MUHAKEME.NET FORUMU

MUHAKEME.NET FORUMU (https://www.muhakeme.net/forum/)
-   Konu Dışı (https://www.muhakeme.net/forum/konu-disi/)
-   -   Osmanlı kız İsimleri (https://www.muhakeme.net/forum/konu-disi/23381-osmanli-kiz-isimleri.html)

Unnecessary 07-09-2009 13:43

Osmanlı kız İsimleri
 

-A-

ABİDE : Anıt - Değerli eser
AÇELYA : Fundagiller familyasından, kokusuz ama güzel renkli çiçek.
ADALET : Hak ve hukuka uygunluk, hakkı gözetmek.
ADİLE : Adaletli olan, doğruluktan ayrılmayan.
AFET : İnsanlığın önleyemediği büyük doğal felaket
AFİFE : Namuslu, iffetli, temiz ve dürüst
AFİTAP : Güneş / Çok güzel
AFŞAR : Atak, uyumlu, Oğuz boylarından birinin adı (Avşar)
AHSEN : En güzel, Çok güzel
AHU : Ceylan, karaca, maral - Güzel kadın
AJDA : Filiz, sürgün - Üzeri çentik çentik olan şey
AKASYA : Küçük sıra yapraklı, süs için yetiştirilen bir ağaç.Salkımağacı
AKGÜL : Beyaz gül, gül gibi
AKGÜN : Aydınlık gün
AKİFE : Sebatlı, kararlı - İbadet eden
ALARA : Al + ara. Al=Kırmızı, ara=bezeyen, süsleyen , Kırmızı süs anlamında bir tamlama
ALARCIN : Güzelliğini ateşin kırmızılığından alan
ALÇİN : Kırmızı renkli küçük bir kuş türü
ALEV : Ateşin çıkardığı yalım
ALEYNA : Esenlik ve güzelliklere sahip, esenlik içinde olan
ALİYE : Yüce, yüksek
ALTAN : Kızıl Şafak
ALTIN : Değerli bir metal (Paslanmayan, en iyi iletken)
ANDAÇ : Bir kimseyi hatırlamak için saklanan şey, hatıra
ARİFE : Tecrübeli, bilgili, sezgi ve anlayışa sahip
ARZU : İstek, özlem eğilim
ASENA : Türk Mitolojisinde Ergenekon destanında adı geçen dişi kurt
ASİYE : Acılı kadın / Direk
ASLI : Kök, köken - Aşık Kerem'in sevgilisi
ASLIHAN : Kökeni soylu han soyundan
ASRIN : Çağdaş, bu asıra ait olan, asıra uygun olan
ASU : Asi, ehlileşmeyen huysuz at - İsyankar
ASUDE : Sessiz, sakin dinlendirici
ASUMAN : Gök, gökkubbe, sema
ASYA : Yeryüzünün anakaralarından (kıta) birinin adı
AŞKIN : Aşmış, ileri, üstün/ Senin aşkın
ATEŞ : Yanıcı maddelerin yanmasıyla ısı ve ışığın ortaya çıkması
ATIFET : Karşılık beklemeden gösterilen sevgi, iyilik sever
ATİKE : Özgür - Soylu - Güzel, genç kız
AYBEL : Ay gibi dikkat çeken, aya benzeyen güzelliğiyle farkedilen, seçilen
AYBEN : Ay gibi. Ayın kendisi
AYBÜKE : Ay gibi parlak, aynı zamanda zeki, akıllı
AYCA : Ay gibi parlak ve aydınlık
AYCAN : İçi aydınlık
AYÇA : Ayın ilk günlerde aldığı biçim, hilal
AYÇİN : Ayçın, ay gibi, aya benzer
AYDA : Dere kıyılarında yetişen bir bitki - Parmakları, endamı güzel kadın
AYDAN : Aya benzer ay gibi
AYDİL : Güzel, parlak, aydınlık gönül
AYFER : Ayışığı
AYGEN : Gönül dostu
AYGÜL : Ay gibi güzel ve parlak renkli
AYLA : Kadın, eş zevce /Ayın çevresindeki ışıklı daire
AYLİN : Ayın çevresinde görülen ışıklı daire
AYNUR : Ay gibi ışıklı, pırıl pırıl
AYPARE : Ay parçası
AYSEL : Ay gibi parlak ve güzel
AYSEN : Aydan farksız, ayın yerdeki benzeri, güzel sevimli
AYSU : Ay gibi parlak, berrak su
AYSUN : Ay gibi güzel ve parlaksın
AYŞAN : Şanı ay gibi parlak olan
AYŞE : Yaşam, dirlik,
AYŞEGÜL : Güleç, güler yüzlü
AYŞEM : Ay ışığı - Benim Ayşem
AYŞEN : Ay gibi neşeli, parlak ve aydınlık
AYŞENUR : Nur gibi parlak, pırıl pırıl, ay gibi güzel
AYŞİN : Ay gibi, aya benzeyen
AYTAÇ : Ay gibi taçlı
AYTEN : Ay gibi beyaz tenli
AYTÜL : Tül gibi şeffaf ve ince ay ışığı gibi parlak
AZİME : Azmeden, yapmak için kesin kararlı / iri, kemikli yapılı
AZİZE : Kutsal, ermiş kadın - Sevgi hitabı
AZMİYE : Niyetli, kararlı
AZRA : Bakire, el değmemiş



Osmanlı:


-B-

BAHAR : Doğanın canlandığı mevsim
BAHRİYE : Donanma ve denizle ilgili
BALCA : Bal damlası, bal gibi
BALIM : Benim balım, tatlım - Çok sevgili, samimi arkadaş
BANU : Ev kadını , bayan
BARAN : Yağmur
BAŞAK : Tahılların tanelerinin bulunduğu kısım
BAŞAR : Başarılı ol anlamında
BEDİA : Güzellik, üstün değerli olan
BEDİHE : Başlangıç - Güzel söz
BEDRİYE : Ayın ondürdüncü geceki haliyle ilgili
BEGÜM : Saygıdeğer kadın, hanımefendi - Hint prenseslerine verilen san
BEHİCE : Şen güleryüzlü
BEHİRE : Güzel, asil
BEHİYE : Güzel ve alımlı kadın
BELGİN : Açık. belirli, farkedilen
BELİN : Şaşkınlık, hayret
BELKIS : Yunanca asıllı olup Arapçaya geçen tarihi bir isim
BELMA : Sakin, yumuşak
BENAN : Parmakla gösterilecek kadar güzel
BENGİ : Sonsuz, sonsuzluk
BENGİSU : İnsana ölmezlik verdiğine inanılan su / Abıhayat
BENGÜ : Sonu olmayan, ebedi
BENGÜL : Üzerinde benekler bulunan gül
BENİAN : Beni-an. Beni anımsa
BENSU : Su gibi aziz benlik
BERAY : Ayın en ışıltılı, en parlak hali
BERFİN : Kar toplayan
BERİA : Güzellik ve olgunlukta akranlarından üstün olan
BERİL : Mücevher olarak da kullanılan bir tür maden
BERİN : Manen çok yüksek
BERNA : Genç, delikanlı
BERRA : Bereketli olan
BERRAK : Temiz, saf, arınmış
BERRİN : Manen çok yüksek, yüce yaradılışlı
BERŞAN : Bir peygamberin din ve kitabını kabul eden
BESTE : Ezgilerin özgün dizimi,
BESTEGÜL : Gül demeti
BETİGÜN : Beti:Yüz (Bet benizdeki gibi) Gün: Aydınlık, Aydınlık yüz
BETİL/BETÜL : Temiz, iffetli
BETÜL : Ayrı kök salmış fidan - Hz.Meryem'in lakabı - Bakire
BEYHAN : Bey soyundan
BEYZA : En beyaz, en ak - Günahtan kaçınmış
BİHTER : En iyi
BİKE / BİKEM : Kadın, hanım
BİLGE : Çok bilen ve bildiklerini başkalarının yararına sunan
BİLLUR : Pek duru ve temiz cam
BİLUN : Yarım Ay
BİNGÜL : Bin gülün güzelliğinde
BİNNAZ : Çok nazlı
BİNNUR : Çok nurlu
BİRCAN : Herksçe sevilen, candan
BİRCE: Biricik, birtane
BİRGÜL : Tek ve benzersiz gül
BİRİCİK : Tek, bir tane, emsalsiz
BİRSEN : Yalnız Sen anlamında
BİRSU : Özel bir su biricik su gibi
BUCAK : Genellikle, geniş verimli bakımlı alanlara verilen ad (Köşe bucaktaki anlamı gibi)
BUKET : Çiçek demeti
BURCU : Güzel ve etkileyici kokunun salgılanışı
BURÇAK : Tohumları kullanılan bir bitki türü
BURÇİN : Dişigeyik
BUSE : Öpmek, öpüşmek, öpücük
BÜŞRA : İyi haber



Osmanlı:


-C-Ç-

CAHİDE : Çalışan, çaba gösteren
CANAN : Sevgili, yar
CANDAN : Yürekten, içten
CANEL : İçten, candan uzatılan dostluk eli
CANKAT : Yaşamına can ekle, sevinçle dol
CANSEL : Cana dair, canla ilgili
CANSIN : İçten, gönüldensin
CANSU : Cana benzer değerde
CAVİDAN : Ebedi, sonsuz
CELİLE : Büyük, ulu
CEMİLE : Hoşa giden davranış
CEMRE : Önce havada, sonra suda ve toprakta oluştuğu sanılan sıcaklık yükselişi
CENNET : Dinsel inançlara göre iyilerin ölünce gideceğine inanılan yer
CEREN : Ceylan, ahu
CEVHER : Bir şeyin özü - Güç, enerji - Değerli taşlar
CEVRİYE : Eziyet, cefa, sıkıntı
CEYDA : Yararlı, herkese iyilik yapan
CEYLA : Farsça kökenli bir kelime ceyl kökünden türemiş. Ceyl insanlık, insan soyu demek. Ceyla insanlığa atfedilmiş, bağışlanmış.
CEYLAN : Geyik cinsinden gözlerinin güzelliğiyle ünlü hayvan
CEYLİN : Farsça kökenli. Cennetin kapısı anlamında
CİHAN : Evren, alem
CİHANNUR : Alemi aydınlatan nurlu ışık
CİLVENAZ : Nazı özellikle yapan / Cilveyle nazı birarada bulunduran

