Eshâb-ı kirâmın meşhûrlarından. İsmi Temîm bin Evs, künyesi Ebû Rukayyedir. Doğum ve vefât târihi bilinmemektedir. Lahm kabîlesinin bir boyu olan Benüd-dârâ mensup olduğu için Dârî diye tanınmıştır. Önce Nasrâni (Hıristiyan) âlimlerindendi. Hicretin dokuzuncu senesinde Müslüman oldu.
Temîm-i Dârî radıyallahü anh, Medînede yerleşti. Peygamber efendimiz Filistindeki Hebran, yâni Halîlürrahmân idâresini ona vermişti. Temîm-i Dârî radıyallahü anh, Peygamber efendimize:
“Yâ Resûlallah! Filistinde benim komşularım ve kabîlem var. Onların Ceyrûn ve Avnûn adlı iki köyleri mevcut. Allahü teâlâ Şamın fethini nasip ederse, bu iki köyü bana verir misiniz?” deyince Peygamber efendimiz:
“Onlar senin olsun.” buyurdular.
Bunun üzerine Temîm-i Dârî hazretleri: “Bu husûsta senet isterim.” deyince Peygamber efendimiz ona yazılı bir senet verdi. Hazret-i Ebû Bekrin hilâfeti sırasında bu hususta ondan da bir senet aldı. Hazret-i Ömerin hilâfeti sırasında Şam ve Filistin fethedilince, o köyler Temîm-i Dârî hazretlerine ıktâ olarak verildi.(Bkz. Iktâ)
Temîm-i Dârî radıyallahü anh, hazret-iÖmerin halîfeliği sırasında da Medîne-i münevverede ikâmet etti. Halîfenin emri üzerine Ramazân-ı şerîf ayında Mescid-i Nebîde terâvih namazı kıldırdı. Geceleri çok namaz kılardı. Bâzan namazda kıyâmdayken bir âyet-i kerîmeyi sabaha kadar okur, rükû ve secde yaparak namazı tamamlar ve çok ağlardı.
Bir rekat namazda Kurân-ı kerîmin hepsini hatmetmek yalnız dört kişiye nasip olmuştur. Bunlardan biri Temîm-i Dârî hazretleridir. Diğerleri hazret-i Osman, Saîd bin Cübeyr ve İmâm-ı Azam Ebû Hanîfedir.
Temîm-i Dârî radıyallahü anh, kerâmet sâhibiydi. Bu hâlini hazret-i Ömer yakînen bilirdi. Eshâb-ı kirâm radıyallahü anhüm ve Tâbiîn-i ızâm da onun kerâmetini görmüşlerdir. Bir defâsında Harra taraflarında bir yangın çıkmıştı. Hazret-iÖmer hemen Temîm-i Dârîye (radıyallahü anh) giderek; “Kalk şu ateşi söndür!” buyurdu. O da tevâzu göstererek: “Ey Müminlerin emiri! Ben neyim ve kimim ki, bu yangını söndüreyim.” dedi. Daha sonra hazret-i Ömer ile birlikte yangının çıktığı yere gittiler.
Bu hâdiseyi nakleden râvî şöyle anlatmıştır:
“Ben de onları tâkip ettim. Ateşe doğru yürüdüler. Temîm-i Dârî eliyle ateşi öyle bir topladı ki, ateş vâdiye doğru çekildi. Sonra ateşin peşinden gidip vâdiye girdi. Hazret-i Ömer de bu hâdiseyi açıkça gördü.”
Temîm-i Dârî radıyallahü anh, hazret-i Ömer devrinde Medîneden Şama gitti. Hazret-i Osmanın şehit edilmesine kadar Şamda kaldı. Bu hâdise üzerine fitneye karışmamak için Filistine oradan da Beyt-i Makdîse geçti. Bir rivâyete göre orada, diğer bir rivâyete göre de Şamda vefât etmiştir.
Temîm-i Dârî hazretleri bir Nasrânî âlimiyken Müslüman olmakla şereflenmesinden dolayı duyduğu
memnûniyeti şöyle ifâde etmiştir:
“Resûlullah sallallahü aleyhi ve sellem; “Bu din gece ve gündüzün devâm ettiği her yere mutlaka ulaşacak. Allahü teâlâ bu dînin şerefle ve zorla girmediği hiçbir köy ve şehir bırakmayacak. Allahü teâlâ orada İslâmı ve Müslümanları muzaffer, küfrü de zelil ve hakir kılacak.” buyurdu.” dedikten sonra; “Ben buna kendi kabîlem içinde şâhit oldum. Müslüman olanlar hayra, şeref ve gâlibiyete kavuştular. Küfürde ısrâr edip, Müslüman olmayanlar da zelil, hakir kalıp cizye vermeye mecbur kaldılar!”
Temîm-i Dârîden (radıyallahü anh) Abdullah bin Mevhib, Şurahbil ibni Müslim, Kabîsa bin Züveyb, Atâ ibni Zeyd ve Leysî hadîs-i şerîf rivâyet etmişlerdir.