduriyetlerine papazlar tayin edilmistir.

Memleket bir kultur erozyonu ile karsi karsiya gelmisti. Abdulmecid Han devrinden kalan bu çokuntu, Abdulaziz Han’in direnmeleri ile asgariye inmis, neticede bu mukavemet, O’nun sehadet kanlarina burunmesine vesile olmustur.

Sultan Abdulaziz Han, gayet ileri goruslu bir padisahdi. Belgrad, Istanbul, Bagdad ve Kahire’yi elimizde bulundurmadikça cihan siyasetinde buyuk bir rol oynayamayacagimizi soylerdi. Bu gorus, bilahare Almanlar’in emperyalist temayullerinin uyandigi sirada getirdikleri "yedi B" formulune benzemektedir. Almanlar, buyuk devlet olabilmek için Berlin’den Bomba’ya kadar "B" harfi ile baslayan yedi buyuk merkezin ele geçirilmesi luzumundan bahsetmislerdir.

Sultan Abdulaziz Han’in siyasi emelleri içinde Turkistan bile vardi. Oraya el atmis, Iran ve Turkistan’da Turk unsurlar için Turkçe egitim yapan mekteblerin açilmasina amil olmustur.

Donanmasinin Kizildeniz’deki bolumu, Endonezya’yi tenkile (ezmeye) giden Ingiliz donanmasinin onunu kesmis, O’nu geri donmeye mecbur birakmisti. Gerçekten de denizcilige o kadar ehemmiyet vermisti ki, O’nun zamaninda Fransiz gemilerinin Haliç tersanesinde muvaffakiyetle tamirinden dolayi III. Napolyon bir tesekkur mektubu gondermisti.

Bu durum, Osmanli’nin hasta adam diye ifadelendirildigi bir devirde bile gosterdigi kudret ve muvaffakiyetin sahane bir misalidir. O boylece hala "devlet-i ebed-muddet" diye yad olunmaya layik bir devlet oldugunu gostermisti.

Sultan Abdulaziz’in saltanat yillarinda, otuz sene muddetle Ruslar’a karsi sanli bir mucadele vermis ve nihayet teslim olmak zorunda kalmis bulunan Seyh Samil Hazretleri, hacc için Çar’dan izin almis ve Istanbul’u ziyarete gelmisti. Sultan, sarayda birçok hazirliklar yaptirmis, butun Istanbul’u buyuk bir sevinç kaplamisti. Herkes sahile toplanmisti. Rus vapuru Dolmabahçe onunde demirlediginde, Sultan Abdulaziz’in saltanat kayiklari, Imam Samil’i ve aile efradini saraya getirdiler. Abdulaziz Han, O’nu sarayin kapisinda karsiladi ve buyuk bir hurmetle:

"–Babam kabrinden kalksaydi, ancak bu kadar sevinebilirdim!" diyerek bir çok iltifatlarda bulundu.

HAINANE BIR SUIKAST

Çesitli vesilelerle su-i halleri gorulmus, once azledilmis, sonra tekrar kendilerine mevki verilmis olan dort kisi; Huseyin Avni Pasa, Mithat Pasa, Mutercim Rusdu Pasa ile Hayrullah Efendi, padisaha ihtilal hazirligi yapiyorlardi.

Huseyin Avni Pasa, 1871’de gorevinden azledilip rutbeleri sokulerek Isparta’ya gonderilmisti. Daha sonra da Mahmud Nedim Pasa tarafindan seraskerlikten de azledilmisti. Yapmak istediklerini «Kinim dinimdir!» diyerek ifade eden Huseyin Avni Pasa, Sultan’in hal’ edilmesi yaninda O’nu oldurmegi de dusunuyordu.

Mithat Pasa ise, siyasi ve din kulturunden mahrum olarak yetismisti. Yanlis kararlarindan ve yolsuzluklarindan oturu sadrazamliktan azledilmisti. Hayal-perest olan Mithat Pasa’nin, birgun içki masasinda Osmanli hanedanini ortadan kaldirip sultan olacagini iddia ederek:

"–Bunda ne var ki?! Al-i Osman olacagina biraz da Al-i Mithat olsun!.." dedigi rivayet olunmaktadir.

Mutercim Rusdu Pasa, iki sefer sadarete, uç defa da seraskerlige getirilmesine ragmen su-i halinden dolayi azledilmisti. O da menfaatinin kesilmesi sebebi ile padisaha kin baglamisti.

Hayrullah Efendi’ye gelince, Rusdu Pasa’nin himayesi ile getirildigi Seyhulislam’lik makamindan bir ay gibi kisa bir zamanda azledilmesi, onun da padisaha karsi kin baglamasina sebeb olmustu.

Bu dortlu çete grubu, talebeleri kiskirtarak numayis yaptilar. Padisah, kan dokulmemesi için yine bunlari is basina geçirdi. Boylece ihtilalciler, istedikleri yere ulastilar. Is padisahi hal’ etmege kaldi.

Ihtilal sabahi, Daru’s-seade Agasi Cevher Aga, padisahi uyandirmaga cesaret edemedi. Pertevniyal Valide Sultan’i uyandirdi. O da Sultan Abdulaziz Han’i uyandirdi. Yeni padisahin culus toplari atiliyordu. Abdulaziz Han annesine:

"–Bunlar beni III. Selim’e mi dondurecekler? Ben bunu kimlerin yaptigini biliyorum..." diyerek ihtilalcileri saydi. Sonra dilinden:

"Ben bu felaketi, otuz-kirk defa ru’yamda gordum.. Takdir-i ilahi boyle imis!" ifadeleri dokuldu.

Sultan Abdulaziz Han, sagnak yagmuru altinda kayiklarla Topkapi Sarayi’na goturuldu. Sahsi serveti, hanimlarin kulaklarindaki kupelere kadar ihtilalciler tarafindan yagmalandi. III. Selim’in odasina goturuldu. Abdulaziz Han:

"–Beni amcam gibi burada bitirmek istiyorlar!" dedi.

Uç gun kuru tahta uzerinde aç ve susuz olarak birakildi. Islak elbiselerinin degistirilmesine dahi izin verilmedi.

Daha sonra kendisi için ayrilan odaya geçirildi. Fakat Sultan Abdulaziz, V. Murad’a mektup yazarak Besiktas’taki Fer’iyye Sarayi’na naklini istedi. Arzusu yerine getirilerek Fer’iyye Sarayi’na nakledildi.

Huseyin Avni Pasa, pehlivanlardan uç kisiyi Fer’iyye Sarayi’nda mahsus bahçivanlikla vazifelendirdi. 4 Haziran 1876 sabah sularinda odasina girdiler. Abdulaziz Han, bir muddet onlara karsi koydu. Cinayete intihar susu vermek için O’nun bileklerinin damarlarini kesen zorbalar, hiçbir sey yokmus gibi gizlice islerinin basina donduler.

Valide Sultan, oglunun kanlar içinde yerde yattigini gorunce aglamaya basladi. Tertipledigi katlin neticesini almak için Huseyin Avni Pasa, saraya geldi. Yarali Sultan’i saray karakolunun kahve ocagina goturulmesini emretti. Henuz can çekisen Sultan’a doktor mudahelesini geciktirdi. Mazlum Sultan, caniler çetesi Huseyin Avni, Mithat ve Rusdu Pasalar’in gozleri onunde sehiden vefat etti.. Rahmetullahi Aleyh!..

Sultan Abdulaziz Han’in hunharca katli uzerine kizkardesi Adile Sultan’in yureginden su izdirapli misralar dokulmustur:

Cihan matem tutup kan aglasin Abdulaziz Han’a

Meded Allah, mubarek cismi boyandi kizil kana!..

Nasil hemsiresi bu Adile yanmaz o hakana,

Ki kiydi bunca zalimler karindas-i cihan-bana...

Hazret-i Peygamber -Sallallahu Aleyhi ve Sellem- Efendimiz:

"Halis insan, buyuk bir tehlike uzerindedir!" buyurmuslardir.

Sultan Abdulaziz’in feci bir surette ortadan kaldirilmasi da, bu hadis-i serifte isaret edilen tehlike sebebiyle olmustur. Ancak bu olus, O’nun sahsindan ziyade milletin kaderiyle alakali bir ilahi takdirden baska turlu izah olunamaz. Zira Sultan Abdulaziz’in feci katli, milli tarihimizin en onemli bir donum noktasi olmustur.

Gerçekten O’ndan sonra felaketlerin onu alinamamis, çokus, Sultan Abdulhamid’in dirayetli siyasetiyle bir muddet geciktirilmisse de, nihayet bu azametli devletin yikilmasi ve ulkemizde Islam’in gariblik doneminin baslamasi onlenememistir.



--------------------------------------------------------------------------------


Muhammed Ali ESMELI

MILLETIN DUASI
Etmek için gonlu rahmetten cuda
Ummana uzanan eller kirilsin!
Vermisiz veririz binlerce feda,
Reyhana uzanan eller kirilsin!
Garibdir bu dinin gulleri ya Rab,
Kahreyle su kara yelleri ya Rab,
Sanki Ebu Leheb’in elleri ya Rab,
Imana uzanan eller kirilsin!
Nura nefret kusan Ebu Cehiller,
Zulumde Nemrud’dan daha ehiller,
Ya Rab, bunlar hiç insafli degiller;
Kur’an’a uzanan eller kirilsin!
Gonul kabemizi yikmaya gelen,
Mel’un Ebrehe’nin ustune gokten,
Sal Ebabil kuslarini yeniden
Burhana uzanan eller kirilsin!
Bizi haramiye kervan eyleme,
Su yerde ismini kurban eyleme,
Yedi kat gokleri zindan eyleme,
Ezana uzanan eller kirilsin!
Tuzaklar bulbulu bogmadan daha,
Gulu kurban için egmeden daha,
Kirli parmaklari degmeden daha,
Vicdana uzanan eller kirilsin!
Onune serilmis onca ibreti,
Gormez helak olan bunca milleti.
Su kor baslar haketmistir zilleti
Yaran’a uzanan eller kirilsin!
Koru Kur’an’ini, yasasin Islam,
Safasi, sifasi eylesin devam,
Hasta can çikmadan yalvarir Mevlam
Dermana uzanan eller kirilsin!..
Hazret-i Nuh gibi avaz eyleriz,
Ve "enni maglubun fentasir" deriz.
Ver nusrat elini tutsun elimiz
Subhana uzanan eller kirilsin!
Sukuti der, budur bir tek silahim,
Duamizi kabul eyle Allah’im.
Bir mujdeyle dogsun artik sabahim
Irfana uzanan eller kirilsin!
Nankorlere hurmet için seytanca
Furkan’a uzanan eller kirilsin!

Sarax
09-23-2008, 15:21
Besinci Sultan Murad

Babasi : Sultan Abdülmecid
Annesi : sevk efzâ Kadin Efendi

Dogumu : 21 Eylül 1840

Vefoti . 29 Agustos 1904

Saltanati : 1876'da (93) gün



--------------------------------------------------------------------------------

Besinci Murad da Istanbul'da dogdu. Degerli âlimler tarafindan yetistirildi. Siir ve Nesir üzerinde çalismalar yapti.Tahta çiktiginda 35 yasinda idi. Sultan Abdülaziz'i tahttan indirenler onu padisah yaptilar. Tahta çiktigi zaman akli muvazenesi tamamen bozuldu. Dünyanin en mütehassis doktorlarina teslim edilmesine ragmen iyilesemedi. Zamaninda Osmanli Tarihinin en büyük cinayeti islenmistir. Hüseyin Avni Pasa, Mithat Pasa ve kafadarlari, bir baska ihtilâl olur da Sultan Abdülazizi tekrar tahta çikarirlar korkusu ile Sultani hapsettikleri Feriye Sarayinda hunharca sehid ettiler.Bu hadiseden 11 gün sonra, Binbasi Çerkez Hasan Olayi oldu. Bir kabine toplantisinda Sultan Abdülaziz'in kayinbiraderi olan Binbasi Hasan Bey, Hüseyin Avni'yi, Hariciye Naziri Rasit Pasa'yi ve bir de subayi öldürdü.Böylece Hüseyin Avni'den enistesinin intikamini almis oldu.Devlet bu devrede Rüstü Pasa tarafindan idare edilmekteydi. Bu sirada ise devletin en büyük felâketi olan Osmanli - Rus Harbi basamak üzereydi. Besinci Murad Abdülaziz ile beraber Avrupa seyahatine çikmis ve bilhassa Fransa'yi yakindan tanir hale gelmisti. Mükemmel bir Fransizca biliyordu. Müsikisinasti. Fakat bütün bu meziyetleri tahta çiktiginda bir ise yaramadi. Akli muvazenesi bozuldugu için, devletin ileri gelenleri onu tahttan indirmek mecburiyetinde kaldilar. Hayatinin sonuna kadar Çiragan Sarayinda oturdu. Bir müddet sonra akli tamamen düzeldi. Hayati çiragan Sarayinda geçti. Yine bu sarayda 64 yasinda iken vefat etti. Yeni Camii yanindaki türbeye gömüldü. (Allah rahmet eylesin)

Erkek Cocuklari : Mehmed Selahaddin.

Kiz Cocuklari: Fehime Sultan, Fatma Sultan, Hadice Sultan.

Sarax
09-23-2008, 15:21
II. ABDULHAMID HAN

Osmanli pâdisâhlarinin otuzdördüncüsü, Islâm halîfelerinin doksandokuzuncusudur. Sultan Abdülmecîd'in ikinci oglu olup 1842'de dünyâya gelmistir.

Genç yasta dînî ve fennî ilimleri mükemmel bir sekilde ikmâl etti. Sâzeliyye tarîkati seyhi Mehmed Zâfir Efendi ve Kâdiriyye tarîkati seyhi Ebu'l-hüdâ Efendi'den feyz alarak zâhirdeki dirâyetini, mânevî bir kemâl ile de tâçlandirmistir.

Daha genç yasta zekâsi ve siyâsî kâbiliyetleriyle temâyüz etmis bulundugundan amcasi Sultân Abdülazîz Han, Misir ve Avrupa seyâhatlerinde O'nu da yaninda götürmüstü.

Çok nâzik idi. Herkesin gönlünü almasini bilirdi. Fevkalâde bir zekâ ve hâfizaya sâhibdi. Bir defa gördügü veya sesini isittigi kisiyi aslâ unutmadigina dâir kaynaklarda sayisiz misâller vardir. Alman birligini kurmus olan Prens Bismark rivâyete nazaran:

"Dünyâda yüz gram akil varsa, bunun doksan grami Abdülhamîd Han'da, bes grami bende, kalan bes grami da diger dünyâ siyâsîlerindedir..." demistir.

O'nun en büyük talihsizligi, devleti çok kötü sartlar altinda eline almis olmasidir. Buna ragmen hiç yilmadan, bikmadan müthis bir zekâ, sabir ve büyük bir mahâretle devleti, otuzüç sene ciddî bir kayba ugratmadan idâre etmistir.

Sultân Abdülazîz merhûm gibi büyük masraflari ve dis borçlanmayi mûcib olan harpçi bir siyâset takibi yerine, gelisen sanayî hareketleri dolayisiyla batida temâyüz etmis bulunan iki devleti karsi karsiya getirmek ve onlarin menfaat çatismalarini tahrîk ederek ülkeyi -âdetâ- bir sirat köprüsü üzerinde yürütmek, O'nun siyâsetinin temel esasi olmustur.

Bu sulhçu siyâsetin neticesinde yeni askerî yatirimlarin masrafindan kat'an nazar dis borçlarin 300 milyon altindan, 30 milyona indirilmesi saglanmistir. Abdülhamîd'in Almanlar'i Ingiliz siyâsî emellerine karsi mâhirâne bir sûrette kullanmasinin çok çesitli ve parlak tezâhürleri vardir. Medîne demiryolu imtiyâzinin Almanlar'a verilmesi ve stratejik bir mevkî olan Akabe'nin onlarin yardimiyla Ingilizler'den kurtarilmasi, bunun târihte en tipik bir misâlidir.



Abdülhamîd Han, 93 Harbi felâketinden aldigi dersle gayr-i mütecânis ve devleti parçalamaya sürükleyebilecek cereyanlarin müsâhede edildigi Meclis-i Mebûsân'i böyle bir felâkete mânî olabilmek için 1878'de süresiz olarak kapatmistir.

Mithat Pasa ve avanesinin sebep oldugu 93 Harbi felâketinin neticesinde Rumeli'de kaybedilen topraklardan pek çok müslüman ahâli, muhâcir olarak Istanbul'a gelmis bulunuyordu. Bunlarin magdûriyetlerini istismâr ederek toplayabildigi bir kisim issiz-güçsüz takimiyla Çiragan Sarayi'na yürüyen Ali Suâvî, Sultân Abdülhamîd'i devirerek, bu sarayda mahbus bulunan V. Murad'i tekrar tahta geçirmeye tesebbüs etti. Sultan V. Murad, mason Mithat Pasa ve avanesi tarafindan tâ sehzadeliginden beri hususî bir sûrette yetistirilmisti. O da, akil hocasi Mithat Pasa gibi otuzüç dereceden bir masondu. Fakat hiç süphesiz bu teskîlata onun gerçek hüviyetini bilmeden girmisti. Bununla beraber serîrler, kendisi pâdisâh olsa menfûr emellerine daha kolay ulasacaklarini düsünüyorlardi. Ali Suâvî ise, Sulltan Abdülhamîd Han tarafindan Galatasaray Lisesi müdürlügünden bozuk siyâsî düsünceleri sebebiyle azledilmis bulunmanin igbirâri (gücenikliligi) ile haraket ediyordu. Gerçekten de Ali Suâvî, yavas yavas yahûdî siyâsî emellerinin hâkim olmasiyla Osmanli aleyhtarligina meyleden Ingiliz siyâsetinin kör bir âleti durumundaydi.

Besiktas muhâfizi yedi-sekiz Hasan Pasa'nin kafasina indirdigi bir sopa ile Ali Suâvî'nin can vermesi bu ihtilâl tesebbüsünün akîm kalmasini saglamistir. Ancak Sultân Abdülhamîd, bu ve benzerî vak'alar dolayisiyle mâruz bulundugu büyük tehlikeyi kavramis, devrinin sözde münevverlerinin hamâkat ve ihânetlerine ilâveten rum, ermeni ve yahûdîlerin kaynattiklari fitne kazani sebebiyle muârizlarinin "istibdâd" diye adlandirageldikleri siki bir dâhilî siyâset tâkibine mecbûr kalmistir.



Abdülhamîd Han, bu karisik iç bünyeye ragmen halkin huzûru ve ülkenin selâmetini saglayabilmek için bugünkü modern devletlere bile örnek olabilecek derecede sumüllü bir istihbarat teskilati kurmustur. Bu teskilâtta kendisine karsi bombali bir suikasti gerçeklestirmis bulunan ermeni asilli Jorris'i dahi bir istihbârât elemani olarak kullanmasi, sâyân-i dikkattir. Hattâ Ingilizler'in Madrit büyükelçileri vefât ettiginde, onun açilan çelik kasalarinda Sultân Abdülhamîd'le muhâbere hâlinde bulunduguna dâir vesâikin ortaya çikmasi, Ingilizler'i bu istihbârâtin kuvvet ve sumülü hakkinda dehsete sevketmistir. Kendisi tahttan indirildikten sonra azili muhâlifleri tarafindan Çiragan Sarayi'nin yakilmis bulunmasi da, O'nun bu müthis istihbârât teskilâti ile alâkalidir. Zîrâ bu sarayin bodrum katlari, lebâleb Sultân Abdülhamîd'e verilmis jurnallerle doluydu ve hiç süphesiz ki saray, onlari yok etmek için yakilmisti. Çünkü bu jurnaller, Ittihat ve Terakkî'nin ileri gelenlerini birbirine düsürecek mâhiyetteydi. Sathî bir nazarla bakildiginda, bunlarin birbirleri aleyhine Sultân Abdülhamîd Han'a jurnallik ettikleri ortaya çikmaktadir.

Bu jurnal keyfiyeti dolayisiyle de Sultân Abdülhamîd, muârizlari tarafindan haksiz ve çirkin bir sûrette itham edilegelmistir. Gûyâ ulu orta verilmis saçma-sapan jurnallere istinâden birçok insani sürgüne gönderdigi pek çok yazilip söylenmistir. Bu hususdaki gerçegin lâyikiyle kavranabilmesi ve merhûmun dirâyet, liyâkat ve hassasiyyetinin anlasilabilmesi için bir tek misâl zikredelim:

Birgün yüksek seviyede bir me'mûrun Çiragan Sarayi önünden geçerken gûyâ:

"–Âh Sultân Murâd Efendimiz!.. Sen basimizda olsaydin, böyle mi olurdu?!."

meâlinde bir söz söylemis oldugu yolunda bir jurnal alinmis ve bundan dolayi da o me'mûrun Fizan'a sürgün edilmesi hususunda irâde-i seniyye sâdir olmustu. Buna îtiraz eden Sadrazam Saîd Pasa:

"–Efendimiz, bu ne hâldir, anlayamiyorum?!. Bu me'mûrun takriben alti ay önce ihtilâs (rüsvet) cürmü sâbit oldugu halde onu afvetmistiniz.. Simdi ise, enti-püften bir jurnale istinâden onu sürgüne gönderiyorsunuz?!." demesi üzerine, o koca Sultân Sadrazam'a su cevâbi vermistir:

"–Hayir Pasa Hazretleri, ben onu bu jurnalden dolayi sürgüne göndermiyorum! Asil sebep, o zikrettiginiz ihtilâs cürmüdür. Esâsen bu jurnali de kasden kendim verdirttim. Lâkin onu, alti ay evvel böyle bir tertibe bas vurmadan cezâlandirsaydim, yalniz kendisini degil, çoluk-çocuk ve akrabâlarini da cezâlandirmis olurdum. Onlar da es ve dostlarina karsi mahcûb olurlardi. Simdi ise, bu adami gûyâ benim istibdâdima karsi çikmis bir insan sifatiyla kahraman telâkkî edecekler. Böyle olmasini tercih ettim!.."

Bu öyle bir hâdisedir ki, O'nun devri için sürüp gelen hakli-haksiz tenkîdlerin degerlendirilmesinde bize büyük bir isik tutar.



Sultân Abdülhamîd'in kalbî rikkatini kavramaya yarayacak bir hâdise de sudur:

Sultan Abdülazîz'in sehîd edilmesinden bes sene geçmesine ragmen halk, bu menfûr hâdiseyi unutmamisti. Kâtillerin yakalanip cezâlandirilmasini istiyordu. Bu umûmî arzu üzerine Yildiz'da hususî bir mahkeme kuruldu. Bu mahkemede Mithat Pasa, Hüseyin Avni Pasa ve daha bazilarinin Abdülazîz Han'in kâtili olduklari sâbit oldu. Mahkeme bunlar hakkinda îdam cezâsi verdi. Ayrica Plevne kahramani Gâzî Osman Pasa ve Ahmed Cevdet Pasa gibi sahsiyetlerin dâhil oldugu kirk kisilik mûteber bir hey'ete de bu karar bir kere daha tedkîk ettirildi. Onlar da, müttefikan karâri isâbetli gördüklerini beyân ettiler. Buna ragmen Sultân Abdülhamîd Han, îdâm cezâlarini sürgüne tahvîl etti. Fazladan olarak da suçunu îtiraf etmis bulunan Mithat Pasa'nin cebine sürgüne giderken 800 altin harçlik koydu. Insan, hâdiselerin içyüzüne vâkif olunca, bu büyük merhametli pâdisâha karsi dil uzatanlari aslâ afvedip hos göremez!..

Sultân Abdülhamîd Han'in Dünyâ çapinda ithâmina vesîle olan sebeplerden biri de, devrinde basgösteren ermeni mes'lesidir. Ermeniler, ülkemizde yasayan gayr-i müslim teb'a arasinda bizim örf ve âdetlerimizi benimsemek yönünden müstesnâ bir durumda idiler. Asirlarca "teb'a-i sâdika" olarak yâdedilmislerdi. Fakat günün birinde kendilerini kullanarak siyâsî emellerine ulasmak isteyen Ruslar'in propagandalarina muhâtab olarak sadâkatten ayrildilar. Ilk önce Rus tahrikiyla baslayan ermeni kipirdanislari, sonradan bütün hiristiyan bati devletlerinin alâkasini celbetmis ve onlar da bu ihtilâfa dâhil olmuslardir.

Bu maksadla ermenileri silâhlandiran Ruslar'in faâliyetini ve bunun nihâî gâyesini görmekte gecikmeyen dâhî Sultân Abdülhamîd Han, ermenileri toplu olduklari bölgelerden saga sola cebrî bir sûrette göç ettirmek gibi bir tedbire bas vurmustur. Fakat bu kadar mâsumâne bir hareket, yahûdî destegi ile de beslenerek onun aleyhinde beynelmilel bir propaganda tezgahlanmasini intâc etmistir. Neticede kendisine Viyana'da îmâl edilerek gönderilmis bir kupa arabasina îmâlât esnasinda uzun bir zamana ayarlanmis saatli bir bomba yerlestirilmis ve bu bomba, kendisinin seyhulislâm ile Cum'a namazi hitâminda mûtâd hârici üç-bes dakika ayaküstü konusmasi sebebiyle o daha arabaya binmeden Yildiz Câmî-i Serîfi önünde infilâk etmis, asker, sivil bir çok insan ölmüs ve yaralanmistir. Herkesin telâsa kapildigi o hengâmede Sultân Abdülhamîd Han, sükûnetini muhâfaza ederek:

"Korkmayin, korkmayin!.."

diye bagirmis ve arabanin seyis mahalline oturarak ecnebî sefirlerin alkislari arasinda atlari kirbaçlayip sarayina avdet etmistir.

Devrinin sözde münevverlerinin gafletine bakiniz ki, Belçikali ermeni Jorris'in tertibi eseri olan bu suikati alkislayanlar görülmüstür. Hattâ zamanin gözde sâiri Tevfik Fikret, bu hâdiseyi anlatan 'bir anlik gecikme' anlamindaki "Bir Lahza-i Teaahur" isimli siirinde suikastçiyi 'sanli avci' diyerek tebcil etmekte ve suikasdin muvaffakiyetsizlikle neticelenmesinden dogan teessürlerini terennüm etmekteydi. Buna ragmen Sultân Abdülhamîd'in kendisine karsi en küçük bir mukâbelesini tarihler kaydetmemektedir.



Sultân Abdülhamîd devrinin gâilelerinden biri de o siralarda filizlenmeye baslayan yahûdî mes'lesidir. 1982 yilinda Isviçre'nin Bazel sehrinde 'ilk siyonist kongresini' toplamis olan Teodor Hertzel, daha önce yazdigi "Yahûdî Devleti" isimli kitâbiyla dünyâ yahûdîlerinin Filistin'de yeniden toplanmalari gerektigi yolunda tesebbüse geçmis ve bu gâye için o gün dünyânin en büyük zengini olan yahûdî Roçilt âilesinin destegini saglamisti. Onun namina iki kere Türkiye'ye gelen ve yahûdîlerin Filistin'e avdet edip orada ikâmet eylemeleri mukâbilinde Osmanli Devleti'nin dis borçlarini ödemek teklifini Roçilt namina Sultân Abdülhamîd'e arzetmis olan Hertzel'in, O'nun çelik gibi sert irâdesine çarparak redde mahkûm olmasi sebebiyle, yahûdîler tarafindan bütün dünyâda o büyük hükümdar için bir karalama kampanyasi baslatilmistir.

Bu kampanya sebebiyledir ki, otuzüç senelik saltanati boyunca hiç kimsenin burnunu kanatmamis, ancak ana ve babasini öldürmüs olan bir cânî disinda normal mahkemelerce verilen îdâm cezâlarini bile tenfiz ettirmemis, kendisine suikast yapan bir haremagasini ve hattâ ermeni Jorris'i dahî afvetmis bulunan Sultân Abdülhamîd Han için haksiz ve mesnedsiz bir sûrette 'kizil sultan' lakabi, meshur ve harciâlem bir hâle getirilmistir. Hayfâ ki, yahûdîlerin îcâd edip ermenilere armagan ettikleri bu iftirâ, böyle ecnebî kimselerden ziyâde vatanin o gün bugündür bir çok talihsiz Türk asilli nesilleri arasinda da revaç bulmustur.

Filistin'e göç edip yerlesmek gibi ilk nazarda mâsumâne görünen arzularinin Sultân Abdülhamîd tarafindan mutlak bir sûrette redde mahkûm oldugunu gören yahûdîler, o mübârek sahsiyeti bertaraf etmedikçe emellerine ulasamayacaklarini anlamakta gecikmediler. Bundan dolayidir ki, önce Istanbul'da ve sonra da yahûdî muhiti Selânik'te temerküz eden Ittihat ve Terakkî cemiyetini kurdurarak vatanin bir kisim bedbaht evlâdlarini bir propaganda sisinde bogdular.

Tehlikeyi gören Sultân Abdülhamîd, yahûdîlerin Filistin'de toprak satin almalarini yasakladigi gibi, onlarin bu emellerine muvâzaa yoluyla ulasmalarini engellemek için de, her arâzîsini satmak isteyenin yerini sahsî parasiyla satin alarak "emlâk-i sâhâne" hâline getirmistir. Filistin Çiflikât-i Sâhânesi böylece vücûda gelmistir. Sultan Abdülhamîd bunlara ilâveten oradaki müslüman nüfûsu da artirma yoluna gitmistir.

O sirada Rus tahrikiyle tesekkül etmis çeteler, Balkanlar'i cadi kazani hâline getirmis bulunuyordu. Bunlarla mücâdele eden birliklerin birtakim subaylari, Ittihat ve Terakkî ve onun arkasindaki yahûdîlerce igfâl edilmislerdi. Bunlar isyân ederek Abdülhamîd Han'i II. Mesrûtiyet'in ilânina zorladilar.

Abdülhamîd Han, yeni bir kânûn-i esâsî hazirlatip tatbik etmeyi düsünüyordu. Fakat gayet buhranli ve ihtilâl hazirliklarinin yapildigi karisik bir ahvâl içinde buna firsat bulamamisti. Mecbûren eski kânûn-i esâsîyi yürürlüge koydu.

Meclis-i Meb'ûsân 17 Aralik 1908'de toplandi. En azili Osmanli düsmanlari dahi meb'ûs seçilerek meclise girmisti. Hatta ne hazîndir ki, mecliste azinliklarin te'sîri müslüman meb'ûslardan daha çoktu.

Ittihat ve Terakkî iktidari, kisa zamanda halkin umûmî sûrette nefretini kazandi. Karsilastigi tenkîdleri siddetle bastiriyor ve muhâliflerini gazeteci veya fikir adami demeden suikastlerle yok ediyorlardi. Bu durum, zuhûr eden nefreti had safhaya çikarinca, kendi iktidarlarini korumak için sâdik adamlari sandiklari avci taburlarini Rumeli'den getirip Taskisla'ya yerlestirdiler. Ancak bunlarin baslarindaki subaylar, kisa zamanda Beyoglu âlemleriyle siyâset girdabina sürüklenip askerleriyle alâkalarini kestiler. Serbest kalan avci taburlari efrâdi, halkla temas edince, Ittihat ve Terakkî'nin irtikâb ettigi mel'ûnâne zulüm ve hiyâyetlerini ögrenerek kendilerini korumaya me'mur olduklari bu kadroya karsi ayaklandilar. Istanbul'da birkaç gün terör hâkim oldu. Bazi Ittihat ve Terakkî milletvekilleri sokak ortasinda katledildi. Iste 31 Mart Vak'asi denilen hâdise budur. Bu ayaklanma sebebiyle iktidarlarini tehlikede gören Ittihat ve Terakkî, Rumeli'den "Hareket Ordusu" denilen çogu rum, ermeni ve yahûdî çapulcusu onbes bin kisilik bir kuvveti Istanbul üzerine sevk ettiler.

Sultân Abdülhamîd, bu gürûha karsi -maalesef- asiri merhameti sebebiyle hareketsiz kaldi. Halbuki sarayinin etrafinda iyi tâlim ve terbiye görmüs otuz bin asker vardi. Neticede tâc ve tahti için su hengâmede bile kan dökmeye râzi olmayan Sultân Abdülhamîd, Hareket Ordusu'na arkalanan Ittihat ve Terakkî hükûmetince hal' olunarak tahttan indirildi. Usûlen tanzîm edilen fetvâ da, tamamen haksiz ve mesnedsizdi. Kendisine bulunabilen kusur, "kütüb-i mu'tebere-i dîniyyeyi cem' u ihrâk", yâni mûteber dînî kitaplari toplatip yaktirmakti.

Bu bühtanin asli sudur: O zaman Kur'ân-i Kerîm'in sahislarca basim ve yayini yasakti. Kur'ân-i Kerîm'i devlet bastirir ve parasiz dagitirdi. Sahislarin Kur'ân-i Kerîm tab'inda gereken ihtimâmi gösteremeyecekleri düsüncesiyle konulmus bulunan bu yasaga ragmen Kur'ân-i Kerîm tab' olursa, bunlar müsâdere edilip ihrâk olunur (yakilir), külleri de îtinâ ile çignenmeyecek bir topraga gömülürdü.

Diger taraftan, hal' fetvâsi âid oldugu makamdan sâdir olmamistir. Bu maksadla parlementoya celbedilen ve kendisine baski tatbik edilen fetvâ emîni Haci Nûrî Efendi, Pâdisâh'in hal'i için kâfî bir ser'î sebep mevcûd olmadigini beyândan sonra:

"Hal' mes'ûmdur (ugursuzdur)! Sultân Abdülazîz hal' edildi. Arkasindan koca Rumeli elden gitti. Rumeli'den milyonlarca muhâcir Istanbul'a geldi. Medrese ve câmîler, lebâleb bunlarla doldu. Ben o zaman medrese talebesiydim. Yetîm çocuklari sirtimda tasimaktan omuzlarim çürümüstü. Mâdem ki ille de Pâdisâh'in hal'ini arzu ediyorsunuz, kendisine arzediniz; O, kendi kendisini azletsin!.." dedi.



Bu münâkasaya sâhid olan Talat Pasa, ipin ucunun elinden kaçacagini anlayinca, ulemâdan olan milletvekillerine istenilen fetvâyi vermeleri için baski yapti. Bu baski neticesinde tefsir sâhibi Elmalili Hamdi Efendi'nin takrîri (söyleyip yazdirmasi) ile Sultân Abdülhamîd Han hakkindaki mâhut hal' fetvâsi ortaya çikti.

Hazindir ki, bu keyfiyeti Sultân Abdülhamîd'e teblig için parlementoca seçilmis bulunan dört kisilik hey'ete israrla Selânik meb'ûsu yahûdî Emanuel Karassou Efendi kendisini de dâhil ettirmisti. O koca Sultân, bu hey'ette su yahûdî çifiti da görünce, digerlerine dönüp:

"–Sizler müslümansiniz! Beni halîfe olarak görüp görmemeyi arzu etmek hakkinizdir. Lâkin bu yahûdînin aranizda isi ne?!." demekten kendini alamadi.

Onlar da, bu söz üzerine baslarini önlerine egdiler. O zaman Sultân, bütün bu olanlarin mukadderât îcâbi oldugunu düsünerek:

"Bu, azîz ve alîm olan Allâh'in takdîridir..." meâlindeki âyet-i kerîmeyi okudu.

Sarax
09-23-2008, 15:22
Azledildikten Sonra...

Hal' edilmesinin hemen ardindan Sultân, kasden bir yahûdî muhiti olan Selanik'e gönderilip orada zengin bir yahûdî âile olan Alâtîn-i Biraderler'in kösküne hapsedildi. Burada siradan bir adama bile revâ görülmeyecek zulüm ve baskilar altinda tutuldu. Çoluk-çocuk bütün âile efrâdi günlerce aç birakildi. "Emlâk-i sâhâne"si millîlestirildigi (!) gibi, menkul serveti de tamamen elinden alindi. Hareket Ordusu, Istanbul'a geldiginde Pâdisâh'in tahttan indirilmesini mutaakiben Yildiz Sarayi'ni tamamen yagmalayarak zenginlesmis bulunan subaylar, bir de bu sürgün hâdisesinden sonraki yagma ile "orduya hediye" (!) adi altinda âdetâ büyük bir servete kondular. O derecede ki, takriben on yil sonra Sultân Vahidüddîn merhûmun tâlimati ile yapilan tahkîkatta ortaya çikan tablo yüz kizarticidir. Yagmagir ve hirsizlarin listesi, Hareket Ordusu Mahmud Sevket Pasa'dan baslayarak en küçük zâbite kadar kocaman bir liste teskil etmis, fakat o buhranli zamanda bu hiyânetin hesâbini sormak -maalesef- mümkün olmamistir.

Sultân Abdülhamîd Han'i bertaraf eden Ittihat ve Terakkî erkâni ülkeyi câhilâne bir sûrette idâre etmeye basladi. Yumusak huylu pâdisâh Sultân Resâd, kendilerinin elinde âciz bir kukladan farksizdi.

Ittihat ve Terakkî hükûmetinin gaflet ve cehâletleri, birçok aci felâketlere sebeb oldu. Trablusgarb'daki mahallî mukâvemet devâm ederken Balkan Harbi çikti. Ordunun hiçbir ciddî hazirligi ve istihbarati yoktu. Düsmanin sür'atle ilermesi karsisinda Selânik'i tehlikede gören Ittihat ve Terakkî hükûmeti, Sultân Abdülhamîd'i oradan Istanbul'a nakletmek tesebbüsünde bulundu. Sultân Abdülhamîd, ne sebeple Istanbul'a nakledilmek istendigini sorunca, kendisine karsi karsiya bulunduklari askerî tehlike nakledilerek, düsmanin Selânik'e yaklasmakta oldugu bildirildi. Pâdisâh'in dis dünyâ ile yillardan beri bütün alâkasi kesilmis bulundugundan olup bitenlerden haberi yoktu. Durumu ögrenince dehsete kapildi ve:

"–Gâlibâ siz kiliseler mes'elesini hallettiniz!.." diye hicranla haykirdi.

Ardindan bunu kendisine haber veren Râsim Bey'e büyük bir öfke ile:

"Râsim Bey! Râsim Bey!.. Selânik demek, Istanbul'un anahtari demektir! Ordumuz nerede, askerimiz nerede?.. Ecdâd kanlariyla sulanan bu topraklari nasil terkederiz? Biz buralari birakip gidersek, târih ve ecdâd bizim yüzümüze tükürmez mi?.. Birâderim Hazretleri, buranin tahliyesine râzi mi oldular? Nasil olur? Hayir, ben râzi degilim!... Yetmis yasimda olduguma bakmayin! Bana bir tüfek verin, asker evlâdlarimla beraber Selânik'i son nefesime kadar müdâfaa edecegim..." dedi.

Fakat kendisine Sultân Resâd'in selâmi ve ricâsi iletilince, bir Osmanli hânedâni mensûbu olmanin mes'ûliyeti ile Pâdisâh'in irâdesine boyun egmek zorunda kalarak Istanbul'a nakledilmeyi kabul ederken, büyük bir teessür içindeydi.

Dogruydu. Balkan kavimlerinin aralarinda bir ittifak kurulmasinin asil sebebi, kiliseler mes'elesinin halledilmis olmasiydi.

Oysa Abdülhamîd Han, Istanbul'da Balat'taki Rum ortodoks patrikliginin karsisina bunlarin Rum patrikligine muâdil ve onunla ayni hukûka sahib "erksahlik" adiyla Bulgar kilise riyâsetini te'sis etmisti. Patrikhâne demek olan bu müessesenin binasini da, bir gecede monte ettirmisti.

Bu surette Bulgar kilisesi, Sultân Abdülhamîd'in bu siyâsî manevrasi ile teessüs etmis oldu. Bu bir ihtiyaç oldugu ortaya çikinca, Bulgar ve Rumlar'in müstereken oturduklari yerlerde kavga basladi.

Gâfil Ittihatçilar, is basina gelince, "kiliseler kanunu" denilen bir kanun çikardilar. Rum ve Bulgarlar'in müstereken yasadiklari yerlerdeki kiliseleri onlar arasinda taksimi için nüfûs ekseriyetini esas aldilar. Sayim yaptilar. Hangi taraf ekseriyette ise kiliseyi hükûmet kuvvetlerini kullanarak o tarafa teslim edip kilisesiz kalan tarafa da iki sene içinde devlet parasiyla yeni bir kilise yaptirarak aralarindaki ihtilâfi bertaraf ettiler.