-Ç-

ÇAĞLA : Badem, erik ve Kaysı gibi meyvaların ham hali
ÇAĞLAYAN: Şelale
ÇAĞRI : Davet
ÇİÇEK : Bitkilerin üreme organlarını taşıyan renkli bölümü
ÇİĞDEM : Zambakgillerden bir tür kır bitkisi
ÇİLAY : Ayın üzerinde beliren açık renkli lekeler
ÇİLER : Güzel öten, güzel ötüşlü
ÇİSEM : Çiseleyen yağmur
ÇOLPAN : Gözleri uzağı iyi gören, ilerigörüşlü



Osmanlı:


-D-

DALGA: Hareketli su kütlesi; Denizin rüzgarlı havada kabarıp kıyıya sürüklenmesi

DAMLA: Yağmur ya da bir sıvının çok küçük yuvarlak biçimli parçası

DEFNE: Yaprakları güzel kokulu, yaz-kış yeşil olan bir bitki

DEMET: Çiçek bağlamı, deste

DEMRE: Noel Baba'nın doğduğu sanılan tarihi yer

DENİZ: Yeryüzünün çoğunu örten engin su

DEREN: Toplayan, düzenleyen, pekiştiren

DERİN: Sığ olmayan

DERYA: Büyük deniz anlamında

DESEN: Çiçek, çizgi gibi süs şekilleri

DESTEGÜL: Mevlevi dervişlerinin giydiği ince kumaştan yelek

DEVİN: Hareket, kımıldanış

DEVRİM: Yerleşik toplumsal düzeni, köklü, hızlı ve geniş kapsamlı olarak niteliksel değiştirme ve yeniden biçimlendirme işlemi

DİCLE: Bir nehir adı

DİDE: Göz, göz bebeği

DİDEM: Gözüm gibi sevdiğim, sevgilim

DİLARA: Gönül alan, gönül okşayan.

DİLAY: Gönle ışık saçan, ay kadar güzel

DİLDAR: Gönlü baskı altında tutan sevgili

DİLDE: Ünü her tarafa yayılmış, herkesin konuştuğu, herkesin dilinde olan kimse

DİLEK: İstek, rica

DİLEM: Gönül ilacı

DİLER: Dilemek eyleminden

DİLHAN: İçten ve yürekten konuşan

DİLNİŞİN: Gönülde yer tutan,hoş,güzel

DİLRÜBA: Gönlü şen,dertsiz

DİLSU: Dil+Su

DİLŞAH: Gönül şahı,sevgili

DOĞA: Yaradılış ve yapı özelliklerinin tümü; Tabiat

DOĞANGÜN: Doğmakta olan gün

DOĞAY: Ayın yeni doğuş hali

DOĞU: Günneşin doğduğu ana yön

DOLUNAY:Ayın tam yuvarlak olduğu an

DORA: Doruk, zirve

DUYGU: Kişi, olay ve nesnelerin bireyin iç dünyasında uyandırdığı izlenim

DÜŞÜM: Hayalimdeki, düşlediğim, istediğim anlamında



Osmanlı:


-E-

EBRU: Bulut renginde; Hare gibi dalgalı ve damarlı; Kitap kabı yapmak için kullanılan renkli kağıt; Hareli boyama yöntemi

ECE: Türdeşleri arasında üstünlüğü yeteneği olan kadın, güzel kadın; Kraliçe

ECEGÜN: Çok güzel bir günde doğan

ECEM: Kraliçem, sevgili kraliçe anlamında

ECMEL: Çok güzel

EDA: Naz, cilve anlamında

EFSUN: Büyü, sihir

EGE: Türkiye'nin batısında yer alan deniz

ELÇİN: Deste, tutam

ELİF: Arap alfabesinin ilk harfi; Anadolu'da kibar, narin yapılı, ince-uzun anlamında kullanılır

ELVAN: Renkler,çeşitler

EMET: Bereket, bolluk

ENER: Dağ eteği

EREM: Cennet

ERENDİZ: Jüpiter gezegeninin adı

ERKE: Enerji, iş başarma gücü; Nazlı

ESEN: Sağlıklı, salim

ESER: Emek sonucu ortaya çıkan ürün, yapıt; Yok olmuş bir nesneden kalan parça

ESİN: Sabah rüzgarı

ESNA: Yüksek, yüce

ESRA: En çabuk, çok çabuk

EVİN: Bİr şeyin içindeki öz; Buğday tanesinin olgunlaşmış içi, özü

EYLÜL: Sonbaharda bir ay adı

EZGİ: Belli bir kurala göre yaratılan ve kulakta haz uyandıran ses dizisi; Melodi, şarkı, türkü

FAZİLET: Erdemli, iyi ahlaklı

FERAH: Aydınlık, iç açıcı

FERAY: Ayışığı, ayın parlaklığı

FERCAN: İnsanın ruhuna aydınlık veren bir içtenliğe sahip olan

FERDA: Gelecek zaman, yarın; Kıyamet

FERHAN: Sevinçli, gönlü hoş

FERZİN: Kraliçe

FEYZA: Bolluk, çokluk

FEZA: Boşluk, sınırsızlık; Uzay

FİDAN: Yeni yetişen ağaç

FİGEN: Yaralayan, kıran

FİLİZ: Tohumdan çıkan sürgün

FİRUZE: Açık mavi renkte, değerli bir süs taşı

FULYA: Nergisgillerden güzel kokulu sarı bir çiçek

FUNDA: Çalı ormanı, çalılık; Püskül, tepelik

FÜRUZAN: Parlayan, parlak

FÜSUN: Büyü





Osmanlı:


-G-

GAMZE : Çene ya da yanakta gülümserken beliren çukurluk
GAYE : Amaç , erek, varılmak istenen hedef
GAZAL : Ceylan, geyik - Güzel, iri göz
GENCAY : Hilal
GİZEM : Sır / bilinmeyen şeyler, esrarengizlik
GONCA : Açılmamış, tomurcuk halinde gül
GÖKBEN : Özü genç olan
GÖKÇE : Sevimli güzel / Gök rengi, mavimsi
GÖKÇEN : Mavi gözlü
GÖKNİL : Gökyüzüne ait olan, Gök + Nil olarak da düşünülebilir
GÖKNUR : Nurlu, ışıklı, aydınlık gökyüzü
GÖKSU : Mavi su, akarsulara verilen ad
GÖKŞİN : Gök gibi mavi gözlü / Sonsuz mavi derinlik
GÖNÜL : Kalp, eğilim, sevgi arzu heyecan gibi duyguların bulunduğu yer
GÖRKEM : İhtişam, gösteriş
GÖZDE : Göze girmiş, birince sevilip beğenilen
GÜHER : İnci / Soy sop
GÜL : Gülgillerin örneği olan bitki ve bunun çiçeği
GÜLAY : Güllerin açtığı ay, mayıs
GÜLBAHAR : Ebru yapmakta kullanılan koyu kırmızıboya
GÜLBEN : Ben, gül'üm anlamında
GÜLBİN: (Fars.) Gül kökü, gül biten yer
GÜLBİZ : Bizim gülümüz
GÜLCAN : Gül gibi güzel canlı
GÜLÇİN : Gül derleyen, gül toplayan
GÜLDEM : Hiç solmayan her dem gül, her dem gülen
GÜLDEN : Gül gibi, güle ait, gülden yapılmış
GÜLDEREN : Gül toplayan
GÜLDESTE : Gül destesi
GÜLEN : Güleç yüzlü
GÜLENDAM : Gül gibi endamlı, zarif görünümlü
GÜLER : Gülen, sevinçli
GÜLFEM : Gül dudaklı, gül ağızlı
GÜLFİDAN : Gül fidanı gibi endamlı
GÜLGÜN : Gül renginde, kırmızı, pembe
GÜLHANIM : Gül gibi güzel kadın
GÜLİN : Güle ait olan, gülden gelen
GÜLİSTAN : Gül bahçesi
GÜLİZ : Gül gibi güzel iz bırakan
GÜLİZAR : Gül yanaklı
GÜLLÜ : Güzel kadın / Gülü olan
GÜLNAZ : Gül gibi ince ve narin
GÜLNİHAL : Gül fidanı
GÜLNUR : Çevresini aydınlatan gül
GÜLPEMBE : Gül pembesi / Gül gibi pembe yanaklı
GÜLRİZ : Gül saçan, gül serpen
GÜLSELİ : Gül seli
GÜLSEN : Gül gibi güzel
GÜLSEREN : Gül toplayan, dağıtan
GÜLSOY : Gül gibi güzel bir soydan gelen
GÜLSÜM : Yuvarlak yüzlü, güzel
GÜLSÜN : Yaşam boyu yüzü hep gülsün anlamında
GÜLŞAH : Gül dalı, güllerin kraliçesi
GÜLŞEN : Gülistan / Gül bahçesi
GÜLTEN : Gül gibi pembe tenli
GÜLÜMSER : Her zaman gülümseyen
GÜN : Gündüz vakti / Aydınlık
GÜNAL : Gün al yaşa, kızıl renkli güneş
GÜNER : Güneşin doğma zamanı - Fecr
GÜNEŞ : Kendi sistemi içindeki gezegenlere ısı ışık veren gökcismi
GÜNGÖR : İyi günler yaşa anlamında
GÜNİZ : Günün başlangıcını belirleyen görüntü
GÜNNUR : Güneş ışığının aydınlığı, nuru
GÜNSEL : Günle ilgili güne ait
GÜNSELİ : Işık seli, bol parlak ışık demeti
GÜRCAN : Herkesi seven, özveride bulunan
GÜVEN : Birşeyden beklenen niteliğe inanıp ona göre davranmak
GÜZİDE : Seçkin, seçme, seçilmiş
GÜZİN : Seçici, beğenici



Osmanlı:


-H-

HALENUR: Kutsal ışık

HANDAN: Güleç, sevinçli

HANDE: Daima gülen, gülücük

HANİFE: Allahın birliğine inanan; Hz. Muhammed zamanından önce tek tanrıya inanan

HARİKA: Sıradanlığın üstündeki nitelikleriyle insanda hayranlık uyandıran

HASLET: Doğuştan gelen güzel huy

HAYAL: Varmış, olmuş gibi zihinde canlandırılan imge, görüntü

HAYAT: Ömür, yaşam

HAZAL: Kuruyup dökülen ağaç yapraklarının güzelliği

HAZAN: Sonbahar

HAZAR: Barış

HERA: Mitolojide analığın yüceliğini temsil eden tanrıça

HEVES: Bir şeye duyulan istek

HEVİN: Aşk, sevda

HELİN: YUVA

HİLAL: Ayın yay biçimindeki görünüşü

HİLDE: Kurtulmak, yükselmek, ilerlemek

HOŞSEDA: Hoşa giden ses

HÜLYA: İnsanın kurduğu tatlı düş; Sevda

HÜMA: Efsanelerde geçen, yere konmayıp sürekli gökte kaldığına inanılan cennet kuşu

HÜMEYRA: Kızıllık, pembelik

HÜNER: İnce ve şaşırtıcı ustalık

HÜRREM: Sevinçli, güleryüzlü

HÜSNA: Pek çok güzel

HÜSÜN: Güzellik



Osmanlı:


-I-İ-

I-
IĞIL: Çok yavaş akan su

ILGAZ: Atın dört nala koşması

ILGIM: Serap

ILGIN: Beyaz ya da pembe, çiçekli, çok hafif yapraklı bir ağaççık (genellikle küçük akarsu kıyılarında bulunur)

ILGIT: Esinti ve akış için kullanılan yavaş yavaş anlamında

ILIM: Uzlaşmacı yumuşaklık

IRMAK: Akarsuların en büyüğü

IŞIK: Cisimleri görmeyi, renkleri ayırtetmeyi sağlayan fiziksel enerji

IŞIL: Pırıltı, parlaklık, ışık, aydınlık

IŞILAY: Işıltılı ay, parlayan ay

IŞIN: Bir kaynaktan belli bir doğrultuya giden ışık çizgisi

ITIR: Güzel koku; El ve yüze sürülen çiçek özü, esans


İ-
İDİL: Kır yaşamı içinde aşk konusunu işleyen kısa şiir; Volga ırmağına Türkler'in verdiği ad

İLAYDA: Su perisi

İLBÜKE: İlbey hanımı, seçkin hanım

İLGİ: İki şey arasındaki ilişki; Birşeye duyulan merak; Eğilim

İLGÜN: Ülke güneşi

İLKBAHAR: Yılın ılık mevsimi

İLKE: Temel alınan düşünce, kural

İLKGÜZ: Eylül ayı

İLKİM: İlk çocuğum anlamında

İLKİN: İlk çocuklar için kullanılan adlardan

İLKNUR: İlk+NUR=İlk ışık

İLKYAZ: İlkbahar

İLSEL: İlle ilişkili, yurtla ilişkili

İLTER: Yurdu koruyan, yurtsever.

İMGE: Düş, hayal, görüntü, tasarım

İMRAN: Evine bağlı, evcimen anlamında

İMREN: İmrenmek fiilinden, görünen şeyi edinme isteği.

İNANÇ: İnanılan şey

İNCİ: Süslemede kullanılan, istiridyede yetişmiş değerli madde

İNCİLAY: Parlama,ışıldama

İPAR: Yüksek dağların kar tutmayan yerlerinde yetişen çiçek

İPEK: İpekböceği kozasından elde edilen ince, parlak kumaş

İREM: Bahçeleriyle ünlü masal kenti

İREN: Özgür, serbest

İRİS: Mitolojide Tanrıların elçisi

İYEM: Güzellik

İZEL: El izi anlamında

İZEM: Büyüklük, ululuk

İZGİ: Güzel, adaletli, zeki

İZLEM: İzlemek eylemi

İZİM: Önceden bulunduğum yerde bıraktığım belirti anlamında



JALE: Çığ, kırağı. Sabahları otların üzerinde olan su damlaları

JALENUR : Parlayan, ışıldayan çiy

JÜLİDE : Karışık, dağınık saç

JANSET : Güneşin Doğuşu (Çerkez İsmi)

JANSELİ : Güneşin Doğduğu Yer (Çerkez İsmi)

JASMİN: Yasemin

JEYAN: Kızan, kükreyen

JİNSAL: Çağ, yaş, dönem



Osmanlı:


-K-

KADER : Değişmez bir karar ile iyilik yada kötülük hazırladığına inanılan olağan üstü güç
KADRİYE : Değerle ilgili / İtibar, onur
KAMELYA : Çaygillerden büyük çiçekler açan bir bitki - Yabangülü
KAMİLE : Tam, eksiksiz - Kemale ermiş - Bilgin, bilgili
KAMURAN : İstediğine ulaşmış, mutlu
KARANFİL : Kokulu bir çiçek
KARDELEN : Baharda çok erken açan bir çiçek - Çiğdem
KARMEN : Parlak kırmızı
KAYRA : Büyük birinden gelen iyilik - İhsan
KERİMAN : Cömert - Ulu, büyük
KERİME : Cömert - Ulu, büyük - Kız çocuk
KEVSER : Cennette bir akarsuyun adı
KEZBAN : Aslı Kedbanu - vekilharç kadın (evi çekip çeviren)
KISMET : Talih, nasip, kader
KIVILCIM : Yanan bir maddeden sıçrayan ateş parçası
KIYMET : Değer, paha (baha), bedel
KİBARİYE : İnce, zarif - Cömert, asil
KİRAZ : Gülgillerden bir meyva ağacının sulu
KÖSEM : Sürülere rehberlik eden - Cildi temiz, pürüzsüz
KUMRU : Güvercinden küçük boz renkli kuş
KÜBRA : En büyük



Osmanlı:


-L-

LAL: Parlak, koyu kırmızı renkte olan
LALE : Yaprakları uzun, çiçekleri kadeh biçiminde çeşitli renkleri olan soğanlı bir süs bitkisi
LALEHAN : Lalelerin sultanı
LAMİA : Parlak, parlayan
LATİFE : Yumuşak, hoş,güzel,nazik - Güldüren güzel söz , şaka
LEMAN : Parlama, parıltı
LEMİDE : Parlak, parıldayan
LERZAN : Titreyiş, titrek
LETAFET : Latiflik, hoşluk - Güzellik
LEYLA : Uzun ve karanlık gece
LEYLİFER: Gece ışığı
LİLA: Açık eflatun
LÜTFİYE : İyi muamele, güzellik ve hoşlukla ilgili
LÜTUF : İyilik, güzellik, hoşluk - İhsan, bağış



Osmanlı:


-M-

MACİDE : Şan ve şeref sahibi
MAHİNUR : Ay ışığı - Ay yüzlü güzel
MAHMURE : Uyku basmış, yarı baygın göz
MAKBULE : Alınan, kabul olunan, beğenilen
MANOLYA : Beyaz, güzel kokulu ağaç ve çiçekleri
MARAL : Dişi geyik, ceylan, karaca
MEDİHA : Övülmeye neden olan
MEFHARET : Övünç, övünme, kıvanç
MEFKURE : Ulaşılmak istenilen en yüce amaç
MEFTUN : Gönül vermiş, tutkun
MEHPARE : Ay parçası
MEHTAP : Ay ışığı, Dolunay
MEHVEŞ : Ay yüzlü güzel
MELAHAT : Güzellik, güzel yüzlülük, yüzünde tatlı ifade olmak
MELDA : İnce ve taze vücutlu
MELEK : Allah ile insanlar arasında aracılık yapan manevi yaratık
MELİHA : Güzel, Şirin
MELİKE : Kadın hükümdar, hükümdarın karısı
MELİS : Bal arısı
MELİSA : Baklagillerden, yaprakları liomu andıran kokulu bir bitki
MELODİ : Ezgi, müzik parçası
MELTEM : Yazın, karadan denize doğru esen mevsim rüzgarı
MENEKŞE : İnce saplı, ufak mavi çiçekli güzel kokulu bitki
MENGÜ : Ebedi, ölümsüz
MERİÇ : Bulgaristanla olan sınırımızda bulunan bir nehir
MERİH : Dokuz gezegenden biri (Mars)
MERVE : Mekke yakınlarında bir dağ
MERYEM : Dinine bağlı kadın
MESUDE : Mutlu, bahtiyar
MISRA : Şiirin bir satırı
MİHRİBAN : Seven, şefkatli
MİMOZA : İnce sarı yapraklı çiçek açan bir süs bitkisi
MİNE : Maden eşya üstündeki renkli sır tabakası
MİRAY : Yılın ilk aylarında doğan / Güneş gibi ay gibi parlayan
MUALLA : Makam ve rütbece yüksek olan
MUAZZEZ : Saygı uyandıran, kıymetli - İzzet, şeref sahibi
MUHTEREM : Saygın, saygıdeğer
MUKADDER : Tanrı hükmü, kader, alın yazısı
MUKADDES : Kutsal olan , mübarek olan Mukaddes Kutsal olan , mübarek olan
MUNİSE : Sıcak kanlı, sevimli
MUZAFFER : Zafer kazanan, üstün gelen
MÜBERRA : Aklanmış, temize çıkarılmış
MÜCELLA : Parlak, cilalanmış
MÜESSER : Eser bırakan, eser sahibi
MÜGE : İnci çiçeği,
MÜJDE : İyi haber, sevinçli haber
MÜJGAN : Kirpik
MÜKRİME : İkramı bol olan
MÜNEVVER : Aydınlatılmış, parlak ışıklı, bilgili
MÜNİRE : Işık veren, aydınlatan
MÜRÜVVET : Kişilik, şahsiyet, insanlık
MÜŞERREF : Onurlandırılmış, şerefli kılınmış
MÜYESSER : Kolaylıkla yapılan
MÜZEYYEN : Süslü, süslenmiş, bezenmiş



Osmanlı:


-N-

Naciye : Kurtulmuş, selamete kavuşmuş
Nadide : Görülmemiş, görülmedik, ender bulunan
Nadire : Az bulunur, seyrek, ender bulunan
Nalan : İnleyen, feryad eden
Naşide : Şiir söyleyen, şiir okuyan
Naz : Kendini beğendirmek amacıyla yapılan davranış
Nazan : Nazlanan, işve yapan, cilve yapan
Nazlan : naz yap, cilveli ol
Nazlı naz : yapan, cilveli, işveli
Nazlı : Naz eden, cilveli, işveli
Nazlım : naz yapanım, işvelim, cilvelim, benim nazlım
Nazmiye : Vezinli ve kafiyeli sözle, nazımlailgili
Nebahat : Onur, şeref, ün
Necla : Çocuk, evlat, oğul, kuşak, sülale,nesil
Necmiye : Yıldızlarla ilgili, yıldızlaraait
Nehir : Irmak, büyük akarsu
Nemutlu : Imrenilecek bir olgu dolayısıyla söylenen bir söz
Nergis : Çiçekleri ayrı ayrı ya da bir kök üzerinde sarı ve beyaz renkte bir bitki
Neriman : Pehlivan, yiğit
Nermin : Yumuşak
Neslihan : Han soyundan gelen
Neslişah : Şah soyundan gelen
Nesrin : Bir tür yaban gülü
Neşe : Sevinç, gönül ferahlığı
Nevin : Yeni
Nevra : Işıklı parlak, çiçek
Nezahat : İç temizliği, paklık
Nezaket : Naziklik, zariflik, incelik ç
Nezihe : Temiz, pak
Nice : ne kadar, ne denli, nasıl, oldukça çok
Nida : Seslenme, çağırma, seslenen
Nigar : Resim, resim gibi güzel
Nihal : İnce ve düzgün vücutlu, fidan gibi
Nihan : Gizli, saklanmış, görünmeyen, sır, giz
Nil : Afrika kıtasında bir nehir
Nilay : Nil ve Ay, Nil'e ışıklarını saçan Ay
Nilgün : Mavi renkte, çivit rengi
Nilhan : Nil'in hanı
Nilüfer : durgun sularda yetişen, yaprakları yuvarlak ve geniş Beyaz, sarı, mavi, pembe, çiçekli bir bitki
Nimet : İyilik, iyi bir yaşantı için gerekli şeyler
Nisa : Kadın


Odil : o tatlı dil
Oflaz : çok güzel, güzel olduğu için sevilen
Okşan : Sevil, sevgiye değer ol
Olca : savaşta ele geçirilen mal
Olcay : rastlantıları düzenlediği, böylece de insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığı sanılan şey, şans, talih
Olçum : eli işe yatkın, becerikli, usta, yetenek
Olgaç : olgunlaşmış, yetişmiş, bilen, bilgili
Oluş : olma biçimi, var oluş
Omay : beğenilen, sevilen
Omca : bağ kütüğü
Ongu : onmuş olma durumu, sağlık, mutluluk
Onur : Kişinin kendi öz saygısı, iç değeri, insanın kendine olan saygısı kibir çalım kurum
Onuray : onurlu ve Ay gibi güzel
Oray : kent üstüne doğan, Ay, kentli Ay
Orgül : kent gülü, kale burcundaki gül
Ortanca : yaş bakımından büyükle küçük çocuk arasında bulunan
Oskay : neşeli, şen, sevinçli
Oya : Dantel, süs, küçük kız kardeş
Oylum : derinlik, bir cismin uzayda doldurduğu boşluk, kıvrım, bukle
Oytun : kuytu yer, beğenilen, güzel kuytu yer, kendisinde kutsallık bulunan, kutsal


Ö

Öbek : tomurcu, aynı türden şeylerin oluşturduğu yığın küme
Ödül : Iyi bir işe, bir başarıya karşılık olarak verilen şey armağan
Öğe : Öke
Öğet : Iyi, uygun, güzel
Öğün : güzelliğinle, herşeyinle, övün, kendini öv
Öğünç : övünmeye yol açan ya da hak kazandıran şey, Övünme; kıvanç, övünç, sevinç
Öğüş : övme biçimi
Öğüt : bir kimseye yapması ya da yapmaması gereken şeylerle ilgili Olarak söylenen, isteklendirici ya da caydırıcı söz
Öke : olağanüstü işler başaracak yetenekte kişi, çok yetenekli
Önay : Ay'ın ilk günlerindeki durumu, ilkay
Öney : önde giden, ileri giden, önde olan
Öngül : (ilk çocuk için) ilk gül, önde gelen gül, önde gelen
Öniz : (ilk çocuk için) ilk iz, önceki iz
Ören : eski yapı ya da kent kalıntısı
Örengül : örende yetişen bir tür gül, ak gül, yaban gülü
Örge : süs, motif
Övgü : övme, övmek için söylenen söz
Övgül : övgüye değer, övülmeye değer, övülesi
Övgün : övülmeye değer, övgüye değer, övülesi
Övgünç : bkz. Öğünç, övünç
Övül : övülesin
Övün : kendinle, güzelliğinle övünmelisin, övünesin
Övünç : övünmeye yol açan ya da hak kazandıran şey, kıvanç, sevinç, övgünç,
Öykü : ayrıntılarıyla anlatılan olay; gerçek ya da tasarlanmış olayları Anlatan, romandan kısa düzyazı türü, hikaye
Özal : özü al, özü kızıl yalım rengi, al özlü, nar çiçeği özlü, öz al
Özaltan : özü kızıl sabah vakti, öz al renkli tan
Özaltın : özü altın, altın gibi içsel varlığı olan; halis altın
Özant : Içten ant, samimi yemin
Özarı : özü temiz, temiz ve öz, öz ve arı
Özay : özü Ay gibi, gerçek ay, asıl Ay
Özaydın : özü aydınlık, içsel varlığı pırıl pırıl
Özaytan : özden Ay gibi doğan tan
Özbal : hiçbir katkısı olmayan bal, gerçek bal, katkısız bal,bal özü
Özbek : yürekli, doğru, Orta Asya'da yaşayan bir Türk boyunun ve bu boydan olanların adı
Özbil : özünü bil; ayrıntıyı değil "öz" olanı bil, özü bil
Özbilek : özünü bilen, öz bilgili
Özbilen : "az ama öz" bilen, herşeyin özünü bilen
Özbilge : öz bilen bilgili kişi
Özbilir : "az ama öz" bilir, herşeyin özünü bilir
Özcan : özden doğan can
Özdal : küşinin özünden dal gibi doğan



Osmanlı:


-P-

Pakize : Çok temiz, hoş ve güzel
Papatya : baharda çiçek açan, taç yaprakları beyaz, ortası sarı çiçekli bir kır bitkisi
Parla : parılda, pırıl pırıl aydınlık saç
Parlar : parıldar, pırıl pırıl eder, ışık saçar
Pekay : Ay'a pek benzeyen; sert Ay, katı Ay; sağlam Ay
Peköz : sağlam öz, özü sağlam kimse
Pekşen : çok neşeli, çok şen
Pelin : Siyah ve beyaz renkte acı kokulu bir tür bitki
Pelinsu : Pelin + Su (Bkz Pelin)
Pelit : meşe ağacı ve yemişi
Pembe : Açık kırmızı renk
Peren : yaprakları gri yeşil ve tüylü, çobanyastığı da denilen bir bitki
Peri : Çok güzel, çekici, dişi cin
Perihan : Peri padişahı, perilerin başı
Perran : Uçan, uçucu
Pervin : Ülker yıldız takımı (Süreyya)
Petek : Arı kovanı, bal mumundan yapılan hazne
Pınar : Suyun topraktan kaynayıp geldiği yer
Pırıl : "pırıl pırıl" ikilemesinin tekil hali, ışıl
Pırıltı : parlayan bir şeyin çıkardığı ışık
Piraye : Süs, bezek
Pürçek : bitkilerin saçaklı kökü ya da püskülleri; şakaklardan sarkan Saç, zülüf, perçem
Püren : sarı, kırmızı ve çok güzel çiçekleri olan, ufak yapraklı, arıların Çok sevdiği bir tür çalı



Osmanlı:


-R-

RAHŞAN: Parlayan, parlak, aydınlık

RANA: İyi, güzel, yumuşak, hoş

RAVZA: Sulu, su yatağı yer; Bahçe

RENAN: Çok ses çıkaran, çınlayan

RENGİN: Boyalı, renkli; Hoş, latif ve güzel

REVAN: Yürüyen, giden; akan, akıp giden

REYHAN: Yaprakları güzel kokan bir süs bitkisi, fesleğen

REZZAN: Ağırbaşlı, onurlu

RUHAN: Güzel kokulu

RUHSAR: Yanak, yüz, güzel yüz

RÜÇHAN: Üstünlük

RÜYA: Düş; Gerçekleşmesi imkansız durum, hayal; Gerçekleşmesi beklenen şey, umut



Osmanlı:


-S-

SAADET : Mutluluk
SABAH : Günün başlangıcı
SABAHAT : Güzellik
SABİHA : Güzel, şirin
SABİTE : Yerinde duran, kımıldamayan
SABRİYE : Sabırlı, dayanıklı
SACİDE : Secdeye varan, yere yüz süren
SADRİYE : Göğüsle ilgili
SAFİYE : Katıksız, katışıksız saf
SAHİBA : Bir şeyi elde etmiş olan
SAHURE : Sahur zamanı doğan kız çocuğuna verilen ad
SAİME : Oruç tutan, oruçlu
SAKİNE : Oynamayan, kımıldamayan, durgun
SALİHA : İyi, yarar, yetkili, hakkı olan
SALİME : Eksiksiz, sağ, sağlam
SAMİME : Bir şeyin temeli, en köklü yeri
SAMİYE : Yüksek, ulu
SANAY : Ay gibi güzel
SANEM : Put - Güzel kadın
SANİA : Sanat eseri yaratan - Yapan , oluşturan
SANİYE : Dakikanın 60'ta biri süresinde zaman birimi
SATI : Düğün alışverişi - Satış, alışveriş
SEBLA : Uzun kirpikli göz
SEÇİL : Beğenilen, seçilen
SEDA : Yankı, ses
SEDEF : Midye ve istiridye gibi hayvanların beyaz ışıltılı parlak kabuğu
SEDEN : (Sedan) sesin, seslenişin
SEHER : Tan ağartısı, ortalığın aydınlandığı an
SELCAN : Hareketli, coşkulu
SELDA : (Seldağ) Dağ seli, dağdan inensel
SELEN : Haber, havadis, kulakla duyulan,işitilen
SELİN : Senin Sel'in, Sana ait sel
SELMA : Doğru ve iyi yolda, selamette olma
SELVİ : Yaz kış yeşil kalan ince uzun birağaç
SEMA : Gökyüzü
SEMAHAT : Cömertlik, el açıklığı
SEMİHA : Cömert gönüllü, eli bol
SEMİN : Değerli, pahalı
SEMİRAMİS : Asur kraliçesinin adı
SEMRA : Esmer
SENA : Övme, övüş - Şimşek parıltısı
SENAY : Ay gibisin sen anlamında
SENEM : Tapılacak kadar güzel kadın, sevgili
SENİHA : Yüce, yüksek
SERAP : Çölde uzaktan su gibi görünen ışık yanıltmacı
SERAY : Ay gibi güzel
SEREN : Yelken gerilmek üzere direğe çapraz takılan ağaç
SERİN : Ilıkla soğuk arası
SERPİL : Serpilmiş, gelişmiş
SERRA : Rahatlık, kolaylık
SERTAP : İnatçı
SERVA : Masal
SEVAL : Severek alınan
SEVCAN : Sevgili insan
SEVDA : Aşk, sevgi, tutku tutkunluk
SEVGİ : Aşk, sevme duygusu
SEVİL : Sevgiye değer, sevilen
SEVİLAY : Ay gibi hep sevilen
SEVİM : Birine yakınlık duymak, sempati
SEVİN : Memnun ol, neşelen
SEVİNÇ : Neşe, iç ferahlığı
SEVTAP : Aşırı, tapacak kadar sevgi duyan
SEYHAN : Kenten kente yolculuk
SEYRAN : Gezinme
SEYYAL : Akışkan, sıvı, yerinde duramayan
SEZA : Uygun, yaraşan
SEZAL : Sezgili
SEZEN : Sezgisi güçlü olan
SEZER : Sezgisi güçlü olan
SEZGİ : Anlama, sezme yeteneği
SEZGİN : Duygulu, anlayışlı
SICAK : Sıcakkanlı, cana yakın
SIDIKA : Çok içten ve doğru kimse
SILA : Gurbete çıkanın doğup büyüdüğü yer
SIRMA : Altın yaldızlı, ya da yaldızsız ince gümüş tel
SİBEL : Bulutla yer arasında yere düşmeyen yağmur damlası / Buğday başağı
SİMA : Düz, çehre - İnsan, tip
SİMGE : Alamet, sembol, birşeyi anlatan im, imge
SİNEM : Benim tenim, benim vücudum, göğsüm
SOLMAZ : Güzelliğini, tazeliğini uzun süre koruyan
SONAT : Bir veya iki çalgı için yazılmış 3-4 bölümlü müzik eseri
SONAY : Yılın son ayı
SONGÜL : Son açan gül
SONNUR : Son ışık
SU : Rengi kokusu ve tadı olmayan saydam sıvı madde
SUDE : 1-Hz.Peygamberin 2.eşinin adı, 2-Sürülmüş, tarla gibi işlenmiş, 3-Boyalı, sürmeli Farsça
SULTAN : Hükümdar ailesinden, anne, kızkardeş
SUNA : Boylu poslu endamlı / Erkek ördek
SUNAY : Ay sun, ay ışığı sun
SUZAN : Adak ayı
SÜHANDAN : Güzel konuşan
SÜHEYLA : Güney yönünde görünen parlak yıldızlar



Osmanlı:


-Ş-

Şadiye : Sevinç, neşe, mutluluk
Şahika : Yüksek, yüce, dağın zirvesi
Şanal : ün kazan, ünlü bir kimse ol, ünlen
Şanlı : herkesçe iyi bilinen, ünü büyük, ünlü
Şansal : herkesçe tanın, ünlen
Şaziment : Allah'ın adamı- Allah'a ait olan,onun yolundan giden kişi
Şaziye : Özellikleri kimseye benzemeyen
Şebnem : Çiğ, gece nemi, jale
Şefika : Şefkatli, acıması, esirgemesi bol olan
Şehnaz : Doğu müziğinde bir makam / Çoknazlı
Şehrazat (d) : 1001 gece masallarında bir masal kahramanı kadın
Şelale : Büyük çağlayan, çavlan, akarsunun yüksekten yere düştüğü bölümü
Şen : yaşayışından memnunluğunu davranışıyla gösteren, bunu Çevresindekilere de yayan, neşeli
Şenay : Mutlu geçen ay
Şenel : neşelen, eğlen, şenlen, bakımlı hale gelesin,
Şener : şen kimse, şen kişi
Şengil : şen kimse, neşeli kimse, içtenlikli
Şengül : İnsanın içini açan gül / hep şen olup hep gülmek
Şengün : neşeli gün
Şeniz : hepimiz neşeliyiz, neşeli iz
Şenkal : neşeli ve şen kal
Şennur : Işık saçan, neşe saçan
Şenol : neşeli, şen ol
Şensoy : neşeli soy, şen soy
Şensu : neşeli su, şen su
Şermin : Utangaç
Şevval : Arap takviminin onuncu ayı
Şeyda : Çılgın, deli divane
Şeyma : Eski Türk adlarından
Şiir : Zengin sembollerle uyumlu seslerle ortaya çıkan edebi anlatım biçimi
Şölen : Eğlence, kutlama, şenlik
Şule : Alev, ateş alevi
Şükran : İyilik bilme, minnettarlık
Şükriye : Görülyen iyiliğe karşı şükretmek , hoşnut olmak


-T-

TAÇNUR : Mutluluk
TAHİRE : Gündoğusundan esen rüzgar
TAHSİNE : Günün başlangıcı
TALHA : Güzellik
TALİA : Güzel, şirin
TAMAY : Sabırlı, dayanıklı
TANAY : Secde eden
TANSU : Şafak rengi vurmuş su
TANYEL : Katıksız, arı - Seçilmiş
TARA : Sahur zamanı doğan kız çocuğuna verilen ad
TAYYİBE : İyi, hoş, çok temiz
TEKGÜL : Durgun - Kendi halinde sessiz
TENAY : Uygun, yakışan - Yetkili olan - Dine uygun hareket eden
TENDÜ : Öz, asıl
TENNUR : Yüksek, ulu
TEZER : Çabuk ve erken
TİJEN : Ay gibi güzel
TİLBE : Put - Güzel kadın
TUBA : Sanat eseri yaratan - Yapan , oluşturan
TUĞÇE : Dakikanın altmışta biri
TURNA : Avrupa ve Kuzey Afrika'da yaşayan göçmen kuş türü
TUTAM : Bir desteden daha / parmak uçlarıyla alınabilen / Tutmaktan tutam
TUTKU : İradeyi aşan güçlü coşku, ihtiras
TÜLAY : İncelikle, düşünce ile ilgili
TÜLİN : Uzun kirpikli göz
TÜNAY / TUNAY : Mehtap, ay ışığı, gece görülen aydınlık
TÜRKAN : Hakana saltanatta ortaklık edeneşi
TÜRKÜ : Yankı, ses



Osmanlı:


-U-Ü-

Uçay : uçtaki ay
Uçkan : Uçucu, uçan kuş, uçmaya düşkün, uçmayı seven, uçan
Uğan : eski Türklerde gök tanrısı, Güneş, Ogan, Oğan
Uğur : halkın kiimi olgularda gördüğü iyilik muştusu, kimi nesnelerde var olduğuna İnandığı iyilik kaynağı, iyilik
Uğuray : uğurlu ay
Uğurtan : Uğurlu sabah vakti, uğur getiren tan
Ulca : savaşta ele geçirilen mal, olca
Ulcay : rastlantıları düzenlediği, böylece de insanlara iyi ya da kötü durumlar hazırladığı sanılan şey, olcay, şans, talih
Ulufer : durgun sularda yetişen, yaprakları yuvarlak ve geniş, beyaz, sarı, mavi pembe Çiçekli bir su bitkisi olan nilüferin bir başka söyleniş biçimi
Ulun : ucunda temreni olmayan ok, sivri demirsiz ok
Ulus : aynı sınırlar içinde, aynı bayrak altında yaşayan insan topluluğu
Ulusal : ulusla ilgili
Ulviye : Yüce, yüksek, gökle ilgili
Umay : (Farsça "hüma" hümay'ın Türkçeleşmiş biçimi) Hint Okyanusu adalarında bulunan, Güvercin büyüklüğünde, zümrüt yeşili kanatları olan, kemikle beslenen, üzerinden geçtiği kimselere zenginlik ve mutluluk getireceğine inanılan, masal kuşu, devlet kuşu,
Umdu : umutlandı, istediği umut, istek
Umut : ummaktan doğan iç erinci, umulan şey
Urçuk : Iğ, kirmen
Urçun : kurumuş iğde dalı
Uslu : yaramazlık etmeyen, huysuz olmayan, söz dinleyen
Usulca : Yavaşça, duyurup sezdirmeden, belli etmeden, sezdirmeksizin
Utku : birçok emek ve çekinceli uğraşlar sonucu erişilen mutlu sonuç, yengi, zafer
Utkugül : yengi gülü, zafer gülü
Utkugün : yengi günü, mutlu günü, zafer günü, kazanılmış gün
Uygu : Iki şey arasındaki uygunluk ilgisi
Uysal : yumuşak başlı, söz dinler, söz analar
Uzay : bütün varlıkları her yandan kaplayan sonsuz boşluk

Üçgül : üç küçük yapraktan oluşan, bileşik yapraklı, pembe, beyaz, kırmızı Mor ve sarı renkte çiçekler açan bir ot
Ülcan : ele avuca sığmaz, çok canlı
Ülfet : Alışıklık, dostluk, yakınlık duymak
Ülgen : yüce, yüksek, ulu, büyük, sağlam, iyilik tanrısı
Ülger : yedi yıldızdan oluşan takımyıldız, Ülker
Ülgeray : Ülker yıldızı ve Ay
Ülke : bir devletin egemenliği altındaki toprakların topu, turt
Ülkem : "benim olan ülke" "benim ülkem"
Ülker : Boğa burcunda yer alan ve yedi yıldızdan oluşan takımyıldızı
Ülkü : Ancak, düşüncede varolan şey
Ülküm : "benim olan ülkü", "benim ülküm", "ulaşmak istediğim yüce dilek"
Ülkütan : tan vakti doğan yüce dilek
Ümmiye : Okur yazar olmayan kadın
Ümran : Mutluluk bolluk bereket / Bayındırlık
Ün : ses, ünleme, çığlık, iyi ad, tanınma, san
Ünay : ünü olan Ay, ünlü Ay, ün ve ay
Ünsal : herkesçe tanın, ünlü ol, ününü her yana Sal
Ünsel : Ünü sel gibi aşan
Ünseli : Ünü sellere benzeyen
Ünsev : ünlü ol ve sev
Ünseven : tanınıp ünlü olmayı seven
Ünsevin : ünlü ol sevin
Ünver : herkesçe tanın, ünlü ol, ününü her yana Sal
Ürengül : üreyen, çoğalan gül
Ürün : doğadan elde edilen yararlı şey
Ürünay : Ay'ın verdiği ürün, ürün veren Ay
Üstün : nitelik bakımından benzerlerinin çok üstünde olan, iyi nitelikli, Yüksek düzeyli
Üstünay : benzerlerinin çok üstünde ve Ay gibi güzel
Üstüngül : nitelik bakımından en üstün gül, iyi nitelikli gül, güzel gül
Üzer : Yıldırım Beyazıt'ın kızlarından birinin adı, Üzer Hatun



Osmanlı:


-V-

VAHİDE : Tek, bir
VARİDE : Gelen, erişen - Söylenti
VASFİYE : Nitelikli
VEDİA : Korunması için bırakılan emanet
VEFİKA : Uygun, aynı fikirde, yoldaş
VELİDE : Yeni doğmuş çocuk
VERDA : Verdane (merdane Osm.) / Verd (Ar.)'den Verda, gül anlamında
VESİLE : Neden, sebep - Kavuşma
VİCDAN : İyiyi kötüden ayırmaya yarayan şuur, ahlak
VİLDAN : Yeni doğmuş çocuklar
VUSLAT : Kavuşma, yetişme, ulaşma



Osmanlı:


-Y-

YAĞMUR : Yeryüzüne düşen yağışın sıvı halinde olanı
YAKUT : Aliminyum oksit, yapısında parlak kırmızı renkli değerli taş
YANKI : Sesin bir yere çarpıp geri dönmesi ile oluşan ikinci ses, ses yansıması
YAPRAK : Ağaç ve bitkilerin yeşil kısımları
YAREN : Dost, arkadaş
YASEMİN : Kokulu çiçekler açan bir tür ağaççık
YAŞAM : Hayat
YAZGÜLÜ : Yaz ve Gül tamlaması / Yazın açan gül "şimdilerde bir de güz gülleri var"
YELDA : Uzun ve siyah / Yılın en uzun gecesi
YELİZ : Yel ve iz rüzgar ve izi anlamında
YEŞİM : Yeşil renkli değerli taş
YETER : Kafi, tamam, gereksinimi karşılayacaknitelikte olan
YILDIZ : Güneş ve ay dışında gökyüzündeki ışıklı cisimlerden her biri
YONCA : Birçok türü bulunan bitki
YOSUN : Çiçeksiz bitkilerin, suların yüzünde ve dibinde bulunan bir türü
YUDUM : Bir içimlik sıvı
YURDAGÜL : Yurduna güller saçan, güzellik getiren
YURDANUR : Yurduna nur getiren
YÜKSEL : Özellikle manevi anlamda yüce ol



Osmanlı:


-Z-

ZAHİDE : Dinin yasak ettiği şeylerden sakınan
ZAMBAK : Güzel iri çiçekli bir süs bitkisi
ZARAFET : İncelik, güzellik
ZEHRA : Beyaz ve parlak yüzlü olan
ZEKİYE : Zeka sahibi, kavrayışlı
ZELİHA : Züleyha, su perisi
ZENNAN : Kadınlar
ZENNUR : Zinnur, nurlu, ışıklı
ZEREN : Anlayışlı, zeki
ZERRİN : Altından yapılmış - Altın renginde - Bir cins çiçek - Fulya
ZEYNEP : Değerli taşlar, mücevherler
ZEYNO : Zeynep'in halk dilindeki söylenişi
ZİNNUR : Nurlu, ışıklı
ZİŞAN : Şanlı, ünlü, çok tanınmış
ZİYNET : Süs, süs eşyası
ZUHAL : Satürn
ZÜBEYDE : Öz, asıl
ZÜHAL : Dokuz gezegenden altıncısı (Satürn)
ZÜHRE : Çiçek açan / Çoban yıldızı (Venüs)
ZÜLAL : Berrak, saf, tatlı, soğuk su
ZÜLEYHA : Hz. Yusuf'un karısının adı
ZÜLFİYE : Saçları çok güzel olan
ZÜMRA : Güzel, iyi ahlaklı - Zeki, bilgili kadın
ZÜMRÜT : Yeşil renkli bir değerli taş

Misafir 12-03-2010 23:22

--->: Osmanlı kız İsimleri
 

dilruba farsça gönülçelen , gönül hırsızı , hemen gönülalan neşeli güzel bayan demektir .

alptraum 02-03-2012 06:27

→ Osmanlı kız İsimleri
 

Osmanlı devletinde yaşamış önemli bayanların (kadınların) isimleri ve tarihçesi

Zeynep Hatun:
Fatih dönemini Mihrî Hatunla birlikte temsil eden Zeynep Hatun, adı bilinen ilk Türk kadın şairi olup, kaynaklarda Amasyalı ya da Kastamonulu olduğu ifade edilmektedir. Divan edebiyatının şekillenme döneminde Fatih çevresinde hissedilen verimli sanat iklimi, sanata ve sanatçıya hasredilen teşvik bu iki kadın şairin varlık göstermesinde de etkili olmuş olmalıdır. Asıl adı Zeynünnisa olan Zeynep Hatun bir kadı kızıdır. Bir kadı olan ve şiir çalışmalarını anlayışla karşılayan İshak Efendi ile evlenmiştir. Kültürlü bir muhitte yetişmiş, Arapça, ve şiirler söyleyecek olgunlukta Farsça öğrenmiş, Mihrî Hatun ile tanışıklık kurmuştur, Şiirin yanı sıra beste yapabilecek ölçüde musıki çalışmaları da olan Zeynep Hatun 1563’de Amasya’da ölmüştür.
Fatih adına tertip edilmiş bir Divan sahibi olup, eldeki şiirlerine bakılırsa açık ve sade bir söyleyişin sahibidir. Bir kıt’asının,

Senin hüsnün benim aşkım senin cevrin benim sabrım
Cihanda dem-be-dem artar tükenmez bî-nihâyettir,

beyti ünlüdür.


Mihrî Hatun:
Fatih dönemi şairlerinden olan Mihrî Hatun, Zeynep Hatunla birlikte adı bilinen ilk Türk kadın şairlerindendir. Amasyalıdır. Asıl adı Mihrünnisa ya da Fahrünnisa olup, 1460 ya da 1461 yılında doğmuştur. Mihrî mahlasını kendisi de bir şair olan babası Mehmet Çelebi bin Yahya (Belâyî)’dan almıştır.
Dillere destan bir güzelliğin, hayranlık uyandırıcı bir kültür ve birikimin sahibi olmasına rağmen kendisine yöneltilen bütün evlilik tekliflerini geri çevirerek ömrü boyunca bekâr kalmıştır. Dönemine göre serbest bir yaşantının sahibi olan Mihrî, tarihçi Hammer tarafından “Osmanlılar’ın Sapho’su” olarak isimlendirilmiştir. Çevresinde platonik aşklarına dair fısıltılar daima mevcut bulunan Mihrî’nin, Müyyedzâde Abdurrahman Çelebi ve Sinan Paşazâde İskender Çelebi’ye duyduğu aşka dair ipuçlarına şiirlerinde de rastlamak mümkündür. Evinde düzenlediği edebî meclisler gibi, samimi kadın duygularını çekinmeksizin şiirinde terennüm etmiş olması cihetiyle de, kendisinden sonra yetişenler arasında en çok XIX. asır şairi Nigâr binti Osman’a benzetilebilir. Ona erken bir Nigâr Hanım olarak bakmak mümkündür.
Kolay söyleniyormuş izlenimi veren sade bir şiiri vardır ve bunlar arasında en başarılı bulunanları nazireleridir. Dönem şairlerinden Necati’nin etkisinde kalan Mihrî’nin, şiirlerini Necati’ye gönderdiği ve onun şiirlerine nazireler yazdığı bilinmektedir.
Necati’nin ünlü Döne Döne redifli gazeline nazire olarak yazdığı ve;

Âteş-i gamda kebâb oldu ciğer döne döne
Göklere çıktı duhânımla şerer döne döne

matlalı gazeli bunlardan biridir.
1506 yılında Amasya’da ölen Mihrî Hatun’dan geriye eser olarak Divan’ı kalmıştır.


Hubbî Hatun:
Hubbî Hatun bir XVI. asır şairi olup Divan şiirinin zirvesini teşkil eden Kanuni dönemini kadın şair olarak temsil etmektedir. (Aynı asırda, Baki’nin hanımı Tutî Kadın’ın da şiir yazdığı söylenmektedir). Asıl adı Ayşe olan Hubbî Hatun da Mihrî ve Zeynep gibi Amasyalıdır. Kanuni’nin süt kardeşi Şemsi Çelebi’nin Hanımıdır. Bu yakınlık Hubbî Ayşe’nin saraya intisabına zemin hazırlamış, önceleri II. Selim’in, sonra da III. Murad’ın nedimesi olarak saray muhitinde şiiri için gerekli kültür atmosferini bulmuş, zamanın hocalarından dersler almış ve Arapça’yı çok iyi öğrenmiştir. Şuara tezkirelerinde kendisinden evvelki kadın şairlerden daha kuvvetli olduğu ifade edilirse de, kadın duygularını terennümü ve lirizmi bakımından Mihrî’nin önüne geçemediği fark edilir. Erkeksi bir duyuşu vardır.
Gazel ve kasideler yazan, Hurşid ve Cemşid adlı üç bin beyti aşkın bir mesnevisi olan Hubbî Hatun 1590 yılında İstanbul’da ölmüştür.


Sıtkî Hatun:
XVII. asrın ikinci yarısında yaşayan Sıtkî Hanımın asıl adı Ümmetullah olup, bir kazasker kızıdır. Kardeşi Faize Hanım da şairdir ancak Sıtkî kadar tanınmış değildir. Bayramiye tarikatıne mensup olan Sıtkî Hanım gazel ve ilâhiler yazmıştır. Divan’ı ile Genc-i Envâr ve Mecmuaü’l Hayal adlı basılmamış tasavvufî şiir mecmuaları bulunmaktadır. 1703 yılında ölmüştür.


Ani Hatun:
Ani Fatma kültürlü bir ailenin kızı olarak İstanbul’da doğmuştur. Akıllı, bilgili ve eğitimli bir kadın olup, “Hace-i Zenan (Kadınların Hocası)” lâkabıyla anılmıştır. Arapça bilen, doğu ve Batı edebiyatlarını öğrenmiş bulunan Ani Hatun’un bir Divan teşkil ettiği söylenmekteyse de bu eser ele geçmiş değildir. Ani Hatun bir hattat olarak da ün yapmıştır. Hattatlığının şairliğinden üstün olduğu bazı tezkirelerde ifade edilmektedir. 1710 yılında ölmüştür.


Fıtnat Hanım:
Asıl adı Zübeyde olan Fıtnat Hanım bir şeyhülislâm kızı olup adı bize kadar gelen kadın şairler arasında en dikkat çekicilerden birisidir. Aydın ve şairi bol bir çevrede yetişmiş, edebî muhitlere girip çıkmıştır. Şiirleri kadar nükteleri ve kendisi ile Koca Ragıp Paşa ve şair Haşmet çevresinde teşekkül eden latifelerle de tanınmıştır. Ancak bunların bir kısmı kaba olup, orijinal yazılı kaynaklarda mevcut bulunmadığına bakılırsa uydurmadır. Fıtnat Hanım kendisini anlamayan, ruhuna denk düşmeyen, şiirle uğraşmasına bir anlam veremeyen bir zât olan Derviş Mehmet Efendi ile yaptığı evlilikte hiç mutlu olamamıştır. Bir Divan teşkil etmişse de şiirlerinde kadın kalbinin samimiyetini bulmak zordur. 1780 yılında ölmüştür.

Güller kızarır şerm ile ol gonce gülünce,

mısraı ile başlayan şarkısı çok ünlüdür.


Leylâ Hanım:
Bir kazasker kızı olan Leylâ Hanım, Keçecizâde İzzet Molla’nın yeğenidir. Çocuk denecek yaşta evlendiyse de bir hafta üzerine, daha ilk geceden kabalıklarına tanık olduğu eşinden ayrılmıştır. Saray kadınlarıyla yakın ilişkisi olduğu bilinen, iyi eğitimli ve çok kültürlü bir şairdir. Hazır cevaplığı ve nüktedanlığı ile de tanınmıştır. Leylâ Hanım, Mevlevî tarikatine mensup olup Mihrî Hatun kadar olmasa da kadın duygularını biraz olsun terennüm etmesiyle ve zamanına göre bir kadın için serbest sayılabilecek söyleyişleriyle dikkat çeker. Edebî bir çevrede yaşamış ve yazmaktan hiç uzak kalmamış olan Leylâ Hanımın şiir dili açık ve sadedir. Bir Divan’ı vardır. 1847 yılında ölmüştür.

Pür âteşim açdırma sakın ağzımı zinhâr

mısraıyla başlayan

Zâlim beni söyletme derûnumda neler var

nakaratlı şarkısı çok ünlüdür.


Şeref Hanım:
Şeref Hanım şairi bol ve kültürlü bir ailenin kızı olarak 1809 yılında İstanbul’da doğmuştur. Kadirî ve Mevlevî tarikatlerine mensubiyeti bilinmekte olup, sıkıntılı bir ömür geçirdiği II. Mahmud’a ve Valide Sultan’a yazdığı şiirlerden anlaşılmaktadır. Geleneksel kalıplar içinde kalan şiirlerinde sade ve düzgün bir anlatım vardır. Divan sahibidir. 1861 yılında ölmüştür.


Sırrî Hanım:
Asıl adı Rahile olup Diyarbakırlıdır. 1814 yılında kültürlü bir ailenin kızı olarak dünyaya gelmiştir. Divan kültürüyle yetişmiş, bir müddet Bağdad’da yaşadıktan sonra İstanbul’a gelmiş, Kâmil Paşa konağının şiir-edebiyat sohbetlerine katılmış daha sonra Kâmil paşa ile evlenmiştir. Kızının ölümü üzerine yazdığı içli bir Mersiye ile tanınan Sırrî Hanımın bir divan oluşturacak kadar şiiri vardır. Kadirî olan Sırrî Hanım 1877’de ölmüştür.


Âdile Sultan:
Dönemi, kadın şairler bakımından diğer dönemlere nazaran daha zengin bir görüntü veren II. Mahmud’un kızı olan Âdile Sultan, 1825 yılında doğmuştur. Çağdaşı olan Leylâ ve Fıtnat Hanımlardan daha az başarılı bir şairdir. Saray çevresinde iyi bir eğitim almış olmasına rağmen, dil, vezin ve kafiye bakımından çözük bir dili vardır. Aruzun yanı sıra hece ölçüsüyle de şiirler yazmıştır. Fuzulî, Şeyh Galib ve Muhıbbî (Kanuni Sultan Süleyman) etkisindedir. Kızını ve kocasını kaybetmiş, bu acılar şiirini etkilemiştir. Nakşıbendî tarikatine girmiş, hikemî şiirler de yazmıştır. Kendi Divan’ı basılmamışsa da Muhibbî (Kanuni Sultan Süleyman) Divanı’nın basılmasını sağlamıştır. 1898 yılında ölmüştür.


Nakıye Hanım:
Şeref Hanımın yeğeni olan Hatice Nakıye Hanım 1845 yılında doğmuştur. Daha ziyade bir eğitimci olarak tanınır. Eğitimli ve kültürlü bir kadın olarak döneminde bir hayli hizmet vermiş, II. Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Türkçe ve Farsça şiirler yazmışsa da şairliği eğitimciliğinin gölgesinde kalmış, dergilerde dağınık halde kalan şiirleri bir araya getirilmemiştir. Ancak bunların bir kısmı kardeşi Nebil Bey’in Divan’ının sonunda bir bölüm halinde, bir kısmı da Ahmet Muhtar Bey tarafından yayımlanmıştır. Hiç evlenmemiş bulunan Nakıye Hanım 1879 yılında ölmüştür.


Münire Hanım:
Bir sadrazam kızı olan Münire Hanım 1825 yılında doğmuş ve iyi bir eğitim almıştır. Mevlevî tarikatine mensup olup çoğu tasavvufî şiirler yazmıştır. 1903 yılında ölmüştür.


Feride Hanım:
Kültürlü bir aileden gelmekte olan Feride Hanım 1837 yılında doğmuştur. İlk derslerini, Arapça ve Farsça bilgisini babasından almıştır. Hattatlığı da olan Feride Hanım nesih bir Kur’an yazmıştır. Önce eşinin, sonra babasının ölümü üzerine içe kapanık bir hayat sürmüş, 1903 yılında ölmüştür.


Saniye Hanım:
1836’da Trabzon’da doğan Saniye Hanım şiir zevkini de aldığı babası tarafından eğitilmiştir. Divan tarzı kadar halk tarzında da şiirler yazmış, aruz kadar hece ölçüsünü de kullanmıştır. Bir Divan teşkil edecek hacimde şiiri olduğu halde bunları tertip etmemiş olan Saniye Hanımın birçok şiiri de bir yangında yok olmuştur. Evliliği sebebiyle bir süre Rize’de yaşayan Saniye Hanım 1905 yılında Trabzon’da ölmüştür.


Fıtnat Hanım (Trabzonlu, Hazinedarzâde):
Tanzimat yıllarında yaşadığı halde geleneksel çizgide şiirler yazan ve kendisinden yaklaşık 1,5 asır evvel yaşamış adaşı Zübeyde Fıtnat’la karıştırılmaması için imzasını “Yeni Fıtnat” olarak atan Hazinedarzâde Fıtnat Hanım 1842 yılında Trabzon’da doğmuştur. Dönemin Trabzon valisi Hazinedarzâde Abdullah Paşa’nın kızıdır.
Dört yaşında iken ailesiyle birlikte İstanbul’a gelen Fıtnat Hanımın eğitimine ailesi tarafından önem verilmiş, çok iyi derecede Farsça öğrenmesi ve tahsiline evliliğinden sonra da devam etmesi sağlanmıştır. Ancak şiir ve edebiyatla uğraşmasından hoşlanmayan bir adamla yaptığı ilk evliliğinde mutlu olamadığı, kaynaklarda adı geçmeyen ilk eşinin, uzun ve güzel olduğu için Fıtnat Hanımın kirpiklerini kestirmeye kaykıştığı bilinmektedir. Kocasının şiir ve edebiyatı men etmesi üzerine hattatlığa yönelen Fıtnat Hanım devrinde, bir güzellik şöhretine de sahiptir. Ahmed Midhat Efendi’nin kuzeni olduğu söylenen Fıtnat Hanım, Hakkı Tarık Us’un derleyerek yayımladığı mektuplara bakılırsa[1] “Hâce-i evvel” ile bir muaşaka da yaşamıştır. Tertip edilmiş fakat basılmamış bir Divan’ı vardır. Divan geleneği içinde eser veren kadın şairlerin en önemlilerinden olup çağdaşı Leylâ (Saz) Hanımla birlikte Tanzimat döneminde dergilerde açık imzası görünen ilk kadın şairlerden biridir. 1911 yılında İstanbul’da ölmüştür.


Leylâ Hanım (Saz):
1845 yılında İstanbul’da doğan Leylâ Hanım hekimbaşı İsmail Paşa’nın kızıdır. Babasının görevi münasebetiyle çocukluk çağında yedi yıl kadar sarayda bulunmuş, bunun neticesinde iyi bir eğitim almıştır. Şairliğinin yanı sıra bestekârlığı ile de tanınan Leylâ Hanım, Fıtnat Hanımla birlikte dergilerde açık imzasını gördüğümüz ilk kadın şairlerdendir. Ancak onun da şiirinde yenilik çeşnisi yoktur. Divan geleneğinin bir izleyicisi olarak yazdığı şiirlerini Solmuş Çiçekler adı altında kitaplaştırmıştır. Leylâ Hanım saray çevresini ve âdetlerini anlatan anılarıyla da ünlüdür. Ancak ilki bir yangında yok olan anılarını ikici kez yazmak zorunda kalmış, bunlar 1920 yılında Vakit gazetesinde yayımlandığı zaman çok ilgi çekmiş, Fransızca olarak da kitap haline getirilmiştir. Leylâ Hanım 1936 yılında ölmüştür.


Mahşah Hanım:
1864 yılında Trabzon’da doğan Mahşah Hanım özel hocalardan iyi bir eğitim alarak yetişmiştir. Aruz ile Divan tarzında yazdığı şiirlerin yanı sıra, mensubu bulunduğu Nakşî, Kadirî ve Mevlevî tarikatlerinin etkisi altında hece ölçüsüyle tasavvufî şiirler de kaleme almıştır. Musıki ile de uğraşan Mahşah Hanımın güftesi ve bestesi kendisine ait şarkıları vardır. Mün’im Şah yahut Zafer adlı bir tiyatro oyunu da bulunan Mahşah Hanım 1933’de İstanbul’da ölmüştür.



Buraya kadar saydığımız isimlerin dışında, daha az tanınmakla birlikte, Hatice İffet, Hasibe Maide, Feride, Habibe, Şerife Ziba, Fatma Kâmile gibi şairler de XIX. asır içinde Divan geleneğini sürdürerek şiir yazmaya devam etmektedirler.

Nigâr Hanım:
Tanzimat döneminde yaşamış olmakla birlikte şiirlerinde yenileşmenin etkisini taşımayan Leylâ ve Fıtnat Hanım gibi kadın şairlerden sonra yeniliğin ilk temsilcisi olarak Nigâr Hanımdan[2] söz etmek gerekir. 1862 yılında İstanbul’da doğan Nigâr Hanım, Macar Osman Paşanın kızıdır. Örtünme çağına kadar mahalle mektebinde ve bir Rum okulunda okumuş, sonra özel hocalardan ders alarak, Doğu ve Batı bilgilerini içeren kuvvetli bir eğitim görmüştür. Çok iyi derecede piyano çalan, sekiz lisan bilen Nigâr Hanım bir mühtedi olan babasının ikliminde Batılı bir sanat zevki ve yaşam çeşnisine açık olarak yetişmiştir. Erken yaşta evlenmiş, fakat mutlu olamayarak eşinden ayrılmıştır. İlk zamanlar geleneksel çizgide değerlendirilebilirse de, önceleri Ekrem’in sonraları Servet-i Fünuncuların etkisi altında ve Fransız edebiyatını orijinalinden takip edebilmiş olmasının da avantajıyla, yenilik özelliği taşıyan şiirler vermeye başlamıştır.
Nigâr Hanım, döneminde sosyal hayattaki değişimin kadın ölçeğindeki en önemli temsilcisidir. Sadece şiiri değil; giyim-kuşamı, konuşması, davranışları, tesis ettiği edebî salonu ile de etik ve estetik bir mitin sahibesidir. Şiirleri ve yaşantısıyla kadın şairler üzerinde etkili olmuş, onlara yazma ve yazdıklarını yayımlama cesareti vermiştir. Dahası, kadınlar kadar erkek şairler üzerinde de etki yaratmış, hissî bir edebiyatın sirayetine katkıda bulunmuştur. II. Abdülhamid tarafından bir Şefkat Nişanı ile ödüllendirilen Nigâr Hanım bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarıdır.Ferdiyetçi bir muhteva taşıyan şiirinde Balkan Harbi ve I. Cihan Harbinden sonra milli duyguların ağırlık kazandığı fark edilir. Dil ve vezin bakımından zaman zaman çözük, fakat hakim vasfı samimiyeti olan bir şiiri vardır. Sağlığında Efsus (I-I; 1887, 1890), Nîran (1896), Aks-i Sedâ (1899), Safahât-ı Kalb (1901), Elhân-ı Vatan (1916) adlı eserleri yayımlanan Nigâr Hanımın ölümünden sonra Tesir-i Aşk (1978) adlı tiyatro eseri basılmış olup döneminde oynanan (1912) fakat basılmayan Gırive adlı bir oyunu da mevcuttur. Yirmi cilt kadar olduğu bilinen günlüklerinin on üçü Aşiyan müzesinde muhafaza edilmektedir. Bu muazzam eser bizde Batı tarzında günlük edebiyatının da ilk örneğidir. Yaşantısı, eserleri, hissedişi ile ilklere imzasını atan fakat birinci sınıf bir şair olamayan Nigâr Hanım Meşrutiyet sonrasında değişen edebî beğeniye ayak uyduramayarak geri planda kalmış, 1918 yılında İstanbul’da ölmüştür.
Nigâr Hanıma gelinceye kadar kadın şairlerde az veya çok ölçüde fakat daima hissedilen erkek söylemi Nigâr Hanım ile etkisini kaybetmiştir. O, samimi kadın duygularını terennüm eden ilk şairimizdir. Türk “kadın” şiirinin Nigâr Hanımla başladığından söz etmek abartı değildir.


Makbule Leman:
Yenileşme döneminin Nigâr Hanımla birlikte burç isimlerinden biri olan Makbule Leman[3] 1865 yılında İstanbul’da doğmuştur. V. Murad sarayında Kahvecibaşı İbrahim Efendinin kızıdır. Bir görüşe göre Rüşdiyede okumuş, sonra özel dersler alarak yetişmiştir. Bir dönem Hanımlara Mahsus Gazete’nin baş yazarı olan Makbule Leman, II. Abdülhamid tarafından Şefkat Nişanı ile ödüllendirilmiştir. Ömrünün son on dört yılını tedavisi imkânsız bir hastalığın esiri olarak yatakta geçirmiştir. Kısacık ömrüne şiirlerinin yanı sıra denemeler, hikâyeler de sığdıran Makbule Leman’ın sağlığında yayımlanan şiirlerinin sayısı on ikidir. Bunlar tür ayrımına gidilmeksizin Makes-i Hayal (1896) adıyla bir araya getirilmiş, ölümünden (1898) sonra bu eser, eşi tarafından, Makbule Leman hakkında yazılanlarla bir arada ikinci kez bastırılmıştır.


Abdülhak Mihrünnisa:
Abdülhak Hamid Tarhan’ın en küçük kardeşi olan Abdülhak Mihrünnisa 1864 yılında İstanbul’da doğmuştur. Evlilik hayatında mutlu olamayarak boşanmıştır. Dağınık halde çeşitli dergilerde ve mecmualarda kalan şiirlerinde kuvvetle ağabeyi Hamid etkisinde kaldığı görülmektedir. 1943 yılında ölmüştür.


Meşrutiyet Yılları

II. Meşrutiyete takaddüm eden yıllarda şöhretinin zirvesinde bulunan Nigâr Hanım, Fatma Aliye ve Emine Semiye gibi öncü kadınlar Meşrutiyetin getirdiği yeni hayatın ve değişen edebî beğeninin gereklerine ayak uydurmakta güçlük çekerler ve unutuluşun kucağına zirveden düşerler. Bununla birlikte Meşrutiyet döneminde şiir ve nesir sahasında eser verecek kadın ediplerimiz, arkalarında kısık sesli ve az sayıda da olsa hemcinsleri tarafından açılmış bir yol bulurlar. Meşrutiyet dönemi aydınının üzerinde fikir birliği ettiği alanlardan birisi de “kadın” meselesidir. İslâmcılık, Türkçülük, Batıcılık, Osmanlıcılık başta olmak üzere dönemin belli başlı fikir akımları programlarında mutlaka “kadın” meselesine yer verirler. Çözüm önerileri ve programlar az ya da çok farklılık gösterse de ortada “kadına dair” bir problem ve “kadının durumunun iyileştirilmesi” gibi bir gereklilik olduğu Meşrutiyet aydını tarafından tartışmasız olarak kabul görmektedir. İyileştirme çarelerinin eğitimle iç içe durduğunun fark edilmesi (hem kadının hem erkeğin eğitimiyle) neticesinde, Meşrutiyet döneminde kadının eğitim seviyesinde önceki yıllara göre nisbî de olsa bir iyileşme fark edilir. Kadın mecmualarının sayısı gibi eli kalem tutan kadın sayısında da ani bir artış fark edilir. Meşrutiyetten Cumhuriyete kadar olan dönem, kendini ifade hususunda imkânları daha elverişli, lügatini nisbeten sadeleştirmiş, hece ölçüsü ve toplumsal gerçeklerle tanışık, Divan edebiyatı etkisinden uzaklaşmış bir kadın şair tipiyle karşılaşmamıza imkân hazırlamışsa da, bu şairin olgunluk noktasını yakaladığından söz etmek henüz mümkün değildir.


İhsan Raif:
1877 yılında Beyrut’ta doğan İhsan Raif[4] bir mutasarrıf kızıdır. Babasının görevi nedeniyle pek çok yer görmek imkânını bulmuş fakat aynı nedenden dolayı düzenli bir eğitim alamamış, daha ziyade özel hocalar elinde yetiştirilmiştir. Meşrutiyet devrinde parlayan en önemli kadın şairlerden birisi ve hece ölçüsüyle yazan ilk kadın şairdir. O da Nigâr Hanım gibi edebî salon tesis etmiş, şiiri zaman içinde toplumsal bir muhteva kazanmıştır. Sade bir dili, yalın bir anlatımı vardır. 1926 yılında Paris’te ölmüştür.


Yaşar Nezihe:
1880 yılında İstanbul’da doğan Yaşar Nezihe[5] yoksul bir ailenin çocuğudur. Annesinin ölümünden sonra baş başa kaldığı babası okuması yazması olmayan bir müstahdem olup, kızının okumasına ortam sağlayamamıştır. Yoksulluğu ve eğitimsizliği ile, sosyal statüsü ve yaşam standardı yüksek ailelere mensup diğer kadın şairlerden ayrılan Yaşar Nezihe kendi kendisini yetiştirmiştir. Yoksulluk ve sıkıntılar ömrü boyunca arkasını bırakmamış, yaptığı üç evlilikte de mutlu olamamış, geçimini sağlamak için evde ve dışarıda çeşitli işlerde çalışmak zorunda kalmıştır. Edebiyat, sıkıntılı hayatının yegâne saadetidir. Şiirlerini Bir Deste Menekşe (1915) ve Feryatlarım (1924) adlarıyla kitaplaştıran Yaşar Nezihe’nin yaşantısına âyinedarlık eden karamsar bir şiiri vardır. Batı etkisi taşıyan şiiri yer yer toplumsal ve siyasî değiniler de taşır. Güçlü ve dirayetli bir mizaca sahip olan Yaşar Nezihe (Bükülmez soyadını almıştır), 1935 yılında İstanbul’da ölmüştür.


Şükûfe Nihal:
1896’da İstanbul’da doğan Şükûfe Nihal, özel hocalardan eğitim almış, Edebiyat fakültesini bitirmiştir. Başlangıçta Tevfik Fikret’in etkisinde aruz ölçüsüyle şiirler yazarken zaman içinde Milli edebiyat akımının ilkelerine uygun olarak hece ölçüsünü kullanmaya başlamıştır. Aruzla yazdığı şiirleri Yıldızlar ve Gölgeler (1919) adı altında kitaplaştırmıştır. 1928 öncesinde heceyle yazdıkları ise Hazan Rüzgârları (1927) adlı kitabında bir araya getirilmiştir. Hikâye ve roman sahasında da isim yapmış olan Şükûfe Nihal, edebî kimliğinin yanı sıra yaşantısı ve faaliyetleri ile de dikkat çeker. Fatih mitinginde etkileyici bir konuşma yapmış, Türk Kadınlar Birliği’nin kurucuları arasında yer almıştır. 1973’de ölmüştür.

3rd eng 02-21-2012 12:02

→ Osmanlı kız İsimleri
 

Benim seçtiklerim.......
Zişan-akife-zümra-hüma

Misafir 02-15-2013 20:39

→ Osmanlı kız İsimleri
 

Bence Açelya,Banu ve Hürrem en güzelleri ama ben Mihrimah ve Mahpeyker'de var sanıyodum yokmuş...?


Bütün Zaman Ayarları WEZ +3 olarak düzenlenmiştir. Şu Anki Saat: 11:48 .

2000- 2024
Tüm bağışıklıklar ve idelerden bağımsız olan sözcükleri sarfetmeye mahkumdur özgürlük