Sinema
The unborn - ölümsüz   Konuyu açan: alptraum   İlk Mesaj: 01-04-2009 (06:06)   Son Mesaj: 01-04-2009 (06:06)    Cevap: 0    Gösterim: 1727  

    01-04-2009

    The unborn - ölümsüz

    Yönetmen: David S. Goyer Oyuncular: Odette Yustman, Gary Oldman, Cam Gigandet, Meagan Good, Carla Gugino, Jane Alexander, Idris Elba, Rhys Coiro Senaryo: David S. Goyer Yapımcılar: Michael Bay, Andrew Form, ...

    Film Puani: 0 üye puan vermiştir / 10.00


    Yönetmen: David S. Goyer
    Oyuncular: Odette Yustman, Gary Oldman, Cam Gigandet, Meagan Good, Carla Gugino, Jane Alexander, Idris Elba, Rhys Coiro
    Senaryo: David S. Goyer
    Yapımcılar: Michael Bay, Andrew Form, Bradley Fuller
    Görüntü Yönetmeni: James Hawkinson
    Prodüksiyon Tasarımı: Craig Jackson,
    Kostüm Tasarımı: Christine Wada
    Kurgu: Jeff Betancourt
    Özgün Müzik: Ramin Djawadi
    Rogue Pictures / UIP Filmcilik

    VİZYON TARİHİ
    09.01.2009

    PRODÜKSİYON NOTLARI:



    Dibbuk: Yaşayan bir insanın bedenine giren ve hareketlerini yönetebilen bir şeytan veya ölü bir insanın ruhu. Bu şeytan bir bedene girdiğinde ancak dini seremoni yoluyla çıkarılabilir.
    Ölmüş bir insanın ruhu bazen şeytanla öyle içli dışlıdır ki, cennete girmesine izin verilmez. İki dünya arasında sonsuza kadar sıkışıp kalan böyle bir ruh, çaresizlik içinde vücuduna yerleşebileceği yeni bir beden arar. Kimi zaman bunu başarır da…
    “Blade: Trinity”, “The Invisible” ve “Batman Begins”ten tanıdığımız yazar / yönetmen David Goyer, doğaüstü gerilim çalışması “The Unborn”da iki dünya arasında sıkışıp kalmış ruhların yaşamına ürkütücü bir bakış getiriyor. Filmde bedenine şeytani bir ruhun girmesiyle birlikte kabuslar dünyasına sürüklenen ve sevdiği insanlar için bile tehlike haline gelen genç bir kadının öyküsü anlatılıyor.
    Casey Beldon (Odette Yustman) kendisini çocukken terk eden annesinden nefret etmektedir. Ancak açıklanamaz birtakım olaylar meydana gelmeye başlayınca annesinin neden terk ettiğini anlamaya başlar. Sonunda hayaletin uyanık saatlerine de egemen olması üzerine çareyi spiritüel olaylar danışmanı Sendak’a (Gary Oldman) başvurmakta bulur.
    Sendak’ın yardımını alan Casey, ailesi üzerindeki lanetin kökeninin Nazi Almanya’sına kadar uzandığını keşfeder. Herkese ve herşeye yerleşebilme yeteneğine sahip olan bir yaratık, bedenleri ele geçirdikçe daha da güçlenmektedir. Lanetin ortadan kalkması için tek şansı, dünyamızın ötesinde henüz doğmamış birisi tarafından açılmış olan bir giriş kapısını kapatmaktır.
    Yönetmenliğini David S. Goyer’ın üstlendiği “The Unborn – Doğmamış”ın yapımcılığını Michael Bay, Andrew Form ve Brad Fuller gerçekleştirdi. Senaryosunu da Goyer’ın yazdığı filmin baş karakteri Casey Beldon rolünde Odette Yustman; erkek arkadaşı Mark Hardiganrolünde Cam Gigandet; spiritüel olaylar danışmanı Sendak rolünde Gary Oldman kamera karşısına geçtiler. Diğer önemli karakterlerden Casey’in babası Gordon rolünde James Remar, büyükannesi Sofi rolünde Oscar adayı deneyimli oyuncu Jane Alexander, şeytan çıkarma işlemine yardımcı olabilecek diğer din adamı Peder Arthur Wyndham rolünde Idris Elba oynadılar.
    PRODÜKSİYON NOTLARI



    İkizlerin Gizemi: “Unborn” Projesinin Doğuşu
    Yönetmen / senaryo yazarı David S. Goyer, ikizler konseptini uzun zamandır büyüleyici ve sinir bozucu bir konu olarak görüyordu. Karısı Jessika’yı ziyaret etmek için Chicago’ya gittiğinde karısının yapımcılığını üstlendiği bir filmin setinde aradığı esin kaynağını buldu. Bu ziyaretin sonucunda da ortaya “The Unborn – Doğmamış”ın senaryosu çıktı.


    Jessika Goyer o günleri şu sözlerle hatırlıyor: “David’in aklı uzun süredir ikizler konusuyla meşguldü. İkizlerin tıbbi tarihçesinde çok sayıda cevaplanmamış gizem vardır. Bu konunun derinliğini araştırdıkça ikizler üzerine ürkütücü şeyler yazılabileceğini fark etti. Farklı bir korku filmi yapmayı ikimiz de uzun zamandır istiyorduk. Ancak yapacağımız filminde işkence ve şiddet olguları yerine en kötü kabuslarımıza yaslanmalıydık. Geçtiğimiz yıllarda “Rosemary’s Baby’ ve ‘The Exorcist’ gibi gerçekten ürkütücü filmler izlemiştik. Bizi iliklerimize kadar titreten o filmlerin tadında bir film yapmayı istiyorduk.”
    David Goyer ise, ikizler konusunun nasıl geliştiğini şöyle açıklıyor: “İkizleri daima ürkütücü bulmuşumdur. Chicago’da Jessika’yla yediğimiz bir akşam yemeğinde bu konu üzerinde konuşuyorduk. Aklıma doğmamış bir ikiz tarafından rahatsız edilen bir insan fikri geldi. İkizlerden birisinin hamilelik sırasında, hatta doğum sırasında ölmesi üzerine hikayeler duymuştum. Böyle bir durumun, hayatta kalan diğer ikiz üzerinde nasıl bir psikolojik etkisi olacağını düşünmeye başladım.”


    Yazacağı senaryonun çıkış noktasını bulan yazar / yönetmen, “The Unborn”un öyküsünü şekillendirmek amacıyla Wyoming’teki evine çekildi. Koskoca dünyaları bile parçalayıp en ince bileşenlerine kadar hayal etmesiyle tanınan Goyer, artık ikizlerle ilgili bilinen herşeyi araştırmaya başlamıştı. Yaptığı araştırmalar onu Yahudi Soykırımı döneminde Naziler’in çocuklar üzerinde yaptığı iğrenç deneylerle ilgili materyallerdeki sır perdesini açmaya kadar götürdü.


    Dr. Josef Mengele adlı sadist ruhlu araştırmacının yönetimindeki Nazi bilim adamları, Aryan ırkına mensup insanların sarışın ve mavi gözlü olması gerektiğine inanıyorlardı. Pigmentasyon olarak bilinen deri dokusunun rengini değiştirmenin çaresini bulmak için toplama kamplarındaki Yahudi ikizlere işkence ederek deneyler yapmışlardı. Son derece acı verici bu deneylerde çocukların gözlerine ölümcül boyalar enjekte ediliyor, normalde siyah olan göz renklerini maviye dönüştürmeye çalışıyorlardı.


    Araştırmasını eski Yahudi folkloru üzerinde derinleştiren Goyer, halk arasında “dibbuk” adlı eski bir ruhtan bahsedildiğini öğrendi. “Dibbuk” olarak bilinen ve boşlukta dolaşan lanetli ruhların canlı insan bedenine girebildiği yüzyıllardan beri mitolojinin bir parçası olmuştu.


    Goyer bu konuda ulaştığı sonuçları şu sözlerle açıklıyor: “Dibbuk denen bu intikam dolu varlıklar, imkansıza ulaşmaya çalışırlar. Pervanelerin sürekli ışığı araması gibi onlar da bedene geri dönmeye çalışırlar. Çünkü cennete gidemezler.”



    Filmin konusunun spritüel ve dini alt tonlarla dolu olduğuna dikkat çeken Goyer, korku filmlerinde spirüalite ve arkaik (eski dönemlere ait) sembollerin neden bu kadar çok yer aldığını şöyle yorumluyor:
    “Dini filmlerle korku filmleri her zaman elele gibidir. Yaygın dinlerin çoğunda ölüm sonrası, doğaüstü figürler, varlıklar ve hayaletlere değinilir. Bu bizim 3.000 yıl önce de anlayamadığımız bir gizemdi. Şimdi hala bir açıklama getirebilmiş değiliz. Bu da korku filmleri için uygun konu haline getirir.”
    Goyer’in senaryosunda ele aldığı orijinal konu, Platinum Dunes prodüksiyon şirketinde yankı buldu. Michael Bay, Andrew Form ve Brad Fuller’ın ortak olduğu şirketin bugüne kadar hayata geçirdiği önemli yapımlar arasında korku klasiği “The Texas Chainsaw Massacre”nin 2003 yılında çekilen yeni versiyonu; aynı filmin “The Texas Chainsaw Massacre: The Beginning” adlı devamı; “The Amityville Horror” ve çok yakında izleyiciyle buluşacak olan “Friday the 13th” gibileri vardı. Şirketin üç ortağı, Platinum Dunes bünyesinde çekmek üzere orijinal bir senaryo arıyorlardı.


    Prodüksiyon şirketine çok sayıda korku senaryosu gönderildiğini, ancak kaydadeğer çalışma bulmakta zorlandıklarını kabul eden Brad Fuller, David Goyer’in senaryosuyla ilgili olarak şu yorumu yapıyor:
    “David’in senaryosunu hepimiz çok sevdik. Yazım düzeyi açısından şu günlerde aldığımız diğer senaryolardan daha yüksekti. Ayrıca Platinum Dunes bünyesine katılışımızdan beri din ve şeytan çıkartma gibi konuları ele alan bir film yapmayı konuşuyorduk. David’in ele aldığı konunun izleyici üzerinde etki bırakacak ürkütücü bir konu olduğunu hemen fark ettik.”
    Diğer yapımcı Andrew Form şunları ekliyor: “Bugüne kadar ‘Batman Begins’, tüm ‘Blade’ filmleri ve ‘The Dark Knight’ gibi filmlere senaryo yazarı olarak imzasını atmış David Goyer gibi bir yazardan böyle senaryolar her zaman gelmez. Karşımıza çıkan fırsata balıklama atladık. Tam aradığımız gibi bir senaryo olduğu için de hemen harekete geçtik.”
    Platinum Dunes’in ortaklarına göre filmin yönetmenliğini de Goyer’in yapması tek seçenekti. Yapımcı Andrew Fuller bu kararın gerekçesini şu sözlerle açıklıyor:



    “İyi senaryo yazan birisinin yönetmenliği de mutlaka iyi yapacağını söylemek saçma olur. Ancak David bugüne kadar üç film yönetmişti. Kendisiyle konuşunca korku ve endişe boyutunun nerede olduğunu çok iyi anladığını gördük. Yönetmen seçimi geleneksel olarak zor bir karardır ama bu film için yaptığımız tercih, şirketimizin tarihinin en kolay tercihi oldu. Ortada tartışmasız bir gerçek vardı: Ya filmi David yönetecekti, ya da hiç yapmayacaktık.”


    Doğmaya Hazır: Filmin Oyuncu Kadrosu
    Goyer’in senaryosunun odak noktasında Casey Beldon karakteri vardı. Ailesine kuşaklardan beri lanetli bir ruhun dadandığını fark eden bu karakterin portresini çizecek oyuncu için film yapımcılarını zorlu bir görev bekliyordu. Yaşadığı terör duygusunu izleyiciyle paylaşırken başrolü kaldırabilecek çapta yetenekli genç bir kadın oyuncu bulunması gerekliydi.
    “The Unborn – Doğmamış”ın konusu Casey Beldon ile başlar ve biter. Güzel ve çekici bir üniversite öğrencisi olan Casey, şeytani bir lanetin fiziksel dışavurumları eşliğinde birtakım tuhaf olaylar yaşamaya başlamıştır. Başına gelen olaylar onu kendi ailesinin tarihindeki gerçeği aramaya yönlendirir. Goyer’in yazdığı senaryoda bu karakter, çalışkan ve parlak zekalı genç bir kadın şeklinde tanımlanır. Ancak biraz yalnızdır. Henüz küçük bir kızken annesinin intihar etmiş olmasının acısıyla yaşamak zorunda kalmış, zor zamanlar geçirmiştir.


    Goyer senaryosunu yazarken ilginç bir değişiklik yaptı. Senaryoya baş karakter ile başlayıp olayları onun çevresinde inşa etmek yerine Casey karakterini öykü için hayal ettiği olayların ve ortamın doğal bir ürünü olarak şekillendirdi. Bu yaklaşımı şu sözlerle özetliyor: “İki türlü yazar olduğunu düşünüyorum. Birincisi, önce karakterleri yazar, sonra olay örgüsünü oluşturur. İkincisi ise önce olay örgüsünü yazar, sonra bu olaylara göre karakterleri doldurur. Ben kesinlikle ikinci gruba giriyorum.”
    Casey Beldon rolünde Odette Yustman
    Casey Beldon rolü için doğru oyuncuyu arayan prodüksiyon timinin önünde hayli geniş bir oyuncu ağı vardı. “Biz tüm filmlerimizde daima daha genç aktörleri ararız. Bu oyuncuların uzun bir kariyeri yoktur. Böylece bir filmde star olma fırsatını yakalarlar. Kısacası bu roller için tercihimizi yaparken Hollywood’daki hemen hemen her genç oyuncuyla temasa geçeriz” diyor Fuller…
    Andrew Form şunları ekliyor: “Açıkçası Casey karakteri doldurmakta zorlandığımız rollerden birisi oldu. Tüm film bu karakterin omuzlarındaydı. Biz ise yeni ve taze bir yüz istiyorduk. Dolayısıyla böyle bir oyuncuyu bulmak kolay olmadı.”



    Film yapımcıları yüzlerce genç kadın oyuncu arasından tercih yapmaya çalıştılar. Bunca oyuncu arasında geçtiğimiz yılın olay filmi“Cloverfield”ten tanıdığımız Odette Yustman hemen dikkati çekti.
    Yapımcılardan Jessika Goyer’in, “The Unborn”un başrol oyuncusuyla ilgili yorumu şöyle: “Odette kesinlikle çok yetenekli bir oyuncu… Ayrıca sanki kapı komşunuz gibi bir havası var. Böyle bir havaya sahip olduğu için de arkadaşınız olmasını, çıktığı kabus gibi yolculukta onu korumak istiyorsunuz.”
    Casey Beldon rolünde kamera karşısına geçen Odette Yustman ise, portresini çizdiği genç kadına sempati duyduğunu belirterek şu yorumu yapıyor: “İlk okuduğum andan itibaren bu karakterden etkilendim. Casey karakteri annesinin intiharının verdiği acıyı artık atlatmış gibi davranır ve iyi olduğunu söyler. Ancak onu daima rahatsız eden birşeyler vardır. Annesinin ölümü konusunu babasıyla gerçek anlamda konuşamaz. Çünkü ikisi için de zor bir konudur.”


    Odette Yustman sözlerine şöyle devam ediyor: “Goyer’in senaryosunu okurken Casey karakterinin aşama aşama güçlendiğini fark ettim. Kuşaklardan beri ailesine dananan lanetin sırrını çözme umuduyla birlikte güçlülük duygusu daha da çoğalır. Başlangıçta tekrarlanan rüyalarla halüsinasyon gördüğünü düşünür. Ancak sonradan herşey daha ürkütücü hale gelir. Neyin yanlış olduğunu bulamadığı takdirde bu durum Casey için bir ölüm kalım meselesi haline gelecektir.”


    Casey’in erkek arkadaşı Mark Hardigan rolünde Cam Gigandet
    Kendisini rahatsız eden esrarengiz görüntülerin sırrını çözmeye çalışan Casey’in yardımına erkek arkadaşı Mark Hardigan koşar. Bu rolde kamera karşısına geçen Cam Gigandet’i dünya çapında hit film olan “Twilight – Alacakaranlık”ta oynadığı vampir James rolünden tanıyoruz. Genç aktör ayrıca “Never Back Down” adlı filmde de sıkı dövüşçü Ryan rolünde oynamıştı.



    Her iki filmde de kötü adamı oynayan genç aktör, “The Unborn” ile birlikte iyi karaktere terfi etmekten heyecan duyduğunu belirterek şu yorumu yapıyor: “Senaryoyu okuduğumda Mark Hardigan karakterinin gelişimi ilgimi çekti. Mark başlangıçta kız arkadaşını çok seven ve ona özen gösteren sıradan bir genç görüntüsü çizerken zaman içinde daha cesur hale gelir. Şeytani güçler zamanla onun kontrolünü ele geçirdiği halde mücadele etmeye çalışır.”
    Yapımcı Andrew Form’un genç aktörün performansıyla ilgili yorumu şöyle: “Cam Gigandet üstlendiği rolün ‘ikili’ yapısına kolayca uyum sağladı. Mark karakterinin iki farklı yönüyle ilgili kusursuz dengeyi kurarak inandırıcı bir oyun ortaya koydu. Hassas ve destekleyici erkek arkadaş konumundayken sonradan dönüşüm geçirerek çelişkili ve şeytani bir karakter haline gelecek iyi bir aktöre ihtiyacımız vardı. Aradığımız herşeyi Cam Gigandet’te fazlasıyla bulduk.”


    Soykırımdan kurtulmuş büyükanne Sofi Kozma rolünde Jane Alexander
    Annesinin intiharını araştırmaya başlayan Casey’in yolu farkında olmadan anne tarafından büyükannesi Sofi Kozma ile kesişir. Nazilerin Yahudilere yaptığı soykırımdan sağ kurtulmuş olan Sofi Kozma karakteri, aslında filmin spiritüel kalbidir. Casey’in Sofi’ye yönelmesi, kendisinde heterokromya adıyla bilinen vakanın (iki farklı göz rengine sahip olma durumu) olduğunu keşfetmesiyle başlar. Kahverengi gözleri parlak maviye dönüşmektedir ki, bu şeytanın yakınlarda olduğunun işaretidir.
    Dört kez Oscar adaylığı alan ve iki kez de Emmy ödülünü kucaklayan Jane Alexander’ın portresini çizdiği Sofi Kozma karakteri, Casey’in deneyimlediği sürreal görüntüler ve esrarengiz bedensel değişimlerle ilgili bir açıklama sağlar. Bunlar, Casey’in annesinin hamileliği sırasında ölen ikiz erkek kardeşini de kapsayan lanetli bir kan bağının direkt sonucudur.
    Portresini çizdiği Sofi Kozma için “karakter yörüngesi açısından sevimli bir rol” tanımlaması yapan Jane Alexander, “Sofi filmin başlangıcında muğlak ve belirsiz bir karakterdir. Ancak sonradan değişerek yaşamı boyunca sıkıntı üstüne sıkıntı yaşayan gerçekten iyi bir insan olur” diyor.
    Jane Alexander bu filmde oynarken yeni tanıştığı Macar aksanının egzersizini yapma fırsatı buldu. Deneyimli oyuncunun bu konudaki yorumu şöyle: “Çok az insan Macarca konuşur. Dünya üzerindeki en zor dillerden birisidir ama ben sadece aksanı öğrendim. Bu daha kolaydı. Macar aksanıyla konuşmaya hazırlanırken Nazi soykırımından sağ kurtulmuş bir Macar kadın ile birlikte çalıştım.”


    Casey’in en iyi kız arkadaşı Romy Marshall rolünde Meagan Good
    Kahramanımız Casey’e, Sofi’nin yaşadığı huzurevinde en iyi arkadaşı Romy Marshall eşlik eder. Sempatik ve sadık bir karakter olan Romy, arkadaşının ruhsal yıkımını önlemek için yardımcı olmaya çalışır. Bu rolde oynayan Meagen Good, Romy karakterini şu sözlerle tanımlıyor:
    “Romy ile Casey beraber büyümüşlerdir. Arkadaşının hep iyiliğini ister. Romy aslında bazı batıl inanışları olan bir kızdır. Casey’in tıpkı annesi gibi bilinmez bir spiralde kaybolup gitmesinden korkar. Casey’in karanlığı karşısında bir ışık gibidir. Casey’in ciddi ve çalışkan yapısına karşılık Romy’nin tamamen zıt kişiliği vardır. Daha umarsız ve gamsız tasasız birisidir.”
    Spiritüel danışman Rabbi Sendak rolünde Gary Oldman
    Sofi’nin yardımını alan Casey, ailesinin lanetli kökenlerini öğrenir. Artık geceleri rüyalar aracılığıyla neden eziyet çektiğini, gündüzleri de neden şeytani bir varlığın görüntüsüne gördüğünü bilmektedir. Şimdi bu çılgın gidişi durdurmak için tek umudu, deneyimli aktör Gary Oldman’ın portresini çizdiği spiritüel olaylar danışmanı Rabbi Sendak’tadır.
    Bu rolde Gary Oldman’ın oynaması film yapımcıları için tam bir sürpriz oldu. Yapımcı Brad Fuller bu süreci şu sözlerle anımsıyor: “Gary’nin bu filmde oynamak isteyeceğinden emin değildik. David Goyer daha önce ‘Batman Begins’ ile ‘The Dark Knight’ı yazmıştı ve Gary her ikisinde de iyi karakteri oynamıştı. David’in onunla uyumlu ve dostça bir ilişkisi olduğu için senaryoyu gönderip kararını beklemekten başka çaremiz yoktu.”
    “Batman Begins” ve “The Dark Knight”ta Bruce Wayne’in en yakın müttefiki Komiser Jim Gordon rolünde kamera karşısına geçen Gary Oldman, yakın dostu Goyer’a güzel bir sürpriz yaparak “The Unborn”da oynamayı kabul ettiğini bildirdi. Film yapımcıları için bu karar, piyangoda büyük ikramiye gibiydi.


    Oynadığı karakterin filmde hayati önemi olduğunu belirten Gary Oldman, Rabbi Sendak karakterini şu sözlerle tanımlıyor: “Sendak ilerici bir din adamıdır. Şeytani bir ruh tarafından rahatsız edildiği gerekçesiyle Casey ona gelir. Şeytan çıkartma olayına ihtiyaç var gibidir. Sendak ilk anda karamsar yaklaşır ama Casey’in ne kadar sorunlu olduğunu fark edince Aynalar Kitabı’nı çevirmesi konusundaki talebini dikkate alır. Casey’in hayatı ancak böyle kurtulacaktır. Casey’in ofisten ayrılışından sonra çeviri üzerinde çalışmaya başladığında sinagogda bir ses duyar. Araştırınca kafasının üstünde ters dönmüş bir kuduz köpek görür. Artık Casey’in söylediği şeylerde gerçek payı olduğuna ikna olmuştur.”
    Casey Beldon üzerinde şeytan çıkartma işlemi yaparken Oldman’ın çok yabancı bir dilde diyaloglar söylemesine gerek vardı. Bu konuda neler yaptığını şu sözlerle anlatıyor:
    “Şeytan çıkartma olayının kendisi Musevi kutsal kitabı Tevrat’ın Mezmurlar Bölümüyle ilişkilidir. Aslında bu bir duadan ibarettir. Ben Yahudi asıllı değilim, dolayısıyla İbranice konuşamam. Bu nedenle anlamlar ve telaffuz konularında beni yönlendiren birisiyle çalıştım. O çalışma sayesinde karakterle bağlantı kurdum. Aslına bakarsanız Beethoven’in portresini çizdiğim ‘Immortal Beloved’ adlı filme hazırlandığım şekilde bir çalışma oldu. Rabbi Sendak karakterini daha iyi tanıyınca gerisi kendiliğinden geldi.”


    Peder Arthur Wyndham rolünde Idris Elba



    Şeytan çıkartma işlemini yapmaya karar verdikten sonra Rabbi Sendak, en yakın dostu Peder Arthur Wyndham’ın yardımına başvurur. Film yapımcıları bu rol için İngiliz aktör Idris Elba’yı seçti. Goyer bu karakterin klişelerden uzak olmasını istiyordu. Bu nedenle izleyicinin Peder Wyndham karakteriyle ilk tanışmasının basketbol sahasında olmasını düşündü.
    “The Unborn – Doğmamış”ın kadrosunu tamamlayan diğer oyunculardan birisi, Casey’in babası Gordon Beldon rolünde oynayan James Remar olurken, Casey’in ölmüş annesi Janet rolünde konuk oyuncu olarak Carla Gugino kamera karşısına geçti.
    “The Unborn – Doğmamış”ın senaryosunda yer alan iki çocuk karakter için geniş kapsamlı bir araştırma yapıldı. Casey’e şeytani bir varlık formatında gözüken ürkütücü görünümlü Barto adlı küçük çocuk rolünde Ethan Cutkosky oynadı. Dibbuk’un bedenine girerek ele geçirdiği ilk çocuk olan Matty Newton rolünü ise Atticus Shaffer üstlendi.


    TERÖRÜ GÖRSELLEŞTİRMEK: BİR GERİLİM FİLMİNİN ÇEKİMİ

    “The Unborn – Doğmamış”ın çekimlerine 2 Mart 2008 günü Chicago’da başladı. David Goyer’in senaryosunu ilk tasarladığı yer olan Chicago kenti, Platinum Dunes şirketinin 2004 yılında çektiği “The Amityville Horror” adlı filme de ev sahipliği yapmıştı.
    Başlangıçta çekimlerin Portland’da yapılması düşünüldüğü halde sonradan mekan değişikliği yapılarak Chicago’da gerçekleştirildi. Prodüksiyon ekipleri ilk birkaç haftalık sürede Lake Forest yakınlarında bulunan Barat Koleji’nde çalışma yaptılar.


    Yapımcı Brad Fuller bu değişikliğin sebebini şöyle açıklıyor: “2004 yılında ‘The Amityville Horror’un çekimlerini Chicago’da yapmıştık. Orada harika bir çekim ekibiyle harika deneyimimiz olmuştu. Mart ayında bile kar yağacak kadar soğuk olan bir kente ihtiyacımız vardı. Ayrıca Chicago’nun bağlı olduğu Illionis eyaletinde gayet güzel bir vergi iadesi programı uygulanıyordu. Herşey harika gitti ve pratik mekanlarda birbirinden güzel çekimler yaptık.”
    “The Unborn”un çok büyük bölümünde yer alan Odette Yustman, özellikle Casey karakterinin bir oftalmologu (göz doktoru) ziyaret ettiği sahnede çok zorlandı. Gözlerinin renginin değişmeye başlamasından sonra gittiği göz doktoruyla ilgili bu sahne, genç oyuncunun hırsının ve yürekliliğinin sınavdan geçtiği fiziksel zorluklarla doluydu.


    Odette Yustman, göz doktoruyla ilgili sahnede yaşadığı zorluğu şu sözlerle hatırlıyor: “Göz doktoru sahnesi, oyunculuk anlamında bugüne kadar yaptığım en çılgın şeylerden birisi oldu. Gözlerimin yapısı çok hassas olduğu için mavi lens takmakta zorlanırım. Buna rağmen mavi lens takmam gerektiğini öğrenince herşeyin kolay olacağını düşündüm. Ta ki, David bana gözlerime spekulum (mavi ayna) yapıştırmam gerektiğini söyleyene kadar… Spekulum denen şeyin ne olduğunu bilmiyordum ama acı verici bir şey gibi görünüyordu. Bir gün sete getirdi ve, ‘Şunu gözlerine koyarsan harika olur’ dedi. Benim cevabım ise, ‘Ne? Benimle dalga mı geçiyorsun?’ şeklinde oldu.”
    Odette Yustman’ın sabrının testten geçtiği bir başka sahne ise, yüzlerce sarı çekirgenin saldırısına uğradığı, vücudunun her yanının çekirgelerle kaplandığı sahne oldu. Patates yapraklarıyla beslendikleri için “patates böceği” adıyla da bilinen sarı çekirgeler, dibbuk’un gelişim zincirini tamamlamak amacıyla ele geçirdiği çeşitli canlılardan bazılarıydı.


    Yönetmen Goyer bu fikri nasıl bulduğunu şu sözlerle aktarıyor: “Senaryoyu yazarken evimin arka bahçesinde bir Kudüs çekirgesi buldum. Gerçekten iğrenç görünümlüydü. Casey karakterine bunların yüzlercesinin saldırmasına karar verdim.”
    Casey yaşadığı zor günlerde Musevi usulü bir şeytan çıkartma işlemine ihtiyacı olduğuna inanmaya başlar. Sonuçta bunu gerçekleştirmesi için Rabbi Sendak’a başvurur. Bu seremoni, şeytani dibbuk’tan kurtulup özgürlüğüne kavuşması için en son girişimi olacaktır.


    Şeytan çıkartma sahnesi, tüm oyuncu ve teknik ekipler için en zorlu sahnelerden birisi oldu. Goyer filmin bu bölümünü çekmek için terk edilmiş eski bir kolejde görüntü yönetmeni Hawkinson ve ekibiyle birlikte 10 günü kapsayan bir çalışma yapmak zorunda kaldı.
    Goyer bu sahne için nasıl bir yaklaşım sergilediğini şu sözlerle anlatıyor: “Rüzgarların estiği, ışıkların çılgınca yanıp söndüğü, ortalığın cehenneme döndüğü bu sahne, filmin tepe yapacağı sahneydi. Filmin tamamını 45 günde çektik. Sadece şeytan çıkartma sahnesi bu sürenin dörtte birini aldı. Bu sahnenin ürkütücü olması gerekiyordu. Sahnenin çekimi sırasında hareket eden çok sayıda nesne olacağı için öncelikle çizimlerle hazırlanmam gerektiğini fark ettim.”


    Goyer sözlerine şöyle devam ediyor: “Bir filmi genellikle senaryo sırasına göre çekersiniz. Ancak ışıklandırma ve rüzgar hileleriyle dolu böylesine büyük bir sahnenin içerisinde kaybolmak istemedik. Sahneyi silsile halinde ardarda çekmeye karar verdik. Yol haritamız olarak da çizimleri kullandık. Ayrıca çok sayıda prova yapmak suretiyle bu sahneye hazırlandık.”
    Rabbi Sendak rolünde oynayan Gary Oldman’ın şeytan çıkartma sahnesiyle ilgili yorumu şöyle: “Şeytan çıkartma konusu her zaman ilgi çekti. Şeytan çıkartma ve beden ele geçirme olayları doğaüstü olaylar olduğu için hepimiz büyüleyici buluruz. Şeytan çıkartma konusunu ele alan birkaç belgesel izlemiştim. Ancak bu film, bu konuyu tamamen farklı bir açıdan ele alır. David Goyer’in ‘The Unborn’ için yarattığı tarihçenin son derece özgün olduğunu düşünüyorum.”


    Şeytan çıkartma sahnesi, Odette Yustman için de yeni bir engel anlamına geliyordu. Hayatının tam 10 gününü sürekli çığlıklar atarak geçirmek zorunda kaldığını söyleyen genç oyuncu, çekime nasıl hazırlandığını ve sonrasını şu sözlerle anlatıyor:



    “Ana araştırma kaynağım, YouTube sitesinde seyrettiğim gerçek şeytan çıkartma sahneleri oldu. İnsanlar farklı tepkiler veriyordu. Bazıları hiçbirşey yapmazken bazıları adeta çıldırıyordu. Ancak şunu söylemeliyim ki, ne kadar çok kitap okursanız okuyun, ne kadar çok film izlerseniz izleyin, yaptığınız işe kendinizi fiziksel olarak vermediğiniz sürece hiçbirisinin yardımı olmayacaktır.”
    Odette Yustman sözlerine şöyle devam ediyor: “Bu sahne için beni astanelerde yaralıların ve hastaların taşındığı tekerlekli bir yatağa bağladılar. Bedenimin alt kısmını zangır zangır titreten özel bir mekanizma vardı. Korkuyu daha çok hissetmek için bende belirli duyguları tetikleyen şarkılar dinledim. Yaşadığım en kötü deneyimleri aklıma getirmeye çalıştım.”


    Sahnenin çekimi sırasında herkesi şaşkınlığa sürükleyen bir olay yaşandı. Bir çekimin tam ortasındayken deprem meydana geldi. Chicago kentinde çok az deprem olduğu halde bu filmin çekimleri sırasında binanın sallanmaya başlaması üzerine oyuncu ve teknik ekipler de kararsız kaldılar. Acaba bu doğa ananın bir çalışması mıydı, özel efekt miydi, yoksa huzursuz bir ruh mu yapmıştı?
    Gary Oldman deprem sırasındaki duygularını şu sözlerle dile getiriyor: “1994 yılında Los Angeles’ta meydana gelen Northridge depremini sette çalışırken yaşamıştım. Onun yanında Chicago depremi sinek vızıltısı kalırdı ama doğaüstü gerilim filmi yaptığımız için, hiç deprem olmayan bir kentte depremi yaşamak hepimizde tuhaf duygular bıraktı.”


    Yapımcı Brad Fuller ise şunları ekliyor: “Şeytan çıkartma sahnesini çekmeye başladığımız ilk gecede deprem olması gerçekten tuhaf bir rastlantıydı. O sahneyi terk edilmiş eski bir kolejde çektik. Çalışmaya başlamadan önce kulağımıza o binanın perili olduğu yönünde dedikodular gelmişti. Kesinlikle ürkütücü bir yerdi ama şeytan çıkartma sahnesi için daha iyisini bulamazdık.”
    Eski Barat Koleji’ni bulmak ve şeytan çıkartma sahnesi için uygun hale dönüştürmek, çeşitli setler kurmak gibi işlerin hepsi prodüksiyon tasarımcısı Craig Jackson’un göreviydi. İşini büyük bir titizlikle yapan Jackson, uyguladığı yaklaşımı şu sözlerle açıklıyor:



    “Barat Koleji’ni bulmadan önce 50’den fazla mekanı inceledik. Sahnenin doğası, mimari boyutlar gibi özellikleri ön plana alarak araştırma yaptık. Mekan timlerimiz bu koleje girmek için bir ay mücadele verdiler. Sonunda başardığımızda bize terk edilmiş bir kiliseleri de olduğunu söylediler. Kiliseyi görünce gözlerimiz yuvasından fırlayacak gibi oldu. Boyutları ve görüntüsü kusursuzdu.”
    ****
    “The Unborn – Doğmamış”ın çekimleri, Chicago’da 2 Mayıs 2008 günü tamamlandı. Yaşanan bu deneyimden geriye prodüksiyon ekiplerinin paylaştığı çok özgün ve yaratıcı bir serüven kaldı.


    Yapımcı Brad Fuller izlenimlerini şu sözlerle dil getiriyor: “Bu filmi çekmek bizim en iyi deneyimlerimizden birisi oldu. Oyuncular birbirlerinin oyununu tırmandırdı. Sonuçta ortaya bu film için umduğumuz tüm beklentilerimizin çok ötesinde bir yapım çıktı. David ve kreatif ekipteki herkes, bu filmi izleyicinin daha önce hiç görmediği kadar ürkütücü ve rahatsız edici yapmak için çok sıkı çalıştılar.”


    Yapımcı Andrew Form şunları ekliyor: “Bu filmleri yaparken izleyicinin 90 dakikalık keyifli yolculuğa çıkmasını arzu ediyoruz. Umarım ki, izleyiciler eğlenirler, korkarlar, birkaç defa gözlerini kapatır, çığlık atarlar. Ama sonuçta sinema salonundan yüzlerinde bir gülümsemeyle çıkarlar.”


    Yazar / yönetmen Goyer de, ekibinin sağlamlığı ve film için umutlarını şu sözlerle dile getirerek son noktayı koyuyor: “Olağanüstü sıkı çalışan ekibime şükran borçluyum. Ayrıca oyuncu kadromun ve teknik ekiplerimin bana sunduğu detaylı çalışma için de teşekkür ediyorum. Birbirinden ürkütücü ve unutulmaz görüntüleri yaratmak için herkes bir araya geldi. Sonucun iyi olacağından ve psikolojik düzeyde izleyicinin aklında uzun süre yer edeceğinden eminim.”





    The unborn - ölümsüz Filmiyle ilgili Yorumlar