MUHAKEME.NET FORUMU

MUHAKEME.NET FORUMU (https://www.muhakeme.net/forum/)
-   Deneme ve Makaleler (https://www.muhakeme.net/forum/deneme-ve-makaleler/)
-   -   Yavrum, Allah’ın Emâneti; Onu Nasıl Koruyabilirim? (https://www.muhakeme.net/forum/deneme-ve-makaleler/16736-yavrum-allah8217in-emaneti-onu-nasil-koruyabilirim.html)

beyza 04-03-2009 10:05

Yavrum, Allah’ın Emâneti; Onu Nasıl Koruyabilirim?
 


“Her doğan çocuk, Allâh’ın insanlardan ümit kesmediğinin

işâreti olduğu gibi her yaşanan gün dahî o insandan ümit

kesmediğinin işâretidir.”

Öyle bir zamanda yaşıyoruz ki,
insan insanlığından utanıyor.

Her gün gazete sayfalarını çevirirken ürkmemek elde değil

artık!.. Sömürülmüş çocuklar, tâcize uğramış bebekler,

ruhların bedenlerinden tiksindiği hayatlar, hayvanlara kadar

uzanan vahşet ve edebsizlikler!.. Merhum Âkif’in ifadesiyle:

“Dişsiz mi bir insan, onu kardeşleri yerdi!..”

Sanki bu zamanı anlatmış.

Bütün bu edebsizliklerin, yüz kızartıcı suçların kaynağı ne?

İnsanlar, neden bu kadar insanlığından soyundu?

Tabiî ki, en başta, din duygusunun insanın eğitimine ve kalbine

girmeyişinden dolayı… Atalarımız ne güzel söylemişler:

“-Kork, Allah’tan korkmayandan!..” diye…

Ebeveynler artık çocuklarını kime teslim edeceklerini

bilemez oldular. Öğretmenden, doktordan, abiden,

kardeşten, bakıcıdan, hizmetçiden korkar olduk.

Toplumun bu kadar bozulmasının en büyük sebeplerinden biri

de “edeb”den uzaklaşmış olmamız. Bir hadîs-i kudsîde şöyle

buyrulmuştur:

“Allah Teâlâ, Âdem -aleyhisselâm-’ı yarattığı vakit Cebrâil -

aleyhisselâm- ona üç hediye getirdi: İlim, hayâ, akıl.

Ona dedi ki: Ya Âdem!.. Bunlardan dilediğini seç!..

Âdem -aleyhisselâm- aklı tercih etti.

Cibrîl -aleyhisselâm- hayâ ve ilme, makamlarına dönmelerini

emretti. Haya ve ilim dediler ki:

“-Biz, âlem-i ervâhta (ruhlar âleminde) hep beraber idik.

Birbirimizden asla ayrılmayız.

Ruhlar cesetlere girdikten sonra da aynı şekildedir.

Ve akıl nerede olursa, biz ona tâbî oluruz.

Cibrîl -aleyhisselâm- da öyle ise yerlerinize yerleşin!..”

diye emretmekle akıl dimağda, ilim kalpte, hayâ da gözde

yerleşti.”

( Mahmud Sami Ramazanoğlu, Musâhabe)

Göze yerleşen hayâ evlerimize giren televizyon sayesinde

gözlerden kaçtı. Onun kaçmasıyla da meydan azgın nefislere

kaldı. İşte bu yüzdendir ki, zaman, kendimizi ve âilemizi her

türlü menhiyyattan koruma zamanıdır.

Ne yapacağız, nasıl yapacağız, bu kötülüklere karşı

çocuklarımızı nasıl uyaracağız?

Öncelikle eğitime, evlerimizden başlayacağız.

Âile içi edebden… Cenâb-ı Hak, elhamdülillâh bize iki kız

çocuğu ihsan etti. İlk kızımız doğduğunda, bir büyüğümüz

beyime tavsiyede bulunmuştu. Onu sizinle paylaşmak

istiyorum:

“-Oğlum, kız çocuğu çok kıymetlidir ve özeldir.

Ona bu kıymetini ve özel oluşunu hissettirmek lâzım!..

Bu yüzden kız çocuğunu severken dikkatli olmalı!..

O, tabiatı itibariyle kendini çok sevdirir zaten…

Aman sakın, kız çocuğunun her yerinden öpmeyin.

«Çocuktur, bir şey olmaz!..» diye öpülürse,

bu, ona alışır ve gözünde normalleşir.

Kötü niyetli insanlar da ona yaklaştıklarında bunu fark ve idrâk edemez!..”

Ne ince bir düşünce, değil mi?!.

Zaman öyle bir zaman ki, kız ve erkek çocuklar, tehlike

karşısında eşit!.. Bu tehlike, ikisi için de geçerli, maalesef!..

Diğer bir husus da, giyim-kuşam!..

«Çocuktur, günah değildir!»

düşüncesiyle çocuklara aşırı dekolte kıyafetler

giydirilmekte!.. Bu, en büyük hatalardan birisi!..

Hatırlıyorum da, henüz ilkokula giderken kısa çorapla gitmek

isterdik.

Arkadaşlarımıza özenirdik de askılı kıyafetler giyebilmek için

annemize yalvarırdık. Anneciğim ise, izin vermez ve yaşımıza

uygun bir şekilde sebebini izah ederdi.

Çocukların çevrelerinden, arkadaşlarından etkilenerek bu

tür talepleri olabilir. Ama mühim olan anne ve babanın, onları

kırmadan, zekâ ve yaşlarına uygun bir şekilde ve tâvizsiz

olarak durumu îzah etmeleridir. Böylece çocuklar, bu

hareketin doğru olmadığını bilinçli bir şekilde kavrayacak ve

göstermelik değil, her zaman için bu tür yanlışlara

meyletmeyeceklerdir.

Geçen yaz, yolda giderken tesettürlü bir hanım, yanında da

6-7 yaşlarında minik kızı… Ama o küçücük çocuğun üstünde,

askılı, göbeği açık bir tişörtle, altında bir mini etek!..

Şimdi diyeceksiniz ki, çocukların böyle kıyafetler giymesi,

günah değil ki… Haklısınız, onlara günah değil, ama

alışkanlıklar küçük yaşta başlar. Büyüdükçe de alışkanlıklar

yerleşir ve değiştirmek zorlaşır. Söylemek istediğim, bir

tesettürlü annenin, küçük çocuğunu da kendisi gibi bir

tesettüre zorla sokması değil!.. Ancak o çocuğa, edeb ve

mahremiyet sınırlarını gözeten şık kıyafetler giydirmek de

mümkün, hatta gerekli!..

Bir arkadaşım anlatmıştı.

Türkiye’ye gelmiş Danimarkalı bir mühtedî, insanlarımızın bu çelişkili hâlini görünce:

“-Tesettürlü hanımlar, kendi giyemediklerini kızlarına

giydirerek herhâlde nefislerini tatmin ediyorlar!..” demiş.

Garip, ama sanki biraz gerçeklik payı da var, değil mi?!.

Ev içinde dikkat edilecek bir diğer edeb de, kız ve erkek

çocukların yataklarını ve mümkünse odalarını ayırma

zorunluluğu!..

Peygamber Efendimiz, şöyle buyuruyorlar:

“Çocuklarınıza yedi yaşındayken namaz kılmalarını söyleyiniz.

On yaşına bastıkları hâlde kılmazlarsa, kendilerini hafifçe

cezalandırınız ve yataklarını ayırınız!..”


(Ebû Dâvûd, Salât, 26)

Belli bir yaşa gelen çocukların yataklarının ayrılması hususu

da çok önemlidir. Sadece erkeklerle kızları birbirinden

ayırmakla kalmamak, cinsiyetleri ne olursa olsun,

olgunluk çağına yaklaşan bütün çocukların yataklarını ayırmak

gereklidir. “Canım, bunların hepsi kız veya hepsi erkek;

bir arada yatmalarında ne mahzur olacak?”

diye düşünmek doğru değildir.

On yaş, büluğ çağının sınırıdır.

Erken gelişen bazı çocuklar,

9-10 yaşlarındayken ergenlik çağına girebilir.

Cinsiyet duygusu gelişmeye başlayan çocukların yataklarının

vakitlice birbirinden ayrılması,

onların fizîkî ve rûhî gelişimi açısından çok önemlidir.

Maddî imkânsızlık sebebiyle her bir çocuğa ayrı bir yatak

temin etme imkânı yoksa, en azından vücutlarının birbirine

temas etmemesi için ayrı örtüler kullanılmalıdır.

Bazı anne ve babalar, büyümüş olan çocuklarını kıramayarak,

onları geceleri yatak odalarına, hatta kendi aralarına

almaktadırlar. Bu da doğru bir davranış değildir.

Kur’ân-ı Kerîm, evlatların, anne ve babalarının odalarına hangi

vakitte ve nasıl gireceklerini izah etmiş ve basit görülen

böyle bir konuda bile en hassas edeb kaidelerini koymuştur.