Bu surette kiliseler kavgasi hitâma erince, Bulgarlar ve Yunanlar, birkaç yil içinde dost olduklari gibi, ezelî düsmanimiz Sirplilar'i da yanlarina alarak Balkan Harbi'ni baslattilar.

Ittihat ve Terakkî hükûmetlerinin cehâlet ve hiyânetleri saymakla bitmez... Sultân Abdülhamîd Han'in artik yahûdî güdümüne girmis bulunan Ingiliz siyâsetine karsi Almanlar'i tahrîk etmesinin mâhiyyetini anlayamayan Ittihatçilar, Balkan Harbi'ni mütaakiben ortaya çikan I. Cihan Harbi'ne de Almanlar'in yaninda girmek ahmakligini gösterdiler. Hem de bir yahûdî emr-i vâkîsi ile...

Ittihatçilar, düsman tazyîkindan kaçiyormus gibi yaparak Çanakkale Bogazi'ndan içeriye giren Goben ve Breslaw isimli iki Alman zirhlisini gûyâ onlari satin aliyorlarmis gibi göstererek müttefiklerin protestolarindan kurtulmak istediler. Bu gemilerin filo kumandani Amiral Suson yahûdî asilli idi. Hususî bir tâlimatla hareket ediyordu. Gemi efrâdinin Istanbul'da sikildigini söyleyerek Karadeniz'e açilmak müsaadesi istedi. Artik Osmanli bayragi çekmis olan bu gemilere bir Türk kumandan tâyin edilmemisti. Amiral Suson, Karadeniz'de bir Rus nakliye gemisine taarruz ederek Osmanli Devleti'ni bu emr-i vâkî ile harbe soktugu zaman, bundan, Enver Pasa disinda hükûmet erkânindan hiç kimsenin haberi yoktu.

Henüz Balkan Harbi fâciasinin yaralari sarilmamisken sirf Almanlar'in yükünü hafifletmek maksadiyla Osmanli Devleti'nin hazirliksiz bir surette harbe dâhil olmasi, yikilisin en korkunç âmili olmustur.

Harbin sonu belli olmaya basladigi hengâmede, Sultân Abdülhamîd'i devirmekle hatâ ettiklerini nihâyet anlayabilen Ittihat ve Terakkî reisleri Enver ve Talat Pasalar, artik Beylerbeyi Sarayi'nda ikâmet etmekte bulunan mahlû (tahttan indirilmis) Pâdisâh'i ziyâret edip fikrini sordular. O koca Sultân, bir atlas getirterek onlara, Ingiliz sömürgelerini göstertti. Nüfûslarini yekûn ettirdi. Sonra Almanlar'in sömürgelerini sordu. Tâbi Almanlar'in sömürgesi olmadigi ortaya çikti. Sultân keder dolu bir hüzünle:

"–Su hesâbi da mi yapamadiniz?!. Hiç Ingiltere'ye karsi Almanlar'in yaninda harbe girilir miydi? Ben Almanlar'i Ingiliz emellerini dengelemek için kullandim. Bundan öteye birsey düsünmedim. Simdi fikrimi soruyorsunuz!.. Bu evvelce gerekliydi; artik çok geç!.." dedi.

Ikisi de nemli gözlerle sarayi terkederlerken:

"–Bizler böyle bir sultanin kiymetini takdîr edemedik! Ne büyük bir hatâya düstük!.." diyorlardi.


a
Çanakkale Harbi esnasinda düsman donanmasinin Marmara Denizi'ni geçebilecegi endisesi ile tedbir olarak pâdisâh ve hükûmetin Eskisehir'e nakli kararlastirilmisti. Abdülhamîd Han, durumdan haberdar olunca bunu büyük bir cesâret ve secâatle redderek:

"–Ben Fâtih Sultan Mehmed Han'in torunuyum!.. Hiçbir zaman Bizans imparatoru Kostantin'den asagi kalamam! Dedem Fâtih Istanbul'u alirken, Kostantin askerinin basinda savasa savasa ölmüstür. Birâderim nereye giderlerse gitsinler.. Fakat bilinmelidir ki, o ve hükûmet, Istanbul'dan ayrilirlarsa bir daha dönemezler. Bana gelince; ben, Beylerbeyi Sarayi'ndan ayagimi disariya atmam!" dedi.

Nitekim O'nun bu kararliligi karsisinda pâdisâh ve hükûmet Istanbul'da kaldi. Böylece devletin daha o gün yikilmasi önlenmis oldu.

Son derece yogun, yorgun ve çileli bir ömürden sonra Abdülhamîd Han, yetmis yedi yasinda 10 Subat 1918'de rahmet-i Rahmân'a kavustu. Mekâni cennet olsun!.. Rahmetullâhi Aleyh..


a
Ulu Hâkan, 1918'de vefât ettigi zaman bütün magdur ve mazlûm millet yas baglamis, bütün Istanbul halki görülmemis mahserî bir kalabalikla O'nu dîvân yolundaki türbesine defnederek Âhiret'e yolcu ederlerken bazilari:

"Bizi birakip nereye gidiyorsun Ulu Hakan?" diyerek agit yakmislardir.

Kendisine karsi en çirkin ve siddetli muhâlefeti göstermis bulunanlar bile, zamanla ve arkasindan sökün etmis olan fâcialarin îkâziyla uyanarak nedâmet hislerini terennüm etmislerdir. Bunlardan biri olan filozof Rizâ Tevfîk'in de kulaktan kulaga yayilip meshur olmus bulunan Abdülhamîd-i Sânî'nin Rûhâniyetinden Istimdâd isimli si'rini dikkatlerinize sunalim:

Nerdesin sevketli Abdülhamîd Han?

Feryâdim varir mi bârigâhina?..

Târihler adini andigi zaman;

Sana hak verecek ey koca Sultan!

Bizdik utanmadan iftirâ atan;

Asrin en siyâsî Pâdisâhina!..

Pâdisâh hem zâlim hem deli dedik;

Ihtilâle kiyâm etmeli dedik;

Seytan ne dediyse biz "belî" dedik;

Çalistik fitnenin intibâhina...

Dîvâne sen degil, meger bizmisiz;

Bir çürük iplige hülyâ dizmisiz;

Sâde deli degil, edebsizmisiz;

Tükürdük atalar kiblegâhina!..

Nâdimlerden biri olan Süleyman Nazif de nedâmet hislerini söyle ifâde eder:

Kaç zamandir gelmemisken yâda biz;

Iste geldik Sen'den istimdâda biz;

Hasret olduk eski istibdâda biz!..


a
Filistin'in ilk mazlûmu Abdülhamîd Han'dir. Çünkü hal'i O'nun Filistin mes'elesinde yahûdî Teodor Hertzel'e mukâvemeti sebebiyle gerçeklesmistir.

Vefâti ile bütün Islâm âlemi âdetâ yetim kalmistir. Çünkü gerçek mânâsiyla hilâfeti ayakta tutan O idi. Kendisinden sonra -askerî gâileler sebebiyle- bir daha bu dirâyeti göstermek mümkün olmamistir. Gerçekten Sultân Abdülhamîd, 1900 yilinda Çin'de milliyetçi bir grup tarafindan Alman büyükelçisi Kettler katledilip büyük bir bati aleyhtari hareket baslayinca, "Boxer Isyâni" denilen bu hâdise dolayisi ile Wilhem'in kendisinden yardim istemesini bahane ederek oraya bir "nasîhat hey'eti" göndermis ve Pekin'de uzun müddet faâliyet gösterecek olan "Hamidiyye Üniversitesi" adiyla bir dînî tedris müessesesi kurmustur.

Yine Japonya'ya, tarihimizde "Ertugrul Fâciasi" diye bilinen bir ilmî hey'et gönderip Islâm'i oralara kadar yaymak ve hilâfet nüfûzunu âlem-sumül bir duruma getirmek yolunda yürüyen Sultân Abdülhamîd'in su Islâmci siyâsetinin sumül ve kuvvetini anlayabilmek için, Medîne-i Münevvere'ye kadar dösetmis oldugu demiryolu hattinin, devlet kesesinden bir kurus çikmadan sirf dünyâ müslümanlarinin yardimlariyla gerçeklesmis bulundugunu hatirlamak kâfîdir.

Sultân Abdülhamîd, o ileri görüslü insandi ki, Amerika'da horlanan zencilerin maruz kaldiklari zulümlerden istifâde ile onlari Islâm'a çekmek maksadiyla oraya propagandacilar gönderdigi ve bugünkü zenci-müslüman varliginin tesekkülüne âmil oldugu da bir gerçektir.

Oturdugu yerden dünyâyi fotograflarla tâkib eden ve bundan dolayi bugün kendisinden üç binden ziyâde albüm kalmis bulunan Sultân Abdülhamîd, zamaninda dünyâdaki bütün gelismeleri harfiyyen tâkib etmekteydi. Meselâ 1904 Rus-Japon harbinde dünyâda hiçbir Allâh kulu Japonlar'in gâlip gelecegine ihtimal vermezken O, uzak sarka gitmek üzere bogazdan geçen Rus gemilerinin, Sadrazam'ina geri dönmeyeceklerini söylemistir. Hattâ bu harbi meshur Pertev Pasa vâsitasiyla günü gününe tâkib ederek Ruslar'in Japonlar'a maglûb olmasinin kendi devleti hesâbina kazançli neticelerini devsirmekten geri kalmamistir.

Son söz olarak su husûsu belirtmeliyiz ki, Sultân Abdülhamîd, O'nun mübârek sahsiyeti, siyâsetinin incelikleri ve zamaninin dâhilî ve hâricî gâileleri böyle makale hacimli yazilara sigmaz... O umûm milletin müstehak oldugu musîbetleri bertaraf için bir beser tâkatinden umulmayacak derecede gayret gösterdigi hâlde, netice serîrlerin galebesi sûretinde tahakkuk etmisse, bunu kader perspektifinden bakmadikça anlamak mümkün degildir. Böyle bir dirâyet içinse, kendisinin su sözünü okuyucularimiza yardimci olabilecegi düsüncesiyle zikrederek yazimiza nihâyet verelim:

O, Hareket Ordusu'na karsi hareketsiz kaldigi yolundaki tenkidlere cevâben buyurmustur ki:

"–O gürûhun önünde Hizir -aleyhisselâm-'i görmesem, böyle yapmazdim!.."

Abdülhamîd Han'in dindarligi, hizmetleri, merhameti, zekâsi ve kâbiliyeti destanliktir. O'nun ihlâsini su hâtira ne güzel ifâde eder:

Sultan Abdülhamîd Han, âcil bir is zuhûr edince, gecenin hangi vakti olursa olsun uyandirilmasini ister, ertesi güne birakilmasina rizâ göstermezdi. Bu hususda mâbeyn baskâtibi Es'ad Bey, hâtirâtinda söyle demektedir:

"Bir gece yarisi, çok mühim bir haberin imzâsi için Sultân'in kapisini çaldim. Fakat açilmadi. Bir müddet bekledikten sonra tekrar çaldim, yine açilmadi. diye endiselendim. Biraz sonra tekrar çaldim; bu sefer kapi açilarak Sultân, elinde bir havlu ile kapida göründü. Yüzünü kuruluyordu. Tebessüm etti:

"Evlâd! Bu vakitte çok mühim bir is için geldiginizi anladim. Kapiyi daha ilk vurusunuzda uyanmistim, ancak abdest aldigim için geciktim; kusura bakma!. Ben bu kadar zamandir milletimin hiçbir evrakina abdestsiz imzâ atmadim... Getir imzâliyayim!.." dedi.

Ve "besmele" çekerek evrâki imzâladi."

Hattâ zevcesi, Abdülhamîd Han'in bu husûsiyetiyle alâkali olarak, O'nun yataginin basinda dâimâ temiz bir tugla bulundurdugunu ve bununla yataktan kalktiginda çesme mahalline kadar abdestsiz yere basmamak için teyemmüm aldigini, sebebini sordugunda da kendisine:

"Bunca müslümanlarin halîfesi olarak, biz sünnet ölçülerine dikkat etmezsek, ümmet-i Muhammed bundan zarar görür!.." dedigini nakleder.

Mâbeyn kâtiplerinden Abdülhamîd Han baglilarindan olmayan birisi de hâtirâtinda su câlib-i dikkat hâdiseyi anlatir:

"Bir aksamdi. Mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmistim. Gelen mektub, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertibleyip huzûra çikmak üzre iken bir telgraf geldi. Istanbul Lâleli Postahanesi me'mûrlarindan birinin Hünkâr'a çektigi bir telgrafti bu:

Bîçâre me'mur, karisinin o gece dogum yapacagini ve dogumun da tehlikeli olacagina dâir doktorlarin îkâz ettigini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadigini, bu sebeple merhamet-i sâhâneye sigindigini, bildiriyordu.

Ben de bunu pek kayda deger görmeyerek zât-i sâhâneye verecegim listenin içerisine almadim.

Ancak huzûrda, Pâdisâh âdeti üzere herseyi ayri ayri gözden geçirdikten sonra ilâve etti:

"–Baska birsey var mi?"

"–Kayda deger birsey yok efendim!" dediysem de Sultân'in israrla suâlini tekrarladi ve:

"–Sen kayda deger saymadigini da söyle!" dedi.

Bunun üzerine mâlum telgraftan bahsettim. Arza degmeyecegini düsünerek listeye almadigimi bildirdim. Hüzünlenerek tâlimat verdi:

"–Hemen getiriniz!"

Saskin bir vaziyette telgrafi getirdim. Sultân, orada yazilanlari dikkatle okudu. Ardindan düsündügümün tam aksine derhal saray doktorunu çagirtarak bana döndü:

"Derhal beraberce Lâleli'ye gidiniz ve dogum yapacak olan kadincagiza gerekli müdâheleyi yaptiriniz!" diye ferman buyurdu.

Sultân'in bu emri üzerine saray doktoru ile o memurun evine gittik. Vazîfemizi yerine getirip hastaneden döndügümüzde ise, vakit sabaha yaklasmisti. Saraya girince, kapinin sesinden bizi farkeden Sultân, perdeyi araladi ve eliyle "gelin" diye isâret etti.. Odasinin isiklari yaniyordu. Demek ki, sabaha kadar ibâdet ve duâ ile mesgul olmustu.

Hemen huzûruna girdik. Neticeyi sordu. Oldugu gibi anlattim:

"–Sultânim, dogum bir hayli müskil oldu. Ancak mütehassis doktorlarin gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdülillâh.. Bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adini da Abdülhamîd koydular. Sabaha kadar gözyaslari içinde zât-i âlînizin ömür ve devletlerine duâ ettiler..."

Bizi ayakta dinleyen milletin merhametli babasi olan Hünkâr, bu durum üzerine rahatlayarak derinden bir "elhamdülillâh" dedi. Sonra paravananin arkasina geçerek iki rek'at namaz kildi.

Osmanli Devleti'nin 620 senelik san ve seref dolu târîhini sâir ne güzel hulâsa eder:

Sarax
09-23-2008, 15:22
Kimdim?
A'sâra sorarsan, beni söyler sana kimdi?

Bir baska denizdim, kürenin rub'u benimdi!..

Mermîler, alevler beni bir kal'a sanirdi,

Efserlerin enkâzi uçar, dalgalanirdi...

Cevvâl atimin kanli, kivilcimli izinde,

Bir umk idi aksim ebediyyet denizinde.

Çarpardi gögün kalbi hilâlin avucunda,

Titrerdi yerin tâlii mermîmin ucunda...

A'sâr elimin çizdigi mecrâdan akardi,

Üç kit'ada magrûr atimin izleri vardi...

Fevkinde uçarken o nesîbin, bu firâzin,

En sanli hükümdâr-i hurûsânina arzin

Tek bir nazarim berk-i inâyetti, keremdi;

Iklîli hediyyemdi, ekaalîmi hibemdi...

........

Dünyâ bilir iclâlimi, "ben böyle degildim!"

Sarax
09-23-2008, 15:22
Sultan Mehmed Resad

Babasi : Sultan Abdülmecid
Annesi : Gülcemal Kadin Efendi

Dogumu : 2 Kasim 1844

Vefati : 3 Temmuz 1918

Saltanati : 1909 - 1918 (9) sene



--------------------------------------------------------------------------------

Besinci Mehmed Resad Istanbul'da dogdu.Orta boylu, mavi gözlü ve beyaz tenli idi. Siirle de mesgul oldu. Fakirlere ve hastalara çok yardim ederdi. Tarih kitaplarini okumaktan zevk alirdi. Çok kuvvetli bir hafizaya sahipti.Babasi onun tahsiline cok ehemmiyet verdi.Daha ziyade sark ilimleri ile mesgul oldu.Sultan Devrinde idareye hiç tesiri olmuyordu.Daha ziyade devlet pasalarin ellerindeydi. Mesrutiyet ilân edilmis ve Meclis-i Mebusan karari müessir olarak bulunuyordu.Bu devirde 1910 senesinde Arnavutluk isyani bastirildi. 1912'de Balkan Harbi basladi.1914'de Almanlarin safinda, Birinci Dünya Savasina girildi. 1915'de Müttefikler hemen bütün taarruzlari durdurdu. Ingilizler ve Fransizlar Çanakkale'de 130.000 ölü verdiler.1916'da Çanakkale'yi geçemiyeceklerini anlayan Ingiliz ve Fransiz kuvvetleri çekildiler.1917'de yapdan antlasma ile Rusya, Kars,Batum ve Ardahan'dan çekildi. 1918 senesinin Temmuz ayinda Besinci Mehmed Resad vefat etti. Vefatinda 73 yasini geçiyordu. Eyüp Sultan'daki türbesine gömüldü. (Allah rahmet eylesin)

Erkek çocuklan : Mehmed Necmeddin,Mehmed Ziyaeddin, Ömer Hilmi.

Kiz çocugu olmamistir.

Sarax
09-23-2008, 15:22
Sultan Mehmed Vahiduddin (Vahdettin)

Babasi : Sultan Abdülmecid
Annesi: Gülistü Kadin Efendi

Dogumu : 2 Subat 1861

Vefati : 15 Mays 1926

Saltanati : 1918 - 1922 (4) sene



--------------------------------------------------------------------------------

Mehmed Vahidüddin de Istanbul'da dogmustur. Orta boylu, zayü fakat kuvvetli bir vücudu vardi. Kiymetli ulema tarafindan iyi bir tahsil yaptirildi.Tahta çiktiginda Osmanli Devleti en kötü günlerini yasiyordu. Birinci Dünya Savasinda kendi cephelerimizde gâlip gelmemize ragmen yenik çikmistik. En agir sartlari ihtiva eden Mondros ve Sevr anlasmalari yapildi. Devletin tamamen elden çiktigini gören padisahin yüksek seviyede bir gizli toplanti yaparak zamaninin kabiliyetli subaylarina, Anadolu'ya geçip milleti istilâcilara karsi ayaklandirip teslim olmamalarini tavsiye ettigi söylenir. Anadolu'da Milli kiyam harekâti oldu. Milli Meclis tesekkül etti. Yeni meclis Padisahligi kaldirarak, Cumhuriyet idaresini kabul etti. Zaten Istanbul isgal altinda idi.Padisahin elinde ne bir kuvvet ve ne de bir selâhiyet vardi. Padisahligin kaldirilmasi ve Osmanli Hanedanina yapilan tenkitlerin son hadde varmasiyla Istanbul'dan, dolayisiyle Türkiye'den ayrildi. 641 senelik Osmanli Hanedaninin son üyesi, son padisahi ve müslümanlarin yüzüncü halifesinin bu ayrilisinda sene 1922 idi. Avrupa'nin bir çok yerlerine ugradi. Pek çok yerden oturma teklifi aldi. Fakat hiç kimsenin gizli gayesine alet olmadi. Nihayet Italya'nin San Remo sehrinde oturmaya karar verdi. Vefatina kadar orada kaldi. Hayati maddi sikintilar içinde geçti. 15 Mayis 1926 tarihinde vefat etti. Cenazesi Türkiye'den istenmedigi için Türkiye'ye getirilemedi. Borçlari bulundugundan tabutuna haciz kondu. Suriye Devlet Baskani cenazeye sahip çikti ve tabutu Suriye'ye getirtti. Sam'da Sultan Selim Camii avlusuna defnedildi. Vefatinda 65 yasinda idi. Defnedildigi mezarlik 1965 senesinde park haline getirildi. Simdi mezarinin da kat'i olarak nerede oldugu belli degildir. (Allah rahmet eylesin). Son padisahin Seyhülislamlari: Musa Kazim Efendi, Dagistanli Ömer Hulusi Efendi, Hayderi Zâde ibrahim Efendi, Mustafa Sabri Efendi, Dürri Zade Abdullah Efendi, Medeni Mehmed Nuri Efendi.

Sadrazamlari : Talat Pasa, Izzet Pasa, Ahmed Tevfik Pasa,Damad Ferid Pasa, Ali Riza Pasa, Hulusi Salih Pasa ve Tevfik Pasa.

Erkek çocuklari: Mehmed Ertugrul Efendi.

Kiz çocuklari: Rukiye Sultan, Sabiha Sultan,Fatma Ulviye Sultan.

Sarax
09-23-2008, 15:23
PATRIKHANE FITNESI VE "PONTUS RUM DEVLETI HAYALI"




Ilk, orta, lise ve hatta Harp Okulu'nda, Hukuk Fakültesi'nde okutulan Tarih kitaplarinda Birinci Dünya Savasi'nin sebebi olarak Sirp Prensi'nin katili, Alman-Ingiliz rekabeti olarak gösteriliyordu. ABD Texas El Paso'da ABD Kuvvetleri Hava Savunma ve Füze Okulu'nda iken tatil günlerimi El Paso Kütüphanesi'nde geçirirdim ve bazi notlar çikarmisim. Geçenlerde arsivimi düzenlerken bu notlardan biri elime geçti: "Birinci Dünya Savasi, Bati medeniyetine yabanci olan Osmanli Türkleri'nin, Avrupa'dan kovulmasi ve Balkanlar'in müslümanlardan temizlenmesi için baslatildi... Türkler'i Avrupa'da birakmak Bati medeniyetine karsi islenmis bir suçtur. (ABD Baskani Roosevelt)"

Birinci Dünya Savasi'ndan sonra Kibris, Ege Adalari ve Balkanlar'dan Anadolu'ya göç baslatilip yerine Hiristiyanlar dolduruldu. 10 Ocak 1923'te Lozan Konferansi'nda Ismet Inönü biraz direnseydi Patrikhane'nin Istanbul disina nakli için hazirlik yapmislardi. Ama Yunan kültürünün asiri hayrani Ismet Pasa diger delegelerin arzusunu hiçe sayarak Patrikhane'nin Istanbul'da kalisini kabul etti. Lozan'da bütün delegeler Patrikhane'nin siyasi kimliginden uzaklasarak sadece dinî faaliyetlerde bulunmasini kabul ettiler. Lozan'da agirligini hissettiren ABD gözlemcisi Richard Child ve Ingiliz Heyeti Baskani Lord Curzon Ismet Pasa'ya: "Türkiye'nin iç ve dis ticari faaliyetlerinin ve bankacilik hizmetlerimizin yaninda, sanatta ve sosyal hayatta batililasmasinda Yahudi, Rum ve Ermeniler tarafindan yürütüldügünü, bunlarin sinirdisi edilmesi halinde Türk ekonomisinin felce ugrayacagini ve bu kadar büyük kitleyi sinir disi etmeye Türkiye'nin hakki olmadigini söyleyip Ismet Pasa'yi ikna ettiler. Anadolu'dan Yunanistan'a göç eden Rumlar'in çogu Türk asilli Ortodoks idiler. Yine Amerika El Paso Kütüphanesi'nden aldigim notlar arasinda Istanbul'da 15 yil yasamis Amerikali Amiral Colby Mehester'e göre: "O tarihte çogu Istanbul'da yasayan ve Patrikhane tarafindan korunan 30 casus Türkiye'de bulunuyordu." Batili dis politika uzmanlarina göre: "Türkiye'ye basta Orta Asya Cumhuriyetleri olmak üzere bütün Rusya Federasyonu bünyesinde ve özellikle Kafkas ülkelerinde Ortadogu'da, Avrupa'da ve Yunanistan, Bulgaristan, Romanya ve yine Yugoslavya'da bulunan ve çogu Türk asilli olan müslüman topluluklara Türkiye tarihi ve tabii sorumluluklari bakimindan sahip çikabilse yeterli lobicilik faaliyetlerini yürütebilse dünya devletleri nezdindeki agirligi ve itibari bir kaç misli artacak.

Patrik Bartholomeos Selanik ve Iskeçe'de dört günlük ziyaret esnasinda Yunan Içisleri Bakani Teodoros Pangolos ile görüstü. patrikhane ile Yunanistan, Amerika Ortodoks kilisesi Baspiskoposlugu'na Spiridon'un tayinine tepki göstermis ve Yunan Disisleri Bakanligi'nin her yil yaptigi ödenek kesilmisti. Görüsmeden sonra Pangolos "Patrikhane'nin varligi faaliyeti ve ilgisine tesekkür ederim" derken Bartholomeos ise: "Pangolos'tan Yunanistan'i Patrikhane'ye ilgisinin gelecekte de devam edeceginin teminatini aldim" demistir. Pangolos ayrica "Patrikhane'nin günümüzde ruhî ve zihnî ihtiyaçlara cevap vermek için büyük imkanlari vardir. Buna paralel olarak helenizmin kültürel kisiligimizin temel unsurlarindan olan geleneklerimizin korunmasini saglayan bir müessese olarak Patrikhane'den ümitleri vardir" demistir. Heybeliada'daki papaz okulu 1971 yilinda askeri dönemde çikarilan özel üniversiteleri yasaklayan, devlet üniversitesine dönüstüren kanun ile kapatilmistir. Sonradan özel üniversitelerin devlet denetiminde olma sartiyla açilmasina izin verilmisse de Patrikhane, devlet denetimine karsi çikmaktadir. Su andaki Patrik Heybeliada Papaz Okulu'nu yeniden gündeme getirmistir. ABD'ye iki aylik ziyaretinde bunu Clinton basta olmak üzere Türkiye'de sikayet edecektir. Imam Hatipler'in orta kismi kapatilmistir. Yakinda Heybeliada Papaz Okulu fakülte hatta üniversite olarak açilirsa sakin sasirmayin. Çünkü Cezayir daha dogrusu Suriye'deki gibi mezhep ve ateist azinliga dayali dikta rejim pesinde olan bazi güçler dinlere degil Islam'a düsmandir.

Bizans Imparatorlugu hayali ile yanip tutusan Fener Rum Patrigi Bartholomeos ile birlikte Rahmi Koç, uluslararasi silah tüccari Aga Han, Dünya Yahudi Cemaatleri temsilcileri, bir yigin Yunanli çevre bilimci ve isadamlarindan mütesekkil 400 kisilik bir heyet "Bilim ve Çevre Sempozyumu" adi altinda Karadeniz'i kurtaralim slogani ile Pontus hayali gündeme getirildi. Bu heyetin süper lüks "Eleftherios Venizelos" adli gemi ile yolculuklari ayri bir mesajdir.

1996 yilinin 15 Agustos'unda Kutsal Sümele Yortusu'na denk gelen Karadeniz Helen topluluklari 1. Kongresi yapilmistir. 20 Eylül 1997'de ise Karadeniz'i kurtaralim slogani ile Pontus gündeme getirildi. Yorgo Andreadis kitap gelirlerini ve Yunanistan'daki bir vakif Sümela Manastiri'na, Foça Müzesi'ne yardim ediyor ve Tonya Lisesi'ni birinci bitirene burs veriyor. Gemideki 400 kisiyi devlet bakani karsiladi. Bu 400 kisi Ayasofya ve Bizans eserlerini gezdikten sonra Patrikhane'ye gittiler. Türkiye Cumhuriyeti kanunlarina ve Türkiye'nin taraf oldugu (Lozan dahil) uluslararasi anlasmalara göre Istanbul Valiligi ve Fatih Kaymakamligi'na bagli Rum kökenli 3 bin civarinda vatandasin dini lideri olmasi gerekirken 270 milyon Ortodoks'un lideri rolünü oynamaktadir. Yunanistan S-300 füzeleri ile güneyden gösterip kuzeyden vurmaktadir. Patrik'in burnu dibinde Haliç dururken Trabzon'da isi ne? Kaldi ki, Karadeniz Trabzon'dan kirlenmiyor! Karadeniz turu aslinda Megalo Idea turudur. Odessa'da Fener Patrigi Bartholomeos ile Rus Otodoks (Moskova) Patrigi Alexy II "ortodoks birligi" için görüsmüslerdir. Baris treninin yapamadigi bu sempozyum ile yapilmistir. Amaç Karadeniz'i temizlemek degil Ortodoks dünyasina mesaj vermektir. Türk-Ortodoks Patrikhanesi Baskani Selçuk Erenerol, "Bartholomeos'un niyeti ortodoks dünyasinin lideri olmaktir. Bu sempozyum da çevre kilifi adi altinda düzenlenmis ekümenlik zirvesidir" demistir.

Selanik'te düzenlenen 4. Dünya Pontus Helenizm Kongresi basarisizlikla neticelenmistir. Kuzey Yunanistan, Güney Yunanistan, Avrupa Pontuslular ve eski Sovyetler Birligi'nden göç eden Pontuslular'i temsil eden dernekler katilmistir. Yunanlilar'in eski Yunanlilar ve Bizans'la ilgisi olmadigi gibi Pontus'la ilgisi yoktur. Amerikali yazar Alfred Duggan King of Pontus isimli kitabinda "Pontus Krali'nin hiç birinin Yunanlilar'la ilgisi yoktur. Hepsi kendilerini Anadolulu saymislar, Anadolu'nun bütünlügü ve bagimsizligi için çalismislardir" demektedir. Milliyetçi gençler sempozyuma degil Yunanistan'in Pontus'u yeniden kurma amacina hizmet ettigi için tepki göstermislerdir. Istanbul ve Çanakkale Bogazlari'ni tek idare altinda özerk kurulus teklifinin altinda da da Bizans hayali vardir. Fener Ortodoks Patrigi, 19 Ekim 1997'de bir ay süren bir resmi gezi yapacaktir. ABD Baskani Bill Clinton ve Disisleri Bakani Madeleine Albright ile görüsecek. ABD'de 1.5 milyon Rum azinligi vardir. Beyaz Saray'da 3 saat kalacak olan patrige Kongre "Altin Madalya" verecek. Beyaz Saray ve Kongre'de sayili devlet adami için düzenlenen bir agirlama programi hazirlanmistir.

Fener Rum Patrikhanesi'nin uluslararasi nitelikte organizasyon yapmasina "patrigin ekümenlik kimligini tescil olur" gerekçesiyle bugüne kadar izin verilmiyordu. 1997 yilinda Rahmi Koç'un ve Edinburg Dükü Prens Philip'in (Yunan asillidir) himayesinde Patrikhane'nin "Çevre Toplantisi" adi altinda uluslararasi bir toplanti yapmasi için gayret harcandi. Içisleri Bakani'nin vermedigi izni Süleyman Demirel'in sagladigi sayiasi vardir. Heybeliada'daki toplanti "Patrikhane'nin bagimsizligi için adim" olarak degerlendirildi.

Sempozyuma katilanlari tasiyan Yunan gemisinin adinin Venizelos olmasi elbette rastlanti degildir. Venizelos, 1919'da Anadolu'yu isgal için Yunan ordusunu Izmir'e yollayan basbakandir. Ayni tarihte Rumlar'i ayaklandirip Pontus devletini kurmak için Trabzon ve Samsun'a 100 subay yollayan kisidir. Fener Rum Patrikhanesi öncülügünde 20-28 Eylül 1997 tarihinde gerçeklestirilen "karadeniz'i Kurtarma Çevre Kirliligi" kilifi sempozyumunun ardinda Pontus hayali bulunuyordu. Devletin resmi haber ajansi (A.A)'nin bir haberine göre sempozyuma katilanlara Karadeniz'i "Pontus Gölü" olarak gösteren haritalar dagitilmistir. bu haritada yer alan kentler rumca isimlerle gösterilmistir. Trabzon "Trapezus olarak gösterilmektedir. Sempozyum'u düzenleyen komite tarafindan dagitilan programda Fener Rum patrigi evrensel (ekümenik) patrik olarak gösterilmektedir. Inancini yasamaktan baska bir gayesi olmayan bürokratlara kiyim yapanlar ve kiyim için emir verenler bu ihanet belgesi karsisinda susmaktadirlar. Trabzon'da Rum Halk oyunu (Pontia Dansi) yapan ekip yoktur. Bu dünya kamuoyunu aldatmak için bir yalandir. Sempozyum'da Ortodoks patrigi Bartholomeos için "the ecumenical patriarch" (Evrensel patrik) tabiri kullanilmistir. Yunan Istihbarat Teskilati Pontus propagandasi için bu sempozyum senaryosunu hazirlamistir. Venizelos Gemisi'nin Pontuslu Rumlar'in göç ettigi Batum, Yalta, Odessa, Köstence, Varna ve Selanik'e gitmesi manidardir. Bu teskilat, amacinin disina tasarak dagittigi haritalarda Karadeniz'i "Pontus Gölü" olarak göstermesi düsündürücüdür. Ege'yi gaflet ve hatta bazilarinin ihanet derecesine varan ihmalleriyle Yunan Gölü yaptiranlar simdi de Karadeniz'in "rum Gölü"ne dönüsmesi hayaline Bati'ya sirin görünmek ugruna seyirci mi kalacaklar? S-300 füzelerine gösterilen hassasiyetden daha fazla Patrikhane'ye dikkat edilmelidir.

Padisah Ikinci Mahmud'un fermani ile idam edilen Patrik II. Gregorios'un (Nisan 1821) rus Çari Ikinci Nikola'ya yazdigi mektup özetle söyledir: "Türkler'i maddeten ezmek ve yikmak mümkün degildir. Türkler, Müslüman olduklari için çok sabirli ve mukavemetlidir. Gayet magrurdurlar ve izzet-i iman sahibidirler. Bu hasletleri, dinlerine bagliliklarindan, kadere riza göstermelerinden, an'anelerinin kuvvetinden, padisahlarina olan ita'at duygularindan gelmektedir. Türkler zekidirler ve kendilerini müsbet yolda sevk ve idare edecek reislere sahip olduklari müddetçe de çaliskandirlar. Onlarin bütün meziyetleri, hatta kahramanlik ve secâ'at duygulari da an'anelerine olan bagliliklarindan, ahlâklarinin saglamligindan gelmektedir. Türler'de evvelâ ita'at duygusunu kirmak ve ma'nevi baglarini parçalamak, din saglamligini zayiflatmak icâp eder. Bunun da en kisa yolu, millî geleneklerine ve manevîyatlarina uymayan harici fikirler ve hareketlere alistirmaktir. Manevîyatlari sarsildigi gün, Türkler'in kendilerinden seklen çok güçlü, kalabalik kuvvetler önünde zafere götüren asil kudretleri sarsilacak ve maddî vâsitalarin üstünlügü ile yikmak mümkün olabilecektir. Bu sebeble Osmanli Devleti'ni tasfiye için mücerred olarak harp meydanlarindaki zaferler kâfi degildir. Yapilacak olan; Türkler'e birsey hissettirmeden, bünyelerindeki tahribati tamamlamaktir."

Kur'an-i Kerim kurslari ile Imam-hatipler'in kapatilmasinda Patrikhane'nin rol oynadigi söylenmektedir. Patrik her gittigi yerde ve Patrikhane'yi ziyaret eden her Batili devlet adam ve digerlerine; "devletin kontrolü disinda çok sayida dinî egitim kurslari bulunmakta, 5200 Kur'an-i Kerim kursunda 290 bin ögrenci egitim görmektedir" sözleri bilhassa Ingiliz heyeti ve diger Batili ülkelerce Türkiye'deki yetkililere ve bazilarina baski yapilarak Imam-Hatipler'in orta kismi kapatilmis ve Kur'an-i Kerim kurslarinin çogu kapatilmistir

1993 Agustos'unda "Sümelali Meryem Ana Vakfi"nin düzenledigi toplantida konusan o tarihteki Yunan Basbakani Mitsotakis sunlari söylemistir: "Anadolu'daki helenizmin bu bölgedeki köklerinden kopmasindan 70 yil sonra, milletimizin tarihinde bir daha böyle bir trajedi yasamamasi için dua etmeliyiz. Dedelerimiz, Pontus topraklarina dönüs hayalini size miras birakarak öldüler. Bu mirasi kalbinizin içinde koruyun. Pontus'u ve kökeninizi asla unutmayin. Kaybedilmis vatanin anasi, helen irkinin en güzel idealleri ile bagdasmistir..."

Son Karadeniz'i Kurtarma maskeli gezi ve sempozyumu yukaridaki sözlerin isigi altinda degerlendirmek gerekir. Patrikhane ile ilgili yillardir basinda yazarlar gerekli ikazlarini yapmislar, ama hükümetler bu ikazlara kulak asmamislardir. Kiymetli yazarimiz Ahmet Kabakli, 12 Agustos 1993 tarihli "Ortodoks Ajani Yakovas" baslikli yazisinda: "Günlerden beri, Ayhan Songar (rahmetli) ve Özfatura dostlarimla birlikte, dünya ortodoks ittifakindan, bize gelmis ve gelecek olan kötülükleri yaziyoruz... Hükümet, derhal en sert tavrini takinarak, Fener Patrigi Bartholomeos'a haddini bildirmelidir. Ayrica ABD ortodokslari ile Yunanistan ve Sirbistan'in kara cübbeli ajani olan (Türkiye'den vatana ihanet dolayisiyla kovulmus) Yakovas'i da artik Türkiye'ye sokmamalidir..." Maalesef bu gibi ikazlara ragmen Patrik'in ekümenik sevdasina seyirci kalinmistir.

1990 yilinda Patrik Dimitrios'un ABD gezisi krize sebeb olmustu . Bartholomeos'un 2 aylik ABD gezisi ise basimiza nice dertler açacaktir. Fener Patrigi Selanik'te Devlet Baskani töreniyle bizzat Yunan Cumhurbaskani tarafindan karsilandi. Patriklerin ekümenik olmak için faaliyetleri ciltlerle izah edilebilir.

1994 yilinda bir sempozyumda Türk Ortodoks patrigi Selçuk Erenerol sunlari söylemisti: "Barhtolomeos, ekümenikal patrik ünvanina sahip oldugu takdirde, ilk icraat olarak ruhban okulunu (Halki Teoloji Okulu) açacaktir. Ruhbanlar için Türkiye Cumhuriyeti vatandasi olma mecburiyeti kalkacak, dolayisiyla disaridan ögrenci ithal edecekler. En korkulan nokta ise bunun Vatikan usulü olmasidir. Bu noktaya gelindigi an "Istanbul bizimdir" deyip mal varliklarini talep edecekler. Zaten Istanbul için Konstantinopol lâfini kullanmalari da bugünlere hazirlik yaptiklarini gösteriyor. Atina'da Istanbul'daki Rum mal varligi ile ilgili çalismalar vardir. Münasip zamanda La Haye Adalet Divani'na gideceklerdir. 1995'den sonra Ortodoks Fener Rum Patrikhanesi "han" olmustur. Yunanistan eski kralinin torununun vaftiz merasimi, ayinler perdesi altinda ABD Disisleri Bakan Yardimcisi Richard Holbrooke, Rus gizli Istihbarat (KGB) sefi Sergei Stepasin, Uluslararasi Rotary Klübü Baskani Bill Huntery ve bu klüb üyeleri, Rusya'dan 5 kisilik milletvekili heyeti, ABD Rum lobisi ileri gelenleri, Vatikan'dan kardinal Cassidy, Vatikan Hiristiyanlarinin Birligini Gelistirme Komisyonu Baskani Kardinal Edward Cassidy baskanliginda bir heyet, (FIM) "Fortier Intershin in Mission" uluslararasi Esgüdüm Komitesi Toplantisi ve yüzlerce ziyaretçi...

Lozan'da Patrikhane'nin sadece dinî bir kurum hüviyetinde kalacagina dair taahhüt üzerine Patrikhane Istanbul'da birakildi. Lozan öncesi Cumhurbaskani Mustafa Kemal, Fransiz Le Journal Gazetesi'ne verdigi beyanatta: "Bir fesat ve hiyanet ocagi alan, ülkede ayrilik ve ihtilaf tohumlari saçan, Hiristiyan hemsehrilerimizin huzur ve refahi için de ugursuzluk ve felaket sebebi olan Patrikhane'yi artik topraklarimizda barindiramayiz..." Türkiye disinda Türkiye aleyhine yapilan gösterilerde ortodoks kilisesi ve papazlar ön safta yer almaktadirlar.

"Kartelci Basin", "Din, Bilim ve Çevre" maskeli sempozyuma tepki gösterenleri ilkellik ve gericilikle suçlarken; pontus ve bizans hayallerini hortlatma amaci tasiyan ve belgelerle (haritalarla) ispatlanan bu hareket karsisinda susmus, dolayli olarak destek vermistir. Yunan "To Vima" gazetesinde 20 Eylül 1995 tarihli "Patrikhane ve Türkiye'nin Gerçek Siyasi Çikarlari" baslikli yazi sinda; "BM, Avrupa Parlamentosu, Dünya Kiliseler Birligi Konseyi, dünyadaki bütün ortodoks kiliseler, ABD Baskani, Papa (Vatikan), Patrikhaneyi ortodokslarin merkezi olarak kabul ediyorlar..." diyerek Türkiye'nin de bu gerçegi kabul etmesini istemektedir. Maskeler düsmesine ragmen yetkililer halen uykudadirlar. Trabzon'da Patrik'e tepki gösterenler bu vatani seven genç kisilerdir. Asil onlari kinayanlarin halleri utanç vericidir. Günaydin Gazetesi'nde "papaz"in Istila Seferi", "Papazi Bakan Karsiladi" ve "Sevr'e Direnis Suç Oldu" mansetleri yüzlerce yaziya bedeldir. Venizelos Gemisi'nin ilk olarak Trabzon'a gelisi dagitilan haritada pontus devletinin baskenti Trabzon gösterildigi içindir. Ve su anda bölgede yasanan terör olaylari bu zemini hazirlamak, bölgeden Dogu ve Güneydogu Anadolu'da oldugu gibi halki göçe tesvik ederek bilahare buralara Rum ve Ermeniler'i yerlestirmek içindir. Bu katliamlari gerçeklestirenler Rum, Ermeni asillidirlar. Çok sayida Kibrisli Türk'ü katleden EOKA'nin kurucusu Grivas, tegmen iken Venizelos'un Samsun ve Trabzon'a Pontus için yolladigi 100 subaydan biridir. Venizelos gemisinde bulunun Avrupa Komisyonu Baskani Jacgues Santer, bir Yunan hayrani olup Türkiye'yi Yunanistan'in bir parçasi gibi gören bir Türk düsmanidir .

Devlet kadrolarindan inançli ve inanci geregi namaz kilan, içki içmeyen ve haramlardan sakinanlara rejim düsmani gözüyle bakilarak cumhuriyet tarihinde görülmeyen kiyim yapilmaktadir. Bu ise Türkiye üzerine ilahi gazaba davetiyedir. Bazilari Türkiye'yi Cezayir, dogrusu ise Suriye misali bir diktaya götürmek isterken; milletlerarasi siyasi ringte Türkiye üzerinde gözü ya da hesabi olanlar son raunt için Türkiye üzerine hazirlanan yüzlerce senaryo içinde rol almaktadirlar. Islam'a ve onu yasayanlara düsman gibi görünenler istemiyerek te olsa, art niyetli olmasalar da fiilleri; Yunanistan'in Megalo Idea'sina, Rusya'nin ortodoks kusatmasina, Suriye'nin Büyük Suriye (Iskenderun ve bazi illerin Suriye'ye ilhakina) Büyük Ermenistan, Nil'den Firat'a Büyük Israil projelerine yardim etmekle esdegerdir. Dis politika bir satranç oyunudur. Türkiye'de Islamiyet ve Islamiyet'i yasayanlar hizla tasfiye edilirken, Yunanistan siyasî satrançta ortodoks dinini ve din mensuplarini, Patrik dahil dindarlarini ön plana çikartmistir.

Patrik Bartholomeos Anayasa, Lozan Antlasmasi, 3335 Sayi ve 26.3.1997 tarihli yasa, 2908 sayili Dernekler Kanunu, Türk Medeni Kanunu'na göre kurulan Vakiflarin eylemlerini düzenleyen 25.7.1970 tarih ve 7-1066 sayili Tüzük'e göre Bakanlar Kurulu'nun izni olmadan uluslararasi faaliyetler yapamaz. Ama Patrik bu yasalari çignemekte serbesttir. Hayatini bu ülkeye adayan bir aydin, namaz kildigi için kiyima ugrarken Patrik'ten Devlet Bakani, Trabzon'daki gösteri için özür dilemektedir.

Sarax
09-23-2008, 15:23
Cumhuriyeti Teskilat-i Mahsusa kurdu

M. ALI EREN

50'li yillar... Türkiye'nin genel görüntüsü, Tek Parti Dönemi'ne nazaran daha bir güllük gülistanlik. Demokrat Parti'nin ülkeye getirdigi demokrasi ve özgürlük havasi, devlet ile halk arasindaki gerilimi oldukça azaltmis. CHP döneminin Disisleri Bakani Hasan Saka'nin öncülügünde baslayan Türk-Amerikan iliskileri, "Marshall Yardimi" ile biraz daha rayina oturmus gözüküyor. Gelisen iliskilerin aslinda, Amerika'nin isine yaradigi da su götürmez bir gerçek. Yüklü bir Osmanli mirasina sahip Türkiye'de, Amerika'nin yararlanabilecegi çok sey var.

Türkiye'nin yeniden yapilandigi bu yillarda esrarengiz bir Amerikali, Ford Foundation'in da destegiyle Washington-Ankara-Istanbul ve Washington-Misir arasinda mekik dokuyor. Türkiye ve Misir'da eski bir gizli örgütün üyeleri ile sik sik görüsmeler yapiyordu. Yerli arastirmacilara kapali tutulan bazi gizli kapilar, Türk-Amerikan iliskilerinin yüzü suyu hürmetine, bu kisiye ardina kadar açiliyordu. Philip H. Stoddard adli bu esrarengiz Amerikali, bunca zahmete Osmanli'nin istihbarat örgütü teligindeki Teskilat-i Mahsusa hakkinda aynntili bilgi edinebilmek amaciyla katlaniyordu.

Trablusgarp Savasi sonunda kurulan Teskilat-i Mahsusa'nin birçok görevlisi hayattaydi o yillarda. Bunlardan en önemlisi hiç kuskusuz Esref Kusçubasi idi. Aziz el-Misri, Zübeyde Sapli, Ahmet Salih Harb, Hilmi Musallimi, Satvet Lütfi Tozan ve Hamza Osman Erkan gibi, her biri adeta "yasayan tarih" niteligindeki Teskilat-i Mahsusa üyeleriyle Türkiye ve Misir'da defalarca biraraya gelen "Esrarengiz Amerikali" Stoddard, hayatinin hazinesini bulmustu. Elde ettigi çok önemli bilgileri, 11 Mayis 1963 tarihinde Princeton Üniversitesi'nde doktora tezi olarak sundu. Çalismada 1911-1918 yillari arasinda Osmanli hükümetleri ile Araplar'in münasebetleri inceleniyor, Teskilat-i Mahsusa'nin Ortadogu ve Kuzey Afrika'daki faaliyetleri arastiriliyordu. Stoddard'in bu kapsamli çalismasi sonunda, örgüt ve faaliyetleri hakkindaki bütün bilgiler Amerika'nin eline geçmis oldu.



Teskilat-i Mahsusa'nin Süleyman Askerîden sonra reisi olan Esref Sencer Kusçubasi, büyük yararliliklar gösterdigi Hicaz'da Arap kiyafetiyle gorülüyor.


Kahraman-i hürriyet Enver Pasa, kendisine bagli olarak Osmanli Devleti'nin ilk gizli istihbarat örgütünü kurdu, ancak teskilatin asil ürününü Mustafa Kemal Pasa aldi.

Sarax
09-23-2008, 15:24
CIA IÇlN BlR KAYNAK: TESKlLATl MAHSUSA

Teskilat-i Mahsusa gibi bir gizli örgüt, genis ufuklu ve büyük devlet felsefesi ile düsünen Osmanli devlet adamlari için ne kadar önem tasiyorsa, tipki Osmanli gibi "büyük oynayan" Amerika için de o denli önem tasiyordu. En azindan, dünya hakimiyetinin pekistirilmesi bakimindan bir gizli örgütün dünya ölçeginde nasil çalismasi gerektigine dair önemli dersler veriyordu Teskilat-i Mahsusa.

Stoddard'in Teskilat-i Mahsusa hakkinda elde ettigi bilgiler CIA'nin ufkunu bir hayli genisletmis ve isine oldukça yaramis olmali. Isin ilginç yani, Teskilat-i Mahsusa'nin birikiminden Türkiye'nin bir türlü yararlanamamasi. Çünkü Misaki Milli sinirlari içerisine sikisip kalmis "dar ufuklu" bir Türkiye, o begenmedigi Osmanli kadar bile büyük düsünemiyor.

Stoddard'in Teskilat-i Mahsusa hakkindaki çalismalari 1963'te tamamlandi. Ama Türk kamuoyuna Teskilat-i Mahsusa'yi tanimak Amerika'dan tam 30 yil sonra, yani 1993 yilinda nasib oldu. Çalisma 1993 yilinda ARBA Yayinlari'nin girisimleri sonucu Türkçe'ye çevrildi ve ayni adla yayinlandi: "Teskilat-i Mahsusa: Istanbul'un Dogusunda Bitmeyen Oyun". Kitabin bu tarihte piyasaya çikmasinin özel bir anlami var Mahir Kaynak'a göre. "Bu kitabin yayinlanmasi" diyor Kaynak, "AmerikaAvrupa güç dengesi arasinda bir tercih yapmak noktasina gelmis olan Türkiye'deki Alman lobisinin zayiflatilmasi amacina yönelik."

Bu arada Stoddard'in sözkonusu çalismasini yayinlayan ARBA Yayinlari, önümüzdeki birkaç ay içinde, Teskilat-i Mahsusa'nin en önde gelen ismi Esref Kusçubasi'nin bugüne kadar hiçbir yerde yayinlanmamis hatiralarini Türkçe ve Ingilizce olarak yayinlamayi düsünüyor. ARBA yetkilileri bu hatirati, "dostumuz" Philip H. Stoddard'dan almis.

Teskilat-i Mahsusa, kimi çevrelerce "Kizil Sultan" diye adlandinlan Sultan II. Abdülhamid'in Islamcilik düsüncesini bütün dünyaya yayma isteginin bir ürünü olarak tezahür etmis kabul ediliyor. Yeri gelmisken söylemekte yarar var; bu gizli örgüt, Abdülhamid'i tahtindan eden Ittihat Terakki Partisi mensuplarinca kurulmus.

Iktidara gelinceye kadar oldukça liberal ve özgürlükçü bir siyasal tavir sergiliyor gözüken Ittihat Terakki'nin ayaklari, iktidari zorla ele geçirdikten sonra suya degdi. Ülkenin içinde bulundugu durumu ve dünya konjonktürünü daha yakindan görme firsati bulan Ittihatçilar, devletin kurtulusunun Abdülhamid'in politikalarina dönmekle mümkün olacagini anladilar. Ama artik olan olmus, ati alan Üsküdar'i çoktan geçmisti.

Ittihat Terakki'nin Islamci ve Türkçü bir politika belirlemesi, Talat Pasa'nin 1910 yilinda Selanik'te yapilan gizli bir toplantida Müslümanlar'la gayri müslimlerin esit olmadigini söylemesi ve Balkan Harbi sonunda gayri müslimlerin Osmanli'dan ayrilmasiyla baslar. Ittihatçilar, Abdülhamid'in ektigi Islamcilik tohumlarinin biçilme vaktinin geldigine inaniyorlardi artik. Abdülhamid, Islam dünyasini halifelik etrafinda birlestirmek, ümmet suuru ve Islam kardesliginin olusmasini saglamak amacindaydi. Ancak Ittihat Terakki'nin darbesi sonucu iktidari elinden alinan Abdülhamid'in bu düsüncesi, bir "ütopya"dan öteye geçmedi. Son yillarda yayinladigi önemli arastirma kitaplari ile dikkat çeken Orhan Kologlu, bu faaliyetleri Panislamizm olarak degerlendirmenin yanlis olacagini belirtiyor. Çünkü Abdülhamid döneminde Ittihad-i Islam hareketi, fikri ve sahsi gayretlerin ötesine geçebilmis degildi. Oysa bir hareketin "Pan" niteligini kazanabilmesi için bir örgütünün ve siyasi hedefinin olmasi gerekiyor. Nitekim, Abdülhamid'in dünyanin dört bir yanina gönderdigi "misyoner" ruhlu kisilerin Osmanli Devleti içinde öyle söylenildigi gibi bir teskilatlari yoktu. Bu kisiler padisaha bagli olarak görev yapan gönüllü kimselerdi. Ittihatçilara göre ise, emperyalistlere karsi ciddi bir mücadele verebilmek, bütün Islam dünyasini harekete geçirmekle mümkündü. Bunu gerçeklestirmek için de bir örgüte ihtiyaçlari vardi Ittihatçilarin. Ayrica politikacilari güvenilir bulmayan Ittihatçi kurmaylara göre bu örgüt, gizli bir örgüt olmaliydi.

Sarax
09-23-2008, 15:24
Dr. Orhan Kologlu:
Ilk örgütlü gizli hareket

Abdülhamit dönemi sanildiginm aksine sadece romantik Islamcilik dönemidir. Panislamcilik yapacak ne örgüt ne kadro vardir. Abdülhamit Bati'ya karsi yalniz Islamcilik alternatifi kullanabilecegini vurgulamistir. Abdülhamit yillari hem Osmanli, hem Islam ve hem de dünya kamuoyunda Islamcilik fikri olustu. Bu fikri pratige döken Ittihat Terakki oldu. Bu fikir Trablusgarb Savasi'nda Enver Pasa'nin kafasinda dogdu. tstanbul'a dönünce hükümet darbesi yaptilar. Enver Pasa'nin sahsina bagli kurulan Teskilat-i Mahsusa devleti kurtarma gayesi ile ilkeleri ve hedefleri olan bir örgüttü.

Teskilat genelde Ittihat ve Terakki'nin askeri kanadina hizmet etti. Dünya Savasi sirasinda cihat ilanini duyurmak için faaliyet gösterdi. Ama devletin içinde bulundugu sosyoekonomik durumun yetersizligi örgütü iflas ettirdi. Ittihatçilari takdir etmek lazimdir ki, bütün Islam dünyasina emperyalistlere karsi mücadele dinamizmini bu teskilat ile vermislerdir. Teskilat-i Mahsusa'dan asil Mustafa Kemal, îstiklal Harbi'nde ürün alir, maceracilari tasfiye eder. Teskilat-i Mahsusa üyeleri diger gizli örgütlerin yaninda Anadolu Ajansi (AA) muhabiri olarak da kurulus yillarinda hizmet ettiler.

Sarax
09-23-2008, 15:24
TESKlLAT-I MAHSUSA: Ilk GlZLl ÖRGÜT
Harbiye Naziri Enver Pasa'ya bagli olarak 1913 yilinda kurulan Teskilat-i Mahsusa'nin daire baskani, Süleyman Askeri Bey idi. Dr. Philip H. Stoddard'a göre 1916 yilinda personel sayisi 30 bin kisiye ulasan örgüt ajanlarinin büyük bir kismi, uzmanlardan olusmaktaydi. Örgütte doktorlar, mühendisler, gazeteciler, politikacilar ve subaylarin yanisira, geçmisi oldukça karanlik ama sadakatlerinden kusku duyulmayan gerilla savasi uzmanlari da yer aliyordu. Böylesine zengin bir "ajan kadrosu" na sahip olmasina ragmen Türkçe ve yabanci dillerde yayinlanan kitaplarda Teskilat-i Mahsusa'dan pek sözedilmemesi, sözedenlerin de yeterince bilgi vermemesi, Stoddard'a göre teskilatin faaliyet alani ve personel sayisini gizli tutmakla yükümlü olan Osmanli devlet adamlarinin bir taktik basarisiydi. Bu asrin ilk çeyreginde faaliyet gösteren Teskilat-i Mahsusa, o yillarda dünyanin en güçlü ve en etkin örgütlerinden biriydi. Ortadogu ve Kuzey Afrika basta olmak üzere üç kitada örgütlenen Teskilat-i Mahsusa ajanlarmm pek azi örgüt mensubu olarak taniniyordu. Resmi üyelik listeleri bulunmamakla birlikte Kusçubasi Esrefe göre böyle bir listenin yayinlanmasi, Ortadogu'daki birçok devlet adamini rahatsiz edecekti

Sarax
09-23-2008, 15:24
Casusluk ve karsi casusluk faaliyetleri tarih boyunca olagelmisti ama, dogrusu bunun Batili anlamda müesseselesmesi ilk olarak Teskilat-i Mahsusa ile gerçeklesti. Abdülhamid dönemi de dahil, bundan önceki dönemlerdeki casusluk faaliyetleri padisahin sahsina bagli olarak yapildigi için, saglikli bir örgüt yapisi olusturmak da pek mümkün degildi.



Bati Trakya'da Teskilat-i Mahsusa'nin kurdugu bagimsiz devlette bayrak çekme merasimi yapilirken

Sarax
09-23-2008, 15:24
Eylem stratejisi

Ittihatçilarin ittifaklari dogrultusunda Teskilat-i Mahsusa, Almanya ile hem finans, hem de teoripratik eylem birligi içindeydi. Kafkasya, îran, Ortadogu, Hindistan ve Afganistan bölgelerinde önceleri Almanlar'la birliktelik saglanmis, ancak daha sonralari basgösteren bazi sorunlar nedeniyle bu dayanisma çözülmeye baslamisti. Almanlar maddi gücü, Teskilat-i Mahsusa ise milis ajanlari sayesinde bölge halkinin destegini saglamislardi. Genel planlama Enver Pasa'nin Alman Genelkurmayi ile koordinasyonu sonucu gerçeklestirilmisti. Uygulama alaninda ise Esref Sencer'in baskanliginda Zübeyde Sapli, Ahmet Salih Harb, Hilmi Musallimi, ve Hamza Osman Erkan gibi serdengeçtiler yer aliyordu.

Sarax
09-23-2008, 15:25
Teskilat'in gayesi özetle, Islam dünyasini ve Müslüman Türkler'i bir bayrak altinda toplamak, yani genis imparatorluk cografyasinda yerine göre Panislamizm, yerine göre de Pantürkizm yapmakti. Ancak Ittihatçi kurmaylarin sanildigi kadar ütopist olmadiklarini da söylemek gerek. Bu ideolojilere sahip olmalarina ragmen gerçeklesmeyecek bir rüyanin pesinde olduklarinin da farkindaydilar. Herseyden önce, genel konjonktür tümüyle aleyhteydi. Buna karsi onlarin Teskilat-i Mahsusa'dan bekledikleri sey, Islam ülkelerine saldiran Ruslar'a ve îngilizler'e karsi besinci kol faaliyetlerini sürdürebilmekti.

Sarax
09-23-2008, 15:25
Ergün Hiçyilmaz
Islam dünyasinin destekledigi bir örgüttü

Teskilati Mahsusa Islam inanci ile Hiristiyanlar'a karsi kurulmus hemen bütün Müslüman dünyasinin destegini almis gizli, militer ve ayni zamanda sivil bir örgüttü. Faaliyetleri Osmanli cografyasindan baska Hindistan, Java, Ortaasya'ya kadar uzaniyordu. Teskilat-in kurucusu Süleyman Askeri. Mensuplarinin hepsi gerilla ruhuna sahip kisilerdi. Örgüt vatanseverlik temeline dayaniyordu.

Teskilat, sabotaj, mühimmat nakliyati gibi sahalarda basarili olurken karsi casuslukta o kadar muvaffak olamadi. Ama kendi istihbaratini devlet disinda kurmus olabilir, bunu bilmiyoruz. Teskilat bütünüyle devlet disinda kurulsa idi daha basarili olurdu. Özerk degildi, Enver Pasa'dan ve onun adami diger Ittihatçi subaylardan emir aliyorlardi. tttihat Terakki'nin yanlislari Teskilat-i Mahsusa'ya da yansidi.

Ittihatçilar sunu göremediler, 1914'te Avrupa karsi cephelere ayrilmis olsa da mücadele Osmanli topragi içindi. Savasi kazansaydik ne olacakti; Almanlar kazanmis olacakti. Hicaz Demiryolu'nun sabote edilmesiyle Istanbul'un Mekke ve Medine ile iliskisini kesmek ve Halifeligi Osmanli disina çikarmayi planliyorlardi.

Bu konudaki arastirmalar Teskilat-i Mahsusa'nin 15 kisisi etrafinda döndürülüyor. Halbuki hiçbir seyden habersiz, sayisi belirsiz ve sadece hizmet gayesi ile çalisan 'nefer' kadrosu vardi. Esref Sencer'i de bazi kimseler tek adam gibi gösteriyor. Süleyman Askeri silinmek isteniyor. Bu tavir Osmanli Türk askerine takinilan tavirdir.

Teskilat-i Mahsusa elemanlarinin ellerinden büyük paralar geçmistir. Ama, para yediklerine dair bir belge görmedim.

MÎT konusunda da biz sadece onun içe dönük yönüyle ugrasiyoruz, diça dönük faaliyetlerini bilmiyoruz. Bizim gizli örgütümüz neden CIA, Intellegent Servis gibi onurlu olmasin. Tabii bu yapilanlan duyurmakla ilgilidir. Yapilanlarin karanlikta birakilmasi, karanlik islere de zemin hazirliyor.

Sarax
09-23-2008, 15:25
Teskilattaki ünlüler
Enver Pasa, Binbasi Süleyman Askeri, Esref Kusçubasi, Rauf Orbay, Çerkes Ethem, Abdulaziz El-Sinusi, Dr. Esat Isik Pasa, Hüsamettin Ertürk, Mehmet Akif Ersoy, Cezayirli Emir Ali, Afyonlu Ali Çetinkaya, Ali Fethi Okyar, Binbasi Misirli Aziz Ali Bey (sonradan Misir ordusunda general), Nuri Killigil (Enver'in kardesi sonradan önemli sanayici), Binbasi Fuat Bulca (sonradan THK Baskani), Tegmen Islam Bey (Fuat Pasa'nin oglu), Binbasi Mustafa Kemal Bey, Yüzbasi Manastirli Nuri Conker (Osm. Meclisi Mebusan azasi), Dr. Refik Saydam (sonradan bakan ve basbakan), Piyade Yüzbasi Çerkes Resit (Çerkes Ethem'in agabeyi), Tegmen Yakup Cemil (1916'da vatana ihanetten asildi), Dr. Bahattin Sakir, Mithat Sükrü Bleda, Ohrili Eyüb Sabri, Fuat Balkan, Teymen Hilmi Musallimi (1915 Süveys Kanali Harekati'nda Kürt mücahitlerin komutani, Said Halim Pasa'nin katibi), Ismail Canbulat (1926 îstiklal Mahkemesi'nde asildi), piyade subayi Rasuhi (sonradan Mustafa Kemal'in yaveri), Filibeli Hilmi Bey (Ittihat Terakki Müfettisi, 1926'da asildi), Serif Burgiba (Habib Burgiba'nin babasi), Arabistan'da îbn-ür Resid.

(P.H.Stoddard'in Esref Kusçubasi'ndan dinleyip hazirladigi listeden derlenmistir.)

Sarax
09-23-2008, 15:25
Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri Birinci Dünya Savasi'nda yogunluk kazandi. Teskilat, savas boyunca savas ilanini duyurmanin yaninda; karsi casusluk, Ingiliz istihbarat ve kesif kollarina karsi istihbarata karsi koyma harekati da gerçeklestirdi. Bu arada teskilatin askeri operasyonlar yaptigi da bilinen bir gerçek.
Örgütün ilk çalisma alani Bati Trakya oldu. îlk baskan Süleyman Askeri'nin basinda bulundugu Teskilat-i Mahsusa, özel bir tim ile, 1913 Istanbul Anlasmasi sonucu Bulgarlar'a terk edilen Bati Trakya'da, Osmanli Devleti'nden ayri bagimsiz bir Bati Trakya Türk Devleti de kurdu.

1914 yilinin sicak bir agustos gününde, daha harp baslamadan Enver Pasa Rauf Orbay'i îran, Afganistan, Hindistan sahasinda ajitasyon ve anti îngiliz eylemler yapmakla görevlendirmisti. Istanbul Harbiye Nezareti Sark Subesi Baskani Ömer Fevzi Bey araciligi ile yürütülen hazirliklar sonucunda 20 kisilik asker kökenli özel tim, göreve baslamisti. Ekipte bir ara Çerkes Ethem de görev almis, ancak bölge halkinin kayitsizligi ve Almanlar'in ikilik çikarmasi sebebiyle eylem takriben bir yil sonra, Eylül 1915'te sona ermis ve tim dagilmisti

Sarax
09-23-2008, 15:25
Afrika'da Trablusgarb, Misir, Çad, Habesistan ve Sudan'a kadar ajanlar gönderilmisti. Meshur Seyh Ahmed El Sunusi'nin Trablusgarp'tan bir denizalti ile Istanbul'a kaçirilmasi, teskilatin bölgedeki en basarili eylemi. Ayrica Enver Pasa'nin Türkistan seferi ve Cemal Pasa'nin Afganistan'a geçirilmesi, en kötü zamaninda bile örgütün hareket kabiliyetini göstermesi bakimindan önem tasiyor. Bu arada Dünya Savasi sirasinda Nil Nehri üzerindeki su depolarini ve barajlari havaya uçurmak, hatta nehrin Sudan ve Habesistan'daki yataklarini degistirmek gibi görevler üstlenen Teskilat-i Mahsusa'nin bu faaliyetlerine dair belgeler, yillardir arastirmacilara kapali tutulan Genelkurmay Askeri Tarih ve Stratejik Etüd Baskanligi Arsivi'nde saklaniyor. Bu arsivde arastirmacilardan sürekli gizlenen belge sayisinin, gayri resmi rakamlara göre 30 bini buldugunu yeri gelmisken hatirlatmakta fayda var.

Sarax
09-23-2008, 15:26
ENTELEKTÜEL ENFORMATlK FAALIYETLER

Anadolu-Iran-Hindistan çizgisinde mezhep ayriliklarina karsi politika olusturmak üzere özel bir çalisma baslatan Teskilat-i Mahsusa, bir taraftan da emekli yüzbasi Baha Said Bey'in idaresinde sosyolojik arastirmalar yapiyordu. Ayrica Hindistan'a Sürini imamlar gönderilmek suretiyle, Kara Vasifin baskanliginda Islam Ihtilal Komitesi olusturulmustu. Baha Said, Rusça dahil bes yabanci dil bilen ve birikimi hayli fazla bir entelektüel olarak önemli görevler üstlenen bir Teskilat-i Mahsusa mensubu olarak bilinir.

Hicaz seyhlerinin çocuklarinin özel olarak egitilmek üzere Galatasaray Lisesi'ne getirilmesi ve bunun yanisira Misir'dan bir grup din adaminin Mugla'da bir çiftlikte misafir edilmeleri de teskilatm faaliyetleri arasinda yer aliyordu.

Ittihat Terakki bir yandan Teskilat-i Mahsusa gibi faaliyet alani alabildigine genis bir istihbarat örgütü kurarken, öte yandan Islam dünyasinda Ittihati Islam fikrinin olusmasi için egitim ve yayin faaliyetleri de yapmaktan geri kalmiyordu. Bugüne kadar yapilan arastirmalarda belge bulmak mümkün olmadigindan, bu konudaki çalismalar tarihçiler tarafmdan atlanmisti. Doç.Dr. Zekeriya Kursun'un arsivde buldugu el degmemis belgeler sayesinde Ittihatçilar'in, Teskilat-i Mahsusa'ya paralel bir sivil örgüt kurdugu beliriendi. Cemiyeti Hayriyei Islamiye adiyla olusturulan bu sivil cemiyet Medine'de bir Islam Üniversitesi kurmayi bile basarmisti. Teskilatin en önemli prensiplerinden biri de, sivil ve askeri örgütlerin birbiri ile koordineli bir sekilde çalismalarmi saglamakti.

Sarax
09-23-2008, 15:26
Teskilat-i Mahsusa'nin vazife telakkisi
Esref Kusçubasi anlatiyor, "îçimizde kimsenin kaybedecek birseyi yok. Davamizin hakli olduguna ve çalismalarimizin mühim olduguna inanmistik. Sonunda kazanamayacak olusumuzu gözardi etmeye meyyaldik. Hiç degilse, harbin sonunda etrafimizdaki dünya çökmeden, ufak tefek bir kaç zafer kazanabilirdik. Durmadan çahstim... Bu ise gönül vermistim, mantik ne derse desin.. hiçbir zaman filozofyahut siyasetçi olmadim ve bu isten iyi dostlar, yara izleri ve kalça çikigi, birkaç madalya ve memleketim için çok iyi dögüçtügümü bilmenin verdigi tatmin disinda hiçbir sey elde etmedim

Sarax
09-23-2008, 15:26
FAALIYETLERlN SONUÇLARI
1911-1918 yillari arasinda Orta Dogu-Orta Asya, Güney Asya, Kuzey ve Orta Afrika'da casusluk, karsi casusluk, propaganda ve çesitli operasyonlar yapan Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri, Osmanli Devleti'nin yenilmesiyle resmen sona erdi. Teskilat için çalisan pek çok Arap Osmanli vatandasi isgal altindaki kendi ülkelerine dagildilar.

Bütün bu gelismelerden sonra faaliyetler, örgüte bagli kalmaksizin, bir sekilde devam etti.

Sarax
09-23-2008, 15:26
Türk-Arap iliskileri üzerine önemli çalismalar yapan Doç. Dr. Zekeriya Kursun'un arastirmalari sonucunda vardigi neticeye göre, Kuzey Afrika'daki bagimsizlik mücadelelerinde Teskilat-i Mahsusa'nin bir hayli etkili oldugu görülüyor. Mesela Sekip Arslan Kuzey Afrika'da milli mücadele fikrini yayarken Sadik El-Husri, Arap Birligi'nin fikir babaligini yapiyordu ve bu kimselerin teskilat ile iliskileri vardi.

Teskilat-i Mahsusa batmakta olan bir devletin askeri istihbarat örgütü niteligini tasiyordu. Bu niteliginden dolayi da parlak basarilar elde etmesi nerdeyse imkansizdi. Orhan Kologlu devletin içinde bulundugu sosyo ekonomik durumun örgütü iflasa sürükledigini söylerken, Dr. Haluk Dursun bu çöküsü teskilatin rakiplerinin gücüne ve dünyanin en iyileri olmasina bagliyor. Dursun "Teskilat-i Mahsusa amatör bir ruhla ve çok genis bir cografyada yüksek performansi ile faaliyet göstermistir. Devlet tecrübesi ve felsefesinden dogmus bir strateji yerine pratik eylem ve militanlik ruhundan kaynaklanan bir hareketti Teskilat-i Mahsusa. En büyük handikap ve dezavantajlari ise karsilarinda rakip olarak bu konuda dünyanin en iyisi îngiliz Entelijans servisi ve E.T. Lawrence'in bulunmasiydi" diyor. Ancak Zekeriya Kursun, teskilatin karsi casusluk faaliyetlerinde küçümsenmeyecek basarilar elde ettigini, Serif Hüseyin isyaninin diger Arap bölgelerine yayilmasinin, teskilatin çalismalari sayesinde önlendigini ve Arabistan'da îbn Resid, Yemen'de ise îmam Yahya'nin savasin sonuna kadar Osmanli Devleti'ne bagli kaldigini hatirlatiyor.

Sarax
09-23-2008, 15:27
MlLLl MÜCADELE VE TESKlLAT-I MAHSUSA

Bütün olumsuzluklara ragmen Mütareke Devri Istanbul'unda ve Anadolu'sunda Teskilat-i Mahsusa'nin faaliyetleri durmak bilmedi. Zamana ve zemine çok çabuk adapte olup faaliyete geçebilen bu örgüt mensuplari Istanbul'da Milli Kongre olarak bilinen cemiyeti de olusturdular. Tarihçi Dr. Haluk Dursun "Mütareke Devri Istanbul'unda Milli Kongre çatisi altinda birlesen ve milli direnisi destekleyen eski Teskilat-i Mahsusaci; bilim, fikir adamlari, sanatçilar, doktorlar, gazeteciler yani imparatorluk entelektüelleri özellikle yabanci dilde gazete, kitap çikararak milli tezleri dünya kamuoyunda savunmuslardir. Ayrica o sartlarda Cenevre, Paris, Budapeste, Londra gibi merkezlerde kitap, gazete yayinlamak imparatorluk kadrosunun vizyon ve misyon bakimindan seviyesini gösterir" diyor.

1918'de resmen sona eren Teskilat-i Mahsusa faaliyetleri devam eder. Kara Kemal, Kara Vasif, Baha Said öncülügünde Karakol Cemiyeti kurulmus ve Milli Mücadele'nin temeli atilmisti. Bunlar hem Anadolu'ya silah ve asker geçirilmesini saglamislar hem de Mustafa Kemal'in faaliyet ve kongresinde bunlar olusturdu. Adeta Enver Pasa'nin kurup harekete geçirdigi Teskilat-i Mahsusa'dan asil Mustafa Kemal ürün aldi. Yrd. Doç. Dr. Süleyman Beyoglu, Milli Mücadele'yi Teskilat-i Mahsusa'nin teskilatlandirdigini bütün gizli örgütlerin bu teskilatta çalisarak tecrübe kazanmis kisilerce kuruldugunu belirterek "însan ve silah kaçirmaktan propaganda ve casusluk hizmetlerine kadar ciddi hizmetler yaptilar. Mustafa Kemal bu örgütlerin farkindaydi" diyor. Mustafa Kemal bir süre beraber çalismayi uygun gördügü bu etkin gizli teskilatlarla daha sonra hesaplasma yoluna gitti. Bu çatisma tarihçilere göre kaçinilmazdi.

Philip H. Stoddard'in Esref Kusçubasi'ndan aldigi teskilat listesinde de görüldügü gibi Türkiye Cumhuriyeti'nin kurucusu Mustafa Kemal'in de teskalatla iliskisi olmustu. Mustafa Kemal teskilatla iliskisi Trablusgarp Savasi'nda mahalli milisleri örgütlemekle baslamisti. Mustafa Kemal daha sonra Enver Pasa ile olan ihtilafi nedeniyle teskilata biraz mesafeli durmayi tercih ediyor. Orhan Kologlu'nun belirttigine göre de Enver Pasa Trablusgarp'ta Bedevi Araplar'la bir Islam imparatorlugu kurabilecegini raporlarina yazarken Mustafa Kemal dönemin genelkurmayina bedevilerle hiç bir is yapilamayacagina dair bir rapor gönderiyordu. O dönemde teskilat henüz kurulmamasina ragmen fiili olarak görev yapiyordu.

Gerek Istiklal Savasi'nda gerekse cumhuriyet sonrasinda önemli roller oynayan Rauf Orbay, îstiklal Mahkemeleri'ne baskanlik eden Ali Çetinkaya, Cumhuriyet döneminin önemli isimlerinden Ali Fethi Okyar, T.C'ye bakanlik ve basbakanlik yapan Dr. Refik Saydam, Atatürk'ün yaveri piyade subayi Rasuhi, THK Baskanligi yapan Fuat Bulca, îstiklal Marsi'nin yazari ve Kurtulus Savasi'nin manevi dinamiklerinden Mehmet Akif Ersoy da teskilatta çalismisti.

Sarax
09-23-2008, 15:27
Doç. Dr. Zekenya KURSUN:
Teskilat-i Mahsusa K.Afrika'da istiklal fikrini yaydi

Ittihat Terakki 2. Mesrutiyeti ilan ettirdikten sonra imparatorlukta sahte kaynasma yasandi. Ama hemen ardindan 1909'da imparatorlukta yasayan muhtelif unsurlarda 'milli hedefler' ortaya çikti. Balkan Harbi sonrasinda artik Ittihatçilarin politikasi Osmanliciliktan Islamciliga kaydi. Tenkit ettikleri Abdülhamit politikalarini ülke ve dünya sartlari onlara adeta dikte ettirdi. Emperyalistlere karsi bülün Müslümanlari harekete geçirmek için sivil örgütler kuruluyor. Bunlardan birisi Cemiyeti Hayriye-i Islamiye kuruluyor amaci da egitimi yayginlastirarak Müslümanlar arasindaki dayanismayi artirmak olarak tesbit ediliyor. Bu gaye ile Medine'de bir Islam Üniversitesi kuruluyor. Bununla Abdülhamit'in Hicaz Demiryolu Projesi ile olusturmak istedigi Ittihat-i Islam fikrini, Islami dayanismayi tesis etmeye çalisiyorlardi. Fikri altyapi olusturulurken ittihatçilar istihbarat ihtiyaci için Emniyet-i Umumiye içinde Heyeti Istihbariye teskil ediliyor. Devlet bünyesindeki subelerle bilgi toplaniyor. Trablusgarp Savasi'ndan sonra Teskilat-i Mahsusa kuruluyor ve hem bilgiyi degerlendirme hem de gerektiginde askeri operasyon yapiyor.

Arsivde buldugum bir belge teskilatin çalismasi hakkinda fikir vermektedir; Osmanli askeri Katar'dan çekilirken Teskilat-i Mahsusa görevlisi Ömer Fevzi Bey, Enver Pasa'ya yazdigi mektupta "Anlasma üzerine askerlerimizi çekiyoruz; ama halkin durumu müsait. Libya'daki gibi milisleri organize ederek mi çikalim?" diye soruyordu.

Osmanli sonrasinda Kuzey Afrika'da verilen bagimsizlik mücadelesinde Teskilat-i Mahsusa'nin etkisi vardir. Mesela Sekip Arslan Kuzey Afrika'da milli mücadele fikrini yaymistir, Sati' El Husri Arap Birligi fikrinin babasidir ve teskilattandi. Gerek manda yönetimi altinda gerekse bagimsizligini kazandiktan sonra Arap devletlerinin yöneticileri Osmanli okullarindan mezun idiler ve Teskilat-i Mahsusa ile alakalari olabilir. Bunlari mahalli arsivlerin tetkiki ile anlayabilecegiz.

Dogu ve Kuzey Afrika Bedeviler arasinda yapilan sözlü tarih arastirmalarinda hala, îngiliz istihbarat örgütleri ve kesif kollarina karsi, istihbarata karsi koyma harekati gerçeklestiren basta Esref Kuççubasi ve Teskilat-i Mahsusa örgütünün kahramanliklarinin anlatildigi tesbit edilmistir."

Sarax
09-23-2008, 15:27
Duyarli bir yürek: Sütçü Imam



--------------------------------------------------------------------------------

Yasadigimiz günlerin ne kadar sikintili oldugunun hepimiz farkindayiz. Baski ve dayatmalarin günden güne arttigini, daha bir gün isigina çiktigini görüyoruz. Ve iste tam burada biz de yüzümüzü tarihe dönüp ayakta kalmanin, tavir almanin örneklerini karistiriyoruzt. Oradan ilham alarak daha bir tutarli, daha bir kararli ve daha bir bilinçli bir sekilde ilerliyoruz.

Basörtüsü son on bes senedir gündemden düsmeyen bir mesele. Buna karsi uygulanan yasaklamalar, sarfedilen sözler ve hakaretler bize ister istemez Maras'i ve Sütçü Imam'i hatirlatiyor. Kurtulus Savasi'nda isgalci güçlere karsi yurdun her tarafinda direnise geçen müslüman Anadolu halki gerçekten de bir destan yazmistir. Dün nasil dedelerimiz isgalci batili devletlerle karsi karsiya kaldilarsa bugün de bu ülkenin asillari ve gerçek sahipleri olan bizler kökleri olmayan, disaridan gelmis, batici zihniyetin sayatmalariyla karsi karsiyayiz.

O halde Maras denildi mi hemen akla gelen o meshur Sütçü Imam hadisesi nedir ?

I. Dünya Savasi sonrasi Osmanli Devleti Batili Devletler tarafindan paylasilmis; her bir bölgeye Itilaf Devletleri çöreklenmistir. Maras ve çevresine hakim olan Fransizlar huzursuzlugun tohumlarini bir zamanlarin "millet-i sadika"si diye anilan Ermenilerle beraber atmislardir. Özellikle dogu illerinde Ermenilerin gerçeklestirdigi katliamlar hala zihinlerden silinmemistir.

Maras'ta da Fransiz birlikleri gelir gelmez kentteki Ermeni ayrilikçilarin saldirilari artmistir. Silahli kimi Ermeniler çarsida, sokaklarda dolasip kiskirtmalarda bulunmuslar. karsi gelenleri dövmüslerdir. Bu yüzden sehrin çesitli mahallerinde olaylar patlak vermistir.

Ama bu olaylarin en meshuru Sütçü Imam hadisesidir. Hadisenin kahramani çevresinde bilgisi ve ahlaki olgunluguyla taninir. Olay Uzunoluk mahallesinde bir sabah vakti patlak verir.

Birkaçc Fransiz askerini çarsida gezdirmek için Uzunoluk'a gelen iki-üç ayrilikçi Ermeni yakinlardaki bir hamamdan çikan kadinlara sarkitinlik edip, çarsaflarina el uzatiyorlar. Bunu engelemek isteyen halka da ates edip iki kisiyi yaraliyorlar. O sirada hadise yerinden geçmekte olan Sütçü Imam belinden silahi çikarip Ermenilerden birisini öldrüyor. Ve sonra da kaçip isgalcilerin eline düsmekten kurtuluyor. Bu hadise gerek Fransizlarin, gerekse Ermenilerin yogun baskilarina yol açtiysa da Maras halkinin ve Anadolu insaninin isgae ve sömürüy boyun egmeyecegini, dinine, namusuna el uzatanlara gerekli cevabi verecegini göstermistir. Nitekim bir süre sonra Fransiz isgal kkomutani sehirdeki Ermeni askerleri geri göndererek yerlerine Tunuslu müslüman asker getirtecegini açiklamak zorunda kalmistir.

Bu hadisede önemli olan halkin içerisinden herhangi birinin gerektigi zaman ne pahasina olursa olsun haksizliga karsi susmayip tavrini koymasi ve bir atesleyici rolü oynamasidir.

Sütçü Imam bizim için bir semboldür. Ve tarihimize özellikle de yakin tarihimize baktigimiz zaman byöle sembol sahsiyetleri çokça görüyoruz. Sapkayi giymeyip canini feda eden Iskilipli örnegi, sarigini çikartmayip zalimlerden hiçbir zaman eman dilemeyen Said Nursi örnegi, sakallarin kesilmesinden basörtüsünün çikarilmasindan behasedilen su günlerde ne kadar da anlamlidir. Tarihimizdeki bu ve buna benzer bir çok hadise bize haksizlik karsisinda susmamayi, tavir sahibi olmayi; din, namus, can, mal, akil gibi bes temel özgürlügü savunmaktan ödün vermemeyi ögütlüyor.

Tavizkarligin, kaçismalarin, kilif bulmalarin yayginlastigi su dönemde yüzümüzü seksen yil öncesie çevirip Sütçü Imamlarin anlamli ve yürekli çikislarini fark etmeliyiz.

Sarax
09-23-2008, 15:27
Maresal Fevzi (Çakmak) Pasa'nin sirri


--------------------------------------------------------------------------------

Fevzi Pasa... bu ifsayi, refikasi Fitnat hanima söyle açiklamistir:

«Fitnat. Öyle birsey biliyorum ki ortaya çikip söylememe bugüne kadarki tutumumuz ve davranislarimiz müsait degil. Mecburum, bu sirri kendimle beraber mezara götürmege»

Ve iste Maresalin senelrce sakladigi büyük sir ki, Sultan Vahdettin'in vatansever bir insan oldugunu ve kurtulusu (Istiklal savasin kazanilmasi) Anadolu'da gördügünü apaçik göstermektedir.

Dinleyelim Fevzi Pasayi:

«Mütareke senesinde, bir Cuma selamligindan sonra Sultan Vahdettin beni huzuruna kabul etti.
"Pasa, dedi. Durumu görüyorsunuz. Bu isler anca Anadolu'da teskilatlanarak kurtarilabilir. Bana Anadolu'da teskilat kuracak, memleketi su karanlik durumdan kurtrabilecek Pasalarin bir listesini yapip getirin"
Ertesi Cuma, yine selamliktan sonra huzruna girip hazizladigim listeyi verdim. Dikkatle okuduktan sonra, bir müddet sustu. sonra yari kapali gözleriyle agir agir, tane tane konusmaya basladi:
"Pasa, Mustafa Kemal Pasa hirsiz midir"
"Hasa Padisahim"
"Bir namuzsuzlugu, ahlaksizligi var midir ?"
"Hasa Padisahim"
"Beceriksiz ve kabiliyetsiz mdir?"
"Hayir efendim. O hepimizden bilgili, kabiliyetli ve dinamiktir"
"O halde bu listeye niçin onun adini yazmadiniz?.."
Hiç düsünmeden cevap verdim:
"Padisahim, Mustafa Kemal Pasa yenilik, bilhassa öteden beri Cumhuriyet taraftaridir"
Padisah elindeki kagidi atar gibi masanin üzerine birakti...Ayaga kalkip pencereye döndü. Limanda demirli Itilaf devletleri (Ingiliz, Fransiz, Italyan, Yunan) gemilerini göstererek:
"Pasa, Pasa...Bu gemileri görmek kanima dokunuyor. Bu memleket kurtulsun da isterse Cumhuriyet olsun...Kendine selamla birlikte teblig ediniz, haftaya Cuma günü Mustafa Kemal Pasa'yi görecegim »

Sarax
09-23-2008, 15:28
Mustafa Kemal'le Sultan Vahdettin diz dize


--------------------------------------------------------------------------------

Mustafa Kemal, Küçük Mabeyn'de Sultan Vahdettin'le yaptigi son görüsmeyi (15 Mayis 1919), sonradan Cumhuriyet devrinde söyle anlatmistir:

"Yildiz Sarayi'nin ufak bir salonunda Vahdettin'le adte diz dize denecek kadar yakin oturduk. Saginda, dirsegini dayamis oldugu bir masa ve üstünde bir kitap var. Salonun Bogaziçi'ne dogru açilan pencerelerinden gördügümüz manzara su: Birbirine muvazi hatlar üzerinde düsman zirhlilari, bordalarindaki toplar sanki Yildiz Sarayi'na dogrulmustu....Manzarayi görmek için, oturdugumuz yerlerden baslarimizi saga, sola çevirmek kafi idi.
Vahdettin hiç unutmuyacagim su sözlerle konusmaya basladi:
- Pasa, pasa, simdiye kadar devlete çok hizmet ettin. Bunlarin hepsi tarihe geçmistir. Bunlari unut. Asli simdi yapacagin hizmet hepsinden mühim olabilir. Pasa, pasa devleti kurtarabilirsin ! dedi.
- Hakkimdaki teveccüh ve itimadi arz-i tesekkür ederim, elimden gelen hizmette kusur etmiyecegime emniyet buyrunuz, dedim.

Sonra:
- Merak buyurmayiniz efendimiz, dedim, nokta-i nazar-i sahanenizi anladim. Irade-i seniyye olursa hemen hareket edecegim ve bana emir buyuruklarinizi bir an unutmuyacagim.
- Muvaffak ol ! Hitab-i sahanesine mazhar olduktan sonra huzurundan çiktim.

Seryaver Naci Pasa koridorda elinde ufak bir mahfaza içinde bir sey tutuyordu:
- Zat-i Sahane'nin ufak bir hatirasi, dedi.

Kapagin üstünde Vahdettin'in inisyalleri islenmis bir saatti.
- Peki, tesekkür ederim, dedim.

Saati yaverim aldi. Sonra Yildiz Sarayi'ndan çiktigimiz ve hareket etmek üzere oldugumuzu gizlemek, saklamak ister gibi bir ihtiyatle, ayaklarimzin patirtisini isizmekten korkarak, saraydan uzaklastik"

Sarax
09-23-2008, 15:28
Krali Öldüren Maymun


--------------------------------------------------------------------------------

Necmeddin Sahiner, "Bilinmeyen Taraflariyla Bediüzzaman Said Nursi" isimli eserinde enteresan bir olaydan söz ediyor. Yunanlilarin Anadolu'yu isgal edeceklerinin gündemde oldugu siralarda istanbul'da Bediüzzaman'in yaninda bulunan talebelerinden Molla Süleyman söyle bir hatirasini anlatiyor:

O günlerde, Yunan Basvekili Venizelos, ingiliz Basvekili Lloyd George'dan 50 bin kisilik silah almisti. Bu silahlarla Anadolu'ya taarruz edecekleri sirada, bir Cuma gecesi Üstad Bediüzzaman namaza basladi ve gece sabaha kadar "Ya Rabbi, senin askerlerin çoktur, bu düsmanlara firsat verme!" diye dua etti. Sabahleyin ben, Divanyolu'ndan gazetesini ve çorbasini almaya çiktim. Gazeteler, Yunan Krali I. Aleksandros'u maymun isirdigini, maymunu ise öldürdüklerini yaziyorlardi. Bir gazete alip götürdüm. Üstad çok sevindi ve bana "Süleyman, bir kalem getir de bu hayvanin arkasindan bir mersiye yazalim." dedi. Hemen gazetenin kenarina, su mersiyeyi yazdi:

MÜCAHID BIR HAYVAN MERSIYESI
"Rabb'inin ordularini kendisinden baska hiç kimse bilmez." (Muddessir/31)
iste o cünuddan (ordulardan) bir gazi sehid,
Nev-i hayvandaki meymun-u said (bahtiyar, ugurlu ve mesud)
Ey maymun-i meymun (bahtiyar, ugurlu maymun)
Mü'minleri memnun, düsmanlari mahzun,
Yunan'i da mecnun eyledin.
Öyle bir tokat vurdun
Ki, siyaset çarkini bozdun
Lloyd George'u kudurttun,
Venizelos'u geberttin.
Mizan-i siyasette pek agir oturdun
Ki, küfrün ordularini, zulmün leskerlerini
Bir hamlede havaya firlattin...
Baslarindaki maskelerini düsürüp,
Maskara ederek, butun dunyaya guldurdun.
Cennetle mübesser (mujdelenmis) olan hayvanlarin isrine (izine) gittin.
Cennette saidsin (mesut olacaksin) çünkü, gazi hem sehidsin.

Bazi olaylar, gelecek bir facianin habercisi veya yaklasan tehlike hakkinda bir uyarici olabiliyor. Enver Sedat'in öldürülmesinden az önce tören meydanindaki büyük portresinin garip sekilde parçalanmasi, 1960 ihtilali öncesi Menderes'in uçak kazasi gibi olaylar buna misal verilebilir. Olaylarin dilini anlayip dogru yorumlayanlar elden geldigince bu hususta tedbirlerini almaya çalisirlar. Bazi büyük zatlarin duydugumuz veya sahit oldugumuz tavirlarinda garip gerçeklerle karsilastigimiz olmustur. Efendimiz (s.a.s.)'in, bela ve musibetlerle yok edilmis kavimlerin baslarina gelen olaylar öncesine az-cok benzeyen durumlarin olusmasi aninda birdenbire sikintiya girdigini ve bertaraf edici dualar okudugunu rivayetlerden ögreniyoruz.

Sarax
09-23-2008, 15:28
ÎSMET INÖNÜ VE ALTINTAS BOZGUNU !

Millî Mücadele'nin Eskisehir Kütahya muharebeleri, adca Altintas Bozgunu, üzerinde durulmasi gereken pek mühim bir mevzudur. Ve bu müdhis bozgun, Garp Cephesi Kumandani îsmet (înönü) Pasa'nin tamamen aleyhinedir.

Nasil kazanildigina ve kimin kazandigina daha evvel temas ettigimiz Birinci ve îkinci Inönü savasla'rindan sonra Yunanlilar'm umumî bir taarruzu bekleninekteydi. Yunanistan «Usak ve Bursa grublarini, kusatici bir hareketle, meydan muharebesi sahasinda birlestirecek ve kesin sonuç alacakti. Iki defa deneninis olan, înönü avzilerine cepheden taarruz plani artik terkedilmisti. Bursa grubu, înönü'ye dogru taarruza geçerken, daha kuvvetli olan Usak grubu, Afyon-Kütahya üzerinden genis bir kusatma hareketiyle Eskisehir'in, gerisine düsecek ve Ankara yolunu kesecekti. Plan uygulanabildigi takdirde Yunan ordusunun genis kusatma hareketi, Türk ordusunun ya toptan yok edilmesi, yahut teslim olmasiyla sonuçlanacakti., Ayrica, Eskisehir ve Afyon gibi iki demiryolu dügüm noktasinin zapti, Konya ve Ankara bölgelerinin birbirleriyle ve diger bölgelerle olan baglantisini kesecekti. Bütün bu tasavvurlarin gerçeklesmesiyle Ankara hükümetinin, baris sartlarini kabul etmek zorunda kalacagi umuluyordu.»

Yunanlilarin bu plan pesinde kostuklari günlerde Garb Cephesi'nin Refet Bele Pasa kumandasindaki Güney Cephesi kaldirilmis olup Garp Cephesi birlikleri tamamen îsmet (înönü) Pasa eline verilmistir.

îsmet înönü hakkinda «îkinci Adam» adiyla üç cilt kitap yazan Sevket Süreyya Aydemir, Altintas bozgunundan îsmet Pasa'yi temize çikarmak gayretiyle bazi rakamlar verip Yunan kuvvetlerinin çoklugundan bahsederse de, o günlerde Garb Cephesi yeniden kurulan ve baska cephelerden kaydirilan birliklerle takviye edilmis olup îzzeddin (Çalislar), Kemaleddm Sami, Ayici Arif, Deli Halid Pasa gibi degerli kumandanlar ismet Pasa emrindedir.

Sarax
09-23-2008, 15:29
Yunan Taarruzu

Yunanistan'in tasarladigi taarruz planinin tatbikine adeta bütün devlet erkani katildi. Krali, Basbakani, Genelkurmay Baskani, Bakanlardan bazilari hep Anadolu'ya geçti. Ve Kral Atina'dan ayrilmadan evvel bir beyanname yayinladi!.. Diyordu ki, Kral bu beyannamede:



Altintas Bozgunu'nda sol cenahimizm çökmesiyte sehid düsen Kurmay Yarbay Nazim Bey.

Ordunun basina geçmek için hareket ediyorum. Asirlardanberi Yunanliligin mücadele etmekte oldugu o topraklarda, mukaddes zafere dogru karsisinda durulamaz bir sekilde ilerleyen irkimizin muharebelerini taçlandiracagiz. Bugün, bu vilayetlerdeki hakimiyyetimiz, eski zamanlardaki cedlerimiz gibi en yüksek hürriyet, müsavat ve adalet ideallerinin gerçeklesmesini saglayacakti.

Böyle taçlandirilacak savaslar sayiklayan Yunanlilar'in taarruzu 10 Temmuz 1921 günü baslayip 25 Temmuz'a kadar araliksiz on bes gün devam etti. 16 Temmuz günkü Yunan taarruzunda sol kanadimiz bozulup ordumuz büyük bir tehlikeye maruz kaldi. Bu arada orduda pek sevilen Kurmay Yarbay Nazim Bey sehid düstü ve cenazesi Ankara'ya götürülüp büyük merasimle kaldirildi. Garb Cephesi Kumandani îsmet (înönü) Pasa da, bu savaslardaki ilk geri çekilme emrini sol kanadin bozulmasini müteakib verdi!. Bu geri çekilme 17, 18, 19 Temmuz günleri de devam etti. 21 Temmuz günü Eskisehir'i geri almak gayesiyle yapilan taarruzumuz bir netice vermedi. Ve nihayet birliklerimiz 25 Temmuz aksamina kadar Sakarya gerisine çekildi. Cephe karargahi da, 24 Temmuz'da Polatli'ya nakledildi.

Millî Mücadele'yi pek nazik bir noktaya getiren Altintas Bozgunu budur... 1522 sehid, 4714 yarali verdigimiz bu bozgundan sonra simaran ve «Türk birliklerinin geriye kalanlarinin da tamamen dagilmasi çok sürmeyecektir» diye beyanat veren Yunan askerî erkani, Altintas Bozgunu'ndan hemen sonra Sakarya'da korkunç bir maglubiyete ugrayacak ve biz Büyük Zafer'e dogru esasli bir adim atacagiz.

Ancak, Sakarya Meydan Muharebesinde, îsmet (înönü) Pasa «fiilen yoktur»!. Yanlis sevk-ü idaresiyle Altintas Bozgunu'na sebeb olan îsmet Pasa, Sakarya Savasi'nda da. bir tahta sandalye üstünde uyuya kalmistir!.

Sarax
09-23-2008, 15:29
Bozgun Olayi Meclisde

Altintas Bozgunu'nun ne derece mühim oldugunu ve aci neticesiyle nelere sebep oldugunu tesbit bakimindan hemen kaydedelim ki, Büyük Millet Meclisi 23 Temmuz 1921 günü ilk üçü gizli olmak üzere dört celse akd' etmis ve bu gizli görüsmelerde «rengi uçmus, feras olmamis, kimbilir kaç gündür uykusuzluktan gözlerinin etrafi halka halka, elbisesi toz toprak içinde perisan kiyafetle» kürsüye çikan îcra Vekilleri Reisi (Basbakan) ve Erkan-i harbiye-i Umumiye Reisi (Genel Kurmay Baskani) Fevzi (Çakmak) Pasa, o günlerdeki aci durumu söyle anlatmistir:

«— Arkadaslar! Tarihî günler yasiyoruz. Yunanlilar'm çok üstün kuvvetle yaptiklari taarruza karsi asker ve subaylarimiz insanüstü bir gayretle kahramanca çarpistilar. Harb çok kanli oldu. Agir zayiata ugradik. Biz sehir, bölge harbi yapmiyoruz, hedefimiz nihaî zaferdir. Ordumuz stratejik bakimdan en müsait yerde harbe devam edecektir. Askerî noktadan en emin yerde harbedecegiz. Hükümetimiz namina Ankara'yi bir hafta zarfinda tahliye etmeye, hükümet merkezini Kayseri'ye nakletmeye karar verdik. Simdiden hazirliga baslamanizi rica ederim.»

Fevzi Pasa'nin bu izahati Meclis'de «top gibi patlamis», pek çok milletvekili kürsüye gelip konusarak «açik, gizli ne varsa hepsi 'ortaya dökülmüs», «Orduyu bu hale getiren kumandanlari cezalandirmak» teklifi ortaya atilmis, bütün bu konusmalardan sonra tekrar söz alan Fevzi Pasa:

«— Memleket müdafaasinda tamamen sizinle ayni fikirdeyim. Staretejik kumanda hatasina gelince, Erkan-i harbiye-i Umumiye Reisi olmakla bizzat ben mes'ulüm. Hiçbir kumandan bundan mes'ul tutulamaz. Vereceginiz cezayi sahsen simdiden kabul ettigimi arzederim» demisse de, Meclis'deki umumî kanaat «Fevzi Pasa'nin hiçbir kusuru olmadigi» yolundadir. Biina ragmen bu konusma, bir yumusama havasi dogurmus ve bu mevzuda kimse söz alip kürsüye çikmamistir. Neticede, cepheye



Garb / Bati Cephesi Kumandani Ismet (inönü).

Meclis'den bir hey'et gönderilmesi, Ankara'nin müdafaasma hazirlanilmasi, Meclis çalismalarina araliksiz devam edilmesi ve bazi evrakin Kayseri'ye naklinde hükümetin serbest oldugu yolunda, karar alinmistir.

Meclis'in cepheye gönderdigi on dört kisilik hey'ette Dr. Riza Nur.da vardir. Riza Nur cephedeki tetkikattan sonra yazdiklanyla hatiratinda Ismet Pasa'yi pek fena hirpalamistir!.

Ali Fuad (Cebesoy) Pasa ise, Altintas Bozgunu'ndan sonra Mustafa Kemal Pasa'ya sorar:

«— Eger düsman Kütahya ve Eskisehir civarinda yenilmis olsaydi, netice ne olurdu?.»

Mustafa Kemal Pasa'nin cevabi mühimdir. Der ki:

«— Bu takdirde, lehimize bir baris anlasmasini Batililara kabul ettirmek belki daha evvel mümkün olabilirdi.

Nitekim, Sakarya zaferinden sonra Batililarin ileriye sürdükleri sartlar, mesru ve hakli davamizi te'min edecek mahiyyette olmamakla beraber, birkaç defa bize mütareke ve müsalaha teklifinde bulunmuslardir.»

Fevzi (Çakmak) Pasa'nin söyledikleri ise acidir!. Ankara'daki Ziraat mektebinde bulunan dairesinde, basini iki elinin arasina almis yeis içinde düsünen Fevzi Pasa'ya sorulur:

«— Pasa, ne haber?.»

Fevzi Pasa üstü haritalarla dolu masasindan basini kaldirarak» cevap verir:

«— Ismet, eline verdigim gül gibi kuvvetleri mahv ve perisan etti!.»

Halide Edib Adivar'da, o müdhis bozgundan bahisle der ki:

«— Eskisehir'den döndükten sonra karargahta bir saat kadar çahstim. Sonra eve gitmek için Dr. Adnan (Adivar)'i ararken, sesini duydugum bir odaya girdigim vakit, Mustafa Kemal Pasa ile konustugunu gördüm. Ikisi de, odanin ortasinda ayakta duruyordu. Pasa'nin yüzü sapsari idi. Iç ayaklanmalarin en kötü günlerindeki kadar endise içinde idi.

Içeri girdim, el sikistiktan sonra, bu durumdan ne kadar müteessir oldugumu söyledim. Bana, bir fincan kahve içip, Eskisehir'de dövüsen Ismet Pasa'dan gelecek haberleri beklememi söyledi. Oturdum. Nihayet neticeyi ögrendik.

Mustafa Kemal Pasa, yaverin durmadan getirdigi haberlerin hepsine sögüyordu. Nihayet sabah oldu. Mustafa Kemal Pasa:

«— Ismet, Eskisehir savasini kaybetti» dedi. Altintas Bozgunu, sayfalarimizin müsaadesi nisbetinde aydinlatmaya çalistigimiz gibi Millî Mücadele'nin pek mühim bir safhasidir ve görüldügü üzere tamamen Ismet (Inönü) Pasa aleyhinedir!.

Sarax
09-23-2008, 15:29
30 AGUSTOS 1922 HAREKATINA KIMLER MUHALEFET ETTI?

Millî Mücadelenin gizli kalmis yönleri vardir. Bugün bunlardan birine temasla 30 Agustos 1922'deki harekata kimlerin muhalefet ettigi üzerinde duracagiz.

Ilk Meclis tesrî ve icraî, yani, bugünkü tabiriyle yasama ve yürütme yetkilerini kendinde toplamis, bu haliyle de o 'Meclis nev'i sahsina münhasir bir topluluk olarak vazife görmüstür!...

Bu nev'i sahsina münhasir Meclis'de 1922 yilinin Mart ve Temmuz aylari arasindaki dört ay pek buhranli geçmistir! Ayrica inceleyecegimiz «Baskumandanlik Kanunu»nun üç ay daha uzatilmasi bu devrede gerekli oyu alamamis, «Sarih hakkimizi vermeyiz. Bu bir gasbtir. Tahammül edemeyiz» itirazlarmin yükseldigi Meclis'de çetin. «adeta mübareze (dögüsme) tarzinda cereyan eden» münakasalar olmustur.

Bu çetin münakasa, Afyonkarahisar milletvekili Mehmed Sükrü Bey'in celsenin açik yapilmasi teklifiyle baslamis ve neticede o nazik günlerde Meclis müzakerelerinin düsman tarafindan duyulmasindaki mahzur göz önüne alinarak, müzakere gizli yapilmistir.

5 ve 6 Mayis 1922 günleri devam eden bu müzakerelerde ilk Meclis'in mühim simasi Hüseyin Avni (Ulas) Bey'in Baskumandanlik yetkilerini Meclis'in fiili varligindan ayrilmis bir parça saymasi görüsü ile yaptigi konusmada:

«— Bu hareketimizle milleti tarih huzurunda rezil ediyoruz. Miskinlik gösteriyoruz. Vazife sahislarla olmaz. Sahislar yoktur, Millet vardir.» demesi üzerine Mustafa Kemal Pasa söz alarak:

«— Gerçi asil olan millettir, heyeti içtimaiyedir. Onun da umumî iradesi Meclislerde tecelli eder. Fakat fertler de vardir. Meclis, memleket ve devlet islerini fertlerle, sahislarla yapmaktadir. Hakikati, manasiz nazariyelerle inkara mahal yoktur.

Su dakikada ordu kumandansizdir. Eger ben orduya kumanda etmekte devam ediyorsam, gayri kanunî kumanda ediyorum. Meclis'de tecelli eden .re'ye göre, derhal kumandadan uzaklasmak isterdim ve baskumandanligimin hitam buldugunu hükümete teblig ettim. Fakat gayri kabili telafî bir fenaliga meydan birakmamak mecburiyeti karsisinda bulundum. Düsman karsisinda bulunan ordumuz bassiz birakilamazdi. Binaenaleyh, birakmadim, birakamam, ve birakamiyacagim» demistir.

Mustafa Kemal'in bu sekilde milletvekillerinin karsisina dikilmesi, direnisi, münakasalar daha da agirlastirmissa da, ilk Meclis'in o muvafiki ile muhalifi ile Millî Mücadeleyi zafere ulastirabilme (gayreti 6 Mayis gününün gece yansinda yapilan oylamada görülmüs ve on bir red, on bes çekimser, yüz yetmis yedi kabul oyu ile Baskumandanlik Kanunu üç ay daha uzatilmis/daha sonra bu üç ay kaydi süresiz olarak kabul edilmis ve 30 Agustos, bu karardan otuz yedi gun sonra kazanilmistir.



30 Agustos harekatina muhalefet eden kumandanlardan Yakup Sevki Pasa (solda) ve Nureddin Pasa (sagda).

30 Agustos'daki zafer, evveliyati ve sonrasi ile Mustafa Kemal Pasa'nin nutkunda bütün safahatiyle uzun uzun anlatilmistir. Biz bu harekatla degil, harekata muhalif kalanlar üzerinde duracagiz...

30 Agustos harekati sirasinda hükümetin basinda Rauf (Orbay) Bey vardir. Baskumandan Mustafa Kemal Pasa'dir. Genelkurmay Baskani Fevzi (Çakmak)'dir. Garb Cephesi Kumandan Ismet (înönü), Birinci Ordu Kumandani Nureddin, Ikinci Ordu Kumandani Yakup Sevki (Subasi) Pasalardir. Sonralari Genel Kurmay Baskanligi yapan Asim Gündüz Pasa ise; Garb Cephesi Kurmay Baskani'dir.

Bu Asim Gündüz Pasa'nin hatiratindan ögrendigimize göre, 30 Agustos'daki büyük taarruza Ismet Inönü, îkinci Ordu Kumandan Yakup Sevki Pasa tamamen, Birinci Ordu Kumandani Nureddin Pasa kismen, Genelkurmay Baskani Fevzi (Çakmak) ise bazi temel noktalarda muhalefet etmisler ve bu anlasmazlik zaman zaman hadd safhayi bulmustur.

Asim Gündüz. Pasa, Birinci Ordu Kumandaninin 30 Agustos harekatinin mevzii kalip bizi Izmir'e ulastirmayacagi kanaatinde oldugunu, Nureddm Pasa'nin Kurmay olmadigini, ancak degerini Irak cephesinde ispat ettigini kayitla: «Kahraman, ahlak sahibi cesur bir zatti. Muhafazakardi. Izmir'in isgalinden evvel bu bölgenin kumandani idi. Galip devletler tarafindan istenmemis, yerinden aldirilmisti. Eger vazifesi basinda kalsa idi, daha sonra yerine gelen Ali Nadi Pasa'nin zaaflarina ve hatalarina düsmez, Izmir'in de eli kolu bagli teslim edilmesi mümkün olmazdi. Müdafaaya geçecegi süphesizdi» diyor.

Ismet (înönü) Pasa ile arasindaki ihtilafin ise, taarruz emri müsveddesini yazmasindan dogdugunu kaydeden Asim Pasa, neticede kendisinin öne sürdügü planin agirlik kazandigini ve gerek Sakarya'daki ve gerek 30 Agustos'da sebkeden gayreti dolayisiyle terfi ettirildigini ve opeletlerinin bizzat Mustafa Kemal tarafindan takildigini yaziyor ve ilave ediyor:

«— Ismet Pasa, Mustafa Kemal'in bu müstesna yakinligini, kadirsinasligini, alicenapligini asla affetmedi, hos görmedi ve unutmadi. Sahsimiz ve emeklerimiz için Mustafa Kemal'in alaka ve mürüvvetine daima istirak etmis olan Marasal Fevzi Çakmak'a karsi bile kirginligini, hepimizi elinde kuvvet oldugu anda unutarak, aktif hizmetlerden ayirarak gösterdi. Hem de küçük, çok küçük hesaplarla...»

Asim Gündüz Pasa'nin yukarida isimlerini saydigi zevattan gayri digerleri, 30 Agustos harekati planina katilmislardir. Bunlar arasinda basta Asim Gündüz olmak üzere, Fahreddin Altay, Izzeddin Çalislar, Sükrü Naili, Kemaleddin Sami, Hüseyin Hüsnü Erkilet, Kazim Inanç, Naci Tinaz, Kazim Orbay, Salih Omurtak, Naci Eldeniz, Asir Atli, Deli Halid Pasa, Abdurrahman Nafiz Gürman, Halid Akmansü, Halis Biyiktay gibi muhtelif rütbedeki askeri zevat vardir.

Kaynak: Mustafa Müftüoglu, Yalan söyleyen tarih utansin, cilt: 10

Sarax
09-23-2008, 15:30
Meclis-i Meb’ûsân’in Mîsâk-i Millî’yi kabulü

28 Ocak 1920 Çarsamba günü Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsani’nin gizli toplantisinda, bütün milletvekillerinin oybirligi ile sonralari “Mîsâk-i Millî” diye anilan “Ahd-i Millî” kabul edilmisti.

Erzurum (23 Temmuz 1919) ve Sivas (4 Eylül 1919) Kongrelerinde görüsülen Mîsâk-i Millî metni, Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsâni’ndaki Millî Mücadele’ye taraftar milletvekillerinin toplandigi “Felâh-i Vatan Grubu”nun 22 Ocak 1920 günkü gizli celsesinde Hüsrev Bey tarafindan okunup, “daha toplu ve daha esaslara muvafik bir surette tesbit edilmis” ve yukarida görüldügü gibi bir hafta sonra da Meclis-i Meb’ûsân’da oy birligiyle kabul edilmistir.

Son Meclis-i Meb’ûsân’a Kastamonu milletvekili olarak katilan Yusuf Kemal (Tengirsek) hâtiratinda: Mîsâk-i Millî’yi hazirlayan komisyonda ben de çalistim. Mîsâk’in baslangici ve maddeleri bastan asagiya “Istiklâl!.. Istiklâl!.” diye haykirmaktadir. Bu, öteden beri disaridan, içeriden ma’ruz kaldiklari kötü muamemelere karsi artik isyan bayragini açmis, herseyin kayboldugunu görerek saha kalkmis olan Türk yigitlerinin icabinda canlarini vererek kazanmaya ahdettikleri bir dâvâ idi.

Mîsâk’in özellikle altinci maddesi tam ve iyi bir idare kurabilmek, iktisaden ilerleyebilmek için tam istiklâl ve hürriyetin esas oldugunu ilân ediyordu. O zamanki Türk aydinlari hep böyle düsünüyorlardi, Mîsâk-i Millî’de bu istekler âlemin önüne kondu. Yapilan bütün anlasmalarda delegelerin israrla istedikleri ve aldiklari milletin bu basit haklarindan baska bir sey degildi. Mîsâk-i Millî, Türk Cemiyeti’nin sonradan yaptigi bilhassa siyaset sahasinda bir kalkan oldu. Hep onun kabulünü, onun tahakkukunu istedik. Mîsâk-i Millî, simdi kullanilan tabirle milletçe millî mücadeleye baslarken, ilerdeki hareketler için yapilmis bir plândi” diyor.

Bir Iddia!..

Meshur “Büyük Türk Lûgati” sahibi, zamaninin ünlü fikir ve siyaset adami Hüseyin Kâzim Kadri Bey, Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsâni’nda Aydin Milletvekili ve Meclis Baskanvekilidir. Seyh Muhsin-i Fânî, müstear adiyla pek çok eser birakan bu zatin Ikinci Abdülhamid Hân, Ikinci Mesrutiyet ve Ittihatçilarla ilgili hâtiratinin mühim bir kismi degerli arastirmaci Ismail Kara kardesimizin gayretiyle “Mesrutiyet’ten Cumhuriyet’e Hatiralarim” adiyla hazirlanip “Iletisim Yayinlari” arasinda yakin tarihimiz meraklilarina kazandirilmis hayirli bir hizmet olmustur.

Hüseyin Kadri Bey bu hatiralarinda Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsân faaliyetinden bahisle “Mîsâk-i Millî” mevzuunda der ki: “Mîsâk-i Millî” hazirlandi ve defaatle müzakereler ve ictimalar yapildi. Mîsâk’daki esaslari teklif eden benim. Hattâ bunun müsveddesi benim elyazimla Âsaf Bey’in (Bursa meb’usu) nezdindedir. Sonradan Anadolu’dan gelen meb’uslarin istirakiyle de kat’i seklini aldi. Reis’e vekâlet ettigim günlerde Fransizcaya tercüme ettirerek ba’de’l-imza (imzadan sonra) bütün hükümetlere ve parlamentolara göndermistik. En son güne kadar takip edilecek dahilî ve harici siyasetle buna bagli millî istekleri ihtiva eden “Mîsâk-i Millî” benim fikrimden dogmustu. Bu hakikati fahr u mübahât ile (hakli olarak övünerek) yâd ve tekrar ederim.”

Pek çok eserde görülmeyen “Mîsâk-i Millî” ile alâkali bu mühim iddiayi naklettikten hemen sonra ilâve edelim: Meclis-i Meb’ûsân’in gizli celsesinde kabul edilen “Ahd-i Millî/Millî Misâk”in bütün parlamentolara ve basina bildirilmesine dair Edirne Milletvekili Seref Bey’in verdigi takrir (uydurmacasi: Önerge) Meclis’in 17 Subat 1920 günkü toplantisinda okunmus ve Seref Bey o gün sadelestirilmis sekliyle hulâsaten su konusmayi yapmistir:

“-Muhterem arkadaslarim, millet bizi buraya gönderirken omuzlarimiza mühim bir hizmet yükledi. Altiyüz yildir adaletin keskin kilicina dayanarak ayakta duran bu devletin tarihi, dini ve bütün haklariyla müdafaasini bizden istedi. Hepimiz de kabullendik ve öylece buraya geldik. Buraya geldimiz günden beri de gönüllerimizde ve kafalarimizda bir düsünce belirdi. Bir arkadasimiz bütün yüreklerden kopup gelen baris sesini bir noktada topladi ve bütün vicdanlar bu noktada birlesti. Ortaya, ölümümüze kadar sürecek olan bir “Ahd-i Millî” çikti. Bu, öyle bir millî anddir ki, Meclisimiz bunu kat’i bir kararla bundan sonraki tarihimize kaydederken, geçmisin güçlü ve parlak günleri kadar gelecekte de, milletimiz için umdugumuz ve devletimiz için bekledigimiz en parlak günleri hazirlamis olacagiz. Okuyacagim “Ahd-i Millî”nin, insanlari çignemek ve esir yasatmak istemediklerini ilân etmis olan Avrupa’nin bütün medenî devletlerine duyurulmasini teklif ediyorum. (Bravo sesleri ve alkislar.)

Milletin oyu ile buraya gelen, devletin ve milletin namusunu ve dinini müdafaa ve muhafazada birlesen arkadaslarimin bu “Ahd-i Millî”yi kabul suretiyle gösterdikleri iman ve karardan Allah da razi olacak ve bizleri basariya ulastiracaktir. (Sürekli alkislar.)

Büyük Milllet Meclisi’nce de kabulü

Kisa bir giris yazisiyla alti maddeden ibaret “Mîsâk-i Millî”nin Meclis-i Meb’ûsân’da okunmasini müteâkib Baskanin “Bunu kabul ediyor musunuz?” sualine “Hepimiz ve oybirligi” cevabi verilmis, “O halde gereken yerlere bildirecegiz” diyen baskan daha sonra, Sinop Milletvekili Dr.Riza Nur Bey’i kürsüye dâvetle onun yaptigi konusmadan sonra celseyi kapatmis, o günkü kararla “Ahd-i Millî” dünyaya duyurulmustur.

“Mîsâk-i Millî”, 23 Nisan 1920’de Ankara’da toplanan Ilk Büyük Millet Meclisi’nin 18 Temmuz 1920 Pazar günkü ictimainda aynen kabul edilmis ve Son Osmanli Meclis-i Meb’ûsâni’ndan sonra BüyükMillet Meclisi’nce de aynen benimsenen “Mîsâk-i Millî”, yer yer temiz Anadolu topragini kirleten düsmana müdhis bir darbe olmus, millî kiyamda mühim bir merhale katedilmistir.

“Mîsâk-i Millî”de Bati-Trakya ve Musul sinirlarimiz içinde gösterilmesine ragmen, Lozan’da bu topraklara sahip olamayisimiz Büyük Millet Meclisi’nde genis tenkit mevzuu olmus, 21 Agustos 1923 günkü Meclis toplantisinda Izmir Milletvekili Necati Bey Musul; sonralari Içisleri Bakani olan Sükrü Kaya Bati-Trakya mevzuunda hayli sert konusmalar yapmislardir!..

Sarax
09-23-2008, 15:30
CHP’nin kurulusu ile alâkali bazi gerçekler

23 Nisan 1920 Cuma günü Ankara’da açilan Ilk Büyük Millet Meclisi kabul ettigi “Nizâb-i Müzakere” Kanunu’nun birinci maddesine göre: “Hilâfet ve saltanatin, vatan ve milletin kurtulus ve istiklâlinden ibaret olan gayesine ulasincaya kadar fasilasiz toplanarak” çalismalarini sürdürürken, 1923 yilinin 1 Nisan Persembe günü alinan bir kararla seçimin yenilenmesine gidilerek Ilk Meclis dagilmistir.

Ikinci Büyük MilletMeclisi seçimleri hazirliklarinda ilk defa “Halkin Firkasi/Partisi”nde söz edilmis, milletvekilligi adayligi için 16 Nisan 1923’te yayinlanan tebligde “Müdafaa-i Hukuk Gurubu ve Halk Firkasi namzettigine/adayligina talip olacaklar” denilirken, yeni Firka/Parti’nin Müdafaa-i Hukuk’un devami olacagi düsünülmüs, seçimler dolayisiyla yayinlanan bildirilerde de, hem Müdafaa-i Hukuk’tan hem de Halk Firkasi’ndan bahsedilmistir.

Ikinci Büyük Millet Meclisi için seçim 22 Haziran 1923 günü yapilmis ve 11 Agustos Pazartesi günü ilk toplantisini yapan bu Meclis bir milletvekili disinda tamamen Müdafaa-i Hukuk mensuplarindan tesekkül etmistir. Ilk Meclis’teki “Ikinci Gurup” milletvekillerinden, yâni, muhaliflerden çogu Ikinci BMM seçiminde aday gösterilmemislerdir. Bu Meclis’te yegâne muhalif–müstakil meb’us, Gümüshane Milletvekili Zeki (Kadirbeyoglu) Bey’dir.

Ikinci BM Meclisi’nin açilmasindan hemen sonra Müdafaa-i Hukuk mensuplari, Halk Firkasi kurulusu için çalismaya baslamislardir. Firka/Parti 9 Eylül 1923’te kurulmus ve Dahiliye Vekâleti’ne/Içisleri Bakanligi’na verilen bir dilekçe ile tescili istenmistir.

Mustafa Kemal Pasa’nin imzasini tasiyan bu dilekçe ile resmî makamlara bildirilen “Halk Firkasi”nin kurulusu 9 Eylül 1923 ise de, yine Mustafa Kemal’in 1927 Kurultayi açis nutkundan ögrendigimize göre, Halk Firkasi/Partisi, Müdafaa-i Hukuk’un devami olup, kurulusu “Sivas Kongresi”dir (4–11 Eylül 1919) ve bu Kongre, Firka’nin/Parti’nin ilk kurultayidir. Bu mevzuda diyor ki, Mustafa Kemal Pasa:

“– Bütün Anadolu ve Rumeli’ye samil olmak üzere ilk kongremiz Sivas’ta akd’edilmistir. Gerçi o zaman kullandigimiz ünvanla, bugünkü ünvan arasinda fark vardir. Fakat teskilât esas itibariyle mahfuz kalmisti. Bugün siyasî firka/parti halinde tecelli eden mevcudiyete mebde teskil edilmistir.”

“Prognami yoktur dediler”

Bu ifadeye göre kurulusu “Sivas Kongresi”ne kadar uzanan Halk Firkasi’nin ilk Genel Baskani Mustafa Kemal Pasa’dir. Baskan Yardimciligi’na Ismet (Inönü) Pasa, Genel Sekreterligi’ne ise Recep (Peker) getirilmis ve ilk Umumî Heyet: Celâl (Bayar), Sabit (Sagiroglu), Cemil (Ubaydin), Dr. Refik (Saydam), Saffet (Arikan), Münir Hüsrev (Göle), Zülfü (Tigrel) ve Kâzim Hüsnü’den tesekkül etmistir.

Firka’nin/Parti’nin ilk programi mevzuunda Mustafa Kemal Pasa “Nutuk”ta der ki:

“– Gerek bâzi zevattan aldigim tahriri mütalâattan (yazili görüslerden) ve gerek halk ile müdavele-i efkârdan (fikir alisverisinden) çok istifade ettim. Nihayet 6 Nisan 1923 tarihinde nokta-i nazarlarimi (görüslerimi) “dokuz umde” halinde tespit ettim. Ikinci Büyük Millet Meclisi’nin seçimi esnasinda nesir ve ilân ettigim bu program, Firka’nin tesekkülüne esas olmustur. Nesrettigim programi bir siyasî firka/parti için gayrikâfi, kisa bulanlar oldu. Halk Firkasi’nin programi yoktur, dediler.”

Böyle Halk Firkasi’nin/Partisi’nin kurulusuna esas olan “9 Umde” mevzuunda Mete Tuncay, tek parti ile alâkali tetkikinde der ki:

“– Anadolu-Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyetlerine gönderilen “9 Umde Beyannâmesi” tepkisiz kalmamistir. Halk Firkasi’na dönüstürülmeye karsi direnmelerin ilginç bir örnegi Trabzon’dur. Burada, eski Vali Deli Hamid Bey, Belediye Reisi Gazzaz-zâde Hüseyin Efendi, Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti Baskani Barutçu-zâde Ahmed ve oglu “Istikbâl” gazetesi sahibi Faik Ahmed Beylerin önderligindeki muhalif bir çevre, Trabzon Meb’usu Ali Sükrü Bey’in Topal Osman’ca öldürülmesi olayindan ötürü, zaten galeyana gelmis bir durumdaydilar. Bu hava içinde Anadolu-Rumeli Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nin Halk Firkasi’na dönüstürme girisimi, Trabzon Müdafaa-i Hukuk Cemiyeti’nce kisisel yönetime varacak, üstelik dernek tüzügüne aykiri bir tasari olarak degerlendirilmis ise bu itiraz, Beyannâme’ye bir cevapla bildirilmistir. Bunun üzerine, Trabzon’a iki milletvekilinden olusan bir sorusturma kurulu gönderilmis ve sonuçta, eski heyet-i merkeziyeye isten el çektirilip yeni bir heyet-i mütesebbise kurulmustur.”

Bir görüs daha

Sonralari “Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi’nin/Partisi’nin” kurulusu dolayisiyla Halk Firkasi programi yine bahismevzuu olmus ve “Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi’ni kuranlarin belli prensiplere sahip olmadiklari, sirf iktidar hirsiyla Halk Firkasi’ndan ayrilip muhalefete geçtikleri” iddiasina Ali Fuad (Cebesoy) Pasa’nin cevabi su olmustur:

“– Firkamizin/Partimizin kurulusu bir çok ta’rizlere ve itirazlara vesile teskil etti. Bunlarin baslicasi, Halk Firkasi ile Firkamiz programlari arasinda hiç bir fark bulunmadigi halde, yeni bir Firka teskil etmemiz, yâni, muayyen prensip ve gâyelere degil, sahsî ihtiraslara tâbi bulunmamiz iddiasidir. Iki Firka’nin programlari arasinda bir fark bulunup bulunmadigini anlamak için, iki programi karsilastirmak lâzimdir. Halbuki, Halk Firkasi’nin yazilmis bir programi bile yoktur. Mevcut olmayan bir seyle mukayese imkâni da elbette yoktur. Fakat buna ragmen, aramizdaki en büyük fark kendiliginden meydana çikiyor ki, o da, bizim müsbet, muayyen ve yazilip nesredilmis bir programimiz bulundugu halde, karsimizdakilerin bundan mahrum oluslari, yâni, hiç bir programlari bulunmayisidir. Onlar bu noksanlarini ma’zur göstermek için: “Bizim programimiz, icraatimizdir. Biz yazmayiz, yapariz. Hükûmetimizin beyannâmeleri programimizi teskil eder” gibi sözler söylemektedirler. Fakat bunlarin hiçbiri, programsizligin bir siyasî Firka için haiz oldugu mânayi izale edemez.”

6 ok Anayasa’da

1923’te kurulan “Halk Firkasi” adli siyasî tesekkül, sonralari “Cumhuriyet Halk Firkasi” diye anilmaya baslamis, 1935’te ise “Cumhuriyet Halk Partisi” (CHP) adini almistir. Halk Firkasi’nin adina “Cumhuriyet” kelimesinin ilâvesi yeni bir partinin tesekkülü sirasinda olmus ve Fahir Giritlioglu’nun CHP ile ilgili eserine göre: “Yeni kurulan parti ismini “Terakkiperver Cumhuriyet Firkasi” olarak almak üzere iken, Halk Partisi daha atik davranmis ve “Cumhuriyet” ismini bir baska partiye kaptirmamak için 10 Kasim 1924 tarihinde kendi adini “CHP” olarak degistirmistir.”

CHP’nin “6 Ok”u ise Ismet Inönü’nün yüz elli üç arkadasiyla birlikte Meclis’e getirdigi bir takrir (önerge) ile o günkü Anayasa’nin ikinci maddesine girmistir.

5 Subat 1937’de kabuledilen bu degisiklik, merhum Ali Fuad Basgil’e göre: “Anayasa’nin aslindaki berrak çehresini bir hayli burusturmustur.”

“Anayasa bir parti programi degildir. O, bir millî misaktir. Yalniz muayyen bir partinin mensuplarina ve yalniz yasayan nesile hitap etmez. Milletin her ferdine ve kanun olarak kaldikça, her nesile hitap eder. Bir parti için yerinde ve münasip olan bir fikir, devlet için ve devletin kanunu olan Anayasa için münasip degildir” diyen Ali Fuad Hoca devamla:

“– Devletçilik nedir?.. Lâiklik ve milliyetçilik ne demektir?.. Inkilâpçiligin zaman içindeki hududu nedir?.. Bizde bunlar ne Anayasa’da ve ne de baska bir tatbikat kanununda tarif edilmemis, hiç birinin hududu ve sümûlu gösterilmemistir. Meselâ, devletçilik sahsî temayüle göre degisik, hattâ zit mânasi olan bir tâbirdir. Biz de bu prensibin kanunlarimizda bir tarifine rastlanmadigi gibi, hukukçularimiz arasinda da ilmî bir izahi yapilmis degildir.

Lâiklik de böyledir. Garb (Bati) ilmine sorarsaniz, lâikçilik din ve vicdan hürriyetinin teminatidir ve lâik olmayan bir devlette bu hürriyetin teminati yoktur.

Bize gelince, maziyi yasayanlar bilirler ki, bizde lâiklik sol ve sag temayüller arasinda bocalamis, iktidar adamlarinin içtihadina göre mâna almistir. Aci olan sudur ki, bu içtihad memleket realitesinden ziyade yanlis görüslere saplanmaktan dogmustur. Su da acidir ki, Üniversitelerimiz, bu hususta efkâri aydinlatacak bir görüs vermemis, ayni fakülte hocalari bile bir anlayis birligine varamamistir.”

Su görüs de, Ali Fuad Basgil hocanindir: “Lâiklik Anayasa’ya kelime olarak degil, tarif olarak girmeli, hududu ve sümul sahasi gösterilmelidir. Ancak bu sekilde lâiklik adina yapilacak su’i-istimallerin önüne geçilebilir.”

Kurulusunun yildönümü kutlanan CHP’nin “9 Umde”si ile “6 Ok”una böyle kisaca temas ettiktensonra hemen ilâve edelim ki, baslibasina bir kitap mevzuu olan CHP icraatindan bâzilarini gününde ve sütunumuzun müsaadesi nisbetinde inceleyecegiz.

Sarax
09-23-2008, 15:30
Alti Ok’un hikâyesi

Atatürk’ün iltifatina mazhar olan Münir Hayri Egeli, “Eski Bir Atatürkçü” adiyle 1954 yilinda yazdigi ve 1959’da “Ahmed Halid Kitabevi”nce yayinlanan “Atatürk’ten Bilinmeyen Hatiralar” isimli kitabinda “Alti Ok’un Hikâyesi” basligi altinda diyor ki:

“Bir gün Recep Peker beni çagirdi:

“– Halk Partisi’nin amblemi olmak üzere bir sey istiyorum” dedi. Bir seyler düsün...

Hemen ise koyuldum. Fakat isin eninde sonunda Ata’ya intikal edecegini biliyordum. Usulca onun Halkevi’ne gelmesinden istifade ederek yaptigim örnekleri reis/baskan masasinin üzerine biraktim.

Atatürk bunlari görmüs. Reis Nafi Atif (Kansu)’tan sormus. O da benim krokilerim oldugunu söylemis. Nihayet beni çagirtti.

– Bunlar ne?.. diye sordu.

– Efendim, Parti’ye amblem denemeleri.

Atatürk, sadece:

– Senin baska isin yok mu?.. dedi. Sonra Nafi Atif’a döndü:

– Receb’in (Peker) isi yok böyle seylerle ugrasir. Bizi Fasist partilerine çevirecek” diye mirildandi. Ben ondan sonra isi biraktim. Alti Ok’u Recep Bey, Mahmud Akok’a çizdirmis. Bana da:

– Bu islerin inhisari/tekeli sende olacak degil ya... Bak ne güzel oldu, dedi.

Sarax
09-23-2008, 15:31
"Resmî bayram günlerinden" biri olan 23 Nisan'da okullarda ve meydanlarda merasimler yapilir, çocuklar siirler okur

TBMM nasil açildi?



23 Nisan, bazilari için yalnizca "Çocuk Bayrami" olarak kutlanan bir tarihtir. Ayni zamanda "Resmî bayram günlerinden" biri olan 23 Nisan'da okullarda ve meydanlarda merasimler yapilir, çocuklar siirler okur. Belediye baskanlari, valiler, kaymakamlar, hatta ve hatta bakanlar o gün kisa bir müddet için de olsa koltuklarini, "önceden seçilmis ve ne söyleyecekleri ezberletilmis" çocuklara terkederler. O gün koltuklarini "geçici" olarak çocuklara devreden büyüklere Basbakan, Cumhurbaskani ve TBMM Baskani da dahildir.

Adi hep çocuklarla birlikte anilan ve bolca merasim yapilan 23 Nisan tarihi Türkiye Büyük Millet Meclisi'nin açildigi tarihtir. Bu bakimdan yakin tarihimizdeki "satir baslarindan" birisini teskil etmektedir.

Epeydir yapilagelen 23 Nisan merasimlerini artik ezberledik. Hatta artik çocuklarin geçici olarak oturduklari koltuklarda neler söyleyeceklerini, telefon açarak karsidaki muhataplarina ne gibi talimatlar vereceklerini de az çok tahmin edebiliyoruz. Peki acaba bu mühim tarihte TBMM'nin nasil açildigini, o gün nasil bir merasim yapildigini biliyor muyuz?.. Bu sorunun cevabina geçmeden önce geliniz 23 Nisan 1920 öncesini kisaca göz gezdirelim.

Yarali, yorgun, bitkin...

23 Nisan 1920 tarihine gelinceye kadar Anadolu tarih boyunca görmedigi elem verici hadiselere sahitlik etmisti. Isgal ve esaret nedir bilmeyen Anadolu isgalle tanismisti.

Anadolu insani çok uzun zamandan beri savastaydi. Daha öncekileri saymazsak, 18 Ekim 1912'de baslayan Balkan Savasi'yla birlikte asirlardir besledikleri kinlerini kusan düsmanlarin tecavüzatini durdurmak için cansiperane bir savasin içine dalmisti.

Henüz Balkan Savasi'nin yaralari sarilmadan, Birinci Dünya Savasi patlak vermis, yüzbinlerce gencimiz yedi cephede savasmaya baslamisti.

Bu müthis savasta kuvvetler arasinda muazzam dengesizlikler vardi. Anadolunun imanli ve yigit gençleri yedi düvele, yetmis iki millete karsi savasiyorlardi.

Savasta yüzbinlerce genç sehit düsmüstü. Sag olarak dönen gazilerin pek çogu da ya hastalanmis, ya kolunu, bacagini kaybetmisti.

Nicedir Osmanli devletine "Hasta adam" deyip, kendi aralarinda onun mirasini bölüsenler, 30 Ekim 1918'de imzalanan Mondros Mütarekesinin ardindan, kapali kapilar ardinda hazirladiklari planlarini tatbikat safhasina koymaya baslamislardi.

Isgaller basliyor

Anadolu insaninin yarali, bîtap ve bassiz oldugunu gören düsmanlar aç kurtlar gibi Osmanli mülküne saldirmaya, isgallere baslamislardi.

Ingilizler; 8 Kasim 1918'de Musul'u, 10 Kasim'da Çanakkale'yi ve 13 Kasim'da bütün Bogaz istihkamlarini isgal etti. Trakya bölgesine önce Yunan sonra Fransiz birlikleri girmeye basladi.

Fransiz birlikleri ile bu birliklere öncülük eden Ermeni misil güçleri; 11 Aralik'ta Dörtyol, 17 Aralik'ta Mersin, 21 Aralikta Adana, 27 Aralikta da Pozanti'yi isgal etti. Bu isgaller esnasinda Fransizlardan cesaret alan Ermeniler katliamlara giristiler. Fransizlar da Ermenilerden asagi kalmayacakti.

Ingilizler 19 Aralik'ta (1918) Batum'u, bir ay sonra da Kars'i isgal etti. Mart 1919 tarihine kadar da Urfa, Maras ve Antep Ingilizler tarafindan isgal edildi.

Yaklasik dört asir Osmanli idaresi altinda yasamis olan Yunanlilar 15 Mayis 1919'da Izmir'i isgal etti. Yunan palikaryalari daha sonra Ayvalik, Ödemis, Nazilli, Tire ve Akhisar basta olmak üzere bölgedeki yerlesim merkezlerini isgal edecek, yakip yikacak, dehsetli katliamlara girisecek, vahset tablolari sergileyecekti.

Dünkü usaklarin bu küstahligi ve hunharligi Anadolu halkini yüregini dagliyordu.

Asirlar boyunca devletin payitahti olan Istanbul, 16 Mart 1920'de isgal edildi. Düsman harp gemileri Bogaz'a demirlemis, düsman askerleri Istanbul'a ayak basmis, bilhassa Ingilizler magrur ve küstah tavirlarla sehirde terör estirmeye baslamislardi.

Iste TBMM böylesine yürekleri dagdar eden bir atmosferde açilacakti.

Milleti ayaga kaldiracak güç

Anadolu, Ingiliz, Fransiz, Italyan, Yunan, Ermeni çapulculari tarafindan isgale ugramisti. Anadolu halki yillarca devam eden savastan dolayi yarali, yorgun ve bîtapti. Bu durumdaki bir halki ayaga kaldiracak güç ne olabilirdi? Bu sorunun cevabini kurtulus hamlesini baslatacak olan bütün kurmaylar bilmekteydi. Asirlar boyunca bu halki zaferden zafere kosturan kuvvet, yarali arslani terar ayaga kaldiracakti.

Çok uzun yillar dünyanin bir numarali "süper devleti"ni ayakta tutmayi basarmis, dünyanan en büyük devletlerine hükmetmis, dünyanin en büyük ordularini perisan etmis, zafere kosmus yigit insanlar; sadece ve sadece "Allah'in rizasini kazanmayi" düsünmüslerdi.

Onlarin hayali I'layi kelimetullah idealini dünyanin her yanina tasimakti. Bu hayal ve gaye ile yola çikmislardi.

Allah demisler, Resullulah demisler, Kur'an demisler, Islamiyet demisler ve kalblerindeki iman nurunun rehberlignde yollarina azimle devam etmislerdi.

En zor sartlarda bile hayatin hayati olan hak dine sarilinca engelleri birer birer asmislardi. Iste yine öyle olacakti. Gün gayret günüydü, Islamî degerlere sarilarak ayaga kalkma günüydü...

Sarax
09-23-2008, 15:31
Kast-i Mahsusla Cuma Günü

Esaret nedir bilmeyen insanlar, her karisi sehid kaniyla sulanmis olan Anadolu topraklarinin düsman çizmeleri altinda çignenmesine asla izin veremezlerdi. Elbette düsmanlara hadleri bildirilecekti. Bunun için organize olmalari sartti. Iste bu maksatla Ankara’da Millet Meclisi toplanacakti.

Meclis’in açilisi kast-i mahsusla Cuma gününe denk getirilmisti. O gün muhtesem bir merasim yapilacakti.

23 Nisan 1920 günü yapilacak açilis merasiminin programi bir tamimle bütün yurda duyurulmustu. “Heyeti Temsiliye Namina Mustafa Kemal” imzali tamim, yerlesim merkezlerinin en merkezi yerlerine, camilerin kapilarina asilmis, ayrica matbaada bastirilarak halka dagitilmisti.

Daha sonra TBMM Reisi, bilahare de ilk Reis-i Cumhur olacak olan Mustafa Kemal Pasa imzali tamimi, 1927 yilinda “Tayyare Cemiyeti” tarafindan 50 bin adet bastirilmis olan Osmanlica Nutuk’un (O tarihte henüz harf devrimi yapilmamisti) Birinci Cildi’nin 272 ve 273. sayfalarindan aynen aktariyoruz.

(Akisi bozmamak için evvela metni verecegiz. Daha sonra, hülasa ederek bugünkü Türkçe’ye aktaracagiz.)

Heyecan uyandiran tamim

“Tel: Gayet Müstaceldir

Ankara, 21/4/1920

Ankara’ya acele tezkere

Kolordulara (K.O. 14 Vekâletine)

Firka 61 Kumandanligina, Refet Beyefendiye,

Bilumum Vilâyata, Müstakil Livalara, Müdafaai Hukuk Heyeti Merkeziyelerine, Belediye Riyasetlerine

1– Bimennihilkerim Nisan’in 23’üncü Cuma günü, Cuma namazini müteakip Ankara’da Büyük Millet Meclisi küsat edilecektir.

2– Vatanin istiklâli, makami refii hilâfet ve saltanatin istihlasi gibi en mühim ve hayatî vezaifi ifa edecek olan bu Büyük Millet Meclisi’nin yevmi küsadini Cuma’ya tesadüf ettirmekle yevmi mezkûrun mebrukiyetinden istifade ve bilumum meb’usini kiram hazarati ile Hacibayram-i Veli Camii Serifi’nde Cuma namazi eda olunarak envari Kur’an ve salattan da istifaza olunacaktir. Badessalât lihyei saadet ve sancak-i serifi hamilen daireyi mahsusaya gidilecektir. Daireyi mahsusaya dahil olmazdan evvel bir dua kiraatile kurbanlar zebholunacaktir. Isbu merasimde camii seriften bedile daire-i mahsusaya kadar Kolordu Komutanligi’nca kitaati askeriye ile tertibati mahsusa alinacaktir.

3– Yevmi mezkûrun teyidi kutsiyeti için bugünden itibaren merkezi vilayette vali Beyefendi hazretlerinin tertibile hatim ve buharii serif tilavetine bed’olunacak ve hatm-i serifin son aksami teberrüken Cuma günü namazdan sonra daire-i mahsusa önünde ikmal edilecektir.

4– Mukaddes ve mecruh vatanimizin her kösesinde ayni suretle bugünden itibaren buharî ve hatemati serife kiraatine suru edilerek Cuma günü ezandan evvel minarelerde salavat-i serife okunacak ve esnayi hutbede hilâfetmaabimiz padiahimiz efendimiz hazretlerinin nam namii humayunu zikredilirken zati sevketsimati padisahilerinin ve memaliki sahaneleriyle bilumum tebaai mülûkânelerinin bir an evvel naili halâs ve saadet olmalari duasi ilâveten tezkâr olunacak ve Cuma namazinin edasindan sonra da ikmali hatmedilerek makam-i muallayi hilâfet ve saltanatin ve bilcümle aksami vatanin halâsi maksadile vukubulan mesaii milliyenin ehemmiyet ve kutsiyeti ve her ferdi milletin kendi vekillerinden mürekkep olan bu Büyük Millet Meclisi’nin tevdi eyleyecegi vezaifi vataniyeyi ifaya mecburiyeti hakkinda mev’izeler irat olunacaktir.

Badehu halife ve padisahimizin, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin halâsi, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu merasim-i diniye ve vataniyenin ifasindan ve camilerden çikildiktan sonra bilâd-i Osmaniye’nin her tarafinda makam-i hükûmete gelinerek Meclis’in küsadindan dolayi resmen tebrikât icra edilecektir. Her tarafta Cuma namazindan evvel münasip surette mevlid-i serif okunacaktir.

5– Isbu tebligin hemen nesrü tamimi için her vasitaya müracaat olunacak ve serian en ücra köylere, en küçük kitaat-i askeriyeye, memleketin bilûmum teskilat ve müessesatin iblagi temin edilecektir. Ayrica, büyük levhalar halinde her tarafa talik ve mümkün olan mahallerde tabi ve teksir ve meccanen tevzi edilecektir.

6– Cenab-i Hakk’tan muvaffakiyet-i kâmile tazarru olunur.

Heyet- Temsiliye Namina

Mustafa Kemal”

Davetiyede neler deniliyordu?

Yukaridaki metin bahsettigimiz gibi 1927 baskili Nutuk’ta Osmanlica olarak yer almaktaydi. Ayni metin 1934 tarihinde Devlet Matbaasinda bastirilan Nutuk’un 1. cildinin 308–309. sayfalarinda aynen yer almistir. Diline dokunulmamistir. Daha sonraki Nutuklar’da maalesef sözde “sadelestirenler” kafasini gözünü yararak günümüz Türkçesine aktarmislardir.

Metinde görüldügü üzere, hayli yüksek bir kültürün izleri derhal farkedilmektedir. O yillarda bilhassa kurmay subaylar mükemmel bir egitim almaktaydilar.

Bir kere hepsi Türkçe, Arapça, Farsça dillerini çok iyi bilmekteydi. Islâmî kültürleri mükemmeldi. Temel dinî bilgileri de elde ediyorlardi. Edebî bilgileri de fevkalâdeydi.

Her neyse biz daha fazla saded haricine çikmadan, TBMM’nin açilis davetiyesini, aslina sadik kalmaya çalisarak günümüz Türkçesine aktaralim.

Tamimde, yani bir nevi “Millete açik davetiye”de söyle denilmektedir:

“1– Kerim olan Allah’in izniyle (Insaallah) 23 Nisan Cuma günü Cuma namazindan sonra Ankara’da Büyük Millet Meclisi açilacaktir.

2– Vatanin istiklali, yüce hilafet ve saltanat makaminin kurtulmasi gibi en mühim ve hayatî vazifeleri yerine getirecek olan Büyük Millet Meclisi’nin açilis gününü Cuma’ya denk getirmekle zikrolunan günün mübarekliginden istifade ve bütün Milletvekilleriyle birlikte Haci Bayram-i Veli Camii’nde Cuma namazi kilinarak Kur’an’dan ve namazdan feyz alinacaktir.

Namazdan sonra Peygamberimiz’in sancagi ve sakal-i serifi tasinarak Meclis önüne gidilecektir. Meclis binasina girilmezden önce bir dua yapilacak ve kurban kesilecektir. Bu merasim esnasinda, Haci Bayram-i Veli Camii’nden Meclis binasina kadar Kolordu Kumandanligi’na bagli askerler hususi tertibat alacaklardir.

3– Zikrolunan günün (Cuma günü) kutsiyeti için bugünden itibaren vilayet merkezinde (Ankara’da) vali Beyefendi hazretlerinin organizesi ile hatim (Kur’an-i Kerim’in tamamini okumak) ve buharii serif (seçme hadisler) okunmasina baslanacak ve hatmi serifin son kismi teberrüken (ugur sayilarak) Cuma günü namazdan sonra Meclis binasi önünde tamamlanacaktir.

4– Mukaddes ve yarali vatanimizin her kösesinde ayni sekilde bugünden itibaren Buhari ve Kur’an hatimlerinin indirilmesine baslanilarak Cuma günü ezandan önce minarelerde salavat-i serife okunacak ve hutbe esnasinda halife ve padisahimiz hazretlerinin isimleri zikredilirken, padisahlik makaminin ve bütün ülkenin bir an evvel kurtulmalari ve saadete kavusmalari için dualar edilecektir.

Cuma namazinin kilinmasindan sonra da hatimler bitirilerek vatanin kurtulmasi, bunun için milletçe gayret gösterilmesinin lüzumu ve Millet Meclisi’nin verecegi vazifeleri yerine getirmenin ehemmiyetiyle ilgili vaazlar verilecektir.

Daha sonra halife ve padisahimizin, din ve devletimizin, vatan ve milletimizin kurtulusu, selâmeti ve istiklâli için dua edilecektir. Bu dinî ve vatanî merasimin yerine getirilmesinden ve camilerden çikildiktan sonra Osmanli beldelerinin her tarafinda, hükümet konagina gelinerek Meclis’in açilisindan dolayi resmî kutlamalar yapilacak, tebrikler kabul edilecektir.

Her tarafta Cuma namazindan önce münasip sekilde mevlid-i serif okunacaktir.

5– Bu tebligin derhal nesredilmesi ve yayilmasi için her vasitaya müracaat edilecek ve en hizli sekilde en ücra köylere, en küçük askerî birliklere, memleketin bütün teskilat ve müesseselerine ulastirilmasi temin edilecektir. Ayrica büyük levhalar halinde her tarafa yazilacak ve mümkün olan yerlerde matbaada bastirilip çogaltilarak ücretsiz olarak dagitilacaktir.

6– Cenab-i Hakk’tan tam bir muvaffakiyet niyaz olunur.

Heyeti Temsiliye Namina

Mustafa Kemal”

Sarax
09-23-2008, 15:31
Merasim nasil gerçeklesti?

M. Kemal PaSa'nin "Heyet-i Temsiliye" adina gönderdigi tamim Anadolu’da büyük heyecan uyandirmisti. Tamimi alan resmî makamlar derhal geregini yapmis, yani en ufak yerlesim merkezlerine kadar ulastirmis, büyük afisler seklinde yazdirarak merkezî yerlere astirmis, binlerce nüsha bastirip halka dagittirmisti.

Peki sonra ne oldu... Ankara'da ve Anadolu'da -tamim çerçevesinde- muhtesem merasimler yapildi. Anadolu halki bir anda bütün sikintilarini, elemlerini, kederlerini, yaralarini, kayiplarini unutarak ayaga kalkmisti.

Merasim nasil gerçeklesti?

Tamim alinir alinmiz yurdun dört bir yaninda yediden yetmise bütün halk heyecanla Cuma namazi için hazirlik yapmaya basladi. Vilayetlerde, kazalarda, kasabalarda, hatta köylerde hatimler indirilmeye baslandi. Camilerde Buhari-i serif okundu.

23 Nisan 1920 Cuma günü Cuma'dan önce artik heyecan son hadine ulasmisti. Yurdun bütün camilerinde minarelerde salavat-i serife okunuyordu. Cuma hutbesinde Meclisin o gün açilacagi belirtildi ve istiklal mücadelesinin basladiginin ilk isareti verildi. Herkes mesaji almisti.

Cuma namazinin ardindan okunan hatm-i seriflerin dualari yapildi. Daha sonra hükümet konaklarinda tebriklesme merasimi yapildi. Halkla idareciler kaynasti.

Ankara'daki muhtesem merasim

23 Nisan günü en muhtesem merasim ise Ankara'da yapildi. Tamim geregince, Valinin organizesiyle 21 Nisan'dan itibaren Kur'an ve hatim okunmaya baslanmisti.

Cuma günü namazdan önce ahali sel gibi Hacibayrami Veli Camiine akmaya baslamisti. Minarelerden okunan salavat-i serife, o günkü manevî havayi bütün kâinata duyurur gibiydi.

Camie Ankara'ya intikal etmis olan bütün milletvekilleri gelmisti. Hutbede o günün ehemmiyetinden bahsedildi. Namazi müteakip daha önce okunan Kur'an-i Kerim, hatimlerinin duasi yapildi. Buhari-i Serif okunmasi ise Meclis'e bikarildi.

Namazdan sonra sancak çikarildi ve kafilenin önüne geçirildi. Bu arada sancagin yaninda, Sinop Mebusu Hoca Abdullah Efend, üzerine yesil örtü açilmis bir rahlenin üzerinde Kuran-i Kerim ve sakal-i serif tasimaktaydi. Rahleyi yari yoldan sonra Meclis'e kadar tasimak üzre Yozgat Mebusu Müftü Hulusi Efendi almisti. (TBMM Zabit Ceridesi, c. 1/1; Millî Mücadelede Din Adamlari, c.2/194)

Yol boyunca devamli tekbirler getiriliyordu. Bu sekilde Meclis binasi önüne gelindi. Burada kurbanlar kesildi. Daha sonra Bursa Mebusu Hoca Fehmi Efendi dua etti. Bu duaya bütün milletvekilleri ve halk heyecanli bir sekilde "amin" diyorlardi.

Meclis'te herkes yerini aldiktan sonra yine hocalarin bir kismi hep bir agizdan nakarat halinde dua ve ayetler okuyorlar, bir kismi da Buhari-i Serif kiraatinde bulunuyorlardi.

Bu arada Haci Bayram Veli Türbesinden alinan sancak ve rahle üzerinde getirilen Kur'an-i Kerim ile Peygamber Efendimizin (a.s.m.) sakal-i serifi de kürsüye konmustu. (a.g.e./194)

Bu merasimlerin ardindan çalismalara baslandi. Baskanlik divani seçildi. Reislige M.Kemal Pasa, reis vekilliklerine ise Mevlevi Postnisini Abdülhalim Efendi ile Haci Bektas Çelebisi Cemaleddin Efendi seçilmisti.

Gayet normal bir hâdise

Buraya kadar naklettiklerimiz, olup bitenlerin özetin özeti seklinde aktarilisidir. Bazilari sasirabilir. "Yok canim! Hiç olur mu?.. O zaman 312. madde yok muymus? Bunu yapanlar hakkinda herhangi bir sorusturma açilmamis mi?.." diyebilir. Böyle diyenlerin cehaletini mazur görerek mevzua dönelim.

23 Nisan günü yapilan bu merasimi, bugün degil de o günün sartlari isiginda düsündügümüzde, bunun son derece normal bir hadise oldugunu görürüz. Zaten baska türlüsü düsünülemezdi. Ülkemizin yakin tarihine damgasini vurmus isimlerden biri olan sayin Süleyman Demirel de bir zamanlar bu hadisedeki tabiilige parmak basarak su degerlendirmede bulunmustu:

"... 1924 Anayasasinin devleti tarif eden ikinci maddesinde, Türkiye Cumhuriyetinin bir "Islam devleti" oldugu yazilidir. Ve 1920'de Mustafa Kemal Pasa'nin bütün ordulara ve vilayetlere gönderdigi bir tamim vardir. (Bizim daha önce naklettigimiz tamimi kastediyor.) O tamimde, camilerde dua edilmesini, Kur'an okunmasini, Mevlidi Serif, Buhari-i Serif okunmasini ister. Meclis açilirken de evvelâ Haci Bayram Camiinde namaz kilinir, hutbe okunur. Daha sonra dualarla Meclise gelinir, kurbanlar kesilir, Meclis açilir.

"Bunlar o günün sartlari içinde samimî seylerdir. Baska türlü hükmetmek de mümkün degildir. Istilâya ugramis, tüme yakin herseyini kaybetmis bir milletin, toparlanmak için Cenab-i Allah'a sigindigi zaman, bunlarin milleti bir araya toplamasi gayet tabiîdir.

"Yine ayni yillarda Yahya Kemal'in, Istanbul'da eski Osmanli eserlerini gezip dolasip da söyledigi iki söz var. Fevkalâde önemlidir bu sözler. Diyor ki: "Bu Osmanli devletini 600 sene ayakta tutan sebebi aradim. Ayasofya'nin minarelerinde okunan ezanlarla, Hirka-i Saâdet’te okunan Kur'an oldugu kanaatine geldim."

24 saat Kur'an okunuyor. Çok enteresan bir seydir. Yine Yahya Kemal'in "Galib et yâ Rab, çünkü bu son ordusudur Islâm’in" seklinde kurtulus ordusunu tarif edisleri var. O zamanlar kurtarilmak istenen sey, tabii ki, vatan, millet ve dindir. Her üçüne birden siginilmis olmasi tabiidir." (Köprü, Eylül, 1988, s. 35)

Vatan, millet, din

TBMM'nin açilisinda yapilan "resmî merasim"in en büyük gayesi halkin Meclise güvenmesini saglamakti. Halk bu sekilde açilan Meclisin kararlarini ona göre degerlendirecekti.

23 Nisan'da açilan Meclisin en mühim vazifesi asker toplamakti. Peki asker nasil toplanacakti? Bu yarali ve bitkin halk nasil ayaga kaldirilacakti? Bu sorunun cevabini Birinci Mecliste milletvekili, Milli Egitim Bakani ve Saglik Bakani sifatlariyla bulunmus olan Dr. Riza Nur su sekilde vermektedir:

"... Simdi tuttugumuz siyaset, elimizdeki düstur sudur:

"Padisah-Halife, Hükümet Istanbul'da düsmanlar elinde esirdir.

Biz vekilleriyiz. Onlari, dini, milleti, devleti kurtaracagiz. Ey millet! Yunan gibi asirlardan beri kölemiz olan bir millete nasil boyun egeceksiniz?! Bu millet buna dayanamaz. Gayrete geliniz. Din gayreti lazimdir. Çünkü bütün millet âdeta istisnasiz, padisaha mutî, dine merbut (bagli), "padisah, din" diyor, baska birsey bilmiyor. Harpten de yorulmus, bitmis, parasiz, sefalette, bu haldeki bir milleti kolay kolay yeni bir harbe hazirlamak da mümkün degil. Bunun için Rumlar ile izzeti nefsini gicikliyorduk. "BakkalYorgi basiniza vali, mutasarrif, tasçi Vasil jandarma zabiti olacak nasil dayanacaksiniz?" diyoruz. Hakikaten Türk buna tahammül edemiyor. Anadolu’dan bu esnadaki seyahatlerimde bizzat böyle propaganda yaparken bu sözlerin herseyden müessir oldugunu görüyorum. Ayni zamanda dini de ele aliyorduk. "Kur'an'i apteshane kâgidi yapacaklar. Size sapka giydirecekler." diyorduk. Bu da pek müessir oluyordu..." (Hayat ve Hatiratim. c.3, s. 623)

Iste bu sekilde vatan, millet ve din unsurlarinin öne çikarilmasi pek müessir olmakta, halk yarali arslan gibi silkinip ayaga kalmakta, gönüllü olarak askere yazilmaktaydi...

Sarax
09-23-2008, 15:32
Irsad heyeti Anadolu’da

TekbIrlerle, dualarla açilan Meclis zafere kadar ayni hüviyetini muhafaza edecekti. O Birinci Meclis'te dinî tahsil görmüs olanlarla, din görevlisi olanlarin sayisi hayli fazlaydi.

Meclis kayitlarina göre seçilen 437 milletvekilinden 34'ü Meclis'e katilmamisti. Böylece Birinci Meclis'te milletvekili sayisi 403 idi. Bu milletvekillerinden din adami vasfini haiz 78 kisi vardi. Bu sayinin 101'i bulmasi da muhtemeldir. Çünkü medreseye belli bir müddet gittigi halde baska meslegi seçen milletvekilleri de bulunuyordu. (Dr. Recep Çelik, Milli Mücadelede Din Adamlari) Ayrica sair meslek mensubu milletvekillerinin tamami da mükemmel bir dini tahsil görmüslerdi.

Irsat komisyonlari

Meclisteki dini tahsil görmüs milletvekilleri çok büyük hizmetlerde bulunmuslardi. Halkin irsad ve isgal kuvvetlerin propagandalarina karsi tenviri gibi...

Meclisin ilk ele aldigi mevzulardan biri de halka gerçeklerin anlatilmasi, Millî Mücadele'ye fiilen istiraklerinin saglanmasi idi. TBMM Reisi Mustafa Kemal Pasa bu mevzunun ehemmiyeti üzerinde durmus. 25, 26 ve 27 Nisan tarihlerinde "Irsad heyetinin teskili" görüsülmüstü.

27 Nisan 1920 tarihli toplantida Irsad Encümeni Meselesi yeniden gündeme gelmisti. Seyh Servet Efendi'nin takririyle irsad subesi kurulmasi teklif edilmisti. Teklifte su açiklamalar bulunuyordu:

"Insanligi aydinlatmanin, insan varliginin mutlulugu yolunda en önemli hizmet oldugu, çok eski devirlerden beri bilinen bir gerçektir. Ne yazik ki düsmanlarimiz bu güzel hakikati, kötü yollarda kullanmakta ve batili Hak gibi gösterme gayreti içinde bizi dertlendirmektedirler. Propaganda adi verilen olaylari özel ve gizli çikarlara alet etme, düsmanlarimizin basari ile yürüttükleri en tesirli silahtir. Silaha, benzer tesirli silahla karsi konulur. Dogruluguna inandigimiz hakikatleri milletimizin önüne açikca sermek için biz de harekete geçelim... Bu gaye ile Millet Meclisi'mizin halk hizmetleri için kuracagi subeler arasinda bir irsad subesinin eklenmesini teklif ediyorum." (a.g.e./210)

Ingilizler'in propagandalari

Bu takrirde de belirtildigi gibi o esnada düsman kuvvetler müthis sekilde propaganda yapmaktaydi. Bilhassa Ingilizler dessasâne bir sekilde batili Hak, Hakki batil göstermeye çalisiyor, istiklâl mücadelesini temelinden çürütmek için her yolu deniyordu.

Ingilizler propagandalarinda sik sik din unsurunu kullaniyor ve kendilerinin "Islâm'in hâmisi" olduklarini belirtiyorlardi. Iste o sirada isgal altindaki Istanbul'da bulunan bir âlim bu Ingiliz propagandalarina yazmis oldugu makalelerle, brosürlerle cevap veriyordu.

Tipki Mehmed Âkif gibi, Osmanli Devleti'nin en büyük ilmî müesseselerinden biri olan Darü'lHikmeti'l Islâmiye" azasi olan Bediüzzaman, "Tükürün Ingiliz lâininin hayasiz yüzüne!", "Ey ekpekü'l küpekadan tekepküp etmis köpek!" gibi ifadelere de yer verdigi makalelelerinde ve "Hutuvat-i Sitte" isimli, Ingilizlerin alti maddelik dehsetli yalanlarini çürüten eserinde halka gerekçeleri açikliyor ve uzun zamandan beri Islâm âleminin en büyük düsmani olan Ingilizler'in propagandalarina kanmamalarini ihtar ediyordu.

Bediüzzaman'in bu nevi çalismalari Anadolu'da ve Meclis'te yanki uyandirmisti. Basta TBMM Reisi M. Kemal Pasa olmak üzere bir grup milletvekili onu israrla Ankara'ya davet etmekteydi.Bediüzzaman ise "Ben tehlikeli yerde hizmet etmek istiyorum" diyordu. Gerçekten o sirada Istanbul'da bulunmak çok tehlikeliydi. Zira Ingiliz isgal komutanilgi Bediüzzaman için görüldügü yerde vurulmasi emrini çikartmisti.

Irsad heyeti Anadolu'da

TBMM'de "Irsad ve Tenvir heyetlerinin kurulmasi" fikri hüsnü kabul görecek ve daha ziyade din adamlariyla dinî egitim almis milletvekillerinden seçilmis heyetler Anadolu'ya dagilarak halka olup bitenleri anlatmaya baslayacaklardi.

Bu heyette yer alan isimlerden birisi de Istiklâl Marsi sairi, o günkü ünvaniyla "Burdur Meb'usu" olan Mehmed Âkif'ti. Vaazlarinda Islâm kardesligi üzerinde israrla duran Âkif söyle diyordu:

"Devlet, millet, ordu bizden fedakârlik istiyor. Biz bu fedakârligi dinimizi, vatanimizi korumak için, seve seve yapacagiz. Alimler ilmiyle, zenginler servetiyle, fakirler güçleri nisbetinde, eli silah tutanlar kuvvetiyle çalisacak. Bundan kaçmak haramdir, dine ihanettir. Her seyi devletten bekleyemeyiz."

Camilerde, meydanlarda halka hitap eden, gerçekleri anlatan Âkif düzenli ordu birliklerinin kurulmasindan sonra sik sik ordu birliklerini ziyaret ederek Mehmedcikle sohbet ediyordu. Onun yazmis oldugu ve Meclis'te ayakta alkislanarak kabul edilen "Istiklâl Marsi" metni askerin elinden ve dilinden düsmeyecekti.

Sarax
09-23-2008, 15:32
Sira geldi Mehmedcik'e

Milletvekillerinin bu sekilde Anadolu'yu adim adim dolasmalari semeresini verecekti.

Henüz yaralari iyilesmemis gaziler, henüz biyigi terlememis yigitler silah basi etmek için askerlik subelerine akin etmeye baslamisti.

23 Nisan'da Meclis'in açilmasindan ve mücadelenin alt yapisinin hazirlanmasindan sonra sira Mehmedçige gelmisti. Ona ise vazifelerini, ne yapmasi gerektigini uzun uzadiya anlatmak yersizdi. Zira o ne yapacagini çokiyi bilmekteydi. Nitekim pes pese zaferler kazanilacakti.

TBMM'nin dualarla, tekbirlerle açilmis olmasi nasil tarihî bir gerçekse, Mehmedçigin o savaslarda tipki Meclis'in açildigi gün milletçe sergilenen halet-i ruhiyeye uygun davranmis oldugu da bir baska tarihî gerçektir.

Milletvekilleri ve milletin kendisi 23 Nisan günü "Allahü Ekber" diyerek yürümüstü. Mehmedçik de cephede "Allah! Allah!" diyerek hücuma kalkmis, dilinde Kelime-i Sehadet ile son nefesini vermisti. Sehid düsen her Mehmedcigin cebinden ya küçük bir Kur'ân-i Kerim, ya da Kur'ân'dan bir sayfa çikmaktaydi.

Her çarpisma öncesi, tipki Malazgirt'teki sanli ecdadlari gibi abdest aliyor, namaz kiliyor, birbirleriyle helallesiyorlardi.

Sarax
09-23-2008, 15:32
Masallarla gerçekler

23 Nisan günü küçükler için masallar anlatilabilir. Ama o gün büyüklere de gerçeklerin anlatilmasi ihmal edilmemelidir. 23 Nisan günü, o güne damgasini vuran hâdisenin en mühim unsurlarini anlatmamak siradan bir ihmal degildir.

Masallar çocuklara anlatilir. Onlari uyutmak için. Büyüklere de masal anlatmaya kalkismak, en basitinden onlari "çocuklar yerine" koymak degil midir?...

Sarax
09-23-2008, 15:33
Levhalar disariya çikartilamadi


--------------------------------------------------------------------------------




--------------------------------------------------------------------------------




Fatih'in Aksemseddin hazretlerinin 1 Haziran 1453 tarihindeki hutbesiyle ilk defa cuma namazi kildigi Ayasofya Câmii, fethin sembolü, Fatih'in ise öz ve öz fetih ganimetiydi. Fatih, Bizans hazinelerinden kendi payina düsen milyonlarca altin lira'yi reddetmis ve sadece Ayasofya'ya talip olmustu. Ayasofya'nin tapusu, Fatih'in üzerine idi ve 481 yil boyunca da öyle kaldi.

Ve tarih 27 Agustos 1934...

Ayasofya Câmii Mustafa Kemal'in "Ayasofya'yi müze yapip ilim âlemine [daha dogrusu Hristiyan bati âlemine] hediye ediyoruz" beyaniyla ibadete kapatildi. Ve içindeki Islâm nisanlarinin kaldirilmasi emredildi. Yukaridaki resimde görülen ve ünlü hat üstadi Kazasker Mustafa Izzet Efendiye ait olan 7,5 m çapindaki levhalar da, Ayasofya'dan çikartilmak için yerlerinden söküldü. Ancak hiçbir kapidan sigamyinca, ister istemez tekrar yerlerine konuldu.

Levhalar disariya çikartilamadi


--------------------------------------------------------------------------------




--------------------------------------------------------------------------------




Fatih'in Aksemseddin hazretlerinin 1 Haziran 1453 tarihindeki hutbesiyle ilk defa cuma namazi kildigi Ayasofya Câmii, fethin sembolü, Fatih'in ise öz ve öz fetih ganimetiydi. Fatih, Bizans hazinelerinden kendi payina düsen milyonlarca altin lira'yi reddetmis ve sadece Ayasofya'ya talip olmustu. Ayasofya'nin tapusu, Fatih'in üzerine idi ve 481 yil boyunca da öyle kaldi.

Ve tarih 27 Agustos 1934...

Ayasofya Câmii Mustafa Kemal'in "Ayasofya'yi müze yapip ilim âlemine [daha dogrusu Hristiyan bati âlemine] hediye ediyoruz" beyaniyla ibadete kapatildi. Ve içindeki Islâm nisanlarinin kaldirilmasi emredildi. Yukaridaki resimde görülen ve ünlü hat üstadi Kazasker Mustafa Izzet Efendiye ait olan 7,5 m çapindaki levhalar da, Ayasofya'dan çikartilmak için yerlerinden söküldü. Ancak hiçbir kapidan sigamyinca, ister istemez tekrar yerlerine konuldu.

Sarax
09-23-2008, 15:33
"Dünya durdukça, benim bu câmim câmi olarak kalacaktir. Onu câmilikten çikaranlar ALLAH'in, meleklerin ve insanlarin lânetine ugrasinlar. Onlar hiçbir zaman hafiflemeyen bir azap içinde bulunsunlar. Yüzlerine bakan ve kendilerine sefaat eden hiçbir kimse bulunmasin"

Fatih Sultan Mehmed Han

Sarax
09-23-2008, 15:33
Kütüphaneleri yakmaya gerek kalmadi




Meshur Inigiliz tarihçiisi Toynbee, " A study of History" isimli kitabinda, harf inkilâbini degerlendirerek, "Türkler harf inkilâbiyla, kendi kaynaklarina el atmak hussunda yabancilardan farksiz oldular " demekte ve söyle devam etmektedir:

" Günümüzde Hitler, kendi düsüncesine karsi olan bütün ilmi hazineleri kökten yok edip kaldirmanin yolunu turmustru. Ne var ki, matbaanin icad edilmis olmasi, bu faaliyeti bir nevi imkânsiz hâle getirmistir ?

Sarax
09-23-2008, 15:34
HARF INKILÂBINI SADECE OKUYUP-YAZMA KOLAYLIGI IÇIN YAPILMAMISTIR. HARF INKILÂBINI BIZ KÜLTÜRÜMÜZÜ DEGISTIRMEK IÇIN YAPTIK. ARAP KÜLTÜRÜNDEN KURTULMAK IÇIN YAPTIK. ARTIK ESKI YAZIYA DÖNÜLMEYECEKTIR. BUNUN MÂNÂSI ARTIK ESKI KÜLTÜRÜMÜZLE BAGIMIZ KALMADI DEMEKTIR.

ISMET INÖNÜ (Ulus Gazetesi, 15 Nisan 1969

Sarax
09-23-2008, 15:34
" Hitler'in çagdasi olan Mustafa Kemal ise, hedefini gerçeklestirmek için en basarili ve en akilli yolu tutmustur. Türkiye'nin Baskani, vatandaslarinin eskiden miras aldiklari kültür ve medeniyetin havasindan kafalarini kurtarip çopk kuvvetli bir sekilde Bati medenyietinin potasi içinde sekil almalarini istemistir. Böylece alfabenin degisimi, kütüphanelerin yakilmasi yerine geçmisti.

" Bundan sonra Türk kütüphaneleri yakmaya hiç gerek kalmamaktadir. Çünkü harf inkilâbiyla bu hazineler, örümceklerin yuva yaptigi raflarda kapanip kalmaktan baska bir seye yaramyacaktir. Ancak çok yasli hocalar ve ihtiyarlar, onlari okumak lüzumunu hissedecektir.

Sarax
09-23-2008, 15:35
Vur Osmanli'ya




Bursa'nin Tophane semtinde, Osman Gâzi Türbesinin hemen yani basina dikilen "Istiklâl Sehitleri Aniti", halkimiz tarafindan "Utanç aniti" olarak isimlendirilmekte ve kasitli olarak yapilan tarihî hata, yillardan beri düzeltilmemektedir. Anit üzerindeki eski yazilarla kabartilmis bir metin bulunmaktadir. Kitabe Türkçe'ye çevrildigi zaman, orada yer alan Yunan ismi kaldirilmis, düsman olarak Osmanli devleti konulmustur. Bu güzel sehri korumak için canlarini veren Osman Gazi'nin nuranî agusuna terkedilen sehidlere, Osman Gazi'yi düsman gibi gösteren bir ifadenin kullanilmasi, o mübarek sehidlerimizin kemiklerini sizlatmaktadir.







Bu konuda çesitli yazilar yazilip ilgililerin dikkatlerine sunulmasina ve Vakiflar Bölge Müdürlügü yetkililerin dikkatleri çekilmesine ragmen degisen birsey olmamistir. Sehidler anitinin hemen ötesinde Osman Gazi'nin giris kapisindan tarihi tugra sökülüp atilirken, Bursa'yi isgale dene Yunanlilardan tek bir kelime bile bahsedilmemistir. Iste kitabede yazanlar:

"Kitabede yeralan sehitler öyle bir harpte sehid olmuslardir ki, bu harp neticesinde düsman kovularak Bursa tekrar alinmis ve kadim (eksi) Osmanli Devleti yikilarak yerine Cumhuriyet hükümeti kurulmustur."

Ifadeye bakin... Bursa'yi isgale eden düsman, yâni Yunandan tek kelime bile yok, ama bir harp var ve bu harbin sonunda da çok sayida sehid verip Osmanli Devleti'nin yikilmasi basarilmis ve yerine Yumhuriyet hükümeti kurulmus.

Iste kitabelere yansiyan bir ihanet...

Sarax
09-23-2008, 15:35
CHP'nin alti oku anayasaya nasil girdi ?

Zamanin Basbakani Ismet (inönü) pasa'nin 120 arkadasiyla birlikte Meclis'e getirdigi teklif B.B.M'nin 9 Nisan 1928 günkü toplantisinda görüsülmüs ve kabul edilen 1222 sayili kanunla Teskitlât-i Esasiye Kanunu'nun (Anayasa'nin) bazi maddeleri degistirilirken, ikinci maddedeki "Türkiye devletinin dini, din-i Islamdir" [Anayasa'daki "Türkiye devletinin dini, din-i Islamdir" maddesi Anayasa'dan byöle çikarilmistir ama, 27 Mayis 1960 hareketine (Ihtilale, M.K.) karisan Cemal Madanoglu'nun isbu degisiklikten haberi yoktur!...Madanoglu, 1961 Anayasasini hazirlaya ve "yüksek ilim ve hukuk heyeti" ! diye anilan heyetin önüne günün birinde dikilmis ve su teklifde bulunmustur: «Anayasadaki "Türkiye devletinin dini, din-i Islamdir" maddesinin hemen altina "Ezan Türkçe okunur" maddesini ilave ediniz.» Dikkat buyurunuz ki, "yüksek ilim ve hukuk heyeti"'ne bu teklifde bulunan, Anayasa'daki 1923 degisikliginden haberi olmayan Madanoglu, "Anayasa'yi ihlal ettiler" diye 27 Mayis'da Demokrat parti iktidarinin bir darbe ile devireneler arasindadir!...] hükmü ile bazi dini tâbirler Anayasa'dan çikarilmis ve bu tarihten dokuz yil sonra, ayni madde bir degisiklige daha ugramistir.

Ikici madde, bu kere yine Ismet'in 153 arkadasiyla birlikte Meclis'e getirdigi bir takrir (önerge) ile ele alinmis ve teklif kabul edilerek Anayasa'nin maddesi su sekilde degistirilmistir: "Türkiye Devleti cumhuriyetçi, halkçi, devletçi laik ve inkilabçidir. Resmi dil, Türkçedir. Baskent Ankara'dir"

5 Subat 1937'de kabul edilen bu degisiklik, merhum Ali Fuad Basgil'e göre: "Anayasa'nin aslindaki berrak çehresini bir hayli burusturmustur"

«Anayasa bir parti programi degildir.O, bir milli misaktir. Yalniz muayyen bir partinin mensublarina ve yalniz, yasayan nesile hitab etmez. Milletin her ferdine ve kanun olarak kaldikça, her nesile hitab eder. Bir parti çin yerinde ve münasib olan bir fikir, devlet için ve devletin kanunu olan Anayasa için münasib degildir.» diyen Ali Fuad Hoca, baska bir yazsinda meseleyi daha genis bir sekilde ele aliyor:

«Devletçilik nedir ? Laiklik ve milliyetçilik nedir ? Inkilabciligin zaman içindeki hududu nedir ? Bizde bunlar ne Anayasa'da ne de baska bir tatbikat kanununda tarif edilmemeis, hiçbirinin hududu ve sumulu gösterilmemistir. Meselâ, devletçilik sahsi temayüle göre degisik, hatta zit mana olan bir tabirdir. Bizde bu prensibin kanunlarimizda bir tarfine rastlanmadigi gibi, hukukçularimiz arasinda da ilmi bir izahi yapilmis degildir.»

Laiklik de böyledir. Garb ilmine sorarsaniz, laiklik din ve vicdan hürriyetinin teminatidir ve laik olamyan bir devlette bu hürriyetin teminati yoktur.

Bize gelince, maziyi yasayanlar bilirler ki, bizde laiklik sol ve sag temayüller arasinda bocalamis, iktidar adamlarinin ictihadina göre mana almistir. Aci olan sudur ki, bu ictihat memleket realitesinden ziyade yanlis görüslere saplanmaktan dogmustur. Su da acidir ki, Üniversitlerimiz, bu hususta efkâri aydinlatacak bir görüs vermemeis ayni fakülte hocalari bile bir anlayis birligine varamamistir.

Sarax
09-23-2008, 15:35
NIÇIN MAAS BAGLANMIS

Mustafa Kemal, vasiyetini 5 Eylül 1938'de yazmis. Inönü ise 21 Eylül 1937 de "Kizaga çekilmistir". Bu süre içinde baslangiçtaki gibi bir iki karsilasma istisna olarak hiç görülmemislerdir. Hatta Inönü, Mustafa Kemal'in son günlerinde "son defa" gidememistir veya gitmemistir. Inönü'nün çocuklarina maas baglanmasi hususunda ise bir türlü tezler vardir:

Hasan Riza Soyak'a göre: "Mustafa Kemal'ün bu maddeyi vasiyetnameye koymasi olayi sadece o mert ve dost insanin resmi durumlari ne olursa olsun arkadaslarina karsi daima besledigi muhabbet ve yüksek vefakarlik duygusundan dogmustur. Maddeyi bana dikte ettirirken üzüntülü bir eda ile: (Onun serveti yoktur, kendisine bir hal olursa bakan olmaz) demistir.

Soyak, olayi, Mustafa Kemal'in iç dünyasina. ruhi yapisina baglarken Mahzar Leventoglu olaya daha nesnel bir yorum getirmektedir. "O zaman milletvekili ve emekli General olan Ismet Inönü'nün ailesine bakamiyacak bir duruma düsmesi öngörülmüyecek bir kestirmedir. Inönü'yekbir hal olursa" geride yalniz çocuklari kalmayacakti ki. Inönü'nün 'Annesi ve esi de vardir. "

Yani Leventogluna göre Mustafa Kemal'in aniaci Soyak'in zannettigini aksine daha baska idi. Oysa, Soyak'in sandigi gibi olsa idi, Inönü'nün annesi ve esine de maas baglanmali idi; fakat "Mustafa Kemal, çocuklarini öne sürerek bir haber salmaktadir, vasiyetinde. . Öylesine ki bu çok ince ve anlamli mesaji yollarken, gerçek amacini, Hasan Riza'dan da kaçirmak için Inönü'nün parasizligina görünür neden olarak deginmistir. Vasiyetnamenin tümüyle yada ilgili maddesi Inönü'nün çocuklarinin bir ilgisi bulunmadigi ortadadir. "

Mustafa Kemal'in burada Inönü'ye "salmak istedigi haber" nedir? Leventoglu, bunu açiklamamistir. Ama bu satirlari kim okursa, yapacagi objektif bir yorumla Mustafa Kemal'in sanki kendisinden sonra "halefini" belirledigi manasina çikarabilir.

Bence de Leventoglu, bunu kaydetmistir. 10 Kasim'dan sonra 11 Kasim 1938'de Inönü'nün Cumhurbaskani seçilmesiyle sanki bu tezi kuvvetlendiriyor gibi.

Mustafa Kemal'in Inönü'ye karsi milli bir zaafinin oldugu bir gerçektir. Inönü'nün Basbakanliktan uzaklastirilmasindan sonrasini Falih Rifki Atay söyle anlatiyor: "... Mustafa Kemal'in çevresindeki Inönü aleyhtarlari hemen kiskirtmalara baslamislardi, bunlara göre Inönü'ye bir Büyükelçilik verilip onu memleketten uzaklastirilmali idi. Mustafa Kemal'in kendisine karsi zaafini bildiklerinden birgün eski duruma dönüleceginden çekinmekte idiler. "Ancak bu zaafin, Inönü'nün Mustafa Kemal'in rizasi hilafina Cumhurbaskani oldugu noktasinda birlesirler. Yine Falih Rifki Atay'a göre Mustafa Kemal'in vasiyetnamesinde halefini belirlene amaci olmadigi gibi bilakis onu, halefini belirlemeye zorlayanlar var idi. Fakat; "Mustafa Kemal, kendisinden sonrasina kendisinin hakim olmayacigini bilirdi. "

Sebep ne olursa olsun, ortada duran bir gercek vardi. Atatürk, Inönü'nün çocuklarina maas baglatmisti. Bu hareketiyle de belki bir vefa örnegi göstermisti, Ama ortada duran baska bir gerçek daha vardi. Inönü, Milli Sef olduktan sonra "velinimetinin" bu jestine karsilik, kagit paralarin üstüne kendi resmini bastirmisti.

Sarax
09-23-2008, 15:36
Sapka kanunun getirdikleri...

Tekkeler Kapatiliyor, Seyhler Cezalandiriliyor!..

31 Agustos Çankiri'da yapilan konusmada : "Tekkeler kesinlikle kapatilmalidir. Hiçbirimiz tekkelerin yol göstermesine muhtaç degiliz. Bir uygarliktan ve bilimden güç aliyoruz." denilerek kesinlikle tekkelerin kapatilacagi da belirlenmis oluyordu. Saat 17.00'de kendisini îskilip'e davet edenlerin önünde yaptigi konusmada ise : "Kiyafetin medeni bir sekle dönüstürülmesi için kanuna lüzum yoktur, millet karar verir ve yapar... Yalniz bir Diyanet îsleri Reisligi ve buna mensup müftü, imam ve hatipler vardir. Bu sinifa ait kiyafet mazur görürüz. Lakin din görevlisi olmayip da bu kiyafetleri giyenlerin hareketlerini tanimaz ve kabul etmeyiz! Biz artik sadece sapkayi degil, medeni kiyafetin bütün unsurlarini kabul ettik. Bunu memurlar ve mebuslar yerine getirerek halka rehber olacaklardir..." diyerek Ankara'ya gerekli mesajlari ve uyarilari da yollamis oluyordu.

Bu mesaj ve uyarilar sebebiyle, 1 Eylül günü Ankara'daki karsilama töreninde memur ve mebusanin tümü sapkali olarak hazir bulunmustu. îstiklal Mahkemesi heyetleri de sapkalariyla hazir bulunarak Mustafa Kemal'i karsilayanlar arasinda olmuslardi. Ve en önemlisi de Diyanet îsleri Reisi Rifat Börekçi, kendisine müsaade edilmis oldugu halde karsilamada baçina fes ve sarik geçirmemisti. Rifat Börekçi de sapkasiyla birlikte karsilama töreninde bulunmustu. Rifat Börekçi bu haliyle özel olarak Mustafa Kemal'in koca Diyanet îsleri Baskanini sapkali haliyle daha çok sevdigi her halinden belli olmustu.

Ankara'ya gelinildigi günün aksami Mustafa Kemal hemen Çankaya'da Bakanlar Kurulunu toplamis ve gelecekte kanunlastiracagi kesinlikle belli olmus olan su üç konuda Bakanlar Kurulu Kararianini almis. Bunlardan biri, "din ile hiçbir ilgisi olmayan, toplum hayatini kemiren ve halki kandirmaya yönelik olarak din perdesi altinda faaliyetler yürüten" diye tesbitlenen tekke ve zaviyelerin kapatilmasi karari idi. Digerleri ise dini kiyafetlerle dolasilmasinin yasaklanmasi ve seyh, dervis, mürid, müntesip, ihvan gibi ünvan ve sifatlarin kullanilmamasi karari idi. Ayrica, hem cami, hem de tekke veya mescid olarak kullanilan yerlerin cami veya mescid olarak açik olarak bulundurulmasina ve tekkelerden normal ebadda olanlarin ev olarak, büyük olanlarin da okul olarak kullanilmasina ve okul idaresinin de Milli Egitim Bakanhgina verilmesine, türbedarliklarin kaldirilip, buradaki görevlilerin ilk firsatta müezzin ve imam olarak atanmalarina, bu görevlerde iken "irtica suçu" islemis olanlarin da maaslarinin verilnemesine karar verilmistir:

Bütün bunlarin mecliste kanulasmadan epey zaman önce bu konularda Bakanlar Kurulu Karari alinmis olmasinin gerekçesi, "bir an önce Türkiye'yi geri biraktiran kötü geleneklerin yikilmasi..." diye gösteriliyordu.

Sarax
09-23-2008, 15:36
Devrimci Baskan : Rifat Börekçi

2 Eylül aksami Mustafa Kemal'in baskanliginda toplanan Bakanlar Kurulununn aldigi kararlarla ilgili olarak, Mustafa Kemal, hemen Diyanet îsleri Reisi Rifat Börekçi'ye bir haber göndermis ve tamami dinî olan bu kararlarla ilgili olarak Diyanet îsleri Reisinin bütün müftü, vaiz, imam ve müezzinlere bir tamim göndermesini istemisti. Böylece isin Diyanetle ilgili yönü, yani din ile ilgili olani de halledilmis olacakti.

Kararlarla ilgili olarak Diyanet îsleri Reisligi de hemen müftülüklere bir tamim göndererek asagidaki hususlari tüm müftü vaiz ve imamlara duyuruvermisti.

"Türkiye Cumhuriyeti

Diyanet Isleri Reislîgi

Tahrirat Müdürlügü

Numara:2413

Heyeti Vükela (Bakanlar Kurulu) Karari:

"Hey'eti Vükela Karari:

"Vekiller Hey'eti 2 Eylül 1341 (1925) tarihinde Reisicumhur Hazretlerinin riyaseti altinda içtima' eyledi."

samimî ictihat ve itikat namina gizli siyasî emeller takip edebildikleri ve daima takib edebilecekleri ve binaenaleyh Anayasa'daki madde-i malisusanin kaydi mani ile temas halinde bulunduklari anlasilmistir. Saniyen, memleketin, her tarafinda ulema kisvesini kendiliginden giyebilen zevat ve eshasin efkari ahaliyi temsil, tevcîh ve maksatlarina göre tesvis için salahiyet ve vaziyet takindiklari görülmüstür. Salisen, vatandaslarin kiyafet ve giyinis tarzi gibi münhasiran ictimaî ve medenî esbaba bagli olup vicdanî itakatla esasen irtibati bulunmayan meseleler üzerinde efkarin tesevvüs ve tereddüde sevk edildigi anlasilmistir. Mezkur meseleler hakkinda Türkiye Cumhuriyeti dahilinde asagidaki kararnamelere göre muamele olunmasi takarrur etmistir.

Tekke ve Zaviyeler Hakkinda Kararname :

Madde 1 : Türkiye Cumhuriyeti dahilinde gerek vakif suretiyle insa edilmis ve gerek seyhin mülkü olarak tapu ve tahti temlikinde bulunmus olan bilumum tekaya ve zevaya bilaistisna kamilen kapatilmistir. Ancak vaktile cami ve mescid olarak insa edilmisken bilahare mesîhat ihdasi suretiyle hem cami hem tekke olarak kullanilanlar yalniz cami ve mescid olarak kullanilacaktir.

Madde 2 : Türkiye Cumhuriyeti dahilinde hiç bir tarikat, bunlara mensup hiç bir seyh, dervis ve mürid yoktur. Bu siniflara ait hususî kisveler ve ünvanlar mülga ve memnu'dur.

Madde 3 : Kapatilan tekke ve zaviyelerin vakfiyelerinde seyhin ikametine mahsus ayrica musruta varsa, bunlarda evvelce seyh olanlar kaydi hayat saik ile ikamet edebileceklerdir. Seyhin evladi vakfiyeden ise, bugün zatina mahsus vazifesi kezalik kaydi hayat sarti ile kendisine verilecegi gibi vakfiyelerinde münderiç seraite tevfikan yine evladi vakiftan mütezikasi varsa onlarin da muhassasati tesviye olunacaktir.

Madde 4 : Bu kabil kapatilmis binalardan mektep ittihazina elverisli olanlar mektep olarak kullanilacak ve elverisli olmayanlarin 19 Mayis 1327 (1 Haziran 1921) tarihli kanun maddesine tevfikan Vakiflar Umum Müdürlügü nakit ile degistirerek hasil olacak para ile köylerden baslayarak icab eden mahadere mektebler insa edilecektir.

Madde 5 : Geçmis sultanlarin türbeleri kapatilmistir. Kezalik cer ve menfaat için vesile olarak veya bir tekke ve tarikate mesnet olmak üzere kullanilan türbeler dahi kapatilmistir. Bütün türbelerden kiymeti haiz olanini muhafaza ve idame isi Maarif Vekaleti'ne aittir.

Madde 6 : Türbedarlik mülgadir. Bugün türbedarlik cihetine haiz bulunanlarin tahsisatlarinin tesviyesine devam olunacaktir. Su kadar var ki bu türbedarliklarla cami ve mescidlerde inhilal edecek imamet, müezzin, kayyim gibi vazifelere Diyanet Isleri Riyasetince tercihan tayin edileceklerdir. Ve tayinleri aninda türbedarliga art tahsisati kesilecektir."

Diyanet îsleri Baskani Rifat Börekçi'nin tamimiminde de görüldügü gibi, Cumhuriyet dönemi din-devlet iliskileri diyanet çizgisinde çok olumlu ve de çok anlasmali gidiyordu. Tabii bunda inkilapçi Diyanet îsleri Baskani Rifat Börekçi'nin büyük rolü oluyordu. Din adina kendisinden istenen her seye ya bir fetva veriyor veya personeli olan müftü, vaiz, imam ve müezzinlere hemencecik buyruk dogrultusunda tamim ve talimatlar gönderiyordu.

Sarax
09-23-2008, 15:36
Sapka Kanunundan Önce îslenen Keyfi Zulümler

Çankaya'da alinan 2 Eylül kararlarindan, sapkayla ilgili resmi kanunun çikacagi 25 Kasim'a kadar (671 sayili kanun) geçen üç ayi yakin bir zaman içinde sapka adina kimi zaman ilginç, kimi zaman komik ve kimi zaman da sancili görüntüler olmus idi. Sapka inkilabi açisindan isin en ilginç yani inkilabin kanunlasmasindan bir ay kadar önce Eylülün ilk haftasi îstanbul Karaköy limaninda îtalyan Borsalino kardeslere ait (dünyaca ünlü sapka ve fötr imalatçilaridir) sapka ve fötrlerie yüklü bir geminin bekliyor olmasiydi. Eylülün ilk haftasmda gerçeklesen/gerçeklestirilen bu olayda, açikgöz Borsalino kardesler hemen gümrük islemlerin yaptirarak bir- iki günde içi sapkayla dolu bir gemiyi bosaltma basarisini göstermisler(!) ve çok büyük karlar elde etmislerdi. Avrupali sapka imalatçilari da o haftalarda altin bir hasat biçmislerdi. Gemiler dolusu fötr, panama, kasket-ne varsa-îstanbul'a kosturulmus ve hemencecik limanda bosaltilarak halka ulastirilmasi saglanmisti.

Gemiler dolusu gelen sapkaya ragmen ihtiyaç karsilanamamis ve yerli üretime ve "sapka fabrikalari" kurulmasina karar verilmisti.

Komik olan taraf da, îstanbul halkinin baslarina geçirdikleri türlü türlü sapkalarla, tam bir karnaval havasi içinde yasamis olmalari ve erkeklerin baslarinda renkli, cicili-bicili kagittan sapkalann bulunmasi idi. Hatta çogu erkegin kafasinda kadin sapkalarida görülmege baslanmisti (!).

Sarax
09-23-2008, 15:37
Sivasli din adamlarinin idami

Ayni suçla (sapka kanuna muhalefet, M.F.), Sivas ulemasindan Imamzâde Mehmet Necati Efendi ve Sivasli Hoca diye bilinen Abdurrahman efendi, "Türkiye Devleti'nin seklini tebdil ve tagyir amaciyla halki ayaklanmaya kiskirttigi ve suçlarida sabit oldugu" gerekçesiyle idama mahkum oldular. Abdurrahman Hoca firar ettiginden, Sivas ulemasindan îmamzade Mehmet Necati Efendi 28 Kasim Cumartesi günü sabaha karsi idam edildi.

Sivas olaylarinda tahri ve tesvikleri görülen ve "dini siyasete alet etmek" suçundan yargilanan Sükrü oglu Ismail ve dört arkadasi, 5'er seneye; Ahmet Ziyauddin Hoca ve alti arkadasi 10'ar seneye; Belediye Baskani Abdullah Abbas Efendi ve on arkadasi da 7.5 seneye mahkum edildiler.

Belediyfe Encümen üyelerinden Seyh Ömer Efendi diye bilinen bir zat da, Sivas TPCF üyelerini kiskirtarak bu olaylara öncülük ettigi gerekçesiyle yargilanarak mahkum oldu.

Sivasta 4 gün kalan Ankara Istiklal Mahkemesi 29 Kasim aksami Tokat'a hareket etti. Mahkeme Tokat'a varir varmaz "dini siyasete alet ederek gösteri yapmaya çalisanlara ve sapkaya karsi çikanlara karsi aman verilmeyecegi ve olayin faillerinin derhal basinin ezilecegini..." bildiren bir bildiri nesretti.

Mahkeme bu bildirinin üzerine 30 Kasim'da sapka aleyhine gösteri yapan tekke ve türbelerin yasaklanmasini protesto ettiren eski Erbaa Belediye Baskani Haci Fethullah Efendi'yi yargilayarak mahkum etti. Mahkeme müddeumumisi (savcisi) bir genelge ile 1 - 2 gün içinde bütün bir halkin sapkasini giymesi gerektigini ve sapkasiz olanlarin siddetle cezalandirilacagini bildirdi. Savci 1 Aralikta Amasya'da olunacagmi söyleyerek, Amasya'ya, herkesin sapkali olmasi için derhal bir haber uçuruldu. Mahkeme Amasya'ya varildiginda gerçekten Amasya halkinin yüzde 99'u sapkasini giymis bulunuyordu. Ankara îstiklal Mahkemesi, Amasya Valisine ve Belediye Reisine, asayis (!)i saglamalarindan dolayi tesekkür ederek Karadeniz'e açildi.

Sarax
09-23-2008, 15:37
Cumhuriyet döneminde din siyaset iliskisi (1923-1947)

23 Nisan 1920 Cuma günü, Cuma namazindan sonra Hatm-i Serifler Buhari Kirâatleri ve dualarla Ankara’da açilan 1. Büyük Millet Meclisi, “Seriati ve hilafet makamini korumayi” bir vazife olarak üstlenir. (1)

Fakat aradan iki yil geçmeden “Monarsi’den Cumhuriyete” geçisin ilk önemli belirtisi olarak Meclis’te saltanatin kaldirilmasi tartismalari baslar.

Söz konusu tartismalarda, toplumda, özellikle de Istanbul’da güçlü bir tepki görülür. Buna karsin Meclis’te konuya iliskin tartismalarda ayni oranda bir tepki ve reaksiyona rastlanmaz.

Saltanatla ilgili Meclis’te uzun müzakereler yapilir. Bu müzakereler neticesinde bazi din adamlari tarafindan; Cumhuriyetin ve millî devletin Islâmiyete aykiri olmadigi, saltanatin ise, Islâmiyetle bagdasmadigi görüsü ileri sürülür. (2). Buna karsin saltanatin kaldirilmasina bazi din adamlari da siddetle karsi çikar:

“Saltanatin kaldirilmasina karsi” en güçlü tepki ise, sükrü Hoca ile Lütfi Fikri Bey tarafindan gösterilmistir. MehmetSükrü Hoca’ya göre saltanatin kaldirilmasi mümkün olsa bile durum degismez. Türkiye yine bir Islâm ülkesidir. Meclis’le halife arasinda bir ayrim söz konusu olamaz. Siyasal kudreti olmayan halife düsünülemiyecegine göre, “Meclis Halife’nin, Halife Meclisi’ndir.” Halifelik, Seriata göre “hükümet etmek” anlamina geldigine göre, hilafetin siyasal güçten arindirilmasi Islâm’in bölünmesi demektir ve “hükümetsiz, istiklâlsiz, hürriyetsiz bir halife olamaz.” Bu nedenle Millet Meclisi’nin doga baskaninin halife olmasi gerekir; Meclis’in çikaracagi yasalarin Halife tarafindan Seriat adina denetlenmesi ve onanmasi zorunludur. Bu onamayi almayan yasa Ser’an geçerli sayilmayacaktir. (3)

Mesrutiyet yanlisi Lütfi Fikri Bey de, bazi temel konularda farkli düsündügü Sükrü Hoca ile “Saltanat” konusunda birlesir:

“Osmanli Saltanati’nin “Sadik bendesi” olan Lütfi Fikri, saltanati kaldirmanin “reissiz” bir hükümet biçimini kabul etmek anlamina gelecegi kanisindadir. Mesrutiyetin felaketi, saltanattan degil, “Ihtilal” hükümetlerinden gelmistir. Sorumlu, Ittihad ve Terakki Firkasi ve özellikle de TalatPasa’dir.Saltanatin kaldirilip, yetkilerinin tümden Meclis’e verilmesi, Meclis’i “evet efendimciler” haline getirebilecek bir kisinin tüm devlete egemen olmasi sonucunu dogurabilecektir.TBMM olaganüstü dönemin meclisidir, saltanati kaldirilip, yeni bir siyasal biçimlenmeye gitmek yetkisi de yoktur. Saltanat, ancak halk oyuyla kaldirilabilir; saltanatin kaldirilmasina yönelik Meclis karari, halkin karari degildir. Bu açidan konu “halk referandumu”na götürülmelidir. (4)”.

Sükrü Hoca’nin ve Lütfi Fikri Bey’in bu görüslerine, Siirt Mebusu Hulki Bey, Mus Mebusu IlyasSami Efendi ve Antalya Mebusu Rasih Efendi karsi çikmislardir.Bu mebuslar, Hoca Sükrü’yü muhatap alarak yazdiklari “Reddiye”de, Türkiye’nin bir “reis”e ihtiyaci bulunmadigi, adi ister kral, ister padisah, ister Cumhurreisi olsun, kimsenin otoritesine giremiyecegini savunmuslardir.

Meclis’te uzun müzakerelerden sonra saltanatin hilafetten ayrilarak kaldirilmasi asamasina gelindiginde, Mustafa Kemal söz alip masanin üzerine çikar, saltanatin kaldirilacagini belirtir ve su ifadeleri kullanir:

“Burada içtima edenler, Meclis ve herkes meseleyi tabiî görürse, fikrimce muvafik olur. Aksi taktirde, yine hakikat usulü dairesinde ifade olunacaktir. Fakat ihtimal bazi kafalar kesilecektir... (5).”

Mustafa Kemal’in bu konusmasindan sonra yasa tasarisi Meclis’in oyuna sunulur ve muhalif olanlarin itiraz dolu seslerine aldirilmadan saltanatin kaldirilmasina karar verilir (1 Kasim 1922).

Dipnotlar:

1- Bkz. Mustafa Kemal Atatürk, Nutuk-Söylev, C.1. TTKY, Ankara 1987, s. 576

2- Bkz. Kemal Karpat, “Türkiye (Cumhuriyet Devri)”, Islâm Ansiklopedisi (MEB), C.XII, MEBY., Istanbul 1988, s. 394

3- Bkz. Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Yayinlari, Istanbul, ts., S.472.

4- A.g.e., s. 472.

5- Sükrü Karatepe, Darbeler, Anayasalar ve Modernlesme, Iz Yayincilik, Istanbul 1993, s. 156.

Sarax
09-23-2008, 15:37
(II)

“Saltanatin kaldirilmasi, lâik siyasal iktidar düzenine geçisin de ilk asamasi olarak kabul edilmelidir. Osmanli’nin kuramsal olarak, siyasal ve dinsel iktidari kaynastiran siyasal iktidar düzeni, saltanatin kaldirilmasi ile ilk kez bölünmekte, dinsel iktidar varligini sürdürse bile, -saltanatin kaldirilmasiyla- siyasal gücünü yitirmis olmaktadir. (1)”

1 Kasim 1922’de saltanatin ilgasi kararinin alinmasindan sonra bir süre daha iç ve dis politik nedenler sebebiyle Halifeligin devamina müsaade edilmis ve bu süreçte Türkiye’de seküler baglamda yapilacak köklü degisimlere “zemin teskil etmesi için” “Firka” kurma girisimi baslatilmis ve söz konusu firka, “Halk Firkasi” namiyla 23 Ekim 1923’te tesekkül etmistir. (2)

“1923’ten 1945’e kadar Türkiye’de bütün reformlara ve siyasi hareketlere Halk Partisi öncülük etmistir. (3)” Çünkü bahsettigimiz bu dönemde Halk Partisi kendisini bütün milletin temsilcisi saymis ve bir hükümet organi gibi hareket etmistir.

“Saltanatin kaldirilmasi ve hilafetin alikonulmasi ise, devlet baskanliginda tehlikeli bir belirsizlik yaratmisti. Meclis’te ve disinda Halifenin sahsinda mesru hükümdari ve devlet baskanini -bir çesit mesruti hükümdar ve özellikle dinin savunucusu- gören bir çok kimseler vardi. Ama Mustafa Kemal’in fikirleri baskaydi. (4)”

29 Ekim 1923’te Cumhuriyet ilan edildi ve Mustafa Kemal Atatürk ilk Cumhurbaskani seçildi. Bu seçimle birlikte “Halifelik” islevsiz bir hale geldi. Böylelikle “Hilafetin kaldirilmasi noktasinda ilk adim atilmis oldu. Sira hilafetin ilgasiyla neticenecek ikinci adimin atilmasina gelmisti. Fakat bu süreçte Meclis’te Halk Firkasi iktidarina karsi ciddi bir muhalefet hareketi vardi ve “bu muhalefetin dayandigi fikirler, genis çapta Birinci Büyük Millet Meclisi’ndeki ikinci grupta hakim olan fikirlere benzemekte, destegini ise, bazi din adamlarinin önderlik ettigi tabakalar içinde bulmakta idi. Saltanatin ilgasi ile ortaya çikan devlet baskanligi sorunu, tahmin edilemeyecek bir sekilde geliserek Mustafa Kemal Pasa’nin liderligini tehdit eder bir durum yaratmisti. Karahisar Mebusu Sükrü Hoca “Hilafet-i Islâmiye ve Büyük Millet Meclisi” baslikli bir risale yayimlayarak, Islâmî esaslara göre devlet baskanliginin Halifeye ait oldugunu uzun uzadiya savunmus (*) ve bir hayli de etkili olmustu. Halife’nin, devlet baskani olmasi demek, saltanatin tekrar canlanmasi anlamini tasimakta idi. (5)

Hilâfet üzerindeki tartismalar, Türkiye sinirlarinin çok ötesinde bile yogun bir ilgi uyandirdi. Özellikle de Hintli Müslümanlarin Hilâfete olan ilgisi tartismayi daha da yogunlastirdi.

———————



(1) Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y.Istanbul, Ts. S. 465.

(2) Bkz. Tarik Zafer Tunaya, Türkiye’de Siyasi Partiler, (1859-1952), Arba Y.Istanbul 1995, S. 559 vd.

(3) Kemal H. Karpat, Türk Demokrasisi Tarihi, Ata Y. Istanbul 1996, S. 313

(4) Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. Metin Kiratli), TTKY, Ankara 1996, S. 261

(*) Kadir Misiroglu’nun Esref Edib’ten naklettigine göre; Hilâfetin ilgasi tartismalari sirasinda Karahisar-i Sahip Mebusu Hoca Sükrü Efendi adi ile basilan “Hilâfet-i Islâmiye ve Büyük Millet Meclisi (Ankara 1339, 28 S.) baslikli muhalif risalesini Esref Edib kaleme almis, Hoca Sükrü’nün milletvekili dokunulmazligindan istifade maksadiyla onun adiyla yayinlanmistir. (Bkz. Osmanogullari Drami, Istanbul 1974, SS. 110-179)

(5) Bkz. Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri), Islâm Ansiklopedisi (MEB), E. XII/2, MEBY., Istanbul 1998, S. 395.

Sarax
09-23-2008, 15:38
(III)

“24 Kasim 1923 günü üç büyük Istanbul gazetesi Hint Müslümanlarinin iki ileri gelen lideri Aga Han ve Emir Ali’nin imzasiyla Ismet Pasa’ya yazilan bir mektubun metnini yayinladilar. Iki imzaci, Halifeligin Saltanat’tan ayrilmasinin, onun genel olarak Müslümanlar için önemini artirdigini belirtiyor ve Türkiye hükümetinden Hilafeti “Müslüman uluslarin güven ve saygisina hakim olacak ve böylece Türk devletine yekta kudret ve vekar sagliyacak bir temel üzerine” yerlestirilmesini diliyordu (1)”.

Bu arada Millî Mücadele’de önemli mevkilere gelmis ve büyük hizmetler görmüs Kazim Karabekir,Rauf Orbay gibi bazi isimler de halifeligin kaldirilacagi sayialarina katilarak rejimin diktatörlüge yöneldigini iddia ediyorlardi. (2).

Öte yandan Halife-Sultan Vahdettin’in yurtdisina “Çikmasiyla” birlikte hilafet makaminin bosaldigi kanisina varan hükümet, halife seçimini gündeme getirdi. Ser’iye ve Evkaf Vekili Mehmet Vehbi Efendi ise, kaleme aldigi fetvada Halife’nin görevi’nin “Islâm hak ve menfaatlerini korumak (3)” oldugunu belirtiyor ve Vahdettin’in yurtdisina “kaçmakla” hilafeti yitirdigini, dolayisiyla yeni bir halife seçilmesi gerektigine dair “fetva” veriyordu. Sonunda söz konusu “fetva”, oturum baskani Dr. Adnan Bey (Adivar) tarafindan oya sunuldugunda, Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, Fetvanin dinsel gücü bulundugunu ve ulusal iradeye üstünlügünü öne sürerek, fetvanin oya konulmasina karsi çikmisti. Mustafa Kemal Pasa’nin, bu karsi çikisa verdigi karsilik söyleydi:

“Affedersiniz beyefendi, bu memleketi yikmak için de fetvalar verilmistir. Fetva behemahal Meclisin reyine vazedilmelidir.”

Fetva, oya konulmus ve kabul edilmisti.

Islâm tarihinde belki de ilk kez bir “fetva”, bir Meclis’in oyuna sunuldu ve geçerliligi bu yolla kabul edildi.

Diger taraftan Halife-Sultan Vahdettin’i bu görevden azleden fetva oya konulup kabul edilmesinden sonra, Izmit mebusu Sirri Bey’in, Meclis’te, “Yasasin Islâmiyet” diye bagirisi garip bir çeliski olusturmustu (4)

Meclis, Abdülmecit Efendiyi “Halife olarak seçti ve Halifenin nasil davranmasi gerektigi Mustafa Kemal tarafindan, Rauf Bey araciligiyla bir talimatname ile bildirildi.

“Hilafet” islevsiz bir hale gelip Ankara’dan seçilip, talimatlarla yönetilmesine karsin yine de Abdülmecid Efendi’nin Halife seçilmesi, “Islâm toplumlarinda” büyük bir yanki uyandirdi. Nitekim Hind Müslümanlarindan, Kalküta Müslümanlarindan, Iskenderiye Müslümanlarindan, Finlandiya Müslümanlarindan Arnavutluk Müslümanlarindan... Halife Abdülmecid Efendiye gönderilen; halifeligini tebrik eden; hilafetinin Islâm alemi için hayirli olmasini dileyen ve hilafete sadik kalacaklarini beyan eden telgraflar bunun bariz bir göstergesiydi. Önemine binaen Finlandiya Müslümanlarinin Halife Abdülmecid Efendiye gönderdikleri telgrafi buraya aktariyorum:

Finlandiye Müslümanlarinin Telgrafnamesi:

Halife-Müslimin Efendimiz Abdülmecid b. Sultan Abdülaziz hazretlerine,

Umum Finlandiya Müslümanlari 10 Kanun-u evvelsene 338 Cuma günü Cuma namazini eda ve duadan sonra zat-i hilafet-penahîlerinin makam-i hilafeti mukaddeseye intihablarini büyük bir meserretle kabul edip samim-i kalbden zat-i hilafet, penahilerini tebrik eder ve bütün umûr-u diniye ve mesail-i ser’iyede makam-i hilafete sadik kalacagimizi beyan ederiz. Finlandiya devleti müstakillesinde yasayan dindaslarin rica ve niyaz ediyoruz ve imamimiz hakkinda ibadet-i diniyeyi eda için izn-i hilafetin resmen gönderilmesini temenni ediyoruz. (Imzalar.)”

Halife tarafindan; “Finlandiya Müslümanlarina Cevab-i Hilafet-penahi” baslikli telgrafla, Finlandiya Müslümanlarinin telgraflarindan duyulan memnuniyet izhar edilir, “imamlarinin memuriyete devami tasdik edilir...”

———————

1- Bernard Lewis, Modern Türkiye Dogusu, (Çev. Metin Kiratli), TTKY., Ankara 1996, s. 263.

2- Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri)”, Islâm Ansiklopedisi (MEB); c.XII/II., Istanbul 1988, s. 395.

3- Gotthard Juschke, Yeni Türkiye’de Islâmlik, (Çev. H.Örs), Bilgi Y., Ankara 1972, S. 21.

4- Bkz. Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts., s. 475

Sarax
09-23-2008, 15:38
(IV)

(Hilafetin ilgasi...)

Geleneksel olarak Türk Kamu vicdaninda çok önemli bir yere sahip bulunan “Halifelik” müessesesi, saltanatin ilgasindan sonra islevsiz bir hale gelmisti. Buna karsin yine de “Hilafet”, Ankara hükümetince büyük bir sorun olarak görülüyor, dahasi, bu “dini makamin” muhalefet merkezi olmasindan endise ediliyordu.

Diger taraftan Mustafa Kemal, her ne kadar Halk Firkasi’ni kurarak Meclisin denetimini ele geçirmek için büyük bir girisim baslatmis ve Meclisin kontrolünü kismî olarak basarmissa da (1), Cumhuriyetin ilâni ve Mustafa Kemal’in Cumhurbaskani seçilmesi, Halifeyi devlet baskani durumuna getirmek amacini tasiyanlarda umut kirikligina yolaçmisti. Özellikle de Refet Bey, Rauf Bey, Kazim Karabekir, Adnan Bey, Ali Fuat Pasa gibi Millî Mücadelede önemli görevler ifa etmis kisilerden bazilarinin Halk Firkasi içinde yer almalarina karsin yine de Hilafeti savunmalari, Halk Firkasi’nin bölünmesine yol açacak bir boyuta ulasmisti (2). Bunlarla birlikte, Meclis tarafindan Halife olarak seçilen Abdülmecid Efendi’nin varligi ve hareket tarzi ve Islâm dünyasinin ona gösterdigi ilgi ve teveccüh, “Ankara’nin “Hilafet Müessesini” büyük bir “engel olarak görmesine” sebeb teskil ediyordu.

Cumhuriyet hükümetinin Hilafet taraftarlarina karsi ilk önlemi, Istanbul’a bir Istiklâl Mahkemesi kurulu göndermek oldu. Bunu, Halife Abdülmecid Efendi’nin baskatibi ile Basvekil Ismet Pasa’dan ödenegi artirmasini istemesi üzerine Mustafa Kemal Pasa’nin Inönü’ye gönderdigi sifreli bir mesaj izledi. Söz konusu mesajda Mustafa Kemal, Inönü’ye; “Halife ve bütün cihan bilmelidir ki, halife ve hilafet makaminin gerçekte din ve siyaset bakimindan hiçbir anlami ve hikmeti yoktur” diyor ve Abdülmecid Efendi’nin Istanbul’da yasamasi için Cumhurbaskani ödeneginden az bir ödenegin yetecegini, belirtiyordu (3). Ayrica yine Mustafa Kemal, “Halife kendisinin ve makaminin ne oldugunu sarih olarak bilmeli ve bununla iktifa etmelidir” diyordu. Fakat Ankara, “hilafet” konusundaki bu tavrini açikça dillendiremiyor, hilafet yanlilarinin tepkisinden endise ediyor ve hilafetin kaldirilmasina yönelik bir “vesile” araniyordu.

1- Bkz: Kemal H. Karpat, Türk Demokrasi Tarihi, Afa Y. Istanbul 1996, s. 313.

2- Bkz: Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts., s. 476

3- Bkz: Necdet Sakaoglu, “Abdülmecid Efendi”, Istanbul Ans., C.I, Istanbul 1993, s. 49-50. SÜRECEK

Bu noktada, TBMM’deki kimi üyelerin “Hilafet hükümettir” savi, “Hilafetin ilgasina yönelik atilmis bir adimdi. Bu adimi hilafetin ilgasina yönelik bir baska girisim takip etti. -Dünkü yazimizda da belirttigimiz üzere -Abdülmecid Efendi’nin TBMM tarafindan halife olarak seçilmesi, Islâm dünyasinda büyük bir sevinç ve istiyakla karsilanmis, pek çok “müslüman topluluk” tarafindan Halife Abdülmecid Efendi’ye çekilen telgraflarla “baglilik” bildirilmisti. Iste “Halifelige karsi harekete geçmek için; Hindli Müslümanlarin liderlerinden Aga Han ile Emir Ali’nin, halifeligin muhafazasina dair Türk Hükümetine yazdiklari bir mektubun, Istanbul’da rejim muhalifi bir gazetede yayinlanmasiyla, aranan vesile bulundu. Söz konusu mektup, “Hilafet makaminin dis devletlerin Türkiye’nin içislerine karisma vesilesi olacagi iddiasiyla”, Hilafetin ilgasi için çabalar yogunlasti.

Bu çabalar çerçevesinde, 3 Mart 1340 (1924) günü aralarinda Seyh Efendilerin de yer aldigi elli üç mebustan olusan bir grup, TBMM Baskanligina “Hilafetin ilgasini” içeren bir önerge verdi. Isin ilginç tarafi ise, “bir din müessesesi” olarak görülen “Hilafetin” ilgasina yönelik önergenin gerekçesinde de dini dayanaklarin ileri sürülmüs olmasiydi (4).

Hilafetin ilgasini içeren takrir’in Meclis Bakanligina verilmesinden sonra, saltanatin kaldirilmasina benzer bir sekilde uzun müzakerelere gerek duyulmaksizin 631 sayili kanun ile halifeligin kaldirilmasina ve Osmanli Soyunun (kadinlar da dahil) Türkiye Cumhuriyeti sinirlari disina çikarilmasina karar verildi.

“Ertesi sabah safakta, üzgün Abdülmecid bir arabaya konup Dogu Ekspresi (Orient Express)’ne bildirilmek üzere bir tren istasyonuna -gidisinin gösterilere sebeb olabilecegi gerekçesiyle Büyük Sirkeci Gari’na degil- sehir disinda küçük bir istasyon olan Çatalca istasyonuna götürüldü (5).”

“Halifelerin sonuncusu, sürgündeki Sultanlarin sonuncusunu izledi...”

———————

4- Bkz: Çetin Özek, a.g.e., s. 477

5- Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. M.Kiralti), TTKY., Ankara 1996, s. 263-264.

Sarax
09-23-2008, 15:38
(V)

Bu noktada, TBMM’deki kimi üyelerin “Hilafet hükümettir” savi, “Hilafetin ilgasina yönelik atilmis bir adimdi. Bu adimi hilafetin ilgasina yönelik bir baska girisim takip etti. -Dünkü yazimizda da belirttigimiz üzere -Abdülmecid Efendi’nin TBMM tarafindan halife olarak seçilmesi, Islâm dünyasinda büyük bir sevinç ve istiyakla karsilanmis, pek çok “müslüman topluluk” tarafindan Halife Abdülmecid Efendi’ye çekilen telgraflarla “baglilik” bildirilmisti. Iste “Halifelige karsi harekete geçmek için; Hindli Müslümanlarin liderlerinden Aga Han ile Emir Ali’nin, halifeligin muhafazasina dair Türk Hükümetine yazdiklari bir mektubun, Istanbul’da rejim muhalifi bir gazetede yayinlanmasiyla, aranan vesile bulundu. Söz konusu mektup, “Hilafet makaminin dis devletlerin Türkiye’nin içislerine karisma vesilesi olacagi iddiasiyla”, Hilafetin ilgasi için çabalar yogunlasti.

Bu çabalar çerçevesinde, 3 Mart 1340 (1924) günü aralarinda Seyh Efendilerin de yer aldigi elli üç mebustan olusan bir grup, TBMM Baskanligina “Hilafetin ilgasini” içeren bir önerge verdi. Isin ilginç tarafi ise, “bir din müessesesi” olarak görülen “Hilafetin” ilgasina yönelik önergenin gerekçesinde de dini dayanaklarin ileri sürülmüs olmasiydi (4).

Hilafetin ilgasini içeren takrir’in Meclis Bakanligina verilmesinden sonra, saltanatin kaldirilmasina benzer bir sekilde uzun müzakerelere gerek duyulmaksizin 631 sayili kanun ile halifeligin kaldirilmasina ve Osmanli Soyunun (kadinlar da dahil) Türkiye Cumhuriyeti sinirlari disina çikarilmasina karar verildi.

“Ertesi sabah safakta, üzgün Abdülmecid bir arabaya konup Dogu Ekspresi (Orient Express)’ne bildirilmek üzere bir tren istasyonuna -gidisinin gösterilere sebeb olabilecegi gerekçesiyle Büyük Sirkeci Gari’na degil- sehir disinda küçük bir istasyon olan Çatalca istasyonuna götürüldü (5).”

“Halifelerin sonuncusu, sürgündeki Sultanlarin sonuncusunu izledi...”

———————

4- Bkz: Çetin Özek, a.g.e., s. 477

5- Bernard Lewis, Modern Türkiye’nin Dogusu, (Çev. M.Kiralti), TTKY., Ankara 1996, s. 263-264.

Sarax
09-23-2008, 15:39
(VI)

(Hilafetin kaldirilmasinin anlami...)

3 Mart 1924’de hilafetin kaldirilmasina karar verildigi gibi, dini tahsilin yapildigi müesseseler olan medreseler de kapatildi ve egitimin lâiklesmesni saglayan Tevhid-i Tedrisat kanunu kabul edildi. Yine bu baglamda Ser’iyye ve Evkaf Vekaleti lagvedileek Diyanet isleri Baskanligi ihdas edildi ve Basbakanliga bagli bir müessese haline getirildi.

Hilafetin kaldirilmasina karsi ise, gerek Meclis içinde ve gerekse Meclis disinda muhalefet etkin bir biçimde kendini göstermistir. Mecliste hilafetin kaldirilmasi sorunu konusulurken Seyh Saffet efendi ile Seyyit bey gibi bazi mebuslar “hilafetin kaldirilmasini ser’i kurallara dayandirmaya çalisiyorlardi.” Sözgelimi, Seyh Saffet Efendi; “hilafetin ilgasiyla, aydinlarin “içtihat kapilarindan” içeri girdiklerini ileri sürüyordu. Diger taraftan, hilafetin kaldirilmasina karsi çikan Kastamonu Mebusu Halit Bey, Islâm’in siyasal kurallarina dayanarak, hilafetin varliginin zorunlulugunu ve kaldirilmasinin ülkenin bitimi anlamina gelecegini savunurken, Gümüshane Mebusu Zeki Kadirbeyoglu da, ülkenin tek sorunun hilafet sorunu mu oldugunu sorarak, hilafetin kaldirilmasina yönelik çabalarin ulusal gelenekleri bozacagi savini öne sürmüstür. Zeki Bey, “bendeniz müthis bir Ittihad-i Islam taraftariyim. Memleketin siyaseti namina hilafetin ilgasini kabul ederek düsmanlarimin eline vermek istemem” diyerek, hilafetin kaldirilmasini devletin “felaketi” ve Islâm dünyasinin yitirilmesi olarak yorumlamistir (1)

Hilafetin kaldirilmasinin ise “öznel” bir anlami vardi: Artik Cumhuriyet Türkiyesi’nde birinci asamada Saltanatin Hilafetten ayrilarak ilgasi, ikinci asamada Hilafetin kaldirilmasi ve son halifenin yurt disina sürülmesiyle birlikte köklü degisimlerin, “dünyevilesmenin” önü açilmis oluyordu. Kisacasi, Hilafetin ilgasiyla birlikte Türkiye’de Seküler bir dönem basliyordu.

Cumhuriyet döneminde din siyaset iliskisini konu edinirken, saltanatin ve hilafetin ilgasi üzerinde bu denli hassasiyetle durmamizin nedeni, Cumhuriyet döneminde siyasi ve kültürel anlamdaki keskin degisim ve dönüsümün baslangiç safhasini teskil etmelerinden kaynaklandigina olan inancimizdir. Bir baska ifadeyle, Cumhuriyet dönemindeki din baglamindaki “kirilmanin” ya da “din ve lâiklik baglamindaki degisimin adresi”, Hilafetin kaldirilmasinda aranmalidir. Çünkü, din siyaset iliskisi düzleminde hilafetin lagvedilmesi çok büyük önem tasir. Fakat bu noktada Saltanat, Hilafet, Tevhid-i Tedrisat gibi müesseselerin ve kanunlarin ilgasinda ve ihdasinda genel geçer tavir, felsefi düsünceden degil, kuvvetin egemenliginden kaynaklaniyordu. Karpat’in, “Bu siyasete sonradan takilan lâiklik isminin aslinda felsefi düsünceden degil, kuvvet mücadelesinden dogdugu asikardir. (2)” seklindeki ifadesi bunu açikça ortaya koyar.

Hilafetin kaldirilmasi ve seküler dönüsümün gerçeklestirilesine dair Meclis’te alinan diger kararlarla birlikte Türkiye’nin lâiklesme serüveni hizli bir sürece girdi. Nitekim, hukukun dünyevilestirilmesi noktai nazarinda Mustafa Kemal Pasa’nin yaptigi bir konusma, hem dine bakisini hem de hukukun dünyevilesmesine dair önemli ipuçlari veriyordu:

“Üyesi olmakla kendimizi mutlu saydigimiz Islâmlik, yüzyillardan beri içinde bulundugu siyasi durumdan kurtarilmak ve yüceltilmek zorundadir... Millet, her uygar devlette geçer olan ve bizim memleketimizin ihtiyaçlarini karsilayacak hukuk esaslarinin alinmasini arzu etmektedir... Hukukta hurafelere bagli kalis milletin uyanmasini önleyen bir kabustur (3).”

Görüldügü üzere, seküler/modern baglamdaki devrimlere girisilirken amaç, “Islam’in yüceltilmesi gibi bir gayeye mebni idi.” Cumhuriyeti seküler bir yapiya kavusturmak isteyen anlayis, bir yandan kendince Islâm dini hurafetelerden ve düstügü siyasi durumdan kurtarmayi amaçlarken, bir yandan da dünyevilesmesinin yerlesmesine çabaliyordu.

———————

1- Bakz: Çetin Özek, Devlet ve Din, Ada Y., Istanbul, ts, S. 478.

2- Kemal Karpat, “Türkler (Cumhuriyet Devri)” Islâm Ansikopedisi, C. XII/II, MEBY., S. 395.

3- Gotthard Jasckhe, Yeni Türkiye’de Islâmlik, (Çev. H. Övs), Bilgi Y., Ankara 1972, S. 22.

Sarax
09-23-2008, 15:39
(VI)

Hilâfet kaldirilip, Cumhuriyet’in seküler bir yapiya dönüstürülmek istenmesine karsin, Cumhuriyet yine de 1928 yilina kadar dini vasfini korumaya devam etti. Nitekim 1924 Anayasasi’nin ikinci maddesinde yer alan “Türkiye devletinin din, dini Islâm’dir” maddesi, Cumhuriyet’in dinsel bir nitelik tasidiginin en somut göstergesiydi.

Fakat, devletin dininin Islâm olmasi, devletin seküler biçilenmesini hizli bir kosutta sürmesine engel teskil etmedi ve köklü degisimlerin bir bölümü bu madde yürürlükte iken gerçeklestirildi.

Seküler içerikli degisimlerin birbirini takip ettigi bu süreçte, “Cumhuriyet Halk Firkasi”nin büyük çogunlugu, meselenin felsefi derinliklerine inmeden yeni lâik bir millet yaratma fikrini benimsemis görünüyorlardi. Onlara göre lâik, yani millî benligini dinle ilgisi olmadan gelistirecek bir Türk milleti, “Sultanligin” ve “halifeligin” tekrar canlanma tehlikesini ortadan kaldirmis olacakti... (1)”

Ayrica yine bu dönemde Cumhuriyet Halk Firkasi (CHF), bir yandan lâik içerikli köklü degisimleri gerçeklestirirken, diger taraftan da Türkiye’nin birden fazla partiye dayanan çogulcu/plüralist bir yapiya geçmesine, bir baska ifadeyle Cumhuriyet’in demokratik bir yapiya kavusmasina imkan vermedi. Nitekim bu dogrultu da, 17 Kasim 1924’te Ankara’da Millî Mücadele’nin önde gelen isimleri tarafindan kurulan Terakki Perver Cumhuriyet Firkasi’nin (TCF), Cumhuriyet’in gelisimine bir muhalefet partisi olarak “katki yapmasi” ve CHF’yi “tek-parti jakobenizminden” uzaklastirmak istemesi CHF tarafindan engellendi.

“Terakki Pervercilere göre, halkin yüzyillardan beri bütün maddî ve manevî hayatini etkileyen Islâmiyet’e yöneltilmis haraketler, eninde sonunda halkin temel benligini ve kültür varligini zedeleyecekti. Onlara göre, dini siyasetten ayirma gayretleri az zaman sonra dini geri bir plana itmeye dönebilirdi. Buna karsilik Cumhuriyet Halk Firkasi, hiç bir zaman dinin aleyhtari olmadigini, dini kendi sahsi çikarlari ve siyasi emelleri ugruna kullanmak isteyenlere karsi oldugunu ileri sürmekte idi. Böylece siyasetten siyrilmak istenen din, tam tersine partiler arasi tartisma konusu haline gelmis ve bu husus günümüzde bile Türk parti hayatinin ana meselesi olmakta devam etmistir. Iste “Islâmiyete yöneltilmis hareketlerin dini geri plana itebilecegi, bunun da halkin temel benligini ve kültürel varligini zedeleyebileceginden endise eden Terakki Perverciler”, programlarinin altinci maddesine “Firka, efkâr ve itikadat-i diniyeye hürmetkârdir” ibaresini koyarak din hakkindaki görüslerini ifade etmislerdi. (2)

Terakki Perver Cumhuriyet Firkasi’nin kurulusunu kendi varligi için büyük tehlike gören CHF, çözüm olarak TCF’yi sultanligi ve halifeligi geri getirmekle, irticayi körüklemekle suçlayarak, bu partiye karsi agir tenkit ve hücumlarda bulundu. CHF, 3 Haziran 1925’de çikarilan ve Türkiye’de her türlü muhalefeti yasaklayan Takrir-i Sükûn Kanunu çerçevesinde TCF’yi -(Parti programinin altinci maddesinde yer alan “Firka efkâ ve itikadat-i diniyeye hürmetkârdir” ifadesine mebni olarak)- 5 Haziran 1925’te kapatma cihetine gitti ve TCF’liler Seyh Said isyaniyla iliskilendirildi. Bu suretle, TCF’liler, demokratik girisimlerinin bedelini agir surette ödemek durumunda birakildi.

——————

(1) Kemal Karpat, “Türkler - Cumhuriyet Devri” Islâm Ansiklopedisi (MEB), C. XII/II, MEBY. Istanbul 1988, S. 398

(2) Bkz. A.g.m., S. 396

Sarax
09-23-2008, 15:40
Meshur Kiliç Ali’nin bir marifeti daha!..

(...) 14 Nisan 1924 günü Büyük Millet Meclisi’nde ele alinip sert münakasaya sebep olan mesele, zamanin taninmis bir gazeteci-milletvekilinin dövülüp yaralanmasina kadar varmisti!

Bizde bâzi mes’ul kimselerin zaman zaman gazeteci hirpalamalari ve hattâ günümüzde dahi dövmeleri âdeta normal hale gelmistir!.. Ikinci Mesrutiyet sarhoslugu içinde Hasan Fehmi, Ahmed Samim ve Zeki Bey gibi kalem sahipleri Ittihatçi fedailerce sokak ortasinda öldürülürken, Cumhuriyetin ilk yillarinda pek çok gazeteci sudan sebeplerle “Istiklâl Mahkemesi, huzuruna çikarilmis, bu arada o devrin mühim adami ve “Istiklâl Mahkemesi” üyesi meshur Kiliç Ali de, bir gazeteci-milletvekilini hem de gazete idarehânesinde dövmekten çekinmemistir!..

Cumhuriyetin ilânindan hemen on bes ay sonra cereyan eden bu gazeteci dövüp yaralama olayi, Millî Mücadele’nin aci günlerinde yurt disina kaçan bâzi zengin Rum ve Ermenilerin zafer kazanildiktan sonra dedikodulu bir sekilde Türkiye’ye dönmelerinden dogmustur. Ismet (Inönü) Pasa baskanligindaki hükümetin isbasinda bulundugu 1924 yilinda Istanbul basininin, kaçan zengin Ermenilerden bâzilarinin zamanin Içisleri Bakani Ferid Bey’in muvafakatiyla yurda döndükleri yolunda yürüttügü genis ve sert nesriyat B.M. Meclisi kürsüsüne kadar götürülmüs, Erzurum milletvekili Rüsdü Pasa ile Zonguldak milletvekili Halid Bey’in müstereken hazirlayip Meclis baskanligina verdikleri takrir (uydurma dilde önerge) 76 yil evvel 1924 senesinin 14 Nisan günü Meclis’de görülüsürken Degirmenciyan isimli Ermeniden alinan kirk bes bin liralik çek iddiasinin tetkik edilmekte oldugu Içisleri Bakani’nca açiklandiginda takrir sahiplerinden Halil Bey söz alarak su konusmayi yapmistir:

“.......... Bu kadar kan döktük, fedakârlik gösterdik. Resmen tesbit olunmus bir hakikat vardir ki, o da Istanbul’da dumanli havalardan istifade etmek isteyen kumpanyalarin mevcudiyetidir. Bazan bunlara ufak, büyük memurlar da katiliyor, vaktiyle Istanbul’dan adam kaçiranlar bugün onlarin geri gelmelerine çalisiyorlar. Rivayete göre Ankara’da subeler teskiline bile tesebbüs ediliyor. Sebuhyan’in firarindan sonra emval-i menkûlesi (tasinabilir mali) satilmis, gayr-i menkûlesine (tasinamayan malina) el konulmustur. Sebuhyan, bu defa tesebbüste bulunmus, tahkikat lehinde neticelenmediginden dönmesine müsaade edilmemis, bâzi kimselere yirmi bin lira teklif edilmis, hattâ bâzi yardim kuruluslarina teberruda (bagista) bulundugu söylenmis ve neticede Sofya’da bulunan Sebuhyan geri dönmüs ve Istanbul’a gelince ilk isi “Tasfiye Komisyonu” aleyhine dâvâ açip emvalini (mallarini) geri almak olmus (çok açik gözmüs sesleri)... Içisleri Bakani gazetelere beyanatindan, geri gelmek hâdisesinde bir yanlislik oldugundan bahsediyordu. Istanbul Polis Müdürü gazetecilere “emir verdiler çikardim, emir verdiler aldim” demistir (gülüsmeler, alkislar).

Buna Iskandal derler!..

Içisleri Bakani bunlari tekrar hudut disina çikarmakla ikinci hatâyi yapmis oluyor. Bu birbirini tutmayan emirler verilirken, Cumhuriyetin haysiyetini düsünmek icap ederdi. Sebuhyan’in karisi çikarilmamis, buna sebeb nedir? Vaktiyle Istanbul Valisi’nin bir etiket meselesi, burada uzun münakasalara sebeb oldu ve o zamanki Içisleri Bakani zavalli Vali’yi kurtarmak için akla karayi seçti. Halbuki bu defaki muamele bir rezalet-i idareyedir. Buna iskandal derler. Sualimi istizaha (gensoruya) çevirmeyi düsünüyorum. Bu ise Meclis’in el koymasi lâzimdir. Bilhassa bâzi vesikalarin çalinmasi için tesebbüse geçildigi yaziliyor. Meclis’in tahkikat yapmasi hakkindaki takririmin kabulünü rica ederim.”

Zonguldak milletvekili Halil Bey’in bu teklifi kabul edilip “Meclis Tahkikati” açilirken basindaki nesriyat da hazirlanmis, Millî Mücadele’nin ölüm-kalim günlerinde çesitli yollarla yurdu terkeden Rum ve Ermeni zenginlerinin, o kara, aci günler geçtikten sonra yurda dönmeleri basinda “cinayet-i uzmâ/büyük cinayet” olarak kaydolunurken “daha Dumlupinar’da, Sakarya’da, Inönülerde verdigimiz sehidlerin kani kurumamisken bu denileri (alçaklari) sine-i vatana almanin tarih huzurunda asla affedilmeyecek bir gaflet” oldugu gerçegine de parmak basilmis, bu arada Gelibolu Milletvekili Celal Nuri’nin “Ileri” gazetesinde yayinladigi sert bir yazi ile Içisleri Bakani Ferid Bey’e “hiçbir Türk’ün itimadi kalmadigi” iddia olunmustur!..

Tahkikat komisyonu Istanbul’da

Basinin bu hassasiyeti devam ederken “Meclis Tahkikat Komisyonu” Istanbul’a gelmis ve Komisyon Baskani Nedim Nazmi Bey’in düzenledigi basin toplantisiyla vazifeye baslamasindan hemen birkaç gün sonra Istanbul Polis Müdürü Sadeddin Bey ve Deniz Pasaport Dairesi’nden üç memur nezaret altina alinmis, bu arada Istanbul Valisi Haydar Bey’in de kaçanlardan Kozmeto’nun karisinin yurda dönüsüyle alâkali olarak ifadesine müracaat olunmustur. Yürütülen tahkikatin gizliligine ragmen “cinayet-i uzmâ”ya bâzi milletvekillerinin adlarinin karistigi haberi basina sizmis ve gazetelerden bâzilari bu yolda nesriyat yaparken, Meclis Baskani Fethi (Okyar) Bey Istanbul’a gelerek Komisyon Baskani ile görüsüp “her meselenin hak ve adaletle halledilecegi” yolunda beyanda bulunmussa da, gazetecilerin “kaçanlarin geri gelmeleri rezaletinde bir milletvekili hazineyi binlerce lira zarara soktu” ve “mes’uliyyet, yalniz bir iki küçük memura mi inhisar edecek” gibi nesriyatina mâni olamamistir.

Bu çesit nesriyatla Içisleri Bakani Ferid Bey’in pek fena hirpalandigi o günlerde TahkikatKomisyonu vazifesini bitirmis ve hazirlanan raporda kaçip giden bazi zengin Rum ve Ermenilerin savas sonrasi yurda dönüslerinde suç unsuru bulundugu sarahatle tesbit edilmistir!..Komisyon raporunda milletvekillerinden Kiliç Ali, Necmeddin Molla ve Rize Milletvekili Rauf gibi isimlere rastlanmis, bu arada Içisleri Bakani Ferid Bey istifa ederek bu Bakanliga Recep (Peker) getirilmistir. Ancak Ferid Bey’in istifasi aleyhindeki nesriyati durdurmamis, o günlerin basini “cinayet-i uzmâ”nin pesini birakmamis, adi geçen milletvekilleri hakkindaki yayini sürdürmüstür. Gazetelerin bu sert yayini devam ederken Komisyon raporuna adi karisanlardan NecmeddinMolla dokunulmazliginin kaldirilmasini talep etmis, diger iki milletvekilinin ise bu mevzuda bir tesebbüsleri olmamistir!..

Gazeteciyi dövüp yaralama!

Iste Celal Nuri isimli gazeteci-milletvekilinin dövülmesi, olaylarin böyle bir safhaya intikal ettigi günlerde cereyan etmis ve 31 Temmuz 1924 tarihli “Ileri” gazetesi nesriyatindan ögrendigimize göre is bu dövüp yaralama olayi söyle cereyan etmistir. Kiliç Ali 30 Temmuz günü “Ileri” gazetesine telefon ederek Celâl Nuri’yi aramis, onun gazetede oldugunu ögrenince yaninda Rize Milletvekili Rauf oldugu halde gazete idarehânesine gitmistir. Odasinda Suphi Nuri ve Dersim Milletvekili Ferudun Fikri Beylerle oturmakta olan Celâl Nuri’nin üzerine tabancasini çekerek yürüyen Kiliç Ali türlü hakaretten sonra eline geçen bardak, sürahi, fincan, sigara tablasi gibi ne varsa hepsini Celâl Nuri’nin üzerine firlatmis, bu âni hücumla Celâl Nuri yaralanirken odanin camlari da kirilmistir!.. Kiliç Ali’nin tecavüzünü Feridun Fikri Bey önlemek istemis, ancak bütün gayretine ragmen Celâl Nuri’nin tabanca kabzasiyla basindan agir bir sekilde yaralanmasina mâni olamamistir!

Celal Nuri’yi bu sekilde dövüp yaralayan Kiliç Ali, pek galiz küfürlerle gazete idarehânesini terkederken olay mahalline bir polis memuru gelmisse de mütecavizin dokunulmazligi dolayisiyla olaya müdahale edememis, bu arada Celal Nuri Bey basindan sizan kanla baska bir odaya alinip Zabita Tabibi Nafiz Bey tarafindan ilk tedavisi yapilmistir. Bilâhare Savci, Polis Müdürü ve Sorgu Hakimi gazeteye gelip tahkikata baslamislardir.

“Ileri” gazetesi haberine göre Kiliç Ali, Celal Nuri Bey’in bulundugu odaya girdiginde: “Ben hepinize gösterecegim. Gazetelere, Tahkik Heyetine, Içisleri Bakani’na hepinize gösterecegim..” diye bagirarak Celal Nuri’nin üzerine yürümüstür!.. Bu durumda Kiliç Ali’nin Celal Nuri’yi dövmesi, firari beceren Rum ve Ermenilerin yurda dönmeleriyle alâkalidir. O devirde gazetelerin “cinayet-i uzmâ” diye andiklari bir meseleye Kiliç Ali’nin adinin karismasindan dogan bu gazeteci dövüp yaralama olayi, muhalif milletvekillerinin gayretine, basinin sürekli yayinina ragmen bir netice vermemis Celal Nuri Bey dövüldügü ile kalmis, Kiliç Ali ise uzun yillar devam eden milletvekili dokunulmazligi dolayisiyla takibattan kurtulmus, zengin Rum ve Ermenilerin önce nasil kaçabildikleri, sonra yurda nasil girebildikleri tarihin kirli ve karanlik olaylari arasina karismistir.!..

Sarax
09-23-2008, 15:41
Kemalizm ve Kadin!..


Bilindigi gibi 5 Aralik 1934 tarihi, kadinlara siyasi haklarin verildigi iddia edilen tarihtir. Ancak kadinlara verildigi iddia edilen bu haklar, kadinlar tarafindan verilen mücadele ne-ticesinde alinan haklar olmayip, tepeden inme bir anlayisin neticesinde Mustafa Kemal tarafindan bagislanan haklardi. Dolayisiyla, Kemalistler tarafindan, Bati'nin bir çok ülkesinden önce verilmekle övünülen bu haklar, Sirin Tekeli'nin de belirttigi gibi konjonktür geregi verilen ve buna ragmen kontrollü olarak kadinlara kullandirilan -bazen de kullandirilmayan- türden haklardi. Çünkü, Kemalizm kurulusundan bu yana, tepeden inmeci, jakoben bir anlayisin tezahürü olan tek millet, tek sef, tek devlet esasina dayali, oportünist, çikarci, pragmatik despot bir anlayisi temsil eden bir sistemdi. Ve bu nedenle de muhalefete ve hatta degisik görüslere bile tahammülü olmayan bir sistem öngörmekteydi. Bu sistem, "tek kisi"nin hakim oldugu bir sistemdi. Ayrica, bu sistem ayni zamanda, bu ülke insanlarini bütünüyle sadece "tek kisi"nin belirledigi hedefe yönlendirmeyi de kendisi için asil amaç edinmisti. Yani, ülkenin bütün insanlari için bir tek hedef vardi; o da, o "tek kisi"nin belirledigi hedefti. Bu hedefin disina çikanlar ya da çikmaga yeltenenler, ülkeye ihanet suçu ile suçlanmaktan kurtulamamislardir. Bugün bile bu "tekçi" anlayis tarafindan belirlenen hedefe muhalif olan kisi ya da gruplar, ayni anlayisi temsil eden, marjinal kalmis Kemalistler tarafindan, öyle degerlendirilmiyor mu? Iste "tek kisi" tarafindan belirlenerek çerçevesi -adeta- duvarlarla örülen bu anlayis, toplumu tepeden tirnaga kadar yeniden sekillendirmek için ayni tür uygulamalara halen bugün de devam etmektedir. Kisacasi, Osmanli'nin mirasi üzerine kurulan bu yeni ülkenin, yeni yönetim seklinden, çikarilacak kanunlara, halkin giyiminden yasanti sekline hatta yeme içme seklinden, dans etme sekline kadar; bir taraftan toplumsal düsünce, diger taraftan da toplumsal yasanti sekli, bu tek'çi anlayis tarafindan sekillendirilmistir. Dolayisiyla ülkeye çesitli desiselerle hakim olan bu anlayista; Cumhuriyetin ilan edilmesine de, kadinlara siyasi haklarin verilmesine de ve hatta kimlerin hangi bölgelerde milletvekili olacagina da, tek basina karar veren hep 'o' tek kisi olmustur. Ve o tek kisinin agzindan çikan bir sözle kimi insanlar ihya olmus, kimi insanlar da daragaçlarinda sallandirilmistir; ve bu tek kisinin karari ile bir gecede cumhuriyet ilanina karar verilmis, partiler kurulmus ve partiler kapatilmistir. Hatta, "tek kisi" tarafindan alinan bu gibi siyasi ka-ralarin yaninda, kisiler arasindaki iliskilere de müdahale edilerek kadinlarin dans etmeleri bile, onun emri ile olmaktaydi. Nitekim bir defasinda, "... devlet yüksek yöneticilerinin de çagrili oldugu bir baloda üniformali subaylarin dansetmediklerini gördü. Gazi, bunun nedenini sordu. Komutanlardan biri, suçun her dansa çagriyi geri çeviren kadinlarda oldugunu söyleyince Mustafa Kemal, yüksek sesle topluluga söyle seslendi: 'Arkadaslar, dünyada subay üniformasi giymis bir Türk erkeginin dans önerisini geri çevirebilecek bir kadinin bulunabilecegini düsünemiyorum. Simdi emrediyorum! Hemen salona dagilin! Ileri Mars! Dans edin!" emri üzerine, herkesin dans etmeye kalkismasi da, bu "tek kisi"nin otoritesinin etkisini göstermesi bakimindan ilginç bir örnektir. Bu tür emirler sadece dans etmeyle de sinirli kalmiyordu. Nitekim, daha sonra ki dönemlerde ülkenin öncelikli tehdidi olarak ilan edilen ve "Komünizm her görüldügü yerde basi ezilmelidir" sözü mensuplari için söylenen TKP'nin (Türkiye Komiünist Partisi) kurulmasi ile ilgili ilk emir de yine Mustafa Kemal tarafindan verilmisti. Buna gerekçe olarak da, Talat Pasa'ya yazdigi mektupta da belirtildigi gibi, "gerekirse bolsevizmi de biz kurariz" seklindeki Mustafa Kemal'in konjonktürel ve pragmatik anlayisi idi!.. Mustafa Kemal bu güçlü ülkelerden yana görünme anlayisini, ülke içinde gücü/hakimiyeti tek basina ele geçirinceye ve ülke disinda ise himayesine girdigi ülkenin güçlülügü netlesinceye kadar devam ettirmistir. H. Edip Adivar'in da belirttigi gibi Mustafa Kemal, gücü ele geçirdikten sonra, emirlerine itirazsiz uyulmasini ve kendisine karsi hiçbir elestiri geti-rilmemesini açikça belirtiyordu. Nitekim, H.E. Adivar ile bir konusmasinda, "Herkes benim verdigim emri yapmalidir... Ben hiçbir elestiri, hiçbir fikir istemiyorum... Yalniz emirlerimin yerine getirilmesini..." istiyorum seklindeki sözlerinden de bu durum açikça görülüyordu. Mustafa Kemal, ölünceye kadar da, bu tavrini devam ettirmis ve iradesine -en yakin arkadaslari dahil- hiç kimseyi ortak olarak kabul etmemistir. Buna yeltenenlerin ise, maalesef politik hayatlari da, sosyal hayatlari da hüsranla sona ermistir. Kazim Karabekir, Rauf Orbay ve arkadaslari ile ünlü hatip onbasi Halide Edip Adivar'in -son dönemde de Ismet Inönü'nün- basina gelenler, Mustafa Kemal'in bu tavrinin ilginç örneklerinden sadece birkaç tanesidir.
Anlasilan odur ki, Mustafa Kemal, kendi düsüncesinin disinda hiç kimsenin düsüncesine önem vermezdi. Her konuda -hemen hemen- yalniz basina karar verir ve uygulamaya koyardi. Zaman zaman, herhangi bir konu ile ilgili olarak Çankaya Köskü'ndeki "içki sofrasi"na çagirdigi kimselerden ise, konu ile ilgili görüslerini almaktan ziyade, kendisinin önceden vermis oldugu karari onlara duyurmaya yönelik olmakta idi. O dö-nemde, Mustafa Kemal'in etrafinda bulunanlar da, Mustafa Kemal'in bu "tek"ligini, her seyin kendi karari ile yapildigini ya da yasaklandigini, kendi kararlarinin aksine görüs serdetmenin hayati tehlikeyi gerektirdigini konusmalarinda, yazilarinda dile getirmekten de bir beis görmemekte idiler. Nitekim, Kiliç Ali tarafindan bu durum "Aksam" gazetesindeki bir makalede; "... Milli Kurtulus Savasini halkin degil, sadece Atatürk'ün yaptigi" ileri sürülüyordu. Bu yaziyi aktaran Zekeriya Sertel "Yaziyi okumamiz bitince Ahmet Rasim Bey gözlügünün altindan bana söyle bir bakti: -Cevap verecek misin? dedi. Sanmiyorum, dedim. Sakin ha... Yaziyi kimin yazdigi belli. Mustafa Kemal'le çatismayi göze almak gerekir. Bu da bugünkü kosullar içinde delilik olur. Yaziyi hiç okumamis gibi davran." Sertel de "Öyle yaptim" diyor.
Seyh Said kiyami nedeniyle kurulan Istiklal Mahkemeleri de emirle, hem de tek kisinin emriyle kurulmustu ve çalismalarini da bu "tek kisi"nin emriyle devam ettiriyordu. Çesitli illerde kurulan bu mahkeme-lerde, yine emirle sayisiz insan daragaçlarinda sallandirilmisti; herhalde -dili olsaydi- bunun en canli sahidi de Samanpazari sirtlari idi. Daragaçlarinda sallandirilan bu insanlarin suçlari ise, -tamaminin da- potansiyel muhalif olarak görülmeleriydi; isin üzücü tarafi da, bunlarin basinda, Milli Mücadele adi verilen Mücadeleyi baslatanlar, bulunduklari bölgelerde dis düsmani cani kani pahasina kovanlar gelmekteydi. Bunlarin arasinda, az da olsa kendilerini tehdit etmek ve göz dagi vermek için, yandasi gazeteciler de vardi. Bu gazeteciler, Istiklal Mahkemelerinin "tek kisi"nin emriyle çalistigina güzel bir örnek teskil etmektedir. "Istanbul'un belli basli gazete bas yazarlari Diyarbakir'daki Istiklal Mahkemesine gönderilmislerdi. Bunlar arasinda "Tasviri Efkâr" sahip ve basyazari Velid Ebuzziya, "Vatan" gazetesi sahip ve basyazari Ahmet Emin Yalman, ayni gazetenin yazarlarindan Ahmet Sükrü Esmer, gene bas yazarlardan Ismail Müstak ve baskalari vardi. Ahmet Emin, daha yoldayken, Adana'dan, Mustafa Kemal'e telgraf göndererek yalvarmaya baslamisti. Affedilirse, bir daha gazetecilik yapmayacagina söz veriyordu..." "Tek Kisi" gücünü ve "Tek"ligini kanitlamiscasina, bu tür yalvarmalardan sonra, gazetecilerin serbest birakilmasi, yine bu "tek kisi" tarafindan saglanmisti.
ANADOLU KADINI, MILLI MÜCADELENIN ASLI UNSURLARINDANDI!..
Osmanli Imparatorluguna ait topraklarin paylasilmasina yönelik olarak, emperyalist ülkelerce Anadolu'nun çesitli bölgelerinin isgal edilmesine karsi verilen mücadelede, Anadolu Kadinin bu mücadelede oynadigi rolü göz ardi etmek, bu mücadelenin anlasilmamasi ya da eksik anlasilmasi anlamina gelir. Bilindigi gibi bu ülke, bu yüz yilin baslarindan itibaren Ingilizler, Fransizlar, Italyanlar, Yunanlar ve Ermeniler tarafindan isgal edilmisti. Hilafetin bulundugu merkez Istanbul da isgal altindaydi. Ancak bütün bu olumsuzluklara ragmen kadiniyla, erkegiyle, genciyle, ihtiyariyla ve hatta çocuguyla organizeli, birbirinden haberli olmasa da, -Mustafa Kemal henüz Padisah tarafindan görevlendirilmemisti bile- bu isgali sona erdirmek için, Anadolu bütünüyle adeta ayaga kalkmisti. Kadinlar yaptiklari mitinglerle -özellikle de Sultanahmet Meydani'nda H. Edip Adivar'in konustugu miting- bir taraftan kendileri fiilen mücadeleye katiliyorlardi, bir taraftan da top yekun bütün bir halk, bu mücadelenin saflarina katilmaya davet ediliyordu. Iste bu amaçla kadinlar mücadelelerini daha organizeli yapmak için, ülkenin çesitli bölgelerinde çesitli isimler altinda kurduklari cemiyetler halinde örgütleniyorlardi; bunlarin arasinda yaygin olarak örgütlenen ve birçok ilde subelerini de açan Anadolu Kadinlari Müdafaa-i Vatan Cemiyeti de vardi. Böylesine kutsal bir mücadelede Anadolu kadini, sadece ordunun yardimci hizmetlerine katkida bulunmakla yetinmemis, mücadelenin her safhasinda yer alarak, baska ülke-lerde benzeri olmayan kahramanliklar sergilemistir.
Anadolu kadini, yerine göre, cephe gerisinde cephaneyi, yaralanan milisi/askeri, hastalanan hastayi ve ikmal maddelerini sirtinda ya da kagnilarda tasirken, yerine göre de elinde silahi ile gönüllü olarak cepheden cepheye kosarak milis kuvvetleri ile birlikte savasa katilmistir. Hilafetin ve ülkenin kurtarilmasi için bu savaslarda, isimleri bilinenlerin haricinde, çok sayida isimsiz kahraman Anadolu kadini gençligin baharinda iken sehit olmustur. Çünkü, basta Denizli Müftüsü Ahmet Hulusi Efendi'nin fetvasi olmak üzere bir çok fetva onlar için vazgeçilemez olan bir kutsal hedefi gösteriyordu ki o da; ya sehit olmak ya da gazi olmakti. Denizli Müftüsü fetvasinda söyle diyordu; "...Bizler simdiye kadar esir yasamadik ve yasamayiz. Silahimiz yoksa sapan tasiyla düsmana karsi çikmak ve onu tepelemek her Türk ve Müslümana farz-i ayndir. Fetva veriyorum..." Iste bu fetvalar dogrultusunda Anadolu insani; kadini ile erkegiyle, müstevli devletlere karsi adeta ayaga kalkmisti. Nitekim bu kadinlardan, "Gördesli Makbule Hanim 1921'de, evlendikten hemen sonra kocasiyla birlikte bir çete örgütlemisti. Bu çete, birkaç ay boyunca düsmani hayli hirpaladi. Gördesli Makbule Hanim savas alaninda sehit düstü." Yine, Tayyar Rahmiye Hanim Güney cephesinde 9. Tümene bagli bir gönüllüler müfrezesine komuta ediyordu. Bu müfreze, 1 Temmuz 1920'de Osmaniye'deki Fransiz müstahkem mevki karargahina saldirma buyrugunu aldi. Tayyar Rahmiye Hanim, buranin ele geçirilmesinden az bir süre önce can verdi." Yine, "Anlatildigina göre, bir Türk kadini sirtinda çocuguyla cepheye, bir araba dolusu mühimmat ve cephane götürmektedir. Yagmur yagmaya baslayinca, cephaneler islanmasin diye çocugunu sardigi örtüyü hemen çikarip cephanelerin üzerine örter. Iki öküzün çektigi arabada, siperlere erzak tasimakla görevli bir kadinin öyküsü de, sik sik dile getirilir; Öküzlerden biri düsman kursunlariyla agir yaralanir. Kadin ve yanindaki iki çocugu öküzün yerine kosularak arabayi çekmeye devam ederler. Sirtlarinda süt bebekleriyle, cepheye yiyecek-içecek tasiyan kadinlarin öyküleri de anlatilan ilginç olaylardandir. Gene, Sakarya savaslari sirasinda, 23 Agustos 1922'de cepheye cephane tasiyan konvoydaki hamile bir kadin, dogum yapar. Hemen cephe gerisine göndermek isterler; fakat o reddeder: "Ben bunlari nasil birakirim? Ordu cephane bekliyor." Iste, Anadolu kadini; gerektigi zaman çocuguna analik, kocasina eslik, gerektigi zaman da savasta en ön saflarda savasarak sehit düsmenin ne kadar kutsal oldugunu bilecek kadar inanç sahibi idi. Mustafa Kemal de 21 Mart 1923'te Konya'da Kizilay'in kadin kollarina hitap ederken, Anadolu kadinini söyle degerlendirmektedir; "...Çift süren, tarlayi eken, ormandan odun, kereste getiren, mahsülati (ürünleri) pazara götürerek paraya kalbeden (çeviren), aile ocaklarinin dumanini tüttüren, bütün bunlarla beraber sirtiyla, kagnisiyla, kucagindaki yavrusu ile, yagmur demeyip, sicak-soguk demeyip, cephenin mühimmatini (savas gereçlerini) tasiyan hep onlar, hep o ulvi (yüce), o fedakâr, o ilahi Anadolu kadinlari olmustur..." Dolayisiyla, Anadolu'nun bu rolünü -kadini ile erkegiyle- göz ardi ederek Milli Mücadelenin kazanilmasini "tek kisi"nin kahramanligina ya da dehasina baglayarak anlatanlar, Milli Mücadeleyi kazanan ruhu anlayamayanlardir.

Anadolu insani; kadini ile erkegi ile, genci ile ihtiyari ile, bütün olumsuzluklara ragmen, "cihad" askiyla; "ya sehid, ya da gazi" olma suuruyla dis düsmani ülkeden kovmak için can siperane savasmislardi. Bu bitmez tükenmez savaslar dolayisiyla Anadolu insani, yorgun düsmenin yaninda gün be gün yoksullasmisti da. Ama onlar için yoksullasmak önemli degildi; önemli olan ülkenin ve istila edilen Islam topraklarinin "gavur"dan kurtarilarak, temizlenmesiydi. Nitekim, Izmir'in Yunanlilar tarafindan isgaline mukavemet edilmemesini isteyen Izmir Valisi Ahmed Izzet Bey'e karsi "Vali bey! Bu, kanimla kirmiziya boyanabilir. Fakat alnimda Yunan alçagini sükunet ve tevekülle karsilamis olmanin karasi oldugu halde huzuru ilahiye çikamam" diyen Izmir Müftüsü Rahmetullah Efendi1 ile "Kalesinde bayragi dalgalanmayan esir bir ülkede Cuma namazi kilinmaz"2 diyen bir baska Hocaefendi'nin konusmasinda belirttigi sözler, bu temizlik harekatinda atilan ilk kursunlardi!.. Çünkü, onlar için ilk ve son hedef; 'ya istiklal, ya ölümdü.' Bu nedenle, Anadolu'nun inançli insani, cani dahil, varini yogunu düsmani bu ülkeden kovmak için ortaya koydugundan, yiyecegi ekmegi giyecegi elbisesi bile kalmamisti. Ve, Anadolu Köylüsü fakirlestikçe fakirlesmisti! Bu durumu Zekeriya Sertel hatiralarini yazdigi kitabinda söyle anlatiyor; "... Önce bir kitlik basladi. Bu kitlik yildan yila artti. Yillarca çamur gibi kara ekmek baslica gidamiz oldu. Genis halk yiginlari yiyecek sey bulamiyordu. Çocuklar sütsüz, hastalar ilaçsiz, insanlar ekmeksiz kaldi..."3 Kitabinin bir baska sahifede ise; "Ankara'ya gelen köylülerin bir kismi burada açikta yasarlardi, hayvanlari ve çoluk çocuklariyla beraber. Hayvanlari bir kenara bagli-yor, yere yirtik pirtik bir seyler açiyor, günü geceyi onlarin üzerinde geçiriyorlardi. Köylülerin arabalari ve hayvanlariyla sehre girmeleri yasak edilmisti. Üstleri baslari yamadan görünmüyor, renkleri topraktan ve kilden anlasilmiyordu. Yasayislari fakirce olmaktan da asagiydi. Hani istatistiklerde asgari yasayis seviyesi diye bir deyim vardir. Bunlar bu yasayis seviyesinin altindaydilar. Eger buna yasamak demek dogruysa... Arada sirada yanlarina giderdim. Baska bir dünyadan gelmis bir yaratiklar gibiydiler. Ben sefaletin bu kadar koyusunu, bu kadar elle tutulanini görmemistim. Oysa, bu büyük kurtulus savasini onlar yasamislardi. Su yirtik kirli paçavralar içinde vücutlarini örtmeye çalisan kadinlar, cepheye sirtlarinda mermi tasimislardi. Anadolu'nun kesin gerçegi buydu."4 Iste, yerine göre cephede en önde savasan ve yerine göre de cephe gerisinde cep-heye cephaneyi sirtinda tasiyan Anadolu'nun cefakar insaninin durumu böyle içler acisiyken; Istanbul ve Izmir'de yasayan küçük bir azinligin -ki bunlarin arasinda Mustafa Kemal'in evlendigi Latife Hanimin ailesi (Usakizade Muammer Beyin ailesi) de vardi- savastan ve savasin getirdigi yoksulluktan habersiz debdebe içinde yasiyordu. Bu küçük mutlu azinligin arasinda karaborsacilik, yolsuzluk ve rüsvet almis yürümüstü. Ittihatçilara bagli olan imtiyazlilar ise, sonsuz servetler yapmislardi. Bunlar, aç kalmis halkin sefaletiyle alay eder gibi isi safahata vurmuslardi. Apartmanlar kurmuslar, barlarda ve eglence yerlerinde artistlerin sigaralarini binlik banknotlarla yakip egleniyorlardi. Sarap ve sampanyadan nehirler akitiyorlardi. Üstelik bütün bu pisliklerini, vurdumduymazliklarini aç halkin gözü önünde yapiyorlardi.5 Görüldügü gibi, Milli Mücadele Anadolu insanini yorgun düsürüp fakirlestirirken, büyük kentlerde yasayan bu, bir avuç mutlu azinligi ise zenginlestirmisti. Bir taraftan, Anadolu'nun inançli insani 'gavur' olarak bildikleri düsmanlari cani, kani pahasina yurdunda atmaya çalisirken, diger taraftan da dönemin kimi tüccari, mütegallibesi, bürokrati ve toprak agasi ise 'paranin milliyeti olmaz' sözünü dogrulatircasina, 'giden agam, gelen pasam' mantigi ile müstevli güçleri sevinçle karsilamaktaydi. Hatta "esrafin gözünde, yabanci ordular, anarsiyi sona erdirip sermayeye yeniden güven saglayan kurtaricilardi. Izmir ve Ege havalisinde terzilere, Yunan bayraklari siparis edilmekte; bazi bölgelerde karsilama törenleri hazirlanmakta, 'bizi kurtarin' yollu çagrilar yapilmaktaydi."6 Bunlar, Anadolu insani fakirlesirken zenginlesen insanlardi; savas zenginleriydi. Ülkenin isgal edilmesi, ülke zenginliklerinin tarumar edilmesi bunlarin umurunda degildi. Bunlar için önemli olan, baskalarinin egemenliginde bile olsa, kendi zevk ve sefalarinin devam etmesi idi. Dolaysiyla, ülkenin Ingiliz ya da Amerikan veyahut Fransiz tarafindan isgal edilmesi bunlari hiç üzmezdi. Zaten, mandaciligi ya da büyük bir devletin himayesine girerek kurtulmak isteyenler de yine bu küçük mutlu azinlik idi. Nitekim; "... Ingiliz Ticaret Odasi da, Times gazetesine gönderdigi bir telgrafta, "Sehrin Yunanlilara verilmesinin felaketlere yol açacagini" belirttikten sonra, "Hristiyan ahali kadar, Türk halkinca da bir Ingiliz, Amerikan veya Fransiz himayesinin sevinçle karsilanacagini" ileri sürmektedir. Bu muhalefete ragmen, Yunan isgali gerçeklesmis ve kompradorlar, nihayet yine de Ingilizlerin egemenliginde bulunan Yunan yönetimine intibak etmislerdir. Gerçi Yunan isgali kanli ve yagmaci olmustur... Yunanlilarin kulaklari çekilerek bu hareketler önlenmis ve kompradorlar faaliyetlerini, Kurtulus Savasi'ndan habersiz sürdürmüslerdir. Kompradorlarin bir kurtulus savasi verildiginden haberleri, ancak Izmir'de Türk süvarilerinin nal sesleri isitilince olacaktir. (...) Otel Naim'in taraçasinda ay isiginda dansli aksam yemekleri veriliyor, Sporting Clup'de bir Italyan grubu Rigoletto ve Traviata'yi oynuyor, kahvelerde karartma saatine kadar gitarlar çalinip sarkilar söyleniyor, garsonlar müsterilere serbet, nargilelere küçük kor parçaciklari tasiyip duruyorlardi." (...)
"Istanbul'da da durum farkli degildi: "Trakya'ya gitmek üzere Istanbul'a gelen bir milliyetçi jandarma birligi, sokaklardan geçerken alkislarla karsilandi. Yabancilarla Löventenler gözden uzak duruyor, milliyetçilerin bu cakasinin bir saman alevi gibi parlayip sönecegini, sonra her seyin yine eskisi gibi olacagini düsünerek, kendilerini avutuyorlardi."7 Anadolu Köylüsünün aç olmasi, yoksullasmasi bunlarin umurunda degildi; hatta ülkenin tamaminin 'gavur çizmeleri' altina girerek istila edilmesi de bunlari fazla ilgilendirmiyordu. Bunlar için önemli olan yasadiklari o süfli, igrenç ve pespaye hayatin devam etmesiydi. Ne yazik ki, zaferden (ne kadar zafer denilebilir, o ayri bir tartisma konusudur.) sonra da ülkenin itibar edilen, önlerinde dügme iliklenerek saygi ile egilinen insanlar da yine bunlar oldu. Yani Anadolu'nun o inançli, o cefakar insani "gavur"u kendi ülkesinden bütün sikintilara ragmen kovmustu ama ne yazik ki, kovulan o 'gavurlarin' yerine, Anadolu insaninin inanci ile, yasantisi ile, Anadolu insanina bakisi ile o 'gavurlari' aratmayacaklar gelmisti. Ancak, bunlarla savasmak, o "gavur" bildikleri dis düsmanla savasmak kadar kolay olmayacakti. Nitekim olmamisti da!..
Cumhuriyetin Ilani ile Birlikte Anadolu Kadini da Unutulmustu!..
Osmanli Imparatorlugu'nun geri kalan topraklarinin da müstevli devletler tarafindan isgal edilmesinden sonra baslatilan Milli Mücadelede erkeklerin yaninda kadinlar da yogun bir biçimde yer almislardi. Kadinlarin Milli Mücadeleye katilimi baslangiçta protesto mitingleriyle baslamis, mücadelenin ileri ki dönemlerde ise cephede ve cephe gerisinde görev almalarla devam etmisti. Kadinlar, bu tür faaliyetlerin yaninda, ayrica Anadolu'nun çesitli bölgelerinde baslayan örgütlenme faaliyetlerine de etkin olarak katilmislardir. Nitekim kadinlar tarafindan, "5 Kasim 1919'da Sivas'ta Anadolu Kadinlari Müdafaa-i Vatan Cemiyeti kurulur. Cemiyetin 11 maddelik kurulus tüzügü 1. Maddesinde Sivas merkezine bagli yerel ve bagimsiz subelerin kurulmasini öngörür. 2. Maddede "mütarekenin imza tarihinde elimizde kalan ve çogunlugunu müslümanlarin teskil ettigi Osmanli topraklarinin bir bütün oldugu, parçalanamayacagi" ilkesi benimsenmektedir... 4. Madde, dogal ve faal üyelerin kimler oldugunu saptamaktadir. Buna göre tüm "Islam hanimlari" dernegin dogal üyesi kabul edilmektedir... Amasya, Kayseri, Nigde, Erzincan, Burdur, Pinar Hisar, Konya, Denizli, Kastamonu ve Kangal'da subeler kurulur..."8 1919 yilinda kadinlarin bilfiil üyesi olduklari derneklerin sayisi 19'u bulmustu.9 Milli Mücadelenin ilk dönemlerinde faaliyet gösteren bu tür kadin derneklerinin amaci ülkenin düsmandan kurtarilmasi idi. Amaç, bütün dünyaya Halide Edip Adivar'in da belirttigi gibi "insanlarin kardesligini ve barisini ifade eden Islamiyetin de, Türkiye, zulme ugramis milletin de ebedi" oldugunu göstermekti.10 Bu nedenle de, kadinlar kendileri için siyasal hak talebini baslangiçta gündeme getirmemislerdi.
Ancak, Cumhuriyetin ilan edilmesi ile birlikte kadinlarin da kendilerine siyasal haklarin verilmesi için bir takim çalismalarda bulunduklari görülmektedir. Kadinlara seçme ve seçilme haklari dahil bir takim siyasal haklarin verilmesi için faaliyette bulunan örgütlenmelerin basinda ise 1924 yilinda kurulan Türk Kadinlar Birligi gelmekteydi. Ancak, bu Birlik, bir taraftan siyasi haklari elde etmek için çaba sarfederken, diger yandan da "zamanin çok özel kosullari nedeniyle ve kurulusuna karsi çikabilecek engelleri önlemek için, siyasal nitelikli tüm maddeleri tüzügünden çikarmaya karar vermis"11 olmasi gibi bir çeliski, ülkenin yönetimini tek basina ele geçiren Mustafa Kemal'in hiçbir muhalefete tahammül etmemesinden kaynaklanmaktaydi. Zaten yerel yönetimler de, merkezi hükümet de henüz zamani gelmedigi için kadinlara siyasal haklarin verilmesini reddediyordu. Çünkü, ülke ve ülke insanlari için neyin uygun oldugu, neyin de uygun olmadigina en iyi karar veren "tekçi" irade, henüz kadinlara siyasal haklarin verilmesini uygun bulmuyordu. Ancak buna ragmen, 1927 yilinin Mart ayinda Türk Kadin Birligi'nin Istanbul'da yaptigi "kongrede oturumlara baskanlik eden Nezihe Muhittin Hanim çalismalar sirasinda, kadinlar için oy hakki ve onlarin yerel seçimlere katilmalarini istiyordu. Bunun için yapilmak istenen tüzük degisikligine karsi çikan ve kadinlarin görevlerinin esas olarak çocuk dogurmak ve yetistirmek oldugunu ileri süren Istanbul Valisi ise, onlarin ne siyasal haklara sahip olmalarini, ne de kamu görevi yapmalarini uygun buluyordu...
Ayni yil içinde, yapilmasi beklenen seçimler Kadinlar Birligi'nin istemlerini yogunlastirmasina neden oldu. Dernegin baskani söyle diyordu: "Devrimleri doguran, çabalar ve savasimdir. Biz de, seçimden seçime her yurttas gibi haklarimizi alacagimiz güne degin savasmayi sürdürecegiz. Yasalar, er geç toplumsal yasamin gereklerine uymak zorundadirlar."12 Kadinlar Birligi yetkilileri, ülke yönetimini zorla ele geçiren bu "tekçi" iradeye meydan okurcasina bu tür konusmalara devam ediyordu. Ancak, belirli bir süre sonra bu tür konusmalar, 'tekçi' iradenin hosuna gitmeyecek ve Kadinlara yönelik bir takim müeyyidelerin konmasina neden olacakti. Nitekim bu Birlik adina yapilan bir baska konusmada, "Biz, seçim haklarimizi elde etmeye dayali olan idealimizden vazgeçmis degiliz. Zira bundan vazgeçersek dernegimizin hiçbir var olus nedeni kalmaz. Davamizin zaferi için ölünceye kadar çalisacagiz. Bizim yasamimiz buna yetmezse hiç olmazsa bizden sonra gelenler için ortaligi temizlemis oluruz "deniyordu. Ancak bu konusma bardagi tasiran son konusma oldu. Çünkü, bu tür konusmalar "tekçi" iradenin ortak kabul etmez egemenligine saldiri anlami tasiyordu. Iste bu 'tekçi' iradenin buna tahammül etmesi mümkün degildi. Ve, bu tür konusmalari sona erdirmek için, o "bildik" senaryolar devreye sokuldu. Nitekim, çesitli ayak oyunlari neticesinde, "(...) 1927 Eylül'ünde, dernek içinde bir bölünme oldu... Polis dernek merkezinde arama yapti, "idari usulsüzlük" gerekçesiyle de kayitlarini mühürledi. Gerçekte, bu önlemlerin gerisindeki gerekçe, dernegin ve dernek sorumlularinin çok asiri bulunan istekleriydi. Türk Kadinlar Birligi'nin seçimler sirasindaki istemlerini hiç de olumlu karsilamayan pek çok gazete Birlik yönetim kurulunun dagitilmasi kararindan çok se-vinç duydular..." 13 Egemen iradenin kadinlara herhangi bir hak vermeyecegi ta 1924'lü yillardaki uygulamalardan anlasilmaktaydi. Çünkü, muha-liflerin tamamen ayiklandigi ve üyelerinin tek basina Mustafa Kemal tarafindan atanan meclis bile kadinlara istenilen haklari vermeyi kabul etmemisti. "2. Meclisin 2. Yilinda 13. Toplantida 1924 Anayasasi üzerine yapilan tartismalar sirasinda 10. Madde "her Türk, milletvekili seçimine katilmak hakkina sahiptir" maddesi tartisilirken söz alan bazi milletvekilleri, "Türk vatandaslarinin" kadinlari da içerdigini savunmuslar hatta bunu açikça belirtmek üzere madde degisikligi önermisler fakat bu öneri kabul edilmemis ve tartismalar sonunda madde, komisyonun önerisinden daha kati bir sekle bürünerek " "Her Erkek Türk" seklinde degisti-rilmistir" deniyor. Tezer Taskiran'dan aktarildigi belirtilen dipnotta ise "Bu tartismalarda göze çarpan birkaç ilginç nokta var. Kadinlarin seçme, seçilme haklarinin en atesli savunucusu görünen Recep (Peker) Bey'dir. Oysa sonradan milletvekili seçme seçilme yasasini 1934'e kadar geciktirenler arasinda Recep Beyin de bulundugu anlasiliyor"14 denilmektedir. Bugün kadinlara siyasal haklarin Mustafa Kemal tarafindan verildigini övünerek anlatan Kemalistlerin basörtülü Müslümanlara karsi takindiklari tavrin nereden kaynaklandigi daha iyi anlasilmiyor mu? Bu olaylar, bir taraftan kadin haklari sampiyonlugu yapan, öbür taraftan da kendileri disindaki kadinlari insan yerine bile koymayan marjinallesmis (Sirin Tekeli'nin deyimiyle) tören derneklerinin iki yüzlülüklerinin de nereye dayandigini göstermesi bakimindan ilginç degil mi?s

Sarax
09-23-2008, 15:42
Tek Parti iktidarinin sonu:

14 Mayis 1950

50 yil evvel 14 Mayis 1950 Pazar günü yapilan milletvekili seçimiyle CHP iktidardan düsmüs, kaahir bir ekseriyyetle Demokrat Parti isbasina gelmisti.

Yurdumuzda 1876 Anayasa'si ile Sultan Ikinci Abdülhamid devrinde (1876-1909) baslayan milletvekili seçimi Birinci ve Ikinci Mesrutiyet'te oldugu gibi Cumhuriyet devrinde de, 21 Temmuz 1946 Pazar günkü seçime kadar iki dereceli idi, yâni, halk "müntehib-i sâni" denilen "ikinci seçmenleri" onlar da meb'uslari/birara "saylav" da denildi/milletvekillerini seçerdi. Bu çesit seçimler Birinci Mesrutiyet Meclis-i Meb'ûsâni seçimlerinde (1877) sakin geçmis, fakat Ikinci Mesrutiyet'te (1908) ittihatçi sergerdelerin sopali pek çok seçimi görülmüs, hattâ bu seçimlerin birinde Ittihad ve Terakki'ye muhalefete baslayan "Filozof" ünvanli Sair Riza Tevfik pehlivanligina ragmen güzelce bir dövülüp hastahânelik edilmistir!..

Cumhuriyet devrinde ise CHP/o günlerdeki adiyla Halk Firkasi/ seçimlere hep tek parti olarak girdiginden, yâni, muhalif parti olmadigindan, Zeki (Kadirbeyoglu) Bey ile Nureddin Pasa'nin CHP'ye ragmen Gümüshâne'den ve Bursa'dan milletvekili seçilmeleri gibi birkaç olay hariç, Halk Firkasi listesine girebilenler hep mebus olmus, böylesine bir seçim de, siyasî tarihimize seçim degil tayin olarak geçmistir!..

1946'ya kadar böyle devam edegelen milletvekili seçimleri ilk defadir ki, o yilin 21 Temmuz günü tek dereceli yapilmis, millet, vekilini dogrudan dogruya kendi seçmisse de "açik oy gizli tasnif" gibi acaib bir usulle yapilan bu seçim maalesef pek saibeli geçmis, yapilan yolsuzluklar, oy hirsizliklari, mazbata/tutanak sahtekârliklari Meclis zabitlarinda yer almistir!.. Bu mevzuda muteber kimselerin mühim sehadetleri varsa da, bunlari nakle sütunumuz yeterli olmadigindan, geçelim elli yil evvelki 14 Mayis seçimlerine...

Seçimde Adlî Teminat!..

Çok partili dönemin 14 Mayis 1950 milletvekili seçimi yeni Seçim Kanunu'na göre, gizli oy, açik tasnif usulünde ve adli teminat altinda yapilmis, seçimle ilgili islerin cümlesi yöneticilere degil hâkimlere verilmistir. Meclis'den 341 beyaz oy ile çikan bu kanun hükmünce yapilan ilk seçime Demokrat Parti (DP), Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) ve Millet Partisi (MP) katilmis, seçim öncesi her üç parti de hareketli bir propagandaya girismislerdir.

CHP, umumî bir sikâyet mevzuu olan ve muhalefet tarafindan siksik dile getirilen Polis Vazife ve Selâhiyet Kanunu'nu, Sikiyönetimi, Istiklâl Mahkemeleri Kanunu'nu yürürlükten kaldirmis, bu arada Prof. Tunaya'nin ifadesiyle "oy'a dayanarak iktidar ele geçirmek için devrimci tutumundan taviz tutumuna sapmis" Basbakan Semseddin Günaltay, ilk mekteplerde - ana-babanin muvafakatine kalmis, ihtiyari-din derslerini koydurduklarindan; Imam-Hatip kurslari-mektep degil, kurs ve Ilâhiyat Fakültesi açmakla övünmüstür! Cumhurbaskani ise, siddet politikasini önleyecegini, anayasada degisiklik yapilacagini va'd etmis, kendisini diktatörlükle suçlayanlara da su cevabi vermistir: "Seçim zamaninda diyar diyar dolasarak kendini vatandaslarina begendirmeye çalisan diktatör isitilmis midir?..

Ismet Inönü böyle diktatörlük iddiasini reddediyordu ama, Millet Partisi Istanbul listesinin basinda bulunan Maresal Fevzi Çakmak'in seçim arefesindeki vefati (16 Nisan 1950) dolayisiyla takindigi tavir Istanbul'da büyük hâdiselere sebeb olmus, Inönü o devirde bir telefon emriyle önleyebilecegi bu olaylara maalesef seyirci kalmis, bu hareketi de Maresal'la arasindaki ihtilâftan ötürü yapmis, neticede takindigi bu tavir aleyhine olmus, CHP'nin seçimi kaybetmesinde Maresal'in ölümündeki olaylarin tesiri görülmüstür.

Demokrat Parti ile Millet Partisi'nin seçim öncesi faaliyetleri ise, CHP icraatini tenkit ile geçmis, bilhassa Millet Partili hatiplerin tenkitleri çok sert olmus, bu arada bu hatiplerin Demokrat Parti'yi muvazaa/danisikli dögüs ile ithami kampanya boyunca devam etmisse de beklenen neticeye ulasilamamistir!..

Ne bekliyorlardi?..

Ismet Inönü'nün dâmâdi Metin Toker'e göre: "CHP, iktidari muhafaza edecegini saniyordu" Parti'nin mühim adami Faik Ahmed Barutçu ise söyle diyordu: "Ankara'ya gelirken yol üstü illerdeki Valiler ile, parti yetkilileriyle, milletvekili adaylarimizla ve parti müfettislerimizle konustum. Hepsi sonuçtan güven duyuyordu, yüzde altmis oraninin altina inenini görmedim. Yalniz Yozgat Valisi Ihsan Sabri Çaglayangil: "Köylü herkese, her kendine basina vurana va'dediyor, bakalim hangi yana söyledikleri gerçektir ve hangi yani aldatacaktir. Köylü'nün zekâsi isliyor" diyordu.

Eski Basbakanlardan Sükrü Saraçoglu'na göre, CHP, üçte iki çogunlukla iktidarda kalacaktir! Halkçilarin meshur Cevad Dursunoglu'su "en az üç yüz beklemekte idi!.. Zamanin Basbakani Semseddin Günaltay'la, CHP Genel Baskanvekili Hilmi Uran ise iktidar oylarini aynen muhafaza edeceklerini ve seçimden büyük çogunlukla çikmayi" umuyorlardi. Bâzi CHP'liler meselâ Avni Dogan "tulum" çikaracaklarini söylerler!.. Cumhuriyet gazetesi basyazari Nadir Nadi: "CHP yirmi yedi yildir oturdugu iktidar yerinde rahat rahat kalabilecegine inaniyordu" der. Fahir Giritlioglu ise sunlari yazar. "CHP'liler seçim sonuçlari hakkinda hep hatali tahminde bulundular. Onlar, seçimi büyük ekseriyetle kazanacaklari kanaatinda idiler."

Nisbi sistemle degilde, ekseriyyet usulü ile yapilan ve bu usulle yapilacak seçimden medet uman CHP'liler umduklarini bulamazlar, bütün yurtta çikarabildikleri milletvekili cem'an yekûn altmis dokuzdur! Demokrat Parti ise 408 milletvekili alir. Millet Partisi'nden de yalniz bir milletvekili, ünlü Osman Bölükbasi kazanir. Bu netice CHP'lileri saskina çevirir, "bir sok tesiri yapar!..

Faik Ahmed Barutçu hâtiratinda diyor ki: "Ilk düsen Kocaeli listesi oldu. Nihad Erim sarsilmis durumdaydi. Basbakan Semseddin Günaltay atip tutuyordu: "Baslangiçta umutsuz olmak dogru degil" dedigi halde, sonradan kendi kendine dolasmaya ve düsünmeye basladi: "Alti ay sonra biz onlara gösteririz, alti ay oturamazlar" Basbakan bagira bagira konusuyordu. Pasa, (Ismet Inönü): "Biz elli kisi olarak Meclis'e girsek, yine bize koalisyon önerirler (teklif ederler). Kabul etmeyecegiz. Abartmayayim ama, bir yil sonra duruma bütünüyle egemen (hâkim) olacagiz. Bize teslim olacaklardir" diyordu.

Demokrat Parti Genel Baskani Celâl Bayar, seçimden böylesine bir zaferle çikacaklarini beklemiyordu. Seçim sonrasinda Nazli Ilicak'a: "Iktidari düsünüyorduk, ancak bu kadar büyük bir çogunluk beklemiyorduk. Zaferin böyle büyük olacagini hayal edememistim" demistir.

14 Mayis 1950 seçimlerinde aydinlatilmamis iki nokta vardir. Bunlardan biri: Ismet Inönü'nün seçim neticesini ögrendiginde Çankaya köskü penceresinden Ankara'ya dogru: "Nankör millet!" diye bagirdigi iddiasidir!.. Bu rivayet bir gazete haberi olarak duyulmus, ancak esasli bir tavzih ve tekzibe ugramamistir.

Sarax
09-23-2008, 15:42
Menderes'in son mektubu


Yakin tarihimiz, sapka giymedigi iddiasiyla asilan yüzlerce erkek ve bir kadinin yani sira, batili düsünürlerin ifadesiyle "Türkçe ezan" tekrar Arapçaya çevirdigi için asilan basbakan ve bakanlara da sâhit olmustur. Adnan Menderes'in idamindan biraz önce bir asker vasitasiyla gizlice Giyaseddin Emre'ye gönderdigi asagidaki mektup, yakin tarihimizin iç yüzünü ortaya koyan sayisiz belgelerden biridir.

"Sizlere dargin degilim, sizin ve diger zevatin iplerinin hangi efendiler tarafindan idare edildigini biliyorum. Onlara da dargin degilim. Kellemi onlara götürdügünüzde deyiniz ki, Adnan Menderes, hürriyet ugruna koydugu basini 17 sene evvel almadigimiz için sizlere mütesekkirdir. Idam edilmek için ortada hiçbir sebep yaok. Ölüme karar-i metanetle gittigimi, silahlarin gölgesinde yasayan kahraman efendilerinizce acaba söyleyebilecek misiniz ?


Sunu da söyleyeyim ki, milletçe kazanilacak hürriyet mücadelesinde sizi ve efendilerinizii yine de 1950'de kurtarabilirdim. Dirimden Korkmayacaktiniz. Ama simdi milletle el ele vererek, Adnan Menderes'in ölümü sizi ebediyete kadar takib edecek ve bir gün sizi silip süpürecektir. Ama buna ragmen merhametim sizlerle beraberdir.



Mektubun asli

(Bu sözler, Adnan Menderes tarafindan bir araci ile Giyaseddin Emre'ye ulastirilmistir. Belge tarafimiza Giyaseddin Emre tarafindan verilmistir. Öteki Menderes, s. 75)

el_feta
10-09-2008, 23:34
Zahmet olmuş desem,oradaki zahmet kelimesinin terleyişini görür müsünüz???...
hay maşallah..ne diyem...
sağolun...
he bir de..islam tarihi değil,müslümanların tarihi...
selam ve dua ile..