MUHAKEME.NET FORUMU

MUHAKEME.NET FORUMU (https://www.muhakeme.net/forum/)
-   Genel Islami Bölüm (https://www.muhakeme.net/forum/genel-islami-bolum/)
-   -   mahşerde hz.peygamberin şefaati (https://www.muhakeme.net/forum/genel-islami-bolum/14952-mahserde-hzpeygamberin-sefaati.html)

altun 02-17-2009 16:07

mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

mahşerdeHz.peygamberin şefaati

MAHŞER alemi herkesin mezarlarından cıkıp hesaba çekileceği alemin adıdır.Buna ahiret alemi diyoruz. Orada hesap vardır. Herkes dünyada yaptığının bedelini ödeyecek. Hiçbir şey gizli kalmayacak. Mahşer yerinin büyüklüğünü, ihtişamını, dehşetini, zorluğunu ve oradaki insanların çaresizliğini anlatmak çok zordur.

Mahşer günü, dünyamızın günleriyle kıyaslanamaz. Saatlerle ifade edilemez. Nitelik ve niceliğini ancak yüce Allah bilir. Söylenecek her söz, yapılacak her tanımlama yetersiz kalacaktır. Dehşeti tarif etmekten uzak olacaktır.

Orada sorgu var. Sorgu esnasında diller kilitlenecek, organlar konuşacak. Zalim zulmünden pişman olacak. Ama bu faydasız bir pişmanlık olacak.

Orayı hasret kapsayacak. Dostlar birbirinden kaçacaklar. Allah için kurulan dostluklar hariç, dostlukların, arkadaşlıkların hiçbir faydası olmayacak o gün.

* * *

Orada terazi kurulacak. Sevap ve günahların tartılacağı terazi. Bu dünyanın terazilerine benzemeyen bir terazi. "Teraziden maksat adalet midir?" Belki tartışılır ama orada bir terazinin olacağı kesindir. Orada sırat köprüsü kurulacak. Altından cehennem kaynayan sırat.

Amel defterleri dağıtılacak o gün. Defterler, iyilik ve günahların sicilini anlatır. Hafıza kaybına uğrayanlar o gün hatırladıklarında mutlu olmayacaklar. Dönmek isteseler dönemeyecekler. Bağırsalar duyulmayacak. Çaresizlik ve pişmanlık kasıp kavuracak.

İşte o dehşetli günün ümit parıltısı, Hz. Peygamber’in şefaati olacaktır. Sevgili Peygamberimiz, mahşer áleminin ateşini dindiren bir rahmet olacaktır o gün.

Bütün müminlerin yöneldiği bir pusula olacaktır. Yüce Rabb’imizin müsaade ettiği noktaya kadar şefaat yetkisini kullanacak ve insanların kademe kademe kurtuluşunda aracı olacaktır. Aslında kendisi, "Umulur ki Rabb’in seni makam-ı mahmuda (övülmüş makama) yükseltir" (İsra, 73) ayetinin kendisine verilecek şefaate işaret olduğunu şefaatle bildirmişti.

Her peygambere dünya hayatında reddedilmez bir dua imkánı verilmiştir. Ve her peygamber bunu dünyada kullanmıştır. O ise bunu ahirete saklamıştır. İnananlara şefaat olarak.

İşte size peygamberimizin şefaatini anlatan o salih hadislerden birisi: "Kıyamet günü olunca insanlar birbirlerine karışırlar. Hz. Adem’e (AS) gelirler. Ona, ’Bize Rabb’inin katında şefaatçi ol’ derler. Adem, ’Ben bu konumda biri değilim, siz İbrahim’e gidin. O Rahman’ın yakın dostudur’ der.

İbrahim’e (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz Musa’ya gidin, o Allah’la konuşandır’ der.

Musa’ya (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz İsa’ya gidin. O Allah’ın ruhu ve kelimesidir’ der.

İsa’ya (AS) gelirler. O da, ’Ben bu konumda biri değilim, siz Muhammed’e (SAV) gidin’ der.

Bana gelirler. Ben, ’Ben bu konumdayım’ derim. Ve Rabb’imin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. İzin verilir. Bu esnada bana şu anda bilmediğim bazı hamd sözleri ilham olunur. Bunlarla Rabb’ime hamd ederim. O’na secdeye varırım.

’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; istediğin verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ denilir. Ben de, ’Ey Rabb’im! Ümmetim, ümmetimi istiyorum!’ derim.

Allahu Azze ve Celle, ’Haydi git, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca iman olan herkesi ateşten çıkar’ buyurur. Ben de bunun üzerine giderim ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O’na hamd ederim. Sonra secdeye kapanırım.

* * *

’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; iste, istediğin verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ denilir. Ben de, ’Ey Rabb’im! Ümmetim, ümmetim!’ derim.

Allahu Teala, ’Haydi git, kalbinde zerre miktarınca ya da hardal tanesi büyüklüğünce iman bulunan herkesi ateşten çıkar’ buyurur. Ben de bunun üzerine giderim ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O’na hamd ederim, sonra secdeye kapanırım.

Allahu Azze ve Celle, ’Kalk ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin; iste, verilecektir; şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir’ buyurur. Ben, ’Ey Rabb’im! Ümmetim! Ümmetimi istiyorum’ derim.

Allah (CC), ’Haydi git, kalbinde hardal tanesinden çok az miktarda iman olan herkesi çıkar, onları ateşten çıkar’ buyurur. Ben de gider bunu yaparım."

Yüce Rabb’imizden bu şefaati hak etmeyi temenni edelim.


M

ViSAL 02-17-2009 16:40

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

inşallah amin..kardeşim saolasın

THEHAFIZ 02-17-2009 20:41

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

canım kardeşim,
hadiser, rivayetler, israiliyyatlar, batının kokuşmuş felsefelerinden ne kadar hikaye ve masal varsa güzelim dinimize boca edildi , ama, bunların hepsinin faturası ya peygambere ya bir sahabiye kesildi şimdiye dek..
Bu yazı da bunların hepsi aşılmış, birilerin herzeleri resmen Rabbimize fatura edilmiş..
Allah bol bol konuşturuluyor ama ortada bir delil-kanıt yok.
Allah konuşursa vahiyle konuşur, burada yapılan konaşmaların hiçbiri Kur'an da yok.
Peki nerden alındı bu konuşmalar..
Daha kıyamet kopmadan, mahşer kurulmadan Rabbimizin neler söyleyeceğini hangi müneccim bilebilmiş, inanın büyük merakta ve şoktayım..
Lütfen biraz ciddiyet..
Din kimsenin karalama defteri değildir..
Din Allahındır ve hükümlerini, sınırlarını O belirler..
Allah'a ve Peygamberine dayandırılan sözler de bu kadar fütursuz hareket..
Korkuyorum büyük gazaplara uğramamıza vesile olacaktır..
Ümmetin 1200 yıllık yıkımından daha büyük gazap mı olur ki sahi..
Rabbim mümeyyiz (ayırtedici) akıl versin cümlemize..

altun 02-17-2009 22:44

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Alıntı:

THEHAFIZ´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 34384)
canım kardeşim,
hadiser, rivayetler, israiliyyatlar, batının kokuşmuş felsefelerinden ne kadar hikaye ve masal varsa güzelim dinimize boca edildi , ama, bunların hepsinin faturası ya peygambere ya bir sahabiye kesildi şimdiye dek..
Bu yazı da bunların hepsi aşılmış, birilerin herzeleri resmen Rabbimize fatura edilmiş..
Allah bol bol konuşturuluyor ama ortada bir delil-kanıt yok.
Allah konuşursa vahiyle konuşur, burada yapılan konaşmaların hiçbiri Kur'an da yok.
Peki nerden alındı bu konuşmalar..
Daha kıyamet kopmadan, mahşer kurulmadan Rabbimizin neler söyleyeceğini hangi müneccim bilebilmiş, inanın büyük merakta ve şoktayım..
Lütfen biraz ciddiyet..
Din kimsenin karalama defteri değildir..
Din Allahındır ve hükümlerini, sınırlarını O belirler..
Allah'a ve Peygamberine dayandırılan sözler de bu kadar fütursuz hareket..
Korkuyorum büyük gazaplara uğramamıza vesile olacaktır..
Ümmetin 1200 yıllık yıkımından daha büyük gazap mı olur ki sahi..
Rabbim mümeyyiz (ayırtedici) akıl versin cümlemize..

valla abi benim bi suçum yok. bana nihat hatipoğlu'ndan geldi bende alıntı yaptım.Şaka bi yana ben bu yazıda yanlış bişi görmüyorum

şafak 02-17-2009 22:47

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

?????????!!!!!!!!!!!...........

şafak 02-17-2009 22:55

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Alıntı:

THEHAFIZ´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 34384)
canım kardeşim,
hadiser, rivayetler, israiliyyatlar, batının kokuşmuş felsefelerinden ne kadar hikaye ve masal varsa güzelim dinimize boca edildi , ama, bunların hepsinin faturası ya peygambere ya bir sahabiye kesildi şimdiye dek..
Bu yazı da bunların hepsi aşılmış, birilerin herzeleri resmen Rabbimize fatura edilmiş..
Allah bol bol konuşturuluyor ama ortada bir delil-kanıt yok.
Allah konuşursa vahiyle konuşur, burada yapılan konaşmaların hiçbiri Kur'an da yok.
Peki nerden alındı bu konuşmalar..
Daha kıyamet kopmadan, mahşer kurulmadan Rabbimizin neler söyleyeceğini hangi müneccim bilebilmiş, inanın büyük merakta ve şoktayım..
Lütfen biraz ciddiyet..
Din kimsenin karalama defteri değildir..
Din Allahındır ve hükümlerini, sınırlarını O belirler..
Allah'a ve Peygamberine dayandırılan sözler de bu kadar fütursuz hareket..
Korkuyorum büyük gazaplara uğramamıza vesile olacaktır..
Ümmetin 1200 yıllık yıkımından daha büyük gazap mı olur ki sahi..
Rabbim mümeyyiz (ayırtedici) akıl versin cümlemize..

Sizin doğru olarak bildiğiniz ve tasdik ettiğiniz Hadis-i Şerifler varsa biraz da sizden dinleyelim.Aklen bile değerlendircek olursak Peygamber Efendimizin Cenabı Allah ın en sevdiği kulu ve peygamberi olduğunu inkar etmiyorsak yukarıda yazılı sözlerinde inkar edilmesi düşünülemez.

el_feta 02-17-2009 23:28

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Enes (r.a.)’dan rivayetle, Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdular:

“Kıyamet günü Mü’minler toplanırlar ve:

“Ne olurdu da birini Rabbimiz katında şefaatçi edinsek” derler. Âdem (a.s.)’a gelir*ler:

“Sen insanlığın babasısın, Allah seni kendi eliyle yarattı, meleklerini sona secde ettirdi ve sana her şeyin ismini öğretti. Bize Rabbin katında şefaatçi ol, öyle ki bizi, buradaki şu ye*rimizde rahata kavuştursun” derler. Âdem de:

“Ben sizin iste*diğiniz konumda değilim” der ve günahları sayar. Şefaati is*temekten utanır ve Nuh’a gidin. O, Allah’ın Resûlü sıfatıyla insanlığa gönderdiği Peygamberlerinin ilkidir.” der. Mü’minler ona giderler ve Nuh da:

“Ben sizin istediğiniz konumda deği*lim” der ve Yüce Allah’tan bilmeksizin bir talepte bulundu*ğunu hatırlatır. Şefaat istemekten utanır ve:

“Allah’ın dostu İbrahim (a.s.)’a gidin” der. Ona giderler, o da:

“Ben sizin iste*diğiniz konumda değilim, siz Musa’ya (a.s.) gidin. O Allah’ın (c.c.) kendisiyle konuştuğu (kelam ettiği) kuludur ve ona Tev*rat’ı vermiştir” der. Sonra da mü’minler ona giderler. O da:

“Ben sizin istediğiniz mevkiide değilim” der ve herhangi bir cana karşılık olmaksızın bir kişiyi öldürdüğünü hatırlatır. Rabbinden haya eder:

“Siz Allah’ın kulu ve Resûlü İsa’ya (a.s.) gidin. O aynı zamanda Allah’ın kelimesi ve ruhudur” der. Ona giderler. İsa da:

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim. Muhammed (s.a.s.)’e gidin. O, Allah’ın önceki ve sonraki (bü*tün) günahlarını bağışladığı kuludur” der. Ona gelirler. Ben çıkarım, Rabbimi görünce secdeye kapanırım. Allahu Teâlâ beni istediği kadar bir süre o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Başını kaldır ve iste, istediğin verilecektir, söyle, söylediğin dinlene*cek, şefaatte bulun şefaatin kabul edilecektir” denilir. Ben de başımı kaldırırım. Allah’ın (c.c.) bana öğrettiği gibi O’na hamd ederim. Ondan sonra da kimseler hakkında şefaatle bulunu*rum. (Allah’ın izniyle) onları cennete sokarım. Sonra yine Rabbimin katına dönerim. Onu gördüğümde secdeye varı*rım. Sonra da bana bir sınır koyuluncaya dek şefaatte bulu*nurum. Onları Cennete sokarım. Sonra da üçüncü kez yine Rabbimin katına dönerim. Sonra da dördüncü kez giderim.

“Kur’ân’ın tuttukları ve kendileri hakkında ebediyen cehen*nemde kalma hükmü verilmiş olanların dışında cehennemde kim kaldıysa hepsini (ateşten çıkarmayı istiyorum)” derim.”[1]

İmam Buhârî (rh) der ki: “Kur’ân’ın tuttukları” kavlinden kast edilen Yüce Allah’ın “Onlar cehennemde ebedi kalıcı*dırlar” diye buyurduğu kimselerdir.”

v Müslim’in (193) Ebû Kâmil Fudayl bin Hüseyin El-Cünderiy ve Muhammed bin Ubeyd El-Ğâberiy -Ki lafız Ebû Kamîl’e aittir- yoluyla gelen rivayette dediler ki: “Bize Ebû Avâne, ona da Katâde, ona da Enes bin Malik’in yaptığı rivayette Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü mü’minler toplanırlar ve kendilerine şefaatçi olunması için ihtimam gösterirler -İbn Ubeyd der ki: “Bundan dolayı kendi içlerine şefaatçi olunması için ilham olunur-[2] “Ne olurdu da birini Rabbimiz katında şefaatçi edinsek de bizi buradaki şu yerimizde rahata kavuştursa” derler. Sonra da Âdem (a.s.)’a gelirler. Mü’minler ona:

“Sen Âdemsin, mahluka*tın atasısın. Allah seni eliyle yarattı ve ruhundan sana üfledi, melekleri de sana secde ettirdi. Rabbin katında bizim için şefaatçi ol da bu yerimizde rahata kavuşalım?” derler. Âdem de (a.s.):

“Ben si*zin istediğiniz konumda değilim” der ve işlediği hatasını ha*tırlar ve bundan dolayı utanır ve:

“Lakin, Allah’ın ilk Resûlü ve peygamberi olan Nuh’a gidin” der. On*lar da Nuh’a (a.s.) gelirler. Nuh da:

“Ben sizin istediğiniz ko*numda birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlar ve bun*dan dolayı utanır ve:

“Lakin, Allah’ın kendisine halil edin*diği[3] İbrahim’e (a.s.) gidin” der. İbrahim’e gelirler. Ve o da:

“Ben sizin istediğiniz konumda birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlar ve ondan dolayı Rabbine karşı haya eder:

“Lakin, Allah’ın kendisiyle konuştuğu ve kendisine Tevrat’ı verdiği Musa (a.s.)’a gidin” der. Musa (a.s.)’a gelirler. Musa:

“Ben sizin istediğiniz konumda birisi değilim” der ve işlediği hatasını hatırlar ve bundan dolayı Rabbine karşı utanır ve:

“Lakin! Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa (a.s.)’a gidin” der. Onlar da Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa’ya gelirler. O da:

“Ben sizin istediğiniz gibi bir konumda değilim lakin Allah’ın (c.c.) kendisinin gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışla*dığı Muhammed’e (s.a.s.) gidin” der. Bana gelirler ve Ben de Rabbimden izin istedim ve bana izin verildi. Allah’ı (c.c.) gör*düğüm zaman hemen secdeye vardım. Allahu Teâlâ beni dilediği zamana dek o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Ey Muham*med! Başını kaldır ve iste, istediğin verilecektir. Söyle, söyle*diğin dinlenecektir, şefaatte bulun şefaatin kabul edilecektir.” denilir. Ben de başımı kaldırırım. Allah’ın (c.c.) bana öğrettiği gibi ona hamd ederim. Ondan sonra da kimler hakkında şe*faatte bulunacağımı bana bildirir ve onlar hakkında şefaatte bulunurum. (Allah’ın izniyle) onları ateşten çıkarıp cennete sokarım. Sonra yine Rabbimin katına dönerim. Onu gördü*ğümde secdeye varırım. Sonra yine Rabbim beni dilediği bir süreye kadar o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Ey Muhammed! Başını kaldır!” diye buyurur. (Devamla):

“Söyle, dinlenecek*sin, iste, istediğin verilecektir, şefaatçi ol, şefaatine kabul edi*lecektir.” diye buyurur. Ben de başımı kaldırırım. Allah’ın bana öğrettiği gibi O’na hamd ederim. Sonra da bana izin verilenler hakkında kimilerini ateşten çıkartıp cennete koya*rım”

-Ravi: “Üçüncüsünde mi yoksa dördüncüsünde mi dedi? bilmiyorum” dedi.-

“Ben de: “Ya Rabbim! Kur’ân’ın tut*tukları yani kendileri hakkında ebediyen cehennemliktirler, hükmü olanlar dışında cehenneme kim kaldıysa hepsini (ateşten çıkarmak) istiyorum” derim.”