Âyet-i kerîmelerde buyurulur:

“Ey iman edenler! Elinizin altında bulunan köle ve

câriyeler ile henüz büluğa ermemiş çocuklar şu üç

vakitte izin almadan yanınıza (yatak odasına) girmesinler:

Sabah namazından önce, öğle sıcağında elbisenizi çıkarıp

soyunduğunuzda ve yatsı namazından sonra…

Bunlar sizin mahrem vakitlerinizdir.

Bu vakitlerin dışında yanınıza izinsiz girerlerse,

ne size, ne de onlara bir günah vardır.

Çünkü sizler, her hâlükârda birbirinizin yanına girip çıkarsınız.

İşte Allah sizin için kurallarını böyle açıklar. Allah ilim ve hikmet sahibidir.”

(en-Nûr, 58-49)

Başta anne ve babalar olmak üzere,

âile içinde herkes;

kıyafetlerine titizlik göstermelidir.

Büyüklerin rehberlik etmek ve örnek olmak gibi

sorumlulukları bulunduğu unutulmamalıdır.

Son olarak çocuklarımıza; korkutmadan, paniğe kapılmalarına

sebep olmadan, kötü niyetli insanlara karşı dikkatli olmayı da

öğretmeliyiz. Onları, bozuk ortamlara, bozuk insanlara karşı

uyarmalıyız. Ama nasıl?

Açıkçası bu iş belki de en zoru!..

Hem insanları tamamen kötülemeden, insanlardan ve

insanlıktan soğutmadan ve hem de her türlü ihtimale karşı

uyanık olmalarını sağlamak, cidden en çetin mesele!..

Anne ve babalar, kendi ferâsetlerine uygun bir dil

geliştirmelidirler.

Belki size de ufuk açar, farklı bir fikir verir diye kızımla

aramdaki sohbeti sizinle de paylaşmak istiyorum.

Kızıma:

“-Yavrucuğum, en güzel elbisen hangisi, söyler misin?” diye

sordum.

Kızım:

“-Gelinliğim!..” dedi. Ben:

“-Hayır, daha güzeli var.” dedim.

“-Pembe elbisem…” dedi.

“-Daha da güzeli var.”

O örneklerini çoğalttıkça, ben «Daha güzeli var!..»

diyordum. Nihayet pes etti:

“-Peki öyleyse, hangi elbisem?” diye sordu.

Ben de:
“-Gelinliğinin aynısını veya daha güzelini bir terzi dikebilir.

Ya da elbiselerinin daha güzelini satın alabiliriz.

Ama sende öyle özel bir elbise var ki, onun aynısını ne terzi

dikebilir, ne de daha güzelini çarşı-pazardan alabiliriz.”

dedim. Kızım, iyice meraklanmıştı.

“-Hangi elbisem?” diye tekrar sordu.

“-Bedenin, yavrucuğum!..” dedim.

Durdu:

“-Nasıl yani?” dedi. İzah ettim:

“-Allah senin bedenini, sana özel yaratmış ve sana emanet

etmiş. Allâh’ın sana özel verdiği bu hediyeyi çok dikkatli

koru!.. Kimsenin ona bir zarar vermesine fırsat verme!..”

Sevinçle:

“-Anne, ne güzel bir elbisem var!..” deyiverdi.

En azından

taşıdığı emânetin biraz farkına varmış oldu.

Unutmayalım, muhterem ebeveynler!..

Çocuklarımız, bize Allâh’ın emâneti ve emâneti koruma

sorumluluğumuz var. Bu vazife bize Allah tarafından

yüklenmiş:

“Ey îmân edenler!.. Kendinizi ve âilenizi, yakıtı insanlar ve taşlar olan ateşten koruyun!..” (et-Tahrim, 6)


Allah cümlemize kendimizi ve âilemizi her türlü ateşten

korumayı kolaylaştırsın!.. Nusret (yardım), Allah’tandır.

Üç Arkadaş

Su, ateş ve nâmus arkadaş olmuşlar.

Hep beraber gezerlermiş.

Bir gün ayrılmak zorunda kalmışlar ve demişler ki:

“-Birbirimizi tekrar görmek istersek, nasıl buluşacağız?”

“-Nerde çayır-çimen görürseniz, eşeleyin, ben oradan

çıkarım!..” demiş su…

Ateş:

“-Ben de duman gördüğünüz yerdeyim.” diyerek yerini

söylemiş. Sıra üçüncü arkadaşları nâmusa gelmiş.

O içini çekmiş ve:

“-Arkadaşlar, eğer ben gidersem, bir daha geri gelmem!..” demiş.


Rukiye Gönüllü


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 02:47 .

2000- 2024
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük