İTALYA



Yüzölçümü : 301.245 km²



Nüfus : 57.657.000



Başkent : Roma



Önemli Şehirler : Roma, Napoli, Cenova, Venedik, Milano, Torino, Verona, Montova, Trieste, Bologna, Parma, Bari, Pompei, Florensa, Polermo, Messina, Siracuza, Cagliari, Parova.



Yeri : Doğusunda Adriya, batısında Tiren denizi, güneyinde Akdeniz vardır. Kuzeyinde İsviçre ve Avusturya vardır.



Dil : İtalyanca



Din : Katoliklik



Para birimi : Liret



Önemli coğrafi yerler : Sicilya ve Sardinya adaları, Po ovası.



PİSA KULESİ (1173 İTALYA)



Floransa'nın 80 km batısında.

Pisa'nın ünlü eğik kulesi (Torre Pendente) aslında, muhteşem bir katedral, çan kulesi, vaftizhane ve mezarlık topluluğunun parçası olan şehir katedralinin çan kulesi. Düz duruyor olsaydı, büyük olasılıkla ünü ancak sanat tarihçileriyle sınırlı kalırdı. Yapısındaki hata nedeniyle, tüm dünya onu tanıyor. Kule, 55 metre yüksekliğinde. Kayıtlara göre, yapımına 1174'te başlandı ancak Pisa takvimi bir yıl önden gidiyordu ve gerçek yapım tarihi 1173. İlk mimarlar Bonnano Pisano ve Innsbrucklu William olsa da onlar binanın tamamlandığını göremedi -14. yüzyılın ikinci yansına kadar kulenin bir çan odası yoktu. Kimisi, kulenin kasıtlı olarak eğik tasarlandığını ve bunun mimarların hünerini cesur bir şekilde ortaya koyduğunu savundu. Bu düşünce biraz inandırıcı olsa da, mimarlar çok sağlam bir zemin üzerinde çalışmalarını bildiği için eğime bir tolerans payı bırakmış ihtimalleri daha yüksek.

Bugün kuleye bakıp bu tuhaf deneyimi yaşarken, 294 basamağı çıkarken, bu binanın nasıl olup da ayakta durduğuna şaşırmaktan başka yapılacak bir şey yok. Her geçen yılla beraber, kulenin eğikliğine ve gelecekte ona ne olacağına dair endişeler artıyor. 20. yüzyılın başında, kulenin eğimi yerde 4.3 metre ölçülürken bugün bu rakam 4.6 metre -çok geç olmadan buna bir çözüm bulmak için büyük miktarda bir ödenek ayrıldı. Eğik kule, dairesel ve çan odasını da içeren altı katlı bir yapı olarak tasarlanmıştı. Her katın merkezi, Bizans ya da İslam mimarisinden esinlendiği düşünülen zarif pasajlarla çevrili. İslam etkisi olduğuna dair iddia ilginç olmakla beraber, Hıristiyan kiliselerindeki bağımsız çan kulelerinin Müslüman dünyasının minareleri ya da imamın ezan okuduğu minarelerin üst bölümlerinden esinlendiği düşüncesi kesinlik kazanmış değil. İnşasına 100 yıl önce başlanan Pisa katedralinin kulesi gibi, eğik kulenin yapımına da, 1063'te Palermo'da Pisa''lıların Saracenleri yendikleri deniz savaşının ardından başlandı. Bu tarz mimari Pisa romaneski diye adlandırılıyor ve binanın dış yüzeyindeki kırmızı beyaz mermer şeritlerde yine İslam etkisi hissediliyor. Giriş katı boyunca pasajlar uzanıyor; öndeki zarif girişte ise, üst üste yerleştirilmiş açık pasajlar çatıya kadar yükseliyor.

1564'te, bilim adamı Galileo, Pisa'da dünyaya geldi. Rivayete göre, eğik kuleyi deneylerinden birinde kullandı. Kulenin tepesinden aşağıya, farklı ağırlıkta objeler atarak düşme hızlarının aynı olacağını hesaplamaya çalıştı. Galileo'nun bunu ispatladığı kuşku götürmez ancak bu deneyi Pisa Kulesi'nde yapıp yapmadığı şüpheli. Öte yandan, burası yerçekimine meydan okuduğu halde, yerçekimi deneyleri yapmak için ideal bir ortam.



ST. PETER KİLİSESİ (1506 İtalya)



Tiber Nehri'nin sağ yakasında, Roma merkezinin batısında. Kilise, Roma'da değil, ayrı bir eyalet olan Vatikan'da yer alıyor.

St. Peter Kilisesi'nin kapladığı alan, 22,300 metrekare. Afrika'da daha büyük bir katedralin yapıldığı 1990 yılına kadar, dünyadaki en büyük Hıristiyan kilisesi unvanını elinde tutuyordu. Boyutları insanı şaşkınlığa uğratsa da, esas şaşırtıcı olan tamamlanmış olması.

Bugün gördüğümüz devasa kilisenin yerinde önceden, 1. yüzyılda inancı uğruna şehit düşmüş bir adamın mezarı bulunuyordu -Nero tarafından kutsanan ve MS 64'te bir halk mezarlığında yakılan havari Peter- Peter'in mezarı hacıların uğrak yeri haline geldi; Hıristiyan imparator Konstantin, mezarın çevresine bin yıl ayakta kalan bir kilise inşa etti Bina harap olmaya başlayınca Papa V. Nicholas, buraya görkemli bir bina inşa etme hazırlıklarına girişti ancak işe başlayamadan 1455'te öldü. Sonraki 170 yıl süresince, ya papanın ya da mimarın ölümü nedeniyle çalışmalar yarım kaldı. 1506'da Bramante, iri kubbeli bir kilise yapmaya girişti. 1514'te öldüğünde, yerine Raphael geçti.

Onun da 1520'de ölmesi üzerine farklı bir projede karar kılındı, kubbeden vazgeçildi ve yapıya bazı gotik unsurlar eklendi. Michelangelo, 71 yaşında "Tanrı, kutsanmış Meryem ve St. Peter sevgisi uğruna" işi eline aldı ancak o da bina tamamlanamadan öldü. Kilise meydanının, cephesinin ve girişinin bir sonraki planı pek akılcı değildi ve kubbenin görüntüsünü bozdu.

Kilise 18 Kasım 1626'da Papa VIII. Urban tarafından kutsandı. Önündeki meydan ise, 1656 - 1667 yılları arasında çok daha hızlı bir şekilde yapıldı. Bernini yapımı meydanda 284 Toskana sütunu ve üzerinde azizlerin heykelleri olan dört havuz yer alıyor. Bernini, St. Peter'in içine, uluslararası anlamda daha az ilgi gören bir şey daha yaptı. 29 metrelik sütunlar üzerinde duran büyük bronz tente. Kubbenin üzerindeki fenerin balkonundan St. Peter ve Roma olduğu gibi görülebilir. Minberin yanından aşağıya inerken, Konstantin'in orijinal kilisesinin yanındaki mezarı görebilirsiniz. Doğrulayacak yeterli arkeolojik kanıt olmasa da, bulunan bir anıt St. Peter'in mezarının burada olma ihtimaline işaret ediyor.

İçi gösterişli bir şekilde dekore edilmiş devasa kiliseyi kimisi fazla abartılı buluyor. Binaya, 189 metrelik bir mesafeyi yürüyüp girenler hayrete düşüyor.



GRAND KANAL (15. Yüzyıl İtalya)



Güneydoğudaki Punta della Salute şehrindeki tren istasyonundan itibaren 4 km boyunca geniş bir S çizerek kıvrılan Grand Kanal, Venedik'in atardamarı.

Venedik'ten etkilenmemek mümkün değil. Nereye dönseniz dikkat çeken bir bina, kiremit ve mermerin sentezini, zarif gotik ya da tuhaf barok izlerini görebilirsiniz. Ve neredeyse her yer, binaların kenarından taşarak, ihtişamını yansıtan ve ulaşımı sağlayan suyla kaplı. Adriyatik'in kenarındaki Venedik'te, deniz ulaşımı sayesinde, tarihteki en büyük ticaret imparatorluklarından biri kuruldu. Su, hayat kaynağıydı ve her yıl Yükseliş Günü'nde Spozalizio del Mar kutlamaları eşliğinde Doge, denize bir yüzük atıp onunla evlenerek bunu doğruladı.

Kanal üzerinde üç köprü yer alıyor -biri istasyonda, biri Academia sanat galerisinde, biri de en eski ve en ünlüsü olan Rialto Köprüsü. Diğer yerlerde, kanalın bir ucundan diğer ucuna traghetti diye bilinen ve feribot görevi gören gondollarla gidiliyor.

Venedik, önceden çamur parçaları olan binlerce adanın üzerine kurulu. Şehir, milyonlarca tahta yığını üzerinde yükseldi ve denizcilik dönemine uygun bir mimari tarz oluştu. Grand Kanal sırasındaki saraylar, 13. yüzyıldan 20. yüzyıla kadar her çağdan Venedik ihtişamını gözler önüne seriyor.

Bir ziyaretçi, kanalı bir yıl, hatta bir ömür boyunca her gün boydan boya gidip, her seferinde bakacak yeni bir şey bulabilir. 16. yüzyılda yapılan Ca' d'Oro, belki de bunların en ünlüsü.

Bugün bir sanat galerisi olan ve yıllar süren restorasyon çalışmalarının sonunda yeniden halka açılan bina Venedik gotik mimarisinin en iyi örneklerinden.

Adını, önceden süslendiği yaldıza borçlu olduğu söylenir. Ca' d'Oro, 15. yüzyılın ilk yarısında tamamlandı. Grand Kanal'da kısa bir süre sonra yapılan ve bundan oldukça farklı bir yapı ise, cephesi mermerle kaplı Palazzo Dario. 19. yüzyıl İngiliz sanat tarihçisi ve filozof John Ruskin, The Stones of Venice (Venedek'in Taşları) adlı kitabında, bu harika sarayı Erken Venedik Rönesans domestik mimarisinin enfes bir örneği olarak tanımlamıştı.

Grand Kanal'ın güneydoğu kıyısında, 1630-1687 yılları arasında Longhena tarafından, şehri üzüntüye boğan vebadan kurtuluşunu kutlamak amacıyla tasarlanan Santa Maria della Salute Kilisesi bulunuyor. Her yıl Kasım'da, kanal boyunca tekneler sıralanır ve insanlar festivali kutlamak için bu teknelerin üzerinden yürüyerek kiliseye gider. The Fondaco dei Turchi (13. yüzyılın başında yapıldı, sonradan restore edildi), Ca' Giustinian (15. yüzyılın ortaları), Ca' Rezzonico (17. ve 18. yüzyıl, bugün bir müze), Ca' da Mosto (13. yüzyıl)...



COLOSSEUM (M.S. 80 İTALYA)



Roma'mn merkezinde, Via dei Fori Imperiali'nin doğu kıyısında yer alıyor. Ana istasyon Termini'ye yakın mesafedeki yapının, Metropolitana demiryolu üzerinde kendi istasyonu Colosseo bulunuyor.



Büyük kalabalıkların güvenli bir şekilde kavga ve katliam gösterilerini izleyebildiği sıralar halinde oturma yerleriyle çevrili elips şeklinde bir arena olan amfi tiyatro, Romalıların icadıydı. Gladyatörler burada savaşıyor, egzotik hayvanlar burada sergilenip sonra da katlediliyordu. Roma'da Colosseum'dan önce de amfi tiyatrolar vardı ancak MS 64 yılındaki büyük yangından sonra yeni bir tanesi daha gerekiyordu. MS 69'da imparator olan Vespasian, ailesinin adını taşıyan ve bugüne kadarki en büyük ve en iyi amfi tiyatronun yapılmasını emretti.



Flavian Amfi tiyatrosu diye bilinen yeni arena, selefi Nero'nun absürd gösterişteki Golden House'unun bulunduğu nehrin yatağına inşa edildi. Bu bölge seçimi insanların dünyevi zevklerin tutsağı olduğu bir çağın sona erdiğini de gösteriyordu. Vespasian da Nero kadar büyük bir yapıya imza atmıştı ama bunu kendi zevki için değil, halk adına yapmıştı. İşin ironik yanı, Nero intikamı öldükten sonra aldı: 8. yüzyıldan itibaren Flavian Amfi tiyatrosu, Nero'nun yakında dikili olan heykelinden geldiği düşünülen Colosseum adıyla anıldı. (Vespasian bunu yıkmak yerine, heykelin kafasını değiştirtip ona Apollo adını verdi). Çevresi yarım kilometre olan ve yüksekliği 55 metreyi geçen Colosseum, travertin taşı, tufa ve kiremitten yapılmıştı. MS 80'de Vespasian'ın varisi Titus tarafından, 5 bin yırtıcı hayvanın sergilendiği bir törenle açılmıştı. O zaman bile henüz tamamlanmamıştı ve son kemer ancak bir sonraki imparator Domitian'ın saltanat döneminde yapılmıştı.



Binanın karmaşıklığı dikkat çekiyor. Tasarımı da izdihama zeki bir çözüm buluyor. Amfi tiyatro 50 bin kişi aldığı halde, merdiven ile koridor sistemi, insanların hiç sorunsuz giriş ve çıkış kolaylığını sağlıyor. Yine de, burada esas önemli olan, hayvanların kontrol altında tutulmasıydı. Bu konuda da Colosseum'un mimarları hünerlerini ortaya koymuş, kızgın ve vahşi hayvanları sahnenin altındaki kafeslerden alıp doğrudan arenaya çıkaran bir pasaj ve asansör şebekesi tasarlamışlardı. Bu yapının büyük kısmı hala görülebilir -amfi tiyatronun dev tentesini taşıyan devasa tentenin direklerini tutan üst kattaki yuva ve destekler. İnce elenip sık dokuyarak düzenlenmiş bu keten bezi, makara ve halatlar, özel olarak bu işi yapmak üzere görevlendirilmiş denizciler tarafından işletiliyordu.



Bu derece ileri mühendislik tekniğiyle Colosseum, zamanının ötesinde bir bina diye nitelendirilebilirdi. İnşa metodu bile, 20. yüzyılın çelik ya da beton gökdelenlerinden çok farklı olmayan modernlikte.

Açılışından yaklaşık 2 bin yıl sonra Colosseum bugün, Romalıların kan tutkusu kadar, başarısını da sergileyen bir anıt olarak yükseliyor.