İbn Ubeyd rivayetinde der ki:

“Katade: “Yani haklarında ebedi cehennem olanlardır” der.”

v Müslim’den (326/193), Mabed bin Hilal El-Anezi yoluyla gelen rivayette, dedi ki: “Enes bin Malik’in yanına girdik. Bu esnada (evinde) Sabit ile karşılaştık. Enes bin Malik’in yanına gitmek için yardımını istedik, kendisi kuşluk namazını kılı*yordu. Sabit kendisinden izin istedi ve yanına girdik. Sabit’i alıp yatağının üzerine oturdular. Sabit:

“Ey Ebû Hamza! Kar*deşlerin Basra’dan geldiler, senden şefaat hadisini anlatmanı istiyorlar?” diye sordu. Enes bin Malik de:

“Peygamberimiz Muhammed (s.a.s.)’in bize anlattığına göre, şöyle buyurdular:

“Kıyamet günü olunca insanlar (o dehşetten dolayı) birbirine karışacak ve Âdem’e (a.s.) gelip:

“Ben sizin istediğiniz ko*numda değilim. Lakin İbrahim’e gidin, çünkü o Allah’ın en yakın dostudur” der. Onlar da İbrahim’e (a.s.) gelirler. O da:

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim. Lakin Allah’ın kendi*siyle konuştuğu peygamberi Musa’ya (a.s.) gidin” der. Musa getirilir, kendisi de:

“Ben istediğiniz konumda değilim. Lakin Allah’ın ruhu ve kelimesi olan İsa’ya (a.s.) gidin” der. İsa getiri*lir o da:

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim. Lakin Mu*hammed’e (s.a.s.) gidin” der. Ben getirilirim ve:

“Ben (Allah’ın izniyle) şefaatçi olurum” derim. Rabbimin huzuruna gedip, ondan izin isterim ve bana izin verilir. Allah’ın (c.c.) önünde dururum. Bana Allahu Teâlâ’ya arzı medet için hafı*zamda bulunmayan bir takım hamd-ü senalar ilham olunur. Sonra da Allahu Teâlâ’ya secde ederim. Bana:

“Ey Mu*hammed! Başını kaldır, konuş, dinlenileceksin, iste, istediğin verilecektir. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir.” denilir. Ben de:

“Ümmetim, ümmetim, Ey Rabbim!” derim. Bana:

“Haydi git! Her kiminin kalbinde arpa ya da buğday tanesi ağırlığınca iman varsa onu cehennemden çıkar” denilir. Ben de giderim ve (söyleneni) yaparım. Sonra (yine) Rabbime dönüp onu övüleceklerin yeganesi ile överim ve O’na sec*deye kapanırım. Bana:

“Ey Muhammed! Başını kaldır! Söyle (konuş), dinlenileceksin, iste, istediğin verilecektir. Şefaatçi ol şefaatin kabul edilecektir.” denilir. Ben de:

“Ümmetim, üm*metim” derim. Bana:

“Haydi git! Kimin kalbinde hardal tanesi ağırlığınca iman varsa onu ateşten çıkar” denilir. Ben de bu*nun üzerine giderim ve (söyleneni) yaparım. Sonra yine Rabbime dönerim ve O’nu övüleceklerin yeganesi ile överim ve secdeye kapanırım. Bana:

“Ey Muhammed! Başını kaldır. Konuş, dinlenileceksin, iste, istediğin verilecektir, şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir” denilir. Ben de:

“Ey Rabbim! Üm*metim ümmetim” derim. Bana yine:

“Haydi git! Hardal tanesine yakın miktarda, azın azı imanı bulunan kimseyi ateş*ten çıkar” denilir. Ben de bunun üzerine hemen giderim ve (söyleneni) yaparım.”

Bu, bize Enes’in anlattığı hadistir. Sonra onun yanından ayrıldık. Bizler Cebbâne’nin üst kısımlarına[4] vardığımız va*kit:

“Hasan’a keşke bir uğrayıp selam verseydik” dedik ve (oraya gidip) selam verdik. Bu esnada kendisi Ebû Halife’nin bahçeli evinde bulunuyordu. Evine girip ona selam verdik ve:

“Ey Ebû Saîd! Kardeşin Hamza’nın yanından geliyoruz. Daha önce hiç işitmediğimiz şefaat hadisini bize anlattı” de*dik. O da:

“Hiyeh (anlat)!”[5] dedi. biz de bunun üzerine hadi*sini anlattık. Sonra o (yine):

“Anlat” dedi. Biz de:

“Daha fazlasını bilmiyoruz” dedik. O da:

“Kendisinin ezberi ve kuv*veti toplu olarak mevcut iken yirmi senedir bunu (bu kadarı ile mi) size anlattı? Öyleyse bir takım yerleri terk etmiş, bilmiyorum şeyh acaba unuttu mu? Yoksa sizler tevekkül eder, usanırsınız diye mi uzunca anlatmayı uygun görmedi acaba?” dedi. Biz de:

“Öyleyse bize anlat” dedik. Bu soru*muz karşısında güldü ve: “İnsan ne kadar da aceleci yaratıldı, ben size hadisi anlatmam için zaten bunları söylüyorum” dedi ve devamla (Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu):

“Sonra Rabb*ime dördüncü kez tekrar dönerim, onu övüleceklerin yegâ*nesi ile överim. Sonra O’na secdeye kapanırım. Bana:

“Ey Muhammed! Başını kaldır, konuş, dinlenileceksin, iste, istedi*ğin verilecektir, şefaat et, şefaatin kabul edilecektir” denilir. Ben de:

“Ey Rabbim! Bana izin ver de: “La ilâhe illallah” di*yen bütün tevhid ehli hakkında şefaat edeyim” diye niyaz ederim. Allahu Teâlâ da:

“Bu sana ait değil ya da bu senin değil lakin izzetim, celalim ve kibriyam hakkı için[6] “La ilâhe illallah” diyen herkesi Ben mutlaka çıkaracağım” diye buyurdu.”

Ravi der ki: “Ben şahitlik ederim ki, bu hadisi Hasan bize anlattı ve kendisi Enes bin Malik’i, kendisinin ezberi ve kuvveti olduğu hâlde yirmi sene önce gördüğünü söylemiştir.

v Buhârî’de (7410) gelen rivayetlerden birisi de şöyledir:

“Allahu Teâlâ yine böylece kıyamet gününde mü’minleri toplar. (Onlar):

“Rabbimiz katında birini şefaatçi edinsek de, bu yerimizde bizi rahata kavuştursa” derler. Âdem’e (a.s.) ge*lirler.

“Ey Âdem! İnsanları görmüyor musun?” Allah-u Azze ve Celle seni kendi eliyle yaratmış, sana meleklerini secde ettirmiş ve sana her şeyin ismini öğretmiştir. Rabbimiz katında şefaatçi ol da, Rabbimiz bizi bu yerimizde rahata kavuştur*sun.” derler. Âdem de (a.s.):

“Ben sizin istediğiniz konumda değilim” der ve işlediği hatasını hatırlatır sonra:

“Lakin siz Nuh’a (a.s.) gidin. O Allahu Teâlâ’nın yeryüzü insanlarına Resûl sıfatıyla gönderdiği ilk elçisidir.” der. Nuh’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim” der ve işlemiş olduğu hatayı hatırlatır. Sonra:

“Lakin siz İbrahim’e (a.s.) gidin” der. Ona gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim” der ve işlemiş olduğu hataları hatırlatır. Sonra:

“Lakin siz, Musa’ya (a.s.) gidin. O Allah’ın kendisine Tevrat’ı verdiği ve kendisiyle konuştuğu kuludur.” der. Musa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim”, der ve işlemiş olduğu hatayı hatırla*tır. Sonra:

“Lakin siz İsa’ya (a.s.) gidin, o Allah’ın kulu, Resûlü, kelimesi ve ruhudur” der. İsa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda değilim, lakin siz Muhammed (s.a.s.)’e gidin. O, Al*lah’ın kendisinin gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışla*dığı kuludur.” der. Bana gelirler. Ben çıkarım, Rabbime nida da bulunurum ve izin isterim. Bana izin verilir. Onu gördü*ğümde secdeye kapanırım. Rabbim beni dilediği kadar bir süre o hâl üzere bırakır. Sonra da bana: “Kalk, Muhammed! Söyle (konuş) söylediğin dinlenecek” denilir. Ben de Allah’ın bana öğrettiği övgülerle Rabbimi överim. Ona hamd ederim. Sonra da şefaatte bulunurum, kimler hakkında şefaat iste*meme Rabbim izin verdiyse onları cennete sokarım. Sonra Rabbime tekrar varırım. Onu görünce secdeye kapanırım, Allahu Teâlâ da belli bir süreye dilediği kadar beni o hâl üzere bırakır. Sonra:

“Kalk Ey Muhammed! Konuş, dinlene*ceksin, iste istediğin verilecektir, şefaatte bulun şefaatin kabul edilecektir” denilir. Ben Rabbimi, bana öğrettiği övgülerle över, O’na hamd ederim. Sonra da şefaatte bulunurum, Al*lah (c.c.) bana kimler hakkında şefaatte bulunacağımı bildirir ve onları cennete sokarım. Sonra döner ve:

“Ey Rabbim! Kur’ân’ın tuttukları ve haklarında bunlar ebedi cehennemlik*tirler denilenler dışında cehennem de kimse kalmadı” derim.

Resûlullah (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Allah’tan başka ilâh yoktur (La ilâhe illallah) diyen ve kalbinde arpa tanesi ağırlı*ğınca iyilik bulunan herkes cehennemden çıkar. Sonra da: “Allah’tan başka hiçbir ilâh yoktur” diyen ve kalbinde zerre miktarınca iyilik bulunan herkes cehennemden çıkar.”

v Yine Buhârî’de (7440) Hümam bin Yahya yoluyla gelen rivayette, dedi ki: Bize Katâde’nin, ona da Enes bin Malik’in (r.a.) rivayet ettiğine göre Nebî (s.a.s.) şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü olunca Mü’minler bekletilirler, öyle ki bu bekleyişten ötürü rahatsız olmaya başlarlar. Sonra da:

“Birini Rabbimizin katında şefaatçi edinsek de bu yerimizden bizi rahata kavuş*tursa” derler. Âdem’e (a.s.) gelirler.

“Sen Âdemsin, insanların babasısın, Allahu Teâlâ seni eliyle yarattı, mesken olarak sana cenneti verdi, meleklerini sana secde ettirdi ve sana her şeyin ismini öğretti, Rabbin katında bize şefaatçi olsan da Rabbimiz bizi burada rahata kavuştursa” derler. Âdem de:

“Bu makamda olan biri değilim” der ve kendi hatasını kendi*sine yasaklanan ağaçtan yediğini hatırlatır ve: “Siz Nuh’a (a.s.) gidin, o Allah’ın yeryüzü insanlarına gönderdiği ilk nebi*sidir” der ve Nuh (a.s.) a gelirler. O da:

“Ben sizin istediğiniz mevkiide birisi değilim” der ve işlediği hatasını, bilmeksizin Rabbinden istekte bulunmasını hatırlatır ve “Siz Allah’ın en yakın dostuna gidin” der. İbrahim (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim” der ve üç yerde yalan söylemek zorunda kaldığı hatasını hatırlatır: Lakin siz Musa’ya (a.s.) gi*din, Allah’ın kendisine Tevrat’ı indirdiği, kendisiyle konuştuğu ve münâcâtta kendisine yaklaştırdığı kuldur” der. Musa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim,” der ve işlemiş olduğu hatasını, bir kişiyi öldürmesini hatırlatır:

“Lakin siz Allah’ın kulu, Resûlü, ruhu ve kelimesi olan İsa’ya gidin” der. İsa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim” der ve:

“Lakin, Allah’ın kendisinin gelmiş ve geçmiş bütün günahlarını bağışladığı Muhammed’e gidin” der. Bunun üze*rine Mü’minler bana gelirler. Ben de Rabbimin makamında O’nunla münacatta bulunmak için izin isterim ve bana izin verilir. Rabbimi görünce hemen secdeye kapanırım. Allahu Teâlâ dilediği kadar beni bu hâl üzere bırakır. Sonra da:

“Kalk Ey Muhammed! Konuş, dinleneceksin, iste istediğin verilecektir. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir” diye buyu*rur. Ben de başımı kaldırırım Rabbimi, bana öğrettiği övgü*lerle över O’na hamd ederim. Sonra da şefaat ederim. Rabbim, kendilerine şefaatçi olmama izin verdiği bir kısmı bana belirtir. Sonra gider onları Cennete sokarım.

Ravi Katade der ki: Onun aynı şekilde söyle dediğini işittim:

Sonra onları cehennemden çıkarıp Cennete koyarım. Sonra da dö*ner (yine) Rabbimin huzuruna çıkmak için izin isterim. Bana izin verilir. O’nu gördüğümde hemen secdeye varırım. Al*lah’ın (c.c.) dilediği kadar bu süre beni o hâl üzere bırakır. Sonra da:

“Kalk Ey Muhammed! Söyle (konuş) dinlenilecek*sin, iste istediğin verilecektir. Şefaatçi ol, şefaatin kabul edilecektir, iste verilecektir.” diye buyurur. Sonra şefaat ede*rim, Allah (c.c.) benim için haklarında şefaatçi olacağım bir takım insanları bana belirler. Onları cehennemden çıkarır. Cennete sokarım. Sonra üçüncü kez dönerim, O’nu gördü*ğümde hemen secdeye varırım. Allahu Teâlâ da:

“Kalk Ey Muhammed, konuş, söylediklerin dinlenilecek, şefaat et, şe*faatinin kabul edilecek, iste, istediğin verilecektir” diye buyu*rur. Başımı kaldırırım. Rabbimi, bana öğrettiği övgülerle öve*rim ve O’na hamd ederim. Sonra da şefaatte bulunurum. Allahu Teâlâ benim kendileri hakkında şefaatte bulunaca*ğım bir topluluk belirler. Çıkar onları cennete koyarım.”

Ravi Katade der ki: Onun şöyle söylediğini de duydum: Çıkar, onları cehennemden çıkarır, Cennete sokarım.” Sonunda cehennemde Kur’ân’ın tuttukları yani kendileri hakkında ebedi cehennem adabı hükmü verilenler dışında kimse kalmaz. Sonra da şu ayeti okudu: “Umulur ki, Rabbin seni makam-ı mahmûda (övülen makama) yükseltir.” (İsra: 17/73) İşte bu ayeti kerimede zikri geçen, Resûlullah (s.a.s.)’a vaad edilen “övülmüş makam” budur.”

v Yine Buhârî’de (7510) geçen Hammad bin Zeyd yoluyla gelen rivayette, şöyle dedi: “Ma’bed bin Hilal’i El-Anezi’nin bize anlattığına göre şöyle demiştir:

“Basra ehlinden bazı kimselerle toplandık ve Enes bin Malik’in (r.a.) evine geldik. Yanımızda Sabit El-Bunani’yi de götürdük. O bizim için şefaat hadisinden soracaktı. Onu evinde bulduk. Yanına vardığımızda kuşluk namazını kılıyordu. İzin istedik. Yatağının üzerinde olduğu bir vaziyette bize izin verdi. Sabit’e:

“Ona şefaat hadi*sinden önce herhangi bir şey sorma, diye söyledik. Sabit:

“Ey Ebû Hamza! Bunlar senin Basra ehlinden kardeşlerin, sana şefaat hadisinden soruyorlar?” dedi. Enes (r.a.) dedi ki:

“Resûlullah (s.a.s.) bize şöyle buyurdu:

“Kıyamet günü olunca insanlar birbirlerine karışırlar. Âdem’e (a.s.) gelirler. Ona:

“Bize Rabbinin katında şefaatçi ol” derler. Âdem:

“Ben bu ko*numda birisi değilim, lakin siz İbrahim’e gidin. O Rahmân’ın yakın dostu (halili) dur” der. İbrahim’e (a.s.) gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim, lakin siz Musa’ya gidin, o Allah’la konuşandır” der. Musa’ya (a.s.) gelirler. O da:

“Ben bu konumda birisi değilim, lakin siz İsa’ya gidin. O Allah’ın ruhu ve kelimesidir” der. İsa (a.s.)’a gelirler. O da:

“Ben bu ko*numda birisi değilim, lakin Muhammed (s.a.s.)’e gidin” der. Bana gelirler ve Ben de:

“Ben bu konumdayım” derim ve Rabbimin huzuruna çıkmak üzere izin isterim. İzin verilir. Bu esnada bana, şu anda bilmediğim bazı hamd sözleri ilham olunur. Bunlarla da ben Rabbime hamd ederim. O’na sec*deye varırım.

“Ey Muhammed! Kaldır başını, konuş, söyledi*ğin dinlenilecek, iste, istediğin verilecektir. Şefaatte bulun, şefaatin kabul edilecektir.” denilir. Ben de:

“Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetimi istiyorum” derim. Allah-u Azze ve Celle de:

“Çık, kalbinde bir arpa tanesi ağırlığınca imanı olan her*kesi ateşten çıkar” diye buyurur. Ben de bunun üzerine çıka*rım ve bildirileni yaparım. Sonra tekrar döner, aynı övgü sözleriyle O’na hamd ederim. Sonra secdeye kapanırım.

“Ey Muhammed! Başını kaldır, konuş, söylediğin dinlenilecek, iste, istediğin verilecektir, şefaatte bulun şefaatin kabul edile*cektir” denilir. Ben de:

“Ey Rabbim! Ümmetim, ümmetim!” derim. Allahu Teâlâ da:

“Çık, kalbinde zerre miktarınca ya da hardal tanesi büyüklüğünde iman bulunan herkesi ateşten çıkar” diye buyurur. Ben de çıkar, O’na hamd ederim. Sonra da secdeye kapanırım. Allah-u Azze ve Celle de:

“Ey Mu*hammed! Başını kaldır, konuş dinlenileceksin, iste, istediğin verilecektir. Şefaat et şefaatin kabul edilecektir.” diye buyu*rur. Ben de:

“Ey Rabbim! Ümmetimi, ümmetimi istiyorum” derim. Allah (c.c.):

“Çık, kalbinde bir hardal tanesinden çokça az miktarda imanı olan herkesi çıkar, onları ateşten çıkar” diye buyurur. Ben de çıkar bunu yaparım.”

Ravi der ki: Enes (r.a.)’nın yanından çıktığımız vakit arkadaşlarımızdan bazıla*rına:

“Hasan’a da uğrasak, o Ebû Halife’nin evine kapanıp duruyor” dedim. Ona Enes bin Malik (r.a.)’in bize söylediği hadisi bildiririz. Yanına gittik, selam verdik, bize izin verdi. Ona:

“Ey Ebû Said! Sana kardeşim Enes bin Malik’in yanında*n geldik. Şefaat hakkında bizlere rivayet ettiğinin bir benzerini duymamıştık” dedik. O da:

“Hele bir okuyun baka*lım?’’ dedi. Biz de onu anlattık. Zikri geçen yere kadar oku*duk. O yine

“okuyun bakalım?’’ dedi. Bizler de:

“Bundan faz*lasını okumadı’’ dedik. Bunun üzerine de:

‘‘O, yirmi sene önce bu hadisin tamamını bana bildirmişti. Bilmiyorum ya unuttu ya da uzun olduğundan dayanamazsınız diye hepsini okumadı’’ dedik. O da güldü ve dedi ki:

‘‘İnsan aceleci yara*tıldı. Bunu hatırlatmamdaki amacım size rivayet ettiği gibi rivayet etmekti. Bana da size rivayet ettiği gibi rivayet etti ve sonrada şöyle dedi:

‘‘Sonra dördüncü kez (Rabbime) döne*rim, aynı hamd sözleriyle O’na hamd ederim. Sonra da Al*lah’a secdeye varırım.

‘‘Ey Muhammed! kaldır başını! konuş dinleneceksin, iste istediğin verilecek, şefaatçi ol şefaatin ka*bul edilecektir.’’ denilir. Ben de:

‘‘Ey Rabbim! ‘‘La ilâhe illallah’’ diyen herkes için şefaatçi olmama bana izin ver’’ de*rim. Allahu Teâlâ da:

‘‘izzetime, Celalime, Yüceliğime ve azametime yemin olsun ki, ‘‘La ilâhe illallah’’ diyen herkesi cehennemden çıkaracağım’’ diye buyurur.’’



***

[1] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Buhârî'ye aittir (4476).

[2] Bir rivayette: "Feyehtemmûne" lafzı bir rivayette ise: "Feyulhimûne" lafzı kullanılmıştır ki ikisi de bir birine yakın manâlıdırlar. Birincisinin manası: Kendileri şefaatçi olunmayı ve sıkıntılarının kalkmasına (vesile olacak) kimseyi (kimseleri) aramaya ihtimam gösterirler. İkincisinin manası da; Allah-u Teâlâ onlara (müminlere) şefaatçi olacak olan kimseyi aramalarını kendilerine ilham etti" demektir. İlham; Yüce Allah'ın, kişinin nefsine bir şeyi yapması ya da terk etmesi ihtimalini koyup, yerleştirmesi demektir.

[3] "Halil" kelimesi hakkında İbn El-Anberi der ki= Halil'in manası, sevmenin tümüyle (bütün kemâlâtı ile) seven demektir. "Mahbûb" ise sevme hakikatini gerçekleştiren kimse demektir. Her ikisinin sevgisinde de eksiklik de yoktur, bir bozulma da yoktur.

[4] El-Cebbâne kelimesi hakkında dil bilginleri der ki: "El-Cebban ve El-Cebbâne lafızları; ikisi de çöl manasına gelen lafızlardandır. Kabirlerde bu iki isimle isimlendirilmiştir. Çünkü çöllerde bulundukları için. Bu kelime (daha çok) bir yer ismini belirtmek için kullanılır. "Zahril-Cebban" kelimesinin de manası; Cebbâne mevkiinin tepeleri, üst kısımları demektir.

[5] "Hiyeh" lafzı hakkında gramerciler şöyle derler: Bu lafız daha çok bir sözün aktarılması konusunda sözün ek ziyadesi olup olmadığını ya da ziyade açıklamanın bulunup bulunmadığını sorarken kullanılır. Mesela: "Şu sözün eki var mı?" sözünde olduğu gibi. (İbn Seriyy'in dediği gibi).

[6] Cibriyâî: Yani Azametim, Sultanım ve Kahrım demektir.

[7] Müttefekun aleyh. Hadisin lafzı Müslim'e aittir (194).

el_feta 02-17-2009 23:37

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Sünnet ve Hadislerin Bağlayıcılığı

Bu konuyu Kur’an-ı Kerim, hadis-i şerifler ve alimlerin görüşleri doğrultusunda ele alarak işleyeceğiz.

1. Kur’an-ı Kerim: Hz. Peygamber (a.s.)’a Kur’an-ı Kerim dışında (1) vahiy geldiğini gösteren ayetler vardır.
Bunlardan bazıları şunlardır:

1- Kendi içinizden size ayetlerimizi okuyan, sizi kötülüklerden arındıran, size Kitab’ı ve Hikmet’i talim edip, bilmediklerinizi öğreten, (2) Allah’ın kendisine Kitab’ı ve Hikmet’i bildirdiği, (3) ifade edilen ayetlerde, Hz. Peygamber (s.a.m.)’a Kitab ile beraber bir de Hikmet’in verildiği anlaşılıyor.

Atıf, ma’tufa hem benzerlik hem de muğayeretlik manasını taşımaktadır. Bu itibarla, Kitab’tan kasık Kur’an-ı Kerim olduğuna göre Hikmet’in başka bir şey olması lazım. Bunun da sünnet olma ihtimali hepsinden önce gelir.(4) Atıftan ma’tufa olan farklılığı bu benzerlik noktası ise ikisinin de Allah’ın bildirmesiyle olmasıdır ki ikisinin de kaynağı vahiydir.(5)

2- “Hatırlayın ki, Allah size iki taifeden birinin sizin olduğunu vaat ediyordu. Siz de kuvvetsiz olanın sizin olmasını istiyordunuz” (6) ayetinde belirtilen vaat, önceden müslümanlara verilmiş ama ne olduğu ayette bildirilmemiştir. Bu da başka bir vahiyle haber verildiğinin delilidir.

3- “Peygamber, eşlerinden birine gizlice bir şey söylemişti. Fakat eşi bu sözü başkalarına haber verip, Allah da bunu Peygamber’e açıklayınca, Peygamber bir kısmını bildirip, bir kısmından da vazgeçmiştir. Peygamber bunu ona haber verince eşi, “Bunu sana kim bildirdi?” dedi. Peygamber, “Bilen, her şeyden haberdar olan Allah bana haber verdi” dedi”(7) ayeti açıkça Kur’an dışında vahiy olduğunun delilidir. Zira verilen sırrın ifşasına dair bir açıklama Kur'an da olmadığı halde Hz.Peygamber bunu bilmektedir. Öyleyse bunu kendi kendine bilemeyeceğine ve Allah’ın bildirdiği ifade edildiğine göre, Kur'an içine girmemiş bir vahyin varlığı açıkça ortaya çıkmaktadır.

3- Nisa, 113; Cuma, 2.
4- Hikmet’ten kas’tın sünnet olduğunu söyleyenler için bkz. Hasan el-Basrî, Katade, Yahya b. Kesir, (Suyuti, Miftahu’l-Cenne, s.23); İmam eş-Şafii, er Risâle, 32,78,93.
5- Kur’an ve Sünnet’in vahiy olması, aralarındaki farkın ne olduğu sorusunu akla getirmiştir. Aralarında mahiyet farkı olmadığı bu ayetten anlaşılıyor. Ancak biri vahyi metluv, diğeri vahyi gayri metluvdur. Suyuti bu hususu şöyle özetler: Allah’ın kelamı iki kısımdır. Allah Cibrile, “Peygamber’e Allah sana şunu şunu emrediyor, de.” Buyurur. Cibril’de muradı İlahiyi anlar ve Peygamber’e iletir. Bu aynen bir hükümdarın güvendiği birisini kendi namına elçi olarak tebasına göndermesi ve elçinin de hükümdarın arzusunu kendi ifadesiyle iletmesi gibidir. Diğeri ise Allah Cibril’e “Peygamber’e git ve şu kitabı ona oku” buyurur. O da aynen harfi harfine ona okur. İşte Kur’an vahyi ikinci kısma, sünnet vahyi birinci kısma benzemektedir. Bu yüzden Sünnetin manasıyla rivayetinin de caiz olduğunu söyler. Suyuti, el-İtkân, I,45; Bkz, Subhi es-Salih, Hadis İlimleri, s.261-262; Karaman, Hadis Usulü, s.9-10.
6- Enfal, 7.
7- Tahrim, 3.
----------------------------------------------------------------------------------


2 Hadis-i şerifler:

1- Mikdad b. Ma’dikerib’in rivayetine göre Resulullah (a.s.), şöyle buyurmuştur: “...Bana Kitab ve onunla beraber onun gibisi verildi” .(8)

2- Kudsi Hadisler: (9) Bu tür hadislerde geçen, “Resulullah (a.s.), Rabbinden rivayet ettiği hadiste şöyle buyurdu”, “Resulullah’ın (a.s.), rivayet ettiği hadiste Allah Teala şöyle buyurdu” denilmesi ve hadislerin “Ey kullarım” diye başlaması Hz. Peygamber’e Kur’an dışında vahiy geldiğinin delillerindendir.

3- Cibril Hadisi10) diye bilinen meşhur hadise. Cebrail (a.s) beşer suretinde gelmiş ve bazı sualler sorarak cevap almış, Hz. Peygamber’ (a.s.m)da ashabına, bunun Cebrail (a.s) olduğunu ve dini öğretmek için geldiğini bildirmiştir.

4- Hz. Peygamber’in (a.s.), şüphesiz Rabbim Allah, bana vahyetti, (11) ben emrolundum, nehyolundum, (12) gibi ifadeleri ve Cebrail (a.s)’ın bazı şeyleri kendisine öğrettiğini bildirmesi de, (13) Kur’an dışında vahyin varlığına açık delillerindendir .(14)

Ayrıca bir Yahudi’nin sorularına cevap veren Hz. Peygamber’in “aslında bunları bilmiyordum. Ancak Allah onları bana bildirdi”(15) buyurması da konuyu destekleyen diğer bir husustur.


8- Hadisin başında, Kur’an’da bulduğumuzu alırız, onda olmayanı almayız diyecek bir takım insanların geleceğinin bildirilmesi, sonra da sünnetin verildiğinin belirtilmesi konumuz açısından önemlidir. Bkz. Ebu Davud, Sünne, 6.
9- Kudsi, ilahi veya rabbani, adıyla ifade edilen bu hadisler, Allah’a (c.c) nisbetle söylenmiştir. Hem lafzı hem de manasının Allah’a ait olduğu veya aynı diğer hadisler gibi manası Allah’tan, lafzı Peygamberimizden olduğu ancak ümmetin dikkatini çekmek açısından böyle ifade edildiği gibi anlayışlar vardır. Bkz. El-Hadis, ve’l-Muhaddisun, s.18; Kavaidu’t-Tahdis, s.64 vd.
10- Bkz, Buhari, İman, 37; Müslim, İman, 1; Ebu Davut, Sünnet, 16; Tirmizi, İman,4.
11- Müslim, Cennet, 63-64; Bkz, Aydınlı, Sünnetin Kaynağı, s.50-51; Toksarı, Sünnet, s.98-99; Ebu Davud, Edeb, 48.
12- Müslim, İman, 32-36; Bkz, el-Münavî, Feyzu’l-Kadir, VI, 289-290.
13- Örnek için bkz, Müslim, Cenaiz, 1; Tirmizi, İmam, 18; Cihad, 32.
14- Bazı araştırmacılar, vahy ifadesinin geçtiği hadisleri, mana ile rivayet edildiğinden, genel olarak hadislerin vahyedildiğine delil teşkil etmeyeceğini iddia etse bile (Erul, Bünyamin, İslamiyat, C.1, s.1, s.55 vd.) bir başka makalesinde, Yüce Allah’ın Kur'an dışında, Hz. Peygamber’le iletişim içinde olmadığını söylememiz mümkün değildir. Diyerek, Rasulullah’ın tebliğ, talim, tezkiye ve beyan ile görevlendirildiğini söyler. Ancak buna Hikmet demenin daha doğru olacağını söyler. (Erul, Bünyamin, İslamiyat, C.III, s.1., s.184.
15- Müslim, Hayız, 34.

THEHAFIZ 02-18-2009 10:04

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Alıntı:

şafak´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 34391)
Sizin doğru olarak bildiğiniz ve tasdik ettiğiniz Hadis-i Şerifler varsa biraz da sizden dinleyelim.Aklen bile değerlendircek olursak Peygamber Efendimizin Cenabı Allah ın en sevdiği kulu ve peygamberi olduğunu inkar etmiyorsak yukarıda yazılı sözlerinde inkar edilmesi düşünülemez.


Oh ne ala bir mantık,
Peygamberler Allah'ın en sevdiği kullardır, bu yüzden Onlar Allah'a iftira edebilirler.. öyle mi?..
Arkadaşım,
Konunun ciddiyetini halen kaevrayamamışsınız,
Allah konuşursa VAHY ile konuşur ve Allah'ın vahyi KUR'AN ile sınırlıdır,
Bunun dışında vahy aramak, islam düşmanlarının ekmeğine yağ sürmek anlamını taşır.
HİKMET Allah'ın peygamberine verdiği harici ayetler gibi algılanmış bir arkadaşımızca..
Hiç alakası yok..
HİKMET Peygamberimizin VAHY ile hükmetmesinin adıdır.
Yani, Peygamberlerin sadece vahyi tebliğ etmesinin ve problemleri sadece vahy ile çözmelerinin adı HİKMET tir..

mhmt 02-18-2009 11:24

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Şefaat Hak'tır. Bununla ilgili Ayetlerden bazıları ise şunlardır:

Yûnus Sûresi 3 . O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte o, Rabbiniz Allah’tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?

Meryem Sûresi 87 . Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.

Tâ-Hâ Sûresi 109 O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.

Enbiyâ Sûresi 28 Allah onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi onun korkusuyla titrerler.

Sebe’ Sûresi 23 Allah katında, onun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O yücedir, büyüktür.

Zuhruf Sûresi 86 Onu bırakıp taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler şefaat edebilirler.

Necm Sûresi 26 Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.
...

selametle..

mhmt 02-18-2009 11:26

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Alıntı:

altun´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 34374)


Yüce Rabb’imizden bu şefaati hak etmeyi temenni edelim.



Amin..
Elinize sağlık.

selametle..

THEHAFIZ 02-18-2009 11:44

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Alıntı:

mhmt´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 34446)
Şefaat Hak'tır. Bununla ilgili Ayetlerden bazıları ise şunlardır:

Yûnus Sûresi 3 . O'nun izni olmaksızın, hiç kimse şefaatçı olamaz. İşte o, Rabbiniz Allah’tır. O halde O'na kulluk edin. Hâlâ düşünmüyor musunuz?

Meryem Sûresi 87 . Rahmân’ın katında söz almış olanlardan başkaları şefaat hakkına sahip olmayacaklardır.

Tâ-Hâ Sûresi 109 O gün, Rahmân’ın izin verdiği ve sözünden razı olduğu kimseden başkasının şefaati fayda vermez.

Enbiyâ Sûresi 28 Allah onların önlerindekini de arkalarındakini de (yaptıklarını da yapacaklarını da) bilir. Onlar onun razı olduğu kimselerden başkasına şefaat etmezler ve hepsi onun korkusuyla titrerler.

Sebe’ Sûresi 23 Allah katında, onun izin verdiği kimseden başkasının şefaati yarar sağlamaz. (Şefaat için izin verilip de) kalplerinden korku giderilince birbirlerine, “Rabbiniz ne söyledi?” diye sorarlar. Onlar da “Gerçeği” diye cevap verirler. O yücedir, büyüktür.

Zuhruf Sûresi 86 Onu bırakıp taptıkları şeyler şefaat edemezler. Ancak bilerek hakka şâhitlik edenler şefaat edebilirler.

Necm Sûresi 26 Göklerde nice melekler vardır ki onların şefaatleri; ancak Allah’ın izniyle, dilediği ve hoşnut olduğu kimselere yarar sağlar.
...

selametle..



Ben şefaatin dünya da geçerliliğine inanırım,
Mahşer de kimsenin kimseye fayda veremeyeceği gibi en yakın insanların birbirinden kaçacağını bildiren Rabbim elbetteki çelişkili iş tutmaz.
Verdiğin ayetler Kur'an perspektifiyle incelenince görülecektir ki tüm ŞEFAATLER ALLAH'A AİTTİR..
Ama,
Benim burada karşı çıktığım asıl şey..
Allah'ı bol bol konuşturup, konuşmasının kaynağının rivayetlere bağlanmasıdır..
Rabbim konuşursa vahy ile konuşur ve insanlık ile konuştuklarının tümü Kur'andadır.
Bunun dışında kim ne demiş veya dememiş bu Rabbimize fatura edilemez.
Sanırım işin ciddiyeti halen kavranamamış..
Birileri ravilerin ağzından Allah'a iftira etmiş, biz bu müfterilere ortak olmaktayız.
Zaten konuyu açan kardeşimiz yazının HATİPOĞLUNAait olduğunu söylemiş.
Yaptığı gecelik proğram başına 20 bin tl alan kişi..
Din ile ticaret yapıp karnına ateş dolduran kişi..
Yazıklar olsun.

THEHAFIZ 02-18-2009 11:48

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

gelelim verdiğiniz ayetlerin tahliline..


yunus 3 – Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva eden, işi yönetip duran Allah’tır. Şefaatçi ancak O’nun izninden sonradır. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O`na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?


ŞEFAATÇİ, ANCAK ALLAH’IN İZNİNDEN SONRADIR:

Bu ifade, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olduğu anlamına gelmektedir. Ancak bu, Allah’ın bu konuda herhangi bir kişiye veya zümreye şefaat etme izni verdiği veya vereceği şeklinde yorumlanamaz. Çünkü Rabbimizin bu meyanda bir bildirimi yoktur.

Ayetteki “ شفيعşefi’” sözcüğünü “çift, ikincil, yani ikinci olan, yaratılan, yaratıklar” anlamında alarak “Şefaatçi ancak Allah’ın izninden sonradır” ifadesinin “her var olanın, her meydana gelenin ancak Allah’ın izni ile var olup meydana geleceği” anlamına geldiğini söylemek de mümkündür. Çünkü Fecr suresinde belirttiğimiz gibi, “çift sayı” kavramı, aynı türden birden fazla unsurun varlığına işaret eder; başka bir ifadeyle, karşıtı veya karşıtları olan ve bu sebeple başka şeylerle ilişki içinde bulunan her şeyi kapsar.
Ayetin son bölümünde yer alan “İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O`na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?” ifadesiyle müşriklere şöyle denilmektedir: “İbadeti tek ve ortağı olmayan Allah’a tahsis ediniz, ey müşrikler! Durumunuz hakkında öğüt dinlemez misiniz ki, Allah ile beraber O’nun yegâne yaratıcı olduğunu bildiğiniz hâlde bir başkasına da ibadet ediyorsunuz?”
Konumuz olan ayet, Zühruf ve Müminun surelerinde detaylandırılmıştır:

Göklerin ve yerin Rabbi, arşın Rabbi onların niteledikleri şeylerden münezzehtir, yücedir.
Sen hemen bırak onları, kendilerine söz verilen günlerine kavuşuncaya kadar dalsınlar ve oynayadursunlar.
Ve O, gökteki ilâh ve yerdeki ilâhtır. Ve O, Hakiym’dir, Aliym’dir.
Ve göklerin, yerin ve her ikisi arasındakilerin mülkü sadece kendisine ait olan o kimse [Allah] ne cömerttir. Saat’in bilgisi de yalnızca O’nun yanındadır. Ve siz sadece O’na döndürüleceksiniz.
Onların, O’nun astlarından yalvarıp durdukları kimseler şefaate malik olamazlar. Ancak hakka şahit olan kişi müstesna. Onlar da biliyorlar.
Ve hiç kuşkusuz, onlara kendilerini kimin yarattığını sorsan, kesinlikle “Allah” derler. Öyleyken nasıl çevriliyorlar!
Ve onun “Ey Rabbim! Bunlar şüphesiz imana gelmez bir kavimdir.” demesi kanıttır ki…
Artık sen onlardan vazgeç ve “Selam!” de! Artık onlar yakında bileceklerdir. (Zühruf/82-89)

De ki: “Eğer biliyorsanız, bu yeryüzü ve onun içindeki kimseler kime aittir?”
Onlar; “Allah`a aittir” diyecekler. “Öyle ise siz düşünüp taşınmaz mısınız?” de.
Peki, “Yedi göklerin Rabbi ve azametli Arş’ın Rabbi kimdir?”
[Onlar] “Allah’ındır” diyecekler. “Öyleyse takvalı davranmayacak mısınız” de.
“Peki eğer biliyorsanız, her şeyin melekûtu [mülkiyeti ve yönetimi] kendisinin elinde olan ve kendisi her şeyi koruyup kollayan; fakat kendisi korunmayan kimdir?”
Onlar “Allah`ındır” diyecekler. “Öyle ise nasıl büyülenirsiniz?” de. (Müminun/84-89)

THEHAFIZ 02-18-2009 11:55

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

“Şefaat” kavramı:

“ شفع Şef`ı” kökünden türemiş olan “ شفاعة şefaat” sözcüğünün sözlük anlamı; “Bir şeyi benzeri olan başka bir şeye eklemek, onu desteklemek, bir şeyi çiftlemek ve esirgemek” demektir. Sözcük, zaman içerisinde; “Yüksek mevkide bulunan birinin, düşkün birine yardım etmesi, onu koruması, onun korunmasına aracılık etmesi, onu yalnız bırakmayıp ona destek olması” anlamında kullanılır olmuştur.
Sözcüğün terim anlamı ise; “Bir kimsenin bağışlanmasını istemek, bir kimseden, başka bir kimse için iyilik yapmasını, onun zararına olan davranışlardan vazgeçmesini rica etmek, başkası hesabına yalvarmak, rica etmek, birinin önüne düşüp işinin görülmesi için dua ve niyazda bulunmak” demektir.
Kısaca şefaat; “aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek” anlamlarına gelir.
Arapça`da başkası lehine talepte bulunana, yani şefaat edene “الشّافع eş-şafi” veya “ الشّفيع eş-şefi” denir.

“Şefaat” kavramının doğru anlaşılabilmesi için konunun aşağıdaki başlıklar altında incelenmesinde yarar görmekteyiz.
- Allah`tan başka şefaatçi yoktur: Şefaat sadece Allah`a aittir. Bu konuda ilk öğrenilmesi gereken husus, şefaat yetkisinin sadece Allah`a ait olduğudur.

Zümer; 44: De ki: “Tüm şefaat Allah`a aittir. …”

Secde; 4: … Sizin için O`nun astlarından bir veli ve şefaatçi yoktur. Hâlâ
düşünüp öğüt almaz mısınız?

- Yüce Allah, kendilerinden razı olduğu kulları için, dilediğine şefaat/ yardım izni verebilir: Allah`ın izni ve emri olmadan kimsenin kimseye şefaat/ yardım etmesi söz konusu değildir. Allah`ın izni ile şefaat/ yardım edecekler de, ancak Allah`ın kendilerinden razı olduğu kulları için şefaat (yardım) edebilirler.

Yunus; 3: … O`nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez…..

Enbiya; 26-28: Onlar “Rahman çocuk edindi” dediler. Hâşâ, bundan
münezzehtir O. Onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar O`nun
sözünün önüne geçemezler; onlar yalnız O`nun emriyle iş
yaparlar. O, onların önündekini de arkalarındakini de bilir.
O`nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat (yardım)
etmezler. Ve onlar O`nun haşyetinden titrerler.

Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah`ın kendilerinden razı oldukları, şefaat (yardım) edemezler, ancak şefaat (yardım) edilirler.

- Yüce Allah, güzel bir şefaatle şefaat edene izin verdiği gibi, kötü bir şefaatle şefaat edene de izin verebilir:

Nisa; 85: Kim güzel bir şefaatle (hayır ve iyiliklere aracı, vasıta olmakla)
şefaat ederse, bundan kendisine bir sevap (hisse) vardır. Kim
de kötü bir şefaatle (kötülüğe delil olmak ve yardım etmekle
veya kötülük çığırını açmakla) şefaatte bulunursa, ondan
kendisine bir günah payı vardır. Allah her şeye kadirdir.

Ayette geçen “شفاعة حسنة şefaat-ı hasene (iyi ve güzele aracılık ve yardım)”; iman edip Allah`ın ve kullarının haklarına riayetle beraber, müminlerin iyiliği ve yararı için uğraşmak, onları kötülüklerden ve zararlardan korumaya çalışmak demektir. “ شفاعة سيّئة Şefaat-ı seyyie (kötü ve zararlıya aracılık ve öncülük etmek)” ise; müminlerin ve insanların zarara uğramaları ve kötülüklere düşmeleri için çalışmak ve kötülük çığırları açmak demektir. Kur`an, hem “şeffat-ı hasane”de bulunanların hem de “şeffat-ı seyyie”de bulunanların, dünyada ve ahirette bu davranışlarının sonuçlarından pay alacaklarını bildirmektedir.

- O gün şefaat yoktur, kimseden şefaat kabul edilmeyecektir:

Bakara; 48: Ve, hiçbir kimsenin başka bir kimseye herhangi bir şey için
karşılık ödemediği, hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği,
kimseden fidyenin alınmadığı ve onların yardım olunmadığı
günden sakının.

Bakara; 123: Kimsenin kimse yerine bir şey ödemeyeceği, kimseden fidye
kabul edilmeyeceği, şefaatin hiç kimseye yarar
sağlamayacağı ve onların yardım olunmadığı günden sakının.

Görüldüğü gibi ahirette kimseye şefaat ettirilmeyecektir. O gün sadece Allah`ın izin verdikleri, bildikleri gerçeğe tanıklık edebilirler:

Zühruf; 86: O`nun astlarından yakardıkları şefaate sahip olamaz!
Hakka tanık olanlar müstesna. Onlar biliyorlar da.


Bu konuda son olarak, halk arasında yaygınlaşmış olan, “ümmetinden günahkâr olanların günahlarının affedilmesi için, peygamberimizin Allah katında aracılık etmesi” şeklindeki şefaat tarifinin Kur`an`a ters bir anlayış olduğunu belirtmekte yarar vardır. Peygamberimizin günahkârlara destek olup, hatırını kullanarak günahkârların kurtuluşunu sağlamak üzere, tabir yerinde ise “Allah nezdinde torpil yapması” anlamına gelen bu anlayış, “… Sen ateştekini kurtarabilir misin?” diyen Zümer suresinin 19. ayetine terstir. Bu anlayış sahipleri bilmelidirler ki, anlayışlarını değiştirmezlerse, peygamberimizin şefaat değil, şikâyet ettiği ümmetine dahil olacaklardır:

Furkan; 30: Elçi de: “Rabbim, halkım Kur`an`ı terk etti” der.

mhmt 02-18-2009 12:06

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Bi sn.. Bi sn..
Bu yazılar size mi ait? Öyle ise devam edin.. Yoksa durun ve kendi bildiklerinizi yazın.
..
Ben yazıyorum uzun uzun, siz kopyala yapıştır yapıyorsunuz.. Sonra bizi aklımızı kiraya vermekle suçlayıp, rivayetler asmakla suçluyorsunuz.
İşte, sizin gibi düşünmediği için Nihatp Hatipoğlunun yazısı asılınca İsrailiyata kadar gittiniz. Eğer bu yazı size ait değilse, başkasının fikrini taşımayın. Siz yazın. Buyrun?

selametle..

THEHAFIZ 02-18-2009 12:24

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Ben kimin yazdığına değil, nerden yazdığına bakarım,
Kur'andan yazın da isterse yezid'e ait olsun, mühim değil..
Yeter ki Kur'ani olsun.
Hatifoğlunun yaptığı sadece iftiradır, Kur'anda olmayanı kru'anda varmış gibi göstermiş.
Şunu da söyleyim,
Yukarıdaki yazıyı alıntıladığım İŞTEKUR'AN ekibinin nacizane üyelerinden biriyim ve dahil olduğum ekibin fikrini taşımam kadar doğal ne olabilir ki?

mhmt 02-18-2009 13:01

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Sadece size ait ya da sizinde çorbada tuz misali katkınız olan yazıları asın diye isteyebilirim. Üye olmak yetmez. Çünkü; biz başkasının yazısını astığımızda, aklımızı kiraya vermiş oluyoruz.
Aslında, çok fazla önemli değil. Ama biz astığımızda da tepki yazının mantığına olsun, kafi. Bizde bişi demeyiz yazıyı asmanıza.
Bir yazının Kuran'i olması demek; sadece sizin düşündüğünüz/anladığınız gibi olması ise, orada durun.
Aynen; Elmalılı açıklayınca "tefsir", aynını siz yapınca "tahlil" oluyor. Elmalılı yanlış ama siz doğru.. olduğu gibi.
Hocam, işte bunlar olmasın.. Devam edelim.. Mesele değil..
Benim istediğim; ikide bir şirke sokmayın bizi.
Fikirsel yazıları yazarız ya da aktarırız, okuyan anlayacağını anlar zaten.
Hatipoğluna gelince.. Kişiler önemli değil tabiki. Ama şefaatin Kuran'da olduğunu belirten ayetleri astım.
...

Ayetlerin tahlili olarak astığınız yazıda sizinde katkınız vardır diye düşünüyorum. Ordan devam edelim.

selametle..

mhmt 02-18-2009 13:31

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Alıntı:

THEHAFIZ´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 34449)
yunus 3 – Şüphesiz sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri altı günde yaratan, sonra arş üzerine istiva eden, işi yönetip duran Allah’tır. Şefaatçi ancak O’nun izninden sonradır. İşte Bu, Rabbiniz Allah’tır. O hâlde O`na kulluk ediniz! Hâlâ düşünüp ibret almaz mısınız?


ŞEFAATÇİ, ANCAK ALLAH’IN İZNİNDEN SONRADIR:

Bu ifade, şefaatin Allah’ın iznine bağlı olduğu anlamına gelmektedir. Ancak bu, Allah’ın bu konuda herhangi bir kişiye veya zümreye şefaat etme izni verdiği veya vereceği şeklinde yorumlanamaz. Çünkü Rabbimizin bu meyanda bir bildirimi yoktur.

Sayın THEHAFIZ..Sadece kırmızıya aldığım yerleri ardarda okur musunuz?
Yahu, beyan ortada :)
Enteresan..


Alıntı:

THEHAFIZ´isimli üyeden Alıntı (Mesaj 34450)
[SIZE="4"] “Şefaat” kavramı:
Kısaca şefaat; “aracı olmak, yardım etmek ve öncülük etmek” anlamlarına gelir.
...
Zümer; 44: De ki: “Tüm şefaat Allah`a aittir. …”

Secde; 4: … Sizin için O`nun astlarından bir veli ve şefaatçi yoktur. Hâlâ
düşünüp öğüt almaz mısınız?

- Yüce Allah, kendilerinden razı olduğu kulları için, dilediğine şefaat/ yardım izni verebilir: Allah`ın izni ve emri olmadan kimsenin kimseye şefaat/ yardım etmesi söz konusu değildir. Allah`ın izni ile şefaat/ yardım edecekler de, ancak Allah`ın kendilerinden razı olduğu kulları için şefaat (yardım) edebilirler.
Yunus; 3: … O`nun izni olmadan hiç kimse şefaat edemez…..

İşte; aslında mesele bu. Allah'ın izni olmadan kimse zaten kılını kıpırdatamaz. Şefaat vardır demek, haşa bunu savunmak demek değildir.
Ama enteresan...Yazının devamında, yine bu kısımla çelişmişsiniz ya da ben bu kısmı yanlış anladım. Bakın..


Alıntı:

Enbiya; 26-28: Onlar “Rahman çocuk edindi” dediler. Hâşâ, bundan
münezzehtir O. Onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar O`nun
sözünün önüne geçemezler; onlar yalnız O`nun emriyle iş
yaparlar. O, onların önündekini de arkalarındakini de bilir.
O`nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat (yardım)
etmezler. Ve onlar O`nun haşyetinden
titrerler.

Bu konuda dikkat edilmesi gereken nokta şudur: Allah`ın kendilerinden razı oldukları, şefaat (yardım) edemezler, ancak şefaat (yardım) edilirler.
Şimdi, Enbiya Suresinde açıkca "...O`nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat (yardım) etmezler..." derken, altındaki açıklamada diyorsunuz ki; "Allah`ın kendilerinden razı oldukları, şefaat (yardım) edemezler, ancak şefaat (yardım) edilirler" İyide, burada Allah'ın kendiden razı olduklarına şefaat eden kim/ne? Enbiya 26:"...lütuf ve ihsana mazhar olmuş kullardır" Yani, açıkça belirtilmiştirki, Allah'ın izni ile bu yetkiyi kullanacak olanlar vardır..

devam edeceğim inş... Acil çıkmam lazım.

selametle..

mhmt 02-18-2009 18:20

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

Zühruf; 86: O`nun astlarından yakardıkları şefaate sahip olamaz! Hakka tanık olanlar müstesna. Onlar biliyorlar da.

Ayetinde; Hakka tanık olanlar müstesna denmiştir? Bu ifade bir kısmın, ayrı tutulduğunun delilidir. Yani, müstena..
Asr Suresinde ilk ayet, tüm insalığın hüsranda olduğunu söyler. Biz sadece bu ayete bakarsak ve devamını okumazsak, eyvah; Hepimiz hüsrandaymışız deriz. Ama devamında Allah, müstesna olanları ayırmıştır.

İşte;
Mesela:

Bakara 48. Ayette geçen "...hiçbir kimseden şefaatin kabul edilmediği.." İfadesi geçerken;
TAHA Suresi 109. O gün, Rahman'ın izin verdiği ve sözünden hoşlandığından başkasının şefaati fayda vermez."
ifadesi geçmektedir.

Kuran çelişkisiz olduğunda göre, bunları bütün olarak düşünmek zorundayız.
Allah'ın izni dışında yaprak kıpırdamaz. Bu hakikattir. O zaman, tek yetkinin Allah'ın elinde olduğunu biliyoruz. Allah, bu yetkisi isterse ve istediğine verebilir(Taha 109; Yunus 3; Meryem 87; Zuhruf 86 ). Çünkü, bu yaratmak gibi bi yetki değildir. Bu torpil geçmek değil, Allah'ın rahmetine vesile kılmasıdır.

selametle..

altun 02-18-2009 21:30

--->: mahşerde hz.peygamberin şefaati
 

benim kafam iyice karıştı.benim herşeyi yeniden gözden geçirmem gerekiyor valla bu site benim için hayırlımı oldu yoksa......anlamadım


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 22:19 .

2000- 2024
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük