Büyük Islam Tarihi

TEBLIGIN BES DEVRESI -------------------------------------------------------------------------------- Davet`in bes devresi olup birinci devresi: Nübüvvet devresidir. Davetin ikinci devresi:En yakin hisim ve akrabayi, Ahiret azabiyla korkutup uyarma devresidir.Davetin ücüncü devresi:Kendi kavmini,Ahiret azabiyle korkutup uyarma ...


Ağaç Şeklinde Aç5Beğeni

  1. Alt 09-14-2008, 14:19 #11
    Sarax Mesajlar: 678
    TEBLIGIN BES DEVRESI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Davet`in bes devresi olup birinci devresi: Nübüvvet devresidir.

    Davetin ikinci devresi:En yakin hisim ve akrabayi, Ahiret azabiyla korkutup uyarma devresidir.Davetin ücüncü devresi:Kendi kavmini,Ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin dördüncü devresi:Kendilerine, daha önce Ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.Davetin besinci devresi ise: Zamanin sonuna kadar, bütün Cinlerden ve insanlardan, kendilerine davet erisebilecek olanlari, ahiret azabiyle korkutup uyarma devresidir.

    PEYGAMBERIMIZIN VAZIFESINI ACIKTAN ACIKLAMASININ EMREDILMESI

    Peygamberimiz, Tebligin ilk devresi olan nübüvvet devresini üç yil geçirdikten sonra

    açiktan teblig emri geldikten sonra akrabalari olan Abdülmuttalip ogullarini kendisine inanmalarini ve ona yardimci olmalarini istemisti.

    Fakat akrabalari kendisine yardim etmedigi gibi Amcasi Ebu Leheb hakaret etmis, bizi buraya bunun için mi çagirdin diyerek hakaret etmisti.

    Bundan sonra Peygamberimiz, Kureys kabilelerini, Safa tepesi yanina toplayarak onlari Islama davet etti, bu davetten de Kureysilerden açik bir destek alamadi. Hatta Amcasi Ebu Lehep Peygamberimize Hakaret ederek ona tas atti, bunun sonucu Tebbet suresi inzal oldu.

    ISKENCELER

    Peygamberimiz tebligi açiktan yapmaya baslayinca Kureysiler müslüman olanlara iskence yapmaya basladilar.

    Bu iskencelerin en fazlasini Peygamber efendimiz Aleyhisselam görüyordu.Ona, hakaret ediyorlar,namazini kilarken üzerine pislik atiyorlar,geçecegi yollara diken,butrak gibi seyler saçiyorlardi. Secde de iken Deve Iskembesini ve pisligini kafasina atiyorlardi.

    Diger Müslüman olan insanlarin da hemen hemen hepsi iskence görüyordu. Bunlardan köle ve cariye olanlarin iskencesi öylesine agirlasmistiki tahammül sinirlarini asmisti.

    En çok iskence gören Sahabileri söyle siralamak mümkün:

    Bilal-i Habesi,Zinnure Hatun,Ümmü Ubeys,Nehdiyye Hatun,Amir b.Füheyre,Lübeyne Hatun, Ebu Fukeyhe,Habbab b.Eret,Yasir b.Amir,Miktat b.Amr,Suheyb b.Sinan, vb...

    EBU CEHL'IN PEYGAMBERIMIZI ÖLDÜRMEGE KALKISMASI

    VE NADR B.HARISIN BIR KONUSMASI ,

    Nadr b.Haris'in Peygamberimiz Hakkindaki Konusmasi:

    Ebu Cehl, basindan geçeni, Kureysli müsriklerine anlatinca, Nadr b.Haris, kalkip "Ey Kureys cemeati ! Vallahi, sizin basiniza hiç bir zaman, bir benzerile mübtela olmadiginiz,bundan sonra da, kolay kolay çaresini bulamayacaginiz bir is gelmis bulunuyor!

    Muhammed; Sakaklarina ak düstügünü gördügünüz zamana kadar, içinizde,en çok hosunuza giden bir gençti.

    En dogru sözlünüz ve en emininiz idi.

    Nihayet, size getirdigi seyle gelince, ona (Sihirbaz!) dediniz.

    Hayir! Vallahi, o, bir Sihirbaz degildir!

    Biz, Sihirbazlari ve onlarin üfürmelerini, dügümlemelerini görmüsüzdür.

    Siz, ona (Kahin!) dediniz.

    Hayir! Vallahi, o, bir kahin degildir.

    Biz, kahinleri ve onlarin titreyislerini, görmüs ve Seci'li sözlerini, dinlemisizdir

    Siz, ona (Sair!) dediniz.

    Hayir! Vallahi, o, bir Sair de, degildir.

    Biz, Siiri görmüs ve onun her çesidini: Hezec'ini, Recez'ini.. dinlemisizdir.

    Siz, ona (Mecnun!) dediniz.

    Hayir! Vallahi, o, bir mecnun da degildir.

    Biz, delilikleri, görmüsüzdür.

    Onun ise, ne bogulmasi, ne çarpinip titremesi, ne evhamlanmasi, ne de, sözlerini, karistirmasi, vardir.

    Ey Kureys cemeati! Durumunuzu iyice düsününüz, gözden geçiriniz!

    Çünki, vallahi, sizin basiniza, büyük bir is gelmistir ! ' ' dedi .

    Kaynak: Islam tarihi

  2. Alt 09-14-2008, 14:19 #12
    Sarax Mesajlar: 678
    HÜZÜN YILI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Mekke döneminin en sikintili aninda Hz. Hatice ile Ebu Talib'in vefat ettikleri yil.

    Peygamberligin onuncu yilinda Müslümanlar iktisâdî ablukadan yeni çikmislardi. Ebû Tâlib agir hasta yatiyordu. Ebû Talib Peygamberimizi bir amca olarak düsmanlarina karsi korumus ve Abdülmuttalib'in nüfuzunu kullanarak müsriklere ezdirmemeye çalismisti. Hatta Ebu Talib mahallesindeki müsriklerin kusatma sirasinda bile gece gündüz demeden Peygamberimizin kaldigi yerlerde nöbet tutturuyordu. Ancak müslüman olmamisti. Peygamberimiz ise kendisine çok iyiligi geçen amcasinin müslüman olmasini arzu ediyor, böylece ona sefâat etmeyi umuyordu. Bunu saglamak için hastaligi agirlasan ve ölüm Isaretleri, yüzünde belirmis olan Ebû Talib'in yanina girdi:

    "Ey amcacigim: Ölümünden önce sehadet kelimesi getir ki, yarin mahserde Cenab-i Hakk'in yaninda senin müslümanligina taniklik yapayim" dedi.

    Fakat Ebu Talib câhiliye âdetlerinin etkisi ve câhiliye kompleksi içinde davranmaktan kendini kurtaramadi. "Ben Abdü'l-Muttalib'in dini üzere ölüyorum. Kureys'in "ölümden korktu çekindi de yegeninin dinini kabul ediverdi demeyeceklerini bilsem, senin dinine inanirdim yegenim" gibi laflar söyledi. Hadis âlimleri, onun iman etmeden gittigini ve Peygamberimizin buna çok üzüldügünü kaydederler. Ancak Ibn Ishâk gibi tarihçiler onun ölürken o zaman henüz müsrik olan Abbas b. Abdü'l-Muttalib tarafindan sehadet kelimesini söyl ediginin isitildigini naklederler. Su kadar var ki, Islâm âlimleri hadisçilerin görüsünü tercih etmekle beraber yine de meseleyi Allah'in Ilmine havale etmislerdir.

    Ebû Tâlib'in ölümünden üç gün sonra da Hz. Hatice, ruhunu teslim etmisti. Hz. Hatice annemiz, sevgili Peygamberimizin vefakâr hayat arkadasi idi. O, dünyada Peygamberimize Ilk iman eden kisi olmak bahtiyarligina kavusmus, en sIkintili zamanlarinda Rasûlüllah'i teselli etmis, desteklemisti. Peygamberimiz aci, tatli basina gelen bütün islerde onu hemen yani basinda bulmustu. Peygamberimiz, bu örnek Islâm kadinini kendi elleriyle kabrine indirdi.

    Peygamberimiz, Hz. Hatice'yi takdirle ve rahmetle anardi. Onun hatirasina, çok hürmet ederdi. Hz. Ali'nin naklettigine göre Peygamberimiz, Hz. Hatice hakkinda söyle buyurmustur:

    "Bu ümmetin kadinlarinin en hayirlisi Hatice'dir" (Müslim, Sahih, VII, 336).

    Onuncu yilda pespese gelen bu Iki ölüm olayi Peygamberimizi ve müslümanlari çok üzdügü için bu yil Islâm tarihçilerince "hüzün yili, gam ve keder yili" olarak ifade olunmustur. Ebû talib, Kureys'in iskencesine karsi Peygamberimizi koruyor; Hz. Hatice ise teselli ediyor, sevgili esine daima yardimci oluyordu. Bu Iki seçkin Insanin ölümünden sonra Kureys müsrikleri Rasûl-i Ekrem'i güç durumlarda birakmak için baski ve zulümlerini daha da arttirdilar.

    Iki musibetin, böyle bir biri pesi sira gelisi nedeniyle Peygamberimiz (s.a.s): "Bu ümmet üzerinde, su günlerde toplanan Iki musibetten, ben, hangisine en çok yanacagimi bilemiyorum!" demekten kendilerini alamiyorlardi.

    Peygamber Efendimiz (s.a.s) amcasi Ebû Talib'in vefatindan sonra günlerce evinden dIsari çikmamis ve hep evinde oturmustu. Pek az dIsari çiktigi olmustu.

    Ebu Talib'in ölümünden sonra müsrikler için engel kalmamisti. Artik Peygamberimiz (s.a.s)'e çok rahat saldirabiliyorlardi .

    Kizlarindan birisi, hemen kosup Peygamberimizin basindaki tozu topragi, aglaya aglaya yikarken, Peygamberimiz, "Kizim aglama! Aglama! muhakkak ki, Allah babani, koruyacak, savunacaktir. Kureys müsrikleri; Ebu Talib, ölmedikçe bana hoslanmadigim bir seyi yapmaga, pek muvaffak olamamislardi" buyurarak, Ebû Talib'in ölümüne üzüldügünü belirtmistir .

    Hüseyin ALGÜL

  3. Alt 09-14-2008, 14:19 #13
    Sarax Mesajlar: 678
    MIRAC


    --------------------------------------------------------------------------------

    Arapça'da merdiven, yukari çikmak, yükselmek anlamlarini dile getirir. Islam'da Hz. Peygamber (s.a.s)' in göge yükselerek Allah'in huzuruna kabul edilmesi olayi. Mirac olayi hicretten bir yil ya da onyedi ay önce Receb ayinin yirmi yedinci gecesi gerçeklesir. Olayin iki asamasi vardir. Birinci asamada Hz. Peygamber (s.a.s) Mescidül-Haram'dan Beytü'l-Makdis'e (Kudüs) götürülür. Kur'an'in andigi bu asama, gece yürüyüsü anlaminda isra adini alir. Ikinci asamayi ise Hz. Peygamber (s.a.s)'in Beytü'l-Makdis'ten Allah'a yükselisi olusturur. Mirac olarak anilan bu yükselme olayi Kur'an'da anilmaz, ama çok sayidaki hadis ayrintili biçimde anlatilir.

    Hadislerde verilen bilgiye göre Hz. Peygamber (s.a.s), Kâbe'de Hatim'de ya da amcasinin kizi Ümmühani binti Ebi Talib'in evinde yatarken Cebrail gelip gögsünü yardi, kalbini Zemzem ile yikadiktan sonra içine iman ve hikmet doldurdu. Burak adli binege bindirilerek Beytü'l-Makdis'e getirildi. Burada Hz. Ibrahim, Hz. Musa, Hz. Isa ve diger bazi peygamberler tarafindan karsilandi. Hz. Peygamber (s.a.s) imam olarak diger peygamberlere namaz kildirdi.

    Hz. Peygamber (s.a.s), Beytü'l-Makdis'te kurulan bir Mirac'la ve yaninda Cebrail oldugu halde göge yükselmeye basladi. Gögün birinci katinda Hz. Adem, ikinci katinda Hz. Isa ve Yahya, üçüncü katinda Hz. Yusuf, dördüncü katinda Hz. Idris, besinci katinda Hz. Harun, altinci katinda Hz. Musa ve yedinci katinda Hz. Ibrahim ile görüstü. Cebrail ile birlikte yükselis Sidretü'l-Münteha'ya kadar sürdü. Cebrail, "Buradan bir parmak ucu ileri geçecek olursam yanarim" diyerek Sidretü'l Münteha'da kaldi. Hz. Peygamber (s.a.s) buradan itibaren Refref adli baska bir binekle yükselisini sürdürdü. Bu yükselis sirasinda Cennet ve nimetlerini, Cehennem ve azabini müsahede etti. Sonunda Allah'in huzuruna kabul edildi. Kendisine ümmetinden Allah'a sirk kosmayanlarin Cennet'e girecegi müjdelendi, Bakara suresinin son ayetleri verildi ve bes vakit namaz fari kilindi. Yeniden Refref ile Sidretü'l-Münteha'ya, oradan Burak'la Kudüs'e, oradan da Mekke'ye döndürüldü.

    Hz. Peygamber (s.a.s) ertesi günü Mirac olayini anlatti. Olayi duyan müsrikler yogun bir kampanya baslatarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i suçlamaya, alaya almaya basladilar. Bu kampanya bazi müslümanlari da etkileyerek süpheye düsürdü. Olayin gerçek olup olmadigini arastirmak isteyenler Beytü'l-Makdis'e ve Mekke'ye gelmekte olan bir kervana iliskin sorular sorarak Hz. Peygamber (s.a.s)'i sinadilar. Hz. Peygamber (s.a.s)'in verdigi bilgilerin dogrulugu müslümanlari süpheden kurtardiysa da müsriklerin inatlarini kirmaya yetmedi. Mirac olayi inatlarini ve düsmanliklarini artirarak onlar için bir fitne nedeni oldu. Bu olay karsisindaki tutumu nedeniyle Hz. Ebu Bekr, Hz. Peygamber (s.a.s)'ce "Siddîk" lakabiyla onurlandirildi. Hz. Ebu Bekir olayi kendisine anlatarak hala inanmaya devam edip etmeyecegini soran müsriklere "O söylüyorsa süphesiz dogrudur" cevabini vermisti.

    Ahad hadislere dayansa da Mirac olayinin gerçekliginde tüm müslümanlar birlesmislerdir. Ancak olayin gerçeklesme biçimi Islam bilginleri arasinda görüs ayriliklarina neden olmustur. Buna göre Ibn Abbas'in da içinde bulundugu bazi bilginlere göre Mirac olayi uykuda gerçeklesmistir. Bilginlerin büyük çogunluguna göre ise uyku durumunda ve rüyada degil, uyanik iken gerçeklesmistir. Fakat bu görüsü savunanlar da Mirac'in yalniz ruhla mi, yoksa hem ruh, hem de bedenle mi oldugu konusunda ikiye ayrilmislardir. Sonraki Kelamcilarin büyük çogunluguna göre mirac olayi uyanikken hem ruh, hem de bedenle gerçeklesmistir. Içlerinde Hz. Aise'nin de bulundugu bazi bilginlerle mutasavviflarin büyük çogunluguna göre ise uyanik durumda iken ama yalniz ruhla gerçeklesmistir.

    Mirac olayinin gerçeklestigi gece müslümanlarca kadir gecesinden sonra en kutsal gece sayilmis ve bu gecenin ibadetle ihyasi geleneklesmistir. Osmanlilar döneminde, camiler kandillerle donatildigi için Mirac kandili olarak anilan geceyi izleyen gün, cami ve tekkelerde Mirac olayini anlatan ve Miraciye adi verilen siirlerin okunmasi, dinleyenlere süt ikram edilmesi de bir gelenekti.

    MIRAC GECESINDE PEYGAMBERIMIZE VERILEN HEDIYELER

    Mirac günü peygamber efendimiz (S.A.V) hediye olarak üç sey verilmisti: Bunlar; Bes Vakit Namaz, Bakara Suresinin Son Ayetleri, Ve Sirk Kosmamak sarti ile ''LA ILAHE ILLALLAH ''diyen her Müslümanin cennete girebilecegi müjdesi.

    Kaynak: Islam tarihi

  4. Alt 09-14-2008, 14:20 #14
    Sarax Mesajlar: 678
    PEYGAMBERLIGI VE MEKKE DÖNEMI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Böylece kendisine verilecek ilâhî risâlet görevini üstlenebilecek bir seviye ve vasata geldigi bir sirada, kirk yasinda iken yine böyle bir uzlet aninda Hira magarasinda, Cenâb-i Hakk'in peygamberlere vahiy getirmekle görevli melegi Cebrâil (a.s), O'na ilk vahyi, Alak Sûresi'nin ilk bes âyetini getirdi. Artik Allah'in Rasûlü, insanlari hak din olan Islâm'a çagirmakla görevli idi. O, bu görevine ailesi halkindan ve hak davaya gönül verebilecek yakin arkadaslarindan, gerçegi kabul edebilecek kabiliyetde olan, fitrati bozulmamis, düsünme istidadi körelmemis kisilerden basladi. Ilk önce O'nu sevgili esi Hz. Hatice tasdik etti. Erkeklerden Hz. Ebûbekir, çocuklardan Hz. Afi, âzadli kölelerden Zeyd b. Hârise kendisine ilk iman eden kimselerdi. Ardindan Hz. Ebûbekir'in de araciligiyla Hz. Osman, Abdurraliman b. Avf, Zübeyr b. el-Avvâm, Talha b. Ubeydullah, Sa'd b. Ebî Vakkâs, Ebû Ubeyde b. el-Cerrah, Sa'id b. Zeyd, Abdullah b. Mes'ûd gibi sahsiyetler müslüman oldular. Hz. Peygamber ilk üç yil davetini gizli sürdürdü. Yalniz bu gizlilik, Islâm'in esaslari ve prensipleri açisindan degildi. Islâm, sir perdeleri arkasinda, gizli sakli, esrarengiz ve gizemli, anlasilmaz bir takim düsünceler ve doktrinler ihtiva eden bir din degildi. Onun esaslari gayet açik, net, anlasilir, sâde, ari duru olup akil ve mantiga da uygun idi. Ayni sekilde bu gizlilik, Islâm'in sadece belli bir zümreye has bir grup dini olusundan da degildi. Aksine Islâmiyet cihansümûl bir din olup bütün bir beseriyetin hidayet ve saâdetini hedeflemisti. Ancak Hz. Peygamber'in ilk üç yil davetini gizli sürdürmesi, çevredeki insanlarin Islâm'a karsi takindiklari düsmanca tavirdan, inanç ve ibadet hürriyeti tanimayacak kadar insafsiz ve bagnaz oluslarindan kaynaklaniyordu. Müslüman olanlarin mallarina ve canlarina bir zarar gelmemesi, filizlenmekte olan Islâm davâsina acimasiz bir balta vurulmamasi açisindan gizli davete gerek duyulmustu. Bu safhada Hz. Peygamber faâliyetini genellikle davet merkezi edindigi Dâru'l-Erkam'dan yürütmüstür. Burasi ilk iman edenlerden el-Erkam b. Ebi'l-Erkam'in* Kâbe karsisinda Safâ tepesi yamaçlarindaki evi idi. Ilk müslümanlardan bir çogu Islâm'i burada kabul etmisler, Hz. Peygamber'in egitimine burada mazhar olarak Islâm'in essiz esaslarini ruhlarina ve hayatlarina burada naksetmislerdi. Hz. Peygamber burada Islâm davâsina gönül baglayarak mallarini ve canlarini bu hak davâ ugrunda fedâdan çekinmeyen sâdik, vefâli ve ihlâsli bir kadroyu olusturmakla mesgûldü. O, biliyordu ki böyle bir kadro olmaksizin Islâm davâsinin ortaya çikip yayilmasi mümkün degildir. Bu bakimdan Hz. Peygamber'in bu devredeki icraati ashabini birbirine kenetlendirmis ve aralarinda mükemmel bir baglilik olusturmustu.

    Iste Hz. Peygamber Islâm davâsi etrafinda böyle bir kadro olusturduktan sonra peygamberligin dördüncü yilindan itibâren Islâm'i açik açik teblig etmeye basladi. Kureys müsriklerinin Islâm'i engellemek için basvurduklari çok çesitli çareler, Hz. Peygamber'e ve Islâma samimiyetle bagli kadro elemanlarina engel olamiyordu. Bu arada Mekke müsrikleri özellikle korunmasiz müslümanlara insaf ve vicdana sigmayan eziyet ve iskencelerde bulundular. Bu iskenceler karsisinda Hz. Peygamber, isteyen müslümanlarin Habesistan'a gidebileceklerini belirtip hicret izni verince, nübüvvetin bes ve altinci yillarinda müslümanlardan birer grup I. ve II. Habes hicretlerini gerçeklestirdiler. Mekkeli müslümanlarin böylece Mekke hâricine Islâm'i tasimalari, müsriklerin hinç ve kinini artirmisti. Ama Cenâb-i Hakk'in yardim ve inâyeti sebebiyledir ki Islâm'a gösterilen bu düsmanliklar bile hak dinin yayilmasina yardimci oluyordu. Meselâ azili müsriklerden Ebû Cehil'in bizzat Hz. Peygamber'e yaptigi sözlü ve fiili bir satasma, Kureys arasinda sahsiyeti ve kuvvetiyle büyük bir itibâra sahip olan Hz. Hamza'nin müslüman olmasini sagladi. Ardindan Mekke idare meclisi Dâru'n-Nedve'de alinan Hz. Peygamber'i öldürme kararini uygulamak için harekete geçen güçlü sahsiyet Ömer b. el-Hattâb, Hz. Peygamber'i öldürmek üzere O'nu ararken aslinda ayaklari onu hidâyete sevkediyor ve Ömer'in gücü Islâm saflarina yeni bir heyecan ve sevk katiyordu. Arka arkaya Hz. Hamza'nin ve Hz. Ömer'in müslüman olmalari, Kureys müsriklerinin gözünü bir süre yildirmis, artik müstümanlara dokunamaz olmuslardi. Iste bunu izleyen günlerde Habes muhâcirlerinden bir kismi Mekke'ye geri döndü. Ancak bu sirada müsrikler yeniden siddete baslayip, cehâlet ve bagnazlikla baglandiklari ata dinlerini, zulme dayali oldugu için Islâm'in ortadan kaldiracagi sahsî çikar ve menfaatlerini, bâtil tahakküm ve zorbaliklarini kurtarabilmek için akil almaz çarelere basvurmuslardi. Bu türden olmak üzere hem müslümanlar, hem de müslümanlari koruyan Hâsimogullari, peygamberligin yedinci senesi ile onuncu senesi arasinda tam üç yil devam eden bir boykot ve muhâsaraya marûz kaldilar. Mekkeliler ne müslümanlarla, ne de onlari koruyan Hâsimogullari ile hiç bir münâsebette bulunmayacaklarina, her türlü iliskiyi keseceklerine, onlarla hiç bir sekilde alis-veriste bulunmayacaklarina, oturup kalkmayacaklarina, kiz alip vermeyeceklerine dair bir karar almis, bu karan yazdiklan sahifeyi Kâbe'nin iç duvarina asarak dinî bir hüviyet de vermislerdi. Bu karara muhâlefet eden, hem vatana, hem de dine ihânet etmis sayilacak ve en agir sekilde cezalandirilacakti. Mekkeliler tarafindan üç yil süreyle ve titizlikle uygulanan bu karar, elbette müslümanlara sikintili, güç günler yasatmistir. Peygamberligin onuncu yilinda bu karar iptal edilip boykot ve muhâsara kaldirildigi vakit müslümanlar pek ziyade sevinme imkâni bulamadilar. Çünkü çok geçmeden Hz. Peygamber iki büyük yakinini, amcasi Ebû Tâlib'i ve esi Hz. Hatice'yi üç gün arayla ardi ardina kaybetti. Rasulullâh'in üiüntüsüne müslümanlar da katildilar ve bu seneye Hüzün yili* adini verdiler. Özellikle Ebû Talib'in vefati, Hz. Peygamber'in Mekke'de Islâm'i teblig etmesini bir hayli güçlestirdi. Çünkü Ebû Tâlib'in sagliginda Mekkeliler Ona hürmet duyduklari için himayesine aldigi yegenine dokunmuyorlardi. Simdi bu himaye ortadan kalktigi için Hz. Peygamber her yerde satasma ve engellemelerle karsilasiyordu. Böyle bir ortamda Islâm'i teblig etmek âdeta imkânsiz hâle geldiginden Hz. Peygamber, Islâm'i kabullenecek yeni bir kitle aramaya basladi. Bu sebeple de azadli kölesi Zeyd b. Hârise ile birlikte bir gün gizlice Tâif'e gitti. Ancak dolayli akrabalarindan olan reislerinden gördügü alayli ve acimasiz muâmele Hz. Muhammed'in derhal Mekke'ye geri dönmesini gerekli kildi. Hz. Peygamber sehirden gizlice çikmisti. Sayet bu durum Mekkelilerce ögrenilmisse onun gidisi ülke disina kaçma olarak degerlendirilebilir ve kendisi siyâsi suçlu sayilabilirdi. Bu düsüncelerle Hz. Peygamber sehre ancak bir emân ve himâye altinda girmek gerektigine kanâat getirerek müsriklerin ileri gelenlerinden Mut'im b. Adî'nin himâyesini sagladi ve onun korumasi altinda sehre girdi.

    Yillar boyu Mekkelilerin Islâm'a karsi gösterdigi kin; düsmanlik ve engellemeler, üç yil süreyle devam eden ve insafsizca uygulanan toplumdan dislanma ve muhâsara olayi, ardindan Ebû Tâlib'in ve Hz. Hatice'nin vefatlari dolayisiyla Hz. Peygamber'in himayesiz kalmasi ve Mekkelilerin satasmalarina mâruz kalmasi, bunu tâkiben de Tâif halkinin horlayici tavn, her ne kadar Allah Rasûlünün ümit ve azmini kiramamis, davet sevk ve istiyakini azaltamamis ise de, süphesiz bir beser olarak O'nu üzmüs ve rencide etmisti. Iste böyle bir durumda Hz. Peygamber'i sevindirecek ve Kur'an'dan sonra en büyük mûcizelerinden biri olan bir mucize meydana geldi. Cenâb-i Hak, Rasûlünü teselli etmek, bunca gördügü düsmanliklara ragmen gösterdigi sabir ve sebat dolayisiyla O'nu taltif edip lütuf ve ikramda bulunmak üzere katina çagirdi ve Hz. Peygamber'in Isrâ ve Mirâc mûcizesi gerçeklesti. Bir gece vakti Hz. Peygamber, bir an ifade edilebilecek çok kisa bir zaman dilimi içinde önce Mekke'den Kudüs'e gitti. Oradan da göklere yükselerek Rabbinin huzuruna çikti; dünya ötesi âlemi, Cennet ve Cehennem'i müsahede etti. Böylece rûhen takviye görmüs, Rabbi tarafindan mükâfaatlandirilmis olarak tekrar ayni anda Mekke'ye döndü.

    Bu olaydan sonra Hz. Peygamber (s.a.s) Islâmî tebligine yine devam ediyordu. Fakat Islâm'in kitlesi olacak zümreyi arayisi genellikle Mekke'ye dis kabilelerden hac, umre veya ticaret gibi maksatlarla gelen yabancilar arasinda oluyordu. Önceleri bu tesebbüsü bazen olayli, bazen sert, nâzik, veya mütereddit, ama hep menfi bir tavirla karsilaniyordu. Ancak nübüvvetin onbirinci senesinde Medine'nin Hazrec kabilesinden alti kisi Akabe adi verilen yerde Hz. Peygamber'le karsilasip kisa bir görüsmeden sonra O'na iman ettiler. Bu alti Medineli, sehirlerine dönüste Hazrec ve Evs kabileleri arasinda Islâm'i yaydilar. Ertesi senenin hac mevsiminde ikisi Evsli, onu Hazrecli oniki kisilik bir heyet yine Akabe'de Hz. Peygamber'le bulusup O'na bey'at ettiler. I. Akabe bey'ati olarak tarihlere geçen bu görüsmenin akabinde Hz. Peygamber, Islâm kadrosunun ilk elemanlarindan Mus'ab b. Umeyr'i davetçi olarak Medine'ye gönderiyordu. Mus'ab'in Medine'de bir yil süreyle yaptigi faâliyet öylesine verimli olmustu ki Islâm'in bahsedilmedigi ve girmedigi bir ev hemen hemen kalmamisti ve Medineliler, Allah Rasûlünü sehirlerine buyur edip O'nu koruma konusunda her tehlikeyi göze alacak bir kivâma erismislerdi. Peygamberligin onüçüncü yilinda Medine'den gelen daha kalabalik bir heyet Akabe'de Hz. Peygamber'le bir gece vakti gizlice bulusup II. Akabe Bey'ati'ni gerçeklestiriyor ve sehirlerine göç ettigi takdirde Hz. Peygaber'i ve Mekkeli müslümanlari mallari ve canlarini koruduklari gibi koruyacaklarina and içiyorlardi. Iste bu and ve karsilikli söz vermelere Islâm tarihinde "Akabe bey'atlari * " adi verilmistir.

    HICRET VE ISLÂM DEVLETI:

    Mekkeliler bu görüsmeleri haber aldiklari zaman baslatilan yeni baskilar, müslümanlara hicret kapilarini açti. Hz. Peygamber'in izni ile Ashâb-i kirâm gruplar halinde ve çogunlukla gizlice sehri terkedip Medine yolunu tuttular. Artik sehirde Hz. Peygamber ve ailesi, Hz. Ali, Hz. Ebûbekir ve ailesi ile hicrete imkân bulamamis olanlarla yakinlari veya akrabalari tarafindan hicretleri engellenmis kimseler kalmisti. Müslümanlarin Medine'de toplanarak zinde bir güç olusturmalari, Mekkelileri ürküten ve korkutan bir husus olmustu. Bu günlerde sik sik olaganüstü toplantilar yapan müsrikler, gizli bir celsede, karsilasilan bu zor problemi çözme yollarini aradilar. Yegâne kurtulus yolu olarak Hz. Muhammed'in öldürülmesi görüldü. Kararlastirilan komplonun icrâsi için hazirliklar yapilirken Cebrâil (a.s) vâsitasiyla durumdan haberdâr olan Hz. Peygamber de hicret için hazirliga koyuldu ve hicrette kendisine yol arkadasligi yapacak Hz. Ebûbekir'le önceden hazirladigi plân geregince geceleyin Mekke'yi terketti. Uzun ve zaman zaman tehlikeli geçen yorucu bir yolculuktan sonra 8 Rebiulevvel pazartesi günü Medine'nin banliyösü Kubâ köyüne geldigi zaman Ensâr ve Muhâcirûn'un O'nu karsilamasi son derece heyecanli ve içten olmustu. Hz. Peygamber bu köy halkinin ricasi üzerine burada bes gün istirahat etti ve bu kisa istirahati sirasinda bilfiil kendisi de çalisarak bir mescid insâ ettirdi. Kubâ'ya gelisinin besinci günü sabahleyin buradan ayrilarak Medine sehrine yöneldi. Günlerden cuma idi. Ögle vakti Rânunâ adli mevkiye gelindigi vakit Hz. Peygamber burada durdu; ilk cuma hutbesini îrad etti ve ardindan ilk cuma namazini kildirdi. Sonra yoluna devam etti. Sehirde bir bayram havasi vardi. Büyük küçük herkes yollara dökülmüs, coskun bir tezâhürât, sevgi ve saygiyla Hz. peygamber'i karsiliyor, sehirlerine ve evlerine buyur ediyordu. Hz. Peygamber hiç kimsenin davetini reddetmis olmamak ve hiç kimseyi kirmamak için uygun bir çare buldu ve üzerinde hicret ettigi devesi Kasvâ kendi hâline birakildi; devenin çöktügü yere en yakin evde Hz. Peygamber misafir olacakti. Deve, sehrin orta tarafinda iki yetim çocuga ait bos bir arsada çöktü ve Hz. Peygamber kendisine ait hâne-i saâdetleri insâ edilinceye kadar buraya evi en yakin olan Ebû Eyyûb Hâlid b. Zeyd el-Ensârî Hazretlerinin evinde misafir kaldi.

    Böylece Hz. Peygamber'in hayatinda ve davet faâliyetinde yeni bir dönem, Medine dönemi baslamis oluyordu. Medine'de Hz. Peygamber, Islâm'a kucak açmis büyük bir kitleye kavusmustu; Islâm'in bagimsizligi ve hâkimiyetini ilân edecegi bir vatana da sahipti. Artik yapilacak sey, bu vatan sathinda Islâm cemâatini teskilatlandirmak, insanlarin birbirleri ile olan münâsebetlerini hak ölçüleri içerisinde düzenlemek ve hakkin hâkimiyetini saglayarak etrafa yaymakti. Bunun için de bir devlete ihtiyaç vardi. Peygamber Efendimiz bu ihtiyaci gayet iyi bildiginden, artik Medine'ye hicretin ilk günlerinden itibâren O'nun davet merhaleleri arasinda "devletlesme diye adlandirdigimiz safhayi gerçeklestirmek üzere çaba sarfetti. Kurulus günlerini yasayan Islâm devleti'nin idâre merkesi, htikümet binasi, harp karargâhi vs. gibi çok önemli hizmetler verecek olan Mescid'i insâ etti. Mescide bitisik olarak bina edilen suffa, Islâm cemâatinin bütün Islâmî meselelerde egitildigi ve gerekli bilgilerin ögretildigi önemli bir egitim-ögretim müessesesi oldu. Bu siralarda okunmaya baslanan ezan, sadece namaz vaktinin geldigini bildiren bir ilân degil, ayni zamanda Islâm hâkimiyetini âleme haykiran bir sembol ve siâr idi. Komsu devletlerle münâsebetlerin tanzimi için henüz hicri birinci senede ilk sinir tespiti gerçeklestirilmis ve bu sinirlar içerisindeki müslümanlarin gücünü belirleme açisindan Hz. Peygamber'in emri üzerine nüfus sayimi yapilmisti. Ensâr'dan bir kisi ile muhâcirûn'dan bir kisinin bir araya getirilerek Islâm toplulugunun ikiser ikiser kardeslestirilmesi ameliyesi demek olan muâhât *, baska bir çok faydalari yanisira Islâm devleti'nin asil unsurunu olusturan müslümanlar arasinda tam bir kaynasma ve dayanisma sagliyordu. Yine ayni senede hazirlanan anayasa, müslümanlari oldugu kadar Medine'de bulunan müsrikleri ve Yahudileri de kapsamina alarak Hz. Peygamber'in devlet baskanligini bu gayri müslim azinliklara da kabul ettiriyor ve ayni ülkede yasayan vatandaslar olarak bu insanlar Islâm'in hakimiyet ve korumasi altina alinarak devlet açisindan güvenligin saglanmasi hedefleniyordu.

    Kaynak: Islam tarihi

  5. Alt 09-14-2008, 14:20 #15
    Sarax Mesajlar: 678
    Peygamberimizin (s.a.v.) ay mucizesi
    Peygamber Efendimizin (s.a.v.) en büyük mucizelerinden biri, Sâkk-i Kamer adiyla bilinen "Ay'in ikiye ayrilmasi"'dir. ZAFER su ana kadar ele alinmaya pek cesaret edilemeyen bu mucizeyi Temmuz 1991 sayisinda incelerken, âyet ve hadislerin yanisira çesitli teknik bilgilere, astronomik haritalara ve uydu fotograflarina yer verdi. "AY MUCIZESI" basligini tasiyan yazida, mucize tahakkuk ettigi sirada Efendimizin (s.a.v.) yaninda bulunanlarin isimleri, mucizenin nasil gerçeklestigi, kimler ve hangi ülkeler tarafindan müsahede edildigi, fakat neden herkes tarafindan görülemedigi gibi hususlara temas edilmisti.

    ***

    Söz konusu yazida, bazi arkeolojik kesiflerden de bahsedildi. Meselâ Hindistan'da bulunan bir heykel üzerinde "Ay'in ikiye ayrildigi sene yapilmistir" yazisinin bulunmasi (bkz. Ö.N. Bilmen, Müvezzah Ilm-i Kelâm, 3. baski, s.161) bu delillerden biriydi.

    1967 yilinda firlatilan Orbiter-4 uydusundan alinan 67-1805 seri numarali fotograflarda, Ay'in dünyadan görünmeyen ara yüzeyinin, uzunlugu 240, kalinligi ise 8 km olan bir yarik tarafindan kusatildigi belirtilmisti. Bu yarigin bariz bir sekilde yükselmis yan kenarlari, Ay'in ayrildiktan sonra tekrar birlesmesi sirasinda olusmus intibaini kuvvetlendiriyordu.



    Orbiter-4 tarafindan çekilen fotograf

    Ayni yazida ilk defa ZAFER tarafindan ortaya atilan bir delil de, Modern Astronomi ile ugrasan bütün ilim adamlarinca fevkalâde önemli bir kaynak olarak kabul edilen ve ilmi yönü tartisilmayan bircok kitapta yer alan 311 yillik Ay haritasiydi. Italyan gök bilimcisi Cassini tarafindan çizilen bu ay haritasinda, dünyamizdan görülen ay yüzeyinin tamamini kusatan tesadüflerle meydana gelemeyecek kadar muntazaman olan bir çizginin varligi, son derece net bir sekilde müsahede edilmekteydi. ZAFER, bu çizginin ay'in ikiye ayrilip tekrar birlesmesiyle meydana gelebilecegini belirttigi yorumunda, zamanla yapisinda degisikliklerin olabilecegini ortaya koydu. Çünkü ay, her an yogun bir meteor bombardimanina tutuluyor ve 1 gramlik göktaslari bile, en sert kayalarda 30 cm derinliginde, 60 cm çapinda bir çukur açiyordu. Bilindigi gibi bu meteorlardan bazilari koruyucu atmosfer tabakasina ragmen dünyamiza düsmüs, Arizona çölüne düsen bir tanesi çevresi 5 km'ye ulasan 174 m derinliginde bir çukur açmisti.

    ZAFER, daha sonra "Ay Mucizesi"'nin dünyadaki örneklerine veriyor ve yaziyi söyle devam noktaliyordu:

    "Döllenmis tek bir hücrenin parçalanarak 60 trilyona ulasmasi ve beden üzerinde kusursuz bir sekilde birlesmesiyle vücud bulan insanoglunun, Ay gibi suursuz bir kütlenin parçalanip tekrar birlesmesini inkâr etmesi, gerçekten gülünç ve acinacak bir tablodur"

  6. Alt 09-14-2008, 14:20 #16
    Sarax Mesajlar: 678
    HABESISTAN HICRETI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Müslümanlarin Mekke müsriklerinin zulmünden kurtularak Islâm'in öngördügü biçimde özgürce yasayabilmek amaciyla Habesistan'a yaptiklari göç. Müslümanlar, ilki Hz. Muhammed'in peygamberlikle görevlendirilisinin besinci yilinda (614), ikincisi de altinca yilin (615) baslarinda olmak üzere iki defa hicret ettiler. Bu hicretler birinci Habesistan hicreti ve ikinci Habesistan hicreti olarak adlandirilir.

    Kur'an'da hicret, cihaddan sonra en önemli eylem olarak degerlendirilir. Bunun nedeni açiktir. Bir mümin için en önemli sey imani ve imaninin gereklerini yerine getirerek Allah'in rizasini kazanmaktir. Gerçek bir mümin kendi ülkesinde, yasadigi çevrede bu amacina ulasamiyorsa, yurdunun, isinin-gücünün, malinin mülkünün, akraba ve dostlarinin hiçbir anlam ve önemi kalmaz. Bunlarla imani arasinda seçim yapmak zorunda kalan insan, imani seçiyorsa, ancak o zaman gerçek bir mümindir. Bu nedenle Mekke'de, müminler müsriklerin baski ve iskenceleri yüzünden böyle bir seçim yapma noktasina dogru gelince, Kur'an onlari, hicretin anlam ve önemini bildiren ayetlerle muhtemel bir hicrete hazirlamaya basladi. Bu konudaki bir ayette, "De ki: Ey iman eden kullarim, Rabbinizden korkun. Bu dünya hayatinda güzel davrananlara güzellik var. Allah'in arzi genistir. Ancak, sabredenlere mükafatlari hesapsiz ödenecektir" (ez-Zümer, 39/1I) buyrularak bir hicretin gerekebilecegi ima edilir. "Kendilerine zulmedildikten sonra Allah ugrunda hicret edenleri dünyada güzelce yerlestirecegiz; ahiret mükafati ise daha büyüktür" (en-Nahl,16/41), ayeti ise müminleri hicrete açikça tesvik eder.

    Kur'an, bir yandan müminleri hicrete hazirlarken, diger yandan da hristiyanlik ve Hz. Isa hakkinda gerekli bilgilerle donatiyordu. Habesistan hicretinin hemen öncesinde gelen Meryem suresi, müminleri bu konuda yeterince bilgilendirdi. Ayrica, müminlere hristiyanlarla nasil mücadele etmeleri gerektigi ögretildi: "Içlerinden zulmedenleri hariç, kitap ehliyle ancak en güzel tarzda mücadele edin ve deyin ki; "Bize indirilene de, size indirilene de inandik. Ilâhimiz ve ilâhiniz birdir, biz de O'na teslim olanlariz" (el-Ankebût, 29/46). Bu hazirlama ve bilgilendirmeden sonra, müminlerin hicreti bilfiil gerçeklestirmeleri yönünde açik isaretler tasiyan su ayetler geldi: " Ey inanan kullarim, benim arzim genistir, bana kulluk edin. Her can ölümü tadacaktir. Sonra bize döndürüleceksiniz. Inanip iyi isler yapanlari cennette, altlarindan irmaklar akan yüksek odalara yerlestiririz; orada ebedî olarak kalirlar. Çalisanlarin ücreti ne güzeldir. Onlar ki sabredenler ve Rabblerine tevekkül ederler. Nice canli var ki rizkini tasiyamaz; onlari da, sizi de Allah besler. O isitendir, bilendir" (el-Ankebût, 29/56-6I). Ankebût suresi, çogu müfessire göre Habesistan hicretinden çok sonra, Medine'ye hicretten hemen önce inmistir. Ancak merhum Mevdûdî, yaptigi tahkikle surenin Habesistan hicretinden önce indigi sonucuna varir. Ona göre önceki müfessirleri surenin hicretle ilgili ayetleri yaniltmis, yanlis degerlendirmelerine neden olmustur. Daha önce merhum Derveze de ayni sonuca ulasmis olmali ki, Türkçe'ye "Kur'an'a Göre Hz. Muhammed'in Hayati" adiyla çevrilen eserinde andigimiz ayetlerin Habesistan hicretinin gerçeklestirilmesine isaret eden bir anlam tasidiklarini belirtir (II, 233).

    Andigimiz son ayetler indigi sirada artik hicret zamani gelmisti. Çünkü müsriklerin zulümleri, baski ve iskenceleri dayanilmaz bir hadde ulasmisti. Hz. Peygamber, müminlerin Habesistan'a hicret etmelerini buyurdu. Rivayetler, hicret yurdu olarak Habesistan'in seçilmesinin nedenini, Necâsî'nin zulme riza göstermeyen, adil bir insan olmasina baglar. Buna ilâve olarak siki ticaret iliskileri nedeniyle taninmasinin, halkinin ilâhî kaynakli bir inanca (Hristiyanlik) sahip olmasinin ve son olarak Islâm'in orada yayilma imkâninin bulunmasinin da seçimi etkiledigi söylenebilir.

    Hz. Peygamber'in tavsiyesi üzerine bir grup mümin Mekke'den ayrilarak Habesistan'a göçtü. Nübüvvetin besinci yilinin (614) Receb ayinda gerçeklesen ilk bu hicrete en çok kabul gören rivayete göre onbiri erkek, dördü kadin olmak üzere toplam onbes kisi katildi. Bunlar arasinda Hz. Osman b. Affân, Zübeyr b. Avvâm, Abdurrahman b. Avf, Osman b. Maz'un, Mus'ab b. Umeyr, Ebû Seleme b. Abdu'l-Esed gibi önde gelen sahabîler de bulunuyordu. Bu ilk muhâcirler Habesistan'da son derece iyi karsilandilar. Kendi ifadeleriyle, dinlerini yasama konusunda tam bir özgürlük ve güven içindeydiler. Allah'a istedikleri gibi ibadet ediyorlar ve kimse tarafindan rahatsiz edilmiyorlardi. Ne eziyet görüyor, ne de kötü laflar isitiyorlardi. Fakat iki ay sonra, müsriklerin müslüman olduklari yolunda yanlis bir haber nedeniyle Habesistan'dan ayrilarak Mekke'ye döndüler. Mekke yakinlarina gelince gerçegi ögrendilerse de is isten geçmisti. Çaresiz, herbiri bir kabîle reisinden emân alarak Mekke'ye girdiler.

    Habesistan'dan dönen müminlerin büyük çogunlugu kendi aileleri tarafindan yeniden baski altina alindi. Müsriklerin zulümleri de her geçen gün biraz daha siddetlendi. Öte yandan ilk hicret, Habesistan'in müminler için güvenli bir yer oldugunu göstermisti. Bu nedenle Hz. Peygamber müminlere ikinci kez hicret izini verdi. Nübüvvetin altinci yili (615) baslarinda, Ca'fer b. Ebî Tâlib'in önderliginde gerçeklestirilen bu ikinci hicrete 18 ya da 19'u kadin olmak üzere toplam 1I1 ya da 1I3 müslüman katildi. Ilk muhâcirlerin hemen tümü, ikinci hicrette de yeraldi. Ikinci hicret, Mekke'de tam bir matem havasi estirdi. Çünkü Mekke'de en az bir ferdi hicrete katilmayan aile yok gibiydi. Bir ailenin oglu gitmisse digerinin damadi; birinin kardesi gitmisse, digerinin babasi ya da amcasi gitmisti.

    Ikinci Habesistan hicreti müsrik liderleri büyük bir telasa düsürdü. Böylesine büyük bir kitle hâlinde gelen müslümanlar, son derece müsâit bir ülke olan Habesistan'in Islamlasmasina neden olabilir, ya da en azindan Hz. Peygamber'e güçlü bir müttefik kazandirabilirlerdi. Böyle muhtemel bir tehlikenin önüne geçmek için Kureys'in iki ünlü diplomati Amr b. El-Âs ile Abdullah b. Ebî Rabîa'yi Habesistan Necâsî'sine elçi olarak göndermeyi kararlastirdilar. Planlarina göre elçiler önce Necâsi'nin yakin çevresindekileri hediyeleriyle yanlarina çekecekler, daha sonra onlarin da yardimlariyla. Necâsî'nin müslümanlari Mekke'ye iade etmesini saglayacaklardi. Fakat sonuç hiç de umduklari gibi olmadi. Gerçi elçiler yakin çevresinin destegini sagladilar ama, gerçekten adil bir insan olan Necâsi'yi bütün diplomatik oyunlarina ragmen zulümlerine ortak edemediler.

    Elçiler Necâsî ile görüserek muhacir müslümanlarin birtakim beyinsiz gençler olduklarini, kendi dinlerini terkettiklerini fakat hristiyan da olmayarak yeni bir din icad ettiklerini, onlari gözetmek amaciyla akrabalarinin iade edilmelerini istediklerini söylediler. Necâsî, kendileriyle görüsmeden bir karar veremeyecegini belirterek müslümanlari yanina çagirtti; elçilerin taleplerini aktararak ne diyeceklerini sordu. Ca'fer b. Ebî Tâlib böyle bir talebe haklari olmadigini göstermek amaciyla elçilerden; kendilerinin köleleri, borçlulari ya da kisas etmek istedikleri katiller olup olmadiklarinin sorulmasini istedi. Amr'in sorulara olumsuz cevap vermesi üzerine, ne hakla iade talebinde bulunuldugunu ögrenmek istedi. Amr'in daha önceki sözlerini tekrarlamasi ve Necâsî'nin Islâm hakkinda bilgi istemesi üzerine Hz. Ca'fer ünlü konusmasini yapti.

    Ca'fer b. Ebî Tâlib, Islâm öncesi durumlari ile Hz. Peygamber ve Islâm hakkinda kisaca bilgi verdigi bu konusmasinda sunlari söyledi: "Ey Hükümdar, biz, cahil bir kavim idik. Putlara tapardik. Ölü eti yerdik. Her kötülügü islerdik. Akrabamizla ilgilenmez, ilgimizi keserdik. Komsularimiza iyi davranmaz, kötülük yapardik. Içimizden güçlü olanlar zayif olanlari yer, ezerdi. Yüce Allah bize kendimizden, soyunu sopunu, dogru sözlülügünü, eminligini, iffet ve nezâhetini bildigimiz bir peygamber gönderinceye kadar biz hep bu durum ve tutumda idik. O peygamber, bizim ve babalarimizin Allah'tan baska tapina geldigimiz tastan vesâireden yapilmis putlari birakarak Allah'in birligine inanmaya ve yalniz O'na ibadet etmeye bizi davet etti. Dogru söylemeyi, emaneti sahibine vermeyi, akraba ile ilgilenmeyi, komsularimizla iyi geçinmeyi, haramlardan, kan dökmekten vazgeçmeyi bize emretti. Bizi her türlü çirkin, yüz kizartici söz ve islerden, yalan söylemekten, yetim mali yemekten, iffetli kadinlara dil uzatmak ve iftira etmekten men ve nehyetti. Kendisine hiçbir seyi es, ortak kosmaksizin yalniz Allah'a ibadet etmemizi bize emretti. Ve yine bize namazi, zekâti, orucu de emretti. Biz ona inandik ve kendisini tasdik edip dogruladik. Onun Allah tarafindan getirdiklerine göre kendisine tabi olduk. Hiçbir seyi es, ortak kosmaksizin yalniz Allah'a ibadet ettik. Onun bize haram kildigi seyi haram, helâl kildigi seyi helâl bildik. Fakat kavmimiz üzerimize yürüyüp bizi yüce Allah'a ibadetten vazgeçirerek putlara taptirmak, dinimizden döndürmek, öteden beri serbestçe isleyegeldigimiz kötülükleri tekrar isletmek için türlü iskencelere ugrattilar. Onlar bize galebe çalip zulüm ve tazyikleri altinda ezmeye basladiklari, dinimizle aramiza girdikleri zaman, senin ülkene çikmak, siginmak zorunda kaldik. Seni baskalarina tercih ettik. Senin himayene can attik. Ey Hükümdar, bir, senin yaninda hiçbir zulme ve haksizliga ugramayacagimizi umuyoruz" (M. Asim Köksal, Islâm Tarih,i, Mekke Dönemi, IV. 191-192; bk. Ibn Hisâm, es-Sire, I, 356-362; Taberî Tarih, II, 225).

    Konusmayi dikkatle dinleyen Necâsî, yanlarinda Kur'an'dan bir bölüm bulunup bulunmadigim sordu. Bunun üzerine Ca'fer, hicretlerinden hemen önce nazil olan Meryem Suresinin ilk otuzbes ayetini okudu. Rivayetlere göre, ayetleri gözyaslari içinde dinleyen Necâsî, bunlarin Hz. Musa ve Isa'nin getirdikleriyle ayni kaynaktan geldigini tasdik ederek, elçilere müminleri teslim etmeyecegini bildirdi. Amr'in, müslümanlarin Hz. Isa hakkinda çok kötü sözler kullandiklarini söyleyerek Necâsî'nin kararini degistirme çabasi da Ca'fer'in, "O, Allah'in kulu, resulu, ruhu ve O'nun, dünyadan ve erden geçerek Allah'a baglanmis bir bakire olan Meryem'e ilka ettigi kelimesidir" seklindeki cevabiyla yalnizca Necâsî'nin bu konudaki gerçegi kavramasina yaradi.

    Habesistan muhacirleri uzun yillar hayatlarini burada huzur ve güven içinde sürdürdüler. Bu süre içinde basta Necâsî olmak üzere birçok kisinin müslüman olmasina vesile oldular. Bunlarin bir bölümü, Hz. Peygamber'in Medine'ye hicretinden önce Mekke'ye geri döndü. Basta Ca'fer b. Ebî Tâlib olmak üzere büyük bölümü ise Hicret'ten sonra, Hayber'in fethi (H. 7/628) sirasinda Medine'ye gelerek müslümanlara katildi.

    HABES ÜLKESINE ILK HICRETIN TARIHI VE ORAYA ILK HICRET EDENLER:

    Nübüvvet'in besinci yilinda, Receb ayinda

    1) Hz. Osman b. Affan, b. Ebil'As, b. Ümeyye

    2) Hz. Osman'in zevcesi Hz. Rukayya bint-i Resulüllah

    3) Ebu– Huzeyfe b. Utbe, b. Rebia, b. Abd. Sems

    4) Ebu– Huzeyfe'nin zevcesi Sehle bint-i Suheyl, b. Amr

    5) Zubeyr b. Avvam, b. Huveylid, b. Esed

    6) Mus'ab b. Umeyr, b. Hasim, b. Abd. Menaf, b. Abduddar

    7) Abdurrahman b. Avf b. Abd. Avf, b. Abd, b. Haris, b. Zühre

    8) Ebu– Seleme b. Abdul'esed, b.. Hilal, b. Abdullah, b. ömer, b.Mahzum

    9) Ebu Seleme'nin zevcesi ümmü Seleme bint-i Ebi Ümeyye, b. Mugire, b. Abdullah, b. ömer, b. Mahzum

    10) Osman b. Mazun, b. Habib, b. Vehb, b. Huzafe, b. Cumah

    11)Amir b. Rebia'el'Anzi

    12)Amir b. Rebia'nin zevcesi Leyla bint-i Ebi Hasme

    13) Eb– Sebre b. Ebu Rühm, b. Abdul'uzza'l'Amiri

    14) Ebu Sabre'nin zevcesi: ümmü Külsum bint-i Suheyl b. Amr

    I5) Hatip b. Amr, b. Abd sems

    16) Süheyl b . Beyza

    17) Abdullah b. Mes'ud

    Dinlerinden döndürülmekten korkup dini bir vazife olarak , Kimi, yalniz basina, kimi, zevcesiyle,birlikte, Habes ülkesine hicret etmek üzere kimi, binitli, kimisi de, yaya olarak.Mekke'den, gizlice yola çiktilar. Bu, Islam'da, ilk hicret idi.

    GARANIK HADISESl VE IÇ YÜZÜ

    Resulullah Aleyhisselam bir gün Mekkede Kabe de Necm suresini okumaga baslayip surenin ,son ve Secde ayeti olan 62. Ayetini okuduktan sonra, orada ,Secde etmis,orada bulunan yanindaki arkasindaki herkes,Müslümanlar, Peygamberimize uyarak secde etmis, cemeatten, secde etmeyen kimse kalmamistir.Müsrikler, putlarinin adini isittikleri için,putlarina, tazim maksadiyla secde etmislerdi.Bu habesistandaki müslümanlara yanlis aksettirildi. Mekkeli Müsriklerin Müslüman olduklari zannedilerek bazi müslümanlar Habesistandan Mekkeye geri Dönmüslerdi.

    Kaynak: Islam tarihi

  7. Alt 09-14-2008, 14:20 #17
    Sarax Mesajlar: 678
    GARÂNÎK OLAYI


    --------------------------------------------------------------------------------

    Hz. Peygamber'in' Mekke döneminde Habesistan'a hicret eden müslümanlarin Mekke'ye tekrar dönmelerine sebep olarak gösterilen, ama gerçekte Islâm düsmanlarinin uydurduklari asilsiz bir rivâyet.

    Islâm düsmanlarinin sinsi birtakim faaliyetlerle müslümanlarin akîdelerini bozmak, inançlarini sarsmak, Islâm esaslari üzerinde birtakim süphe ve tereddütler meydana getirmek niyetiyle uydurduklari rivâyetlerden birisi olan Garânîk kissasi, Ilk dönem Islâm alimlerinden birçogunun izledigi "kendilerine ulasan tüm rivâyetleri tenkid süzgecinden geçirmeksizin oldugu gibi aktarma ve meselenin tenkidini ilinî yeterlilige sahip okuyucuya birakma metodu sebebiyle, aslinda uydurma olmasina ragmen bazi Islâm tarihi ve tefsir kaynaklarinda yeralir. Sözde Garânîk olayi ile ilgili çesitli kaynaklarin anlatim tarzlari ve yazarlarin yorumlarinda bazi farkliliklar olmakla birlikte ana hatlariyla,bu uydurma olay söyle olmus: ...Mekke'de müslümanlarin eziyet ve iskencelere ugradiklari, bu sebeple bir kisim müslümanin Habesistan'a göç ettigi bir dönemde Hz. Peygamber, Mekke müsrikleri ile uzlasmanin yollarini ariyor, devamli anlasma çareleri düsünüyormus. Zihni bu düsünce ile hep mesgul iken bir gün Kâbe yaninda Necm suresini okuyormus. "Gördünüz mü o Lât ve Uzza yi ve üçüncü(leri olan) öteki (put) Menât'i?" seklindeki 19 ve 20. ayetlerini okuduktan hemen sonra Seytan, Hz. Peygamber'e musallat olmus ve seytanin etkisiyle Hz. Peygamber, farkinda olmaksizin "Bunlar yüce kugu kuslari (veya turnalar)dir ve sefâatleri umulur" cümlelerini vahyin devami gibi söyleyip Necm suresini okumaya devam etmis. Surenin sonuna gelince secde ayeti oldugu için Hz. Peygamber ve orada bulunan müslümanlar secdeye kapanmislar. Müsrikler de Hz. Peygamber'in okudugu bu cümleler sebebiyle son derece sevinerek; "Artik Muhammed ilâhlarimizin sefâatini kabul ettigine göre aramizda önemli bir ayrilik kalmadi" deyip hepsi secdeye kapanmislar. Son derece yasli bir veya birkaç müsrik, yere egilip secde etmek zor geldigi için yerden bir avuç toprak alarak alinlarina degdirmis ve böylece ilâhlarina tâzimde bulunmuslar. Bu olay dolayisiyla müsrikler kIsa bir süre müslümanlari kendi hâline birakmislar. Bu haber Habesistan'daki müslümanlara "tüm Mekkelilerin Islâm'a girdigi" seklinde ulasmis ve Habes muhâcirleri orayi terkedip Mekke'ye yönelmisler. Ancak bu olayin ardindan Cebrâil (a.s.) gelerek hatasi dolayisiyla Hz. Peygamber'i ikaz etmis, bu arada nâzil olan Hacc sûresinin "...Senden önce gönderdigimiz hiçbir resul ve nebî yoktur ki birseyi arzuladigi zaman seytan onun arzusuna (vesvese) atmamis olsun. Allah, kendi ayetlerini saglamlastirir...'' meâlindeki 52. ayeti ile önceki cümle neshedIlmis. Hz. Peygamber, olanlardan üzüntü ve nedâmet içinde, yeni inen ayetleri ilân edince Mekkelilerin eziyetleri yeniden baslamis..."

    Temelde bu anlatim tarzini ve Garânîk olayinin vukû buldugunu kabullenen bazi yazarlar bu rivâyeti; "Garânîk sözünün geçtigi cümleyi söyleyen, Hz. Peygamber degildir; bizzat seytan, sesiyle ortaya atIlmistir", "Bu cümleyi, Hz. Peygamber Kur'an okurken gürültü yapip, bagirip çagirarak ona baskin çikma seklinde müsriklerin devamli izledikleri bir politikanin geregi olarak ve son okunan ayette putlarinin adi zikredilince onlarin siddetli bir sekilde kötülenmesinden endise ederek kendi akîdelerine uygun bir sekilde müsriklerden birisi söylemistir. Bu sözün sâhibi, Hz. Peygamber olmadigi gibi, seytan da degildir, ama seytanlasmis Insanlardan birisidir", "Bu cümle, müsrikler tarafindan daha önce bilinen, tavaflari ve yeminleri sirasinda kullanilan bir cümle idi. Müsrikler "Lat, Uzzâ ve öteki üçüncüleri Menât; bunlar yüce kugu kuslaridir ve sefâatleri umulur' derlerdi. Hz. Peygamber'in okudugu Necm suresinin 19 ve 20. ayetlerinde bu putlarin adi geçince müsriklerden biri önceden kullandiklari bu yemin cümlesini araya sokusturuvermis, Ilk plânda bunu kimin okudugu bilinememisti..." gibi çesitli yorumlamalara tabi tutmaktadirlar.

    Ancak gerek geçmis dönemlerin, gerekse asrimizin tahkik ehli âlimleri, bu rivâyeti çesitli yönleriyle inceden inceye tetkik etmisler ve birçok noktadan tamamen asilsiz, uydurma bir rivayet oldugunu ortaya koymuslardir. Kur'an-i Kerîm'in, Cenâb-i Hakk'in muhâfaza ve garantisi altinda oldugu, ayetlerin beserî ve seytanî tasallutlardan mahfuz bulundugu bilinen bir gerçektir. Bu bakimdan Hz. Peygamber Kur'an okurken seytanin tasallutuyla Kur'an ayetlerine bir seytan sözünü karistirmasi ya da seytanin veya bir müsrigin herhangi bir sözünün geçici bir süre için bile olsa farkedIlmeyip Kur'an'dan zannedIlmesi, katiyetle ihtimal dahilinde degildir. Ayrica Hz. Peygamber, müslümanlarin ugradigi eziyet ve iskenceler dolayisiyla ne kadar üzüntülü ve bu eziyetlerin kaldirIlmasi hususunda ne derece düsünceli olursa olsun, dilinden, yillar boyu' ugrunda mücâdele verdigi tevhid akidesine tamamiyle zit böyle bir cümlenin dökülmesi veya baskasi tarafindan söylenen bir cümleyi farkedip müdâhale etmemesi sözkonusu otamaz.

    Garânîk rivayetini kitabinda Ilk nakleden müellif, h. III. asir baslarinda 204/819 tarihinde vefat eden Ibnü'l Kelbî'dir. Daha sonra Vâkidî, Ibn Sa'd, Taberî, Zemahserî gibi bazi tarihçiler ve müfessirler Ibnü'l-Kelbî'den alarak bazi küçük degisiklik veya ilâvelerle aktarmislardir. Ibnü'l-Kelbî'nin; naklettigi rivayetlerde hiçbir hassasiyet göstermeyen ve nakillerine güvenIlmeyen bir kisi oldugu bilinen bir gerçektir. Üstelik Garânîk kelimesinin geçtigi cümle, muhtelif kaynaklarda birbirinden çok farkli sekillerde nakledIlmistir ki bu da rivayetin uydurma olduguna Isaret etmektedir.

    Su halde Garânîk rivayeti, tamamiyla asilsiz olup Islâm'in daha Ilk asirlarinda Islâm düsmani zindiklar tarafindan uydurulmus, günümüze gelinceye kadar çesitli asirlarda Islâm'a muhalif belli çevrelerce bir koz olarak kullanIlmis, günümüzde de Islâm düsmani garazkâr müstesrikler tarafindan zaman zaman tekrar ortaya atilarak bu vesile ile Islâm'a karsi saldirilarda bulunulmustur.

    Su halde Habesistan'daki müslümanlarin Mekke'ye geri dönmelerinin sebebi, sözde Garânîk olayi degil; bu yillarda Hz. Hamza ve Hz. Ömer gibi güçlü ve itibarli sahislarin Islâm'a girmeleri dolayisiyla Mekke müsriklerinin bir süre çekinerek eziyet ve iskencelerine ara vermeleri, dolayisiyle Mekke'de geçici bir sükûnet havasinin olusmasi; Habesistan'da Necâsî Ashame'ye karsi bir ayaklanmanin basgöstermesi ile karisikliklarin zuhûr etmesidir.

    Necm suresinin Kâbe yaninda Hz. Peygamber tarafindan okundugu; surenin sonunda secde ayeti bulundugu için Hz. Peygamber'in ve orada bulunan ashabinin secdeye kapandiklari, buna mukâbil müsriklerin de tamamiyla secde ettiklerine dari Imam el-Buhârî'nin el-Câmi'u's-Sahîh'inde sahih bir rivâyet vardir (bk. Buhârî, Tefsiru Sûrati ve'n-Necm 4). Ancak bu rivayette Garânîk meselesiyle ilgili hiçbir husus yoktur; olmasi da zaten hem nakil yönünden, hem de akil yönünden mümkün degildir. Islâm düsmanlari adetleri vechile yalan ve uydurmalarini Iste bu rivayet üzerine bina etmis, asli ve esasi olmayan Iftiralarla bu sahih rivayeti tamamiyla çarpitmislardir. Hz. Peygamber ve ashabi, Necm suresinde geçen secde ayeti dolayisiyla secdeye varirken müsrikler de bu surenin 19 ve 20. ayetlerinde adlan anilarak kötülenen putlari ve akîdelerine sahip çiktiklarini belirtmek ve putlarini tazim etmis olmak için putlari adina secde etmis olmalidirlar.

    Bibliyografya:


    1) Aksekili Ahmed Hamdi, "Hâtemü'l-Enbiyâ Hakkinda En Çirkin Bir 0snâdin Reddiyesi " Istanbul 1338.

    2) Ismail Cerrahoglu, "Garânîk Meselesinin 0stismarcilari" ; A. Ü. 0lahiyat Fakültesi Dergisi, Ankara 1981, sayi XXI V; s. 69-92.

    3) Hüseyin Hatemî, Seytan Rivâyetleri, Istanbul 1989.

    4) Sabri Hizmetli, "Garânîk Meselesi Üzerine", Islâmî Arastirmalar Dergisi, Ankara 1989, sayi: 9, s. 40-58.

    Ahmet ÖNKAL

  8. Alt 09-14-2008, 14:21 #18
    Sarax Mesajlar: 678
    HAZRET-I ÖMERIN MÜSLÜMAN OLUSU


    --------------------------------------------------------------------------------

    Kureys Müsrikleri Habes ülkesine hicret eden müslümanlari, kendilerine teslim etmemesi üzerine iskencelerini artirmaya basladilar.Kureys Müsriklerinin azillilarindan Ebu Cehil, kureyslilere teklif götürerek Peygamberi öldürülmesini teklif etti,ve bunu yapabilen her kim olursa büyük ödülün verilecegini ilan etti.Hz.Ömer ''ben buna talibim'' dedi.Ona'' Ey Ömer!Sen,buna elverislisin!''dediler.Hz.Ömer,vereceginiz mallar hakkinda Saglam Kefalet var mi? Diye sordu.Ebu Cehil ''Evet var! Dedi.Hz.Ömer bu hususta onlarla bir anlasma yapti. Hazret-i Ömer'in kiz kardesi Fatima bint-i Hattab, Said b. Zeyd, b, Amr,b. Nufeyl ile evli olup Fatima hatun da, Said b. Zeyd de, Müslüman olmuslardi.Fakat, Müslümanliklarini, Hz. Ömer'den, gizli tutuyorlardi.Yine, Hz. Ömer'in mensup bulundu§u Adiy b. Ka'b ogullarindan Nuaym b. Abdullah Nahham da, Müslüman olmustu.Kavmindan korktugu için, o da, Müslümanligini, gizli tutuyordu.Habbab, b. Erett, Fatima hatuna gelip gidip Kur'an, okur ve okuturdu,

    Bir gün, Hz, Ömer; Peygamberimizle Eshabindan bir cemaata saldirmak üzre, kilicini, kusanmis olarak, evinden çikmisti ki Peygamberimiz ve Eshabinin, Safa tepeciginin yanindaki bir evde toplandiklari ve kadinli,erkekli kirk

    kisiye yakin olduklari, kendisine haber verilmisti. Dar-i Erkam'da; Peygamberimiz Aleyhisselam ile Amucasi Hz. Hamza,Eshab-i Kiramdan Hz. Ebu Bekr, Hz. Ali ve Habes ülkesine hicret etmeyip Peygamberimizle birlikte Mekke'de oturan Müslümanlardan bazilari da, bulunuyordu.Nuaym b. Abdullah, Hz, Ömer'e rast geldi. Ona "Ey Ömer! Nereye gitmek istiyorsun?" diye sordu.Hz, Ömer: "Kureysilerin islerini, darmadagan eden,Akillarini, akilsizlik sayan, Dinlerini, ayiplayan, Ilahlarina, dil uzatan , Su Ata dinini, birakip yeni din tutan Muhammed'e gitmek istiyorum! Öldürecegim onu!" dedi.Nuaym b. Abdullah "Vallahi, ey Ömer! Seni, nefsin aldatmistir nefsin! Sen, Muhammed'i, Öldürünce, Abd. Menaf ogullarinin, seni, yeryüzün gezer birakacagini mi saniyorsun.Sen, kendi ev halkina, dönsen de, onlarin isi üzerinde dursan olmaz mi dedi.Hz. Ömer ", Sen, benim Ev halkimdan, hangisini kasdediyorsun?" diye

    sordu, Nuaym b. Abdullah "Enisten ve Amucanin oglu olan Said b, Zeyd, b,Amr'i ve kiz kardesin Fatima bint-i Hattab'i, kasd ediyorum! Vallahi, ikisi de, Müslüman oldular, Muhammed'e, uydular ve Onun,dinine girdiler!

    Sana, önce, onlarla ilgilenmek düser!" dedi. Hz. Ömer, hemen, geri dönüp kiz kardesi ile Enistesinin evine kadar gitti.O sirada, onlarin yaninda Habbab b. Erett ve onun yaninda da, içinde Taha suresi yazili bir Sahife, bulunuyor, onu, onlara okuyordu: Hz. Ömer'in tikirtisini, isittikleri zaman, Habbab, evin bir kösesinde gizlendi.Fatima, hatun Sahife'yi alip uylugunun altina sakladi. Hz. Ömer, evin yanina geldigi zaman, Habbab'in, Fatima hatunla Said

    b.Zeyd'e, Kur'an okudugunu, isitmisti.Eve, girince "Isitmis oldugum o sey, ne idi?" diye sordu.Kiz kardesi ile Esnistesi ` `Sen, bir sey isitmedin ! ' ' dediler.Hz. Ömer "Evet! Vallahi, ikinizin de, Muhammed'e uydugunuzu ve Onun dinine girdiginizi, haber aldim!?" dedi ve hemen Enistesi Said b. Zeyd'in üzerine çullandi.Fatima hatun kalkip onu, kocasinin üzerinden ayirmak, uzaklastirmak isteyince, Hz. Ömer, vurup Fatima hatunun basini yardi!

    Hz. Ömer, bunu, yapinca, kiz kardesi de, Enistesi de "Evet! Biz, Müslüman olduk, Allah'a ve Resulüne iman ettik!

    Sen, istedigini yap!" dediler. Hz. Ömer, kiz kardesinin basini, yarip kanattigini, görünce, yaptigina pisman oldu. Yapmak istedigi seylerden vaz geçti. Kiz kardesine "Demin okudugunuzu sizden dinledigim seylerin yazili bu-

    lundugu su Sahife'yi, bana, ver de, Muhammed'in getirdigi seyin ne olduguna bir bakayim?" dedi.Kiz kardesi "Biz, senin Sahife'ye, bir sey yapmandan,korkariz!" dedi.Hz.Ömer "Korkma!" dedi ve onu, okuduktan sonra, geri verecegine, ilahlari üzerine yemin etti.Bunun üzerine, Fatima hatun, Onun Müslüman olacagini umarak "Ey

    Kardesim! Sen, puta taptigin müddetce, pissin (temiz degilsin!) Halbuki, Ona (Kur'an-i Kerim, yazili Sahife'ye) pak olandan baskasi, dokunamaz! " dedi.Hz. Ömer, kalkip yikaninca Fatima Hatun, ona, Sahife'yi, verdi.Sahife'de, Taha suresi yazili idi.Hz. Ömer, sureyi bas tarafindan okumaga basladi.Hz. Ömer: "Bu sözler, ne kadar güzel, ne kadar degerli!" demekten, kendini, alamadi. Habbab, bunu, isitince, saklandigi yerden çikip Hz. Ömer'in yanina geldi.

    "Ey Ömer! Vallahi, Allah'in, Peygamberinin duasini, sana nasib edecegini, umuyorum:Ben, dün, Peygamber Aleyhisselam'dan isittim ki: O; (E y Allahim! Islam'i,Ebulhakem b.Hi sam veya Ömer b. Hattab ile güçlendir!) diyerek dua etmisti. Ey Ömer! Artik, Allah'dan, kork! Allah'dan!" dedi.Hz.Ömer, Habbab'a "Ey Habbab! Sen, bana, Muhammed'in bulundugu yeri, göster de, yanina varip Müslüman olayim?" dedi.Habbab: "O, Safa tepesinin yanindaki bir Ev'in içindedir.Yaninda da, Eshabindan bazilari, bulunuyordur." dedi.Hz. Ömer, hemen kalkip kilicini, kusandi. Sonra, Peygamberimiz Aleyhisselam ile Eshabinin bulundugu yere kadar varip kapilarin, çaldi.Hz. Ömer'in sesini, isitince, Peygamberimizin Eshabindan bir Zat kalkip kapinin gediginden disari bakti.Hazret-i Ömer'i, kilicini, kusanmis olarak, görünce, korktu. Peygamberimizin yanina döndü "Ya Resulallah! Bu, Ömer b. Hattab'dir. Kilicini kusanmis bir haldedir!" dedi.Hz.Hamza "Ona, izin ver! Eger, o, iyilik için geldi ise, kendisine bol bol iyilik ederiz.

    Eger, kötülük için geldi ise, onu, kendi kiliciyla öldürürüz!" dedi.Peygamberimiz "Ona, izin veriniz!" buyurdu.

    Kapidaki zat, ona, izin verdi.Peygamberimiz, kalkip ona, dogru vardi ve kendisi ile avluda karsilasti.Kusagindan veya ridasinin toplandigi yerden tutup kendine dogru hizlica çekti. ve ' Ey Ibn. Hattab Ne getirdin Vallahi, Allahin, sana, bir musibet indirmesine kadar duracagini, sanmiyorum!" buyurdu. Hazret-i Ömer "Ey Allah 'in Resulu! Ben, Allah'a, Allah'in Resulüne ve Ona, Allah'dan gelen seylere iman edeyim diye Senin yanina geldim!" dedi.

    Bunun üzerine, Peygamberimiz "Allahu Ekber!" diyerek Tekbir getirdi.Peygamberimizin Eshabindan olan ve evde bulunan halk, hz. Ömer'in Müslüman oldugunu, anladilar.Onlar da, Tekbir getirdiler.Tekbir sesleri, Mekke yollarinda duyuldu.Hz. Ömer, der ki: "Müslüman olup ta, dövülmeyen, dövmeyen bir kimse görmedim.Ancak, bundan, benim payima, hiç bir seyin düsmedigini gördüm.Kendi kendime (Müslümanlar, musibetlere ugrarlarken, ben, musibete

    ugramamak istemem !) dedim. Müslüman oldugum gece, kendi kendime düsündüm. (Mekke halkindan,Resulullah Aleyhisselam'a, düsmanlikta en azilisi kim ise, gidip Müslüman oldugumu, ona, haber vereyim! Tamam! Ebu Cehl'e, haber vereyim. dedim.Sabaha çiktigim zaman, Ebu Cehl'in kapisini, çaldim. Ebu Cehl, yanima çikip (Hos geldin kiz kardesimin oglu! Ne haber getirdin?) dedi.(Allah'a ve O'nun Resulü olan Muhammed'e iman ve Kendisinin getirip

    bildirdigi seyleri tasdik ettigimi, sana, haber vereyim diye geldim!? deyince, kapiyi, yüzüme çarparcasina kapayip (Allah, Seni de, Senin getirdigin haberi de, çirkin ve iyilikten uzak etsin!) (Allah, senin de, belani versin, senin getirdigin haberin de,belasini versin!) dedi." Ve Hz. Ömer Müslüman olduktan sonra Müslümanlar açiktan ,Kabede ,toplu, cemeat halinde namaz kilmaya basladilar.Ve Hz.Ömer Müslümanligi seçtikten sonra , islamiyete meyili olan bir cok Kureysli islamiyeti seçmeye basladilar.

    AKABE BEY'ATLARI

    Hz. Peygamber (s.a.s.)'in Medine'den gelip ilk müslüman olanlarla 621-622 yillarinda Mekke'nin Akabe adi verilen mevkîinde yaptigi iki anlasma ve ahidlesme.

    Mekke'ye üç km. kadar uzaklikta bulunan Mina ile Mekke arasindaki bir mevkiye verilen Akabe adina bölgenin baska yerlerinde de rastlanmaktadir. Ayni adi tasiyan birçok yer bulunmasina ragmen Akabe denince ilk defa bu meshur ahidlesme ve anlasmalarin yapildigi mevkî hatira gelmektedir.

    Islâm'i çesitli kabile ve gruplara anlatmaga çalisan Resulullah (s.a.s.) özellikle Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen kabileler arasinda dolasiyor ve onlara bu yeni mesaji iletmeye ugrasiyordu. Bu hac mevsimlerinin birinde Yesrib (Medine)'den gelen ve bu sehirde yasayan iki Arap kabilesinden biri olan Hazrec kabîlesine mensup bazi kimselerle karsilasan Hz. Peygamber, onlari Islâm'a davet etti. Peygamberliginin onbirinci yilinda onun bu çagrisina adi geçen kabileden alti ki si icabet edip, büyük bir samimiyetle bu yeni dine sarildilar. Zira yillardir Yesrib'teki diger Arap kabilesiyle aralarinda sürüp gitmekte olan Buas savaslarindan bezmis olduklarindan bu yeni dinin aralarinda bir baris ortami olusturacagini ümit ediyorlardi. Yesrib'e geri döndüklerinde bu olaydan ve yeni dinlerinden kardes kabîle Evs'e bahsedip onlari da Islâm'a davet edeceklerine ve gelecek yil yine Hacc mevsiminde ayni yerde Resulullah'la bulusacaklarina dair söz verip ayrildilar

    Medine'de yasayan bu iki kabîlenin disinda ayrica üç Yahûdi kabîlesi daha bulunuyordu. Bunlar müsrik Araplari dinlerinden ve putperestlik anlayislarindan dolayi hep hor görüyorlardi. Yahûdiler ellerindeki Tevrat'a, ayrica âlimlerinden ve atalarindan isitip durduklarina göre yakinda bu bölgede zuhur edecek bir peygambere iman edeceklerini ve bu peygamberin destegiyle putperestlige son vererek Araplari ortadan kaldiracaklarini söyleyip duruyorlardi. Yahûdilerin bu sözleri Yesrib'li Evs ve Hazrec kabilelerinin zihninde yer etmisti. Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Akabe'de görüsünce, yahûdilerden önce davranip bu peygamberin yaninda yer almakta hiç tereddüt etmediler. Bu ilk müslüman Yesribliler Resulullah'a iman ederek söyle dediler: "Kavmimiz çok zor günler yasiyor, hiç iyi bir durumda degiliz. Yillardir süren çatismalar aramizda sonu gelmez bir anlasmazliga sebep oldu. Bu yeni dinin bizleri biraraya getirecegine ve bizleri baristirip kaynastiracagina inaniyoruz." Gerçekten Yesribliler Buas savaslarinin artik son bulmasini istiyorlardi. Hz. Peygambere iman eden Hazrecliler su kisilerden ibaretti: Es'ad b. Zurâre, Avf b. Hâris, Râfi' b. Mâlik, Ukbe b. Âmir, Kutba b. Âmir ve Câbir b. Abdullah b. Riab. Bunlardan ilk ikisi Neccarogullarina mensup idi. (Ibn His âm, Sîre, II, 7I vd.; Ibn Sa'd, Tabakât, I, 217 vd.). Islâm'a gönül veren bu ilk Medineli müslümanlar memleketlerine geri dönerek bütün güçleriyle bu yeni dini tanitmaya ve akrabalarinin da iman etmelerini temine çalistilar. Bu küçük grubun Yesribliler üzerinde büyük etkileri oldu. Evs ve Hazrec'ten bir çok kimse bunlarin araciligiyla Islâm'a girdi. Özellikle Resulullah'in dayilarindan olan Neccarogullarina mensup Es'ad b. Zurâre ile Avf b. Hâris müslümanliklarini asla gizlemeksizin büyük bir gayretle insanlari Islâm'a davet ettiler. Gerçekten Islâm akîdesi Yesrib de yillardir süren savaslarin sona ermesinde büyük bir etken oldu. Düsmanliklar sona erdi ve insanlar Allah'in rahmeti sâyesinde kisa zamanda kardesler oluverdiler. Ertesi yil yani peygamberligin onikinci yilinda yine Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen Yesrib'li oniki kisi Akabe mevkiinde Resulullah (s.a.s.) ile geceleyin gizlice bulustular. Bunlardan altisi bir önceki yil müslüman olan kisilerdi. Birinci Akabe Bey'ati adi verilen bu bey'atta bulunan sahâbelerden Ubâde b. es-Sâmit, hadiseyi söyle anlatir:

    "Refahta oldugu kadar sikintida, sevinçte oldugu kadar üzüntüde de onu destekleyecek ve her konuda emirlerine itaat edecegimize, Resulullah'i kendi nefislerimizden aziz tutup, durum ne olursa olsun ona muhalefet etmeyecegimize, Allah yolunda hiç bir kinayicinin kinamasindan korkmayacagimiza, Allah'a asla sirk kosmayacagimiza, hirsizlik ve zina yapmayacagimiza, çocuklarimizi öldürmeyecegimize, kendiligimizden uyduracagimiz yalan ve dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmayacagimiza, hiç bir hayirli iste Resulullah'a muhalefet etmeyecegimize dair bey'at ettik. Ayrica bizden birinin verdigi sözünde durmasina karsilik onun ecir ve mükâfâtinin Allah'a ait olduguna ve ona Cennet nimetinin verilecegine; kim insanlik haliyle bunlardan birini isler de ondan dolayi dünyada cezaya çarptirilirsa bunun ona keffâret olacagina; kim de yine bunlardan birini isler de isledigi o suçu Allah açiga vurmazsa onun isinin Allah'a kalacagina; Allah'in dilerse onu bagislayip dilerse azaba ugratacagina dair Resulullah'in bize bildirdigi hususlara sadik kalacagimiza da söz verdik."

    Bu birinci Akabe Bey'atina katilan oniki kisiden altisi bir önceki yil iman eden kimselerdi. Diger altisi ise Muaz b. Hâris, Zekvân b. Kays, Ubâde b. es-Sâmit, Yezid b. Sa'lebe, Abbâs b. Ubâde ve Ebu'l-Heysem Mâlik b. Teyyihan idiler. Bazi kaynaklarda bir önceki yil Resulullah ile tanisan alti kisiden biri olan Câbir b. Abdullah yerine Uveym b. Saide'nin birinci Akabe Bey'atinda bulundugu ifade edilir.

    Medineliler, hacdan geri dönerlerken, yanlarinda, Islâm'i ögretmek üzere Resulullah tarafindan tayin edilen Mus'ab b. Umeyr'i götürdüler. Kisa surede Medine-i Münevvere'de Islâmiyet hizla yayildi. Mus'ab b. Umeyr, Rasûlullah'i Medine'deki her hareketten haberdar ediyordu. Kisa zamanda Evs ve Hazrec kabilesinin bütün evleri Islâm'in nuruyla aydinlanmaya basladi. Artik Medine, bir Islâm devletinin dogusuna hazir hâle gelmisti. Mus'ab b. Umeyr'in gayret ve etkisiyle Yesrib'in ileri gelenlerinden Sa'd b. Muaz ve Useyd b. Hudayr müslüman oldular. Bu iki büyük reisin Islâm'a girmesiyle Islâm, Medine'de bir hayli kabul gördü. Bunun üzerine Medineliler Hz. Peygamberi sehirlerine dâvet etmeye karar verdiler.

    Birinci Akabe Bey'atindan bir yil sonra Medineliler yeniden hac için Mekke'ye geldiler. Içlerinde ikisi kadin yetmi s bes müslüman vardi. Allah Resûlünün bu defa onlarla ilgi kurmasi Islâm'in tebliginden ibaret degildi. Çok önemli kararlar arifesindeydiler. Bulusma yeri yine Akabe mevkii oldu. Bulusma gizli yapilacak ve hiç kimseye haber sizdirilmayacakti. Gece yarisina dogru, Medineliler, gayet tedbirli hareket ederek kararlastirilan yerde toplandilar.

    Rasûl-i Ekrem Akabe'ye bu defa amcasi Abbâs ile birlikte geldi. Abbâs henüz ya müslüman olmamis, yahut müslümanligini gizliyor, ancak yegenini himaye ediyordu. Böylesi bir toplantida bulunmayi bir aile borcu kabul etmisti. Toplantida ilk sözü Hz. Abbâs aldi:

    - Ey Hazrecliler, Muhammed (s.a.s.)'in aramizdaki mevkii bildiginiz gibidir. Biz, onu düsmanlarindan koruduk ve koruyacagiz. Kendisi burada, ailesinin yaninda, nezdimizde izzet ve ikrâm içindedir. Fakat sizinle bir andlasma yapmak ve size katilmak istiyor. Ona verdiginiz sözü tutmak, kendisine muhalefet edenlere karsi gelmek hususunda azminiz kuvvetli ve saglam ise buna bir diyecek yoktur. Fakat onu ele verecek, yaniniza geldikten sonra yalniz basina birakacaksaniz, bunu simdiden söyleyiniz ve onu kendi haline birakiniz.

    Medineli Müslümanlarin cevabi söyle oldu:

    -Dediklerinizi dinledik. Ey Allah'in resulü, siz söyleyin! Kendiniz adina, Allah adina istediginiz andi bizden aliniz. Biz haziriz.

    Resulullah Hz. Muhammed (s.a.s.) Kur'an-i Kerim'den bazi ayetler okuduktan sonra söyle buyurdular:

    "Kadinlarinizi ve çocuklarinizi nasil koruyorsaniz, beni de öylece korumak üzere size elimi veriyorum"

    Elini ilk uzatan, Berâ b. Ma'rur oldu. O, söyle dedi:

    -Bey'at ettik ya Resulullah, seni Hak dinle gönderen Allah'a yemin ederiz ki kendimizi, çocuk ve hanimlarimizi korudugumuz gibi seni de koruyacak ve savunacagiz. Biz, zaten harp içinde yogrulmus kimseleriz. Zirha aliskiniz. Bu, bize atalar mirasidir.

    Bera'dan sonra söz alan Ebu'l Heysem de:

    - Ya Resulallah, dedi. Bizim yahudilerle bir takim baglantilarimiz vardir. Bu baglantilari kesecegiz. Biz bunu yaptiktan sonra siz de Allah'in inâyetiyle muvaffak olunca bizi birakip kendi kavminizin yanina döner misiniz?

    Resulullah (s.a.s.) gülümsediler ve dediler ki:

    "Kanim sizin kaninizdir. Siz bendensiniz, ben de sizdenim. Kiminle dövüsürseniz" ben sizin yaninizdayim. Kiminle baris yaparsaniz, ben de onunla baris yaparim. "

    Resulullah (s.a.s.)'in bu sözlerini duyan herkes, bey'at etmek üzere elini uzatiyordu. Bu sirada Abbâs b. Ubâde ortaya atilarak sunu söyledi:

    -Hazrecliler! Bu zata niçin bey'at ettiginizi biliyor musunuz? Ona bey'atla insanlarin kirmizisina ve siyahina, yani Arap ve Arap olmayana karsi savasa hazir olmayi kabul etmis oluyorsunuz. Bir felâkete ugradiginiz ve ulularinizin maktul düstügünü gördügünüz zaman onu yalniz basina birakacaksaniz simdiden birakiniz. Bu, daha dogru olur. Yoksa dünyada ve ahirette rüsvay olursunuz. Fakat ona verdiginiz sözü tutacak, malca felâkete ugramayi, büyüklerinizin ölümüyle karsilasmayi göze alacaksaniz, bunu yapiniz. Çünkü dünya ve ahiret hayri bundadir.

    Hepsi kabul ettiler ve sordular:

    - Ey Allah'in Resulü, buna karsilik bize ne va'd ediyorsunuz?

    Resulullah:

    "Cennet" dedi.

    Bey'at kisa zamanda tamamlandi. Hepsi de darlikta ve genislikte her halükarda itaate, sözün ancak dogrusunu söylemeye ve Allah yolunda hiç bir kinayicinin kinamasindan korkmamaya söz verdiler.

    Bey'attan sonra Resulullah (s.a.s.), Hazrec'den dokuz, Evs'den üç kisi olmak üzere on iki nakip seçtiler. Es'ad b. Zurâre de hepsinin basi ve emîri s eçildi. Bunlardan her biri bir kabîlenin reisi idiler. Bunun anlami, oniki kabilenin Islâmiyeti kabul etmesiydi.

    Bey'at gece karanliginda tenhada ve gizlilik içinde yapilmisti. Fakat bey'atin bitiminde bir çiglik karanligin perdesini yirtti:

    - Ey Kureys, Muhammed ile atalarinin dininden çikanlar, sizinle dögüsmek için andlasma yaptilar!..

    Fakat müslümanlarin artik kimseden çekindikleri yoktu. Bu sesi duyar duymaz Abbas b. Ubâde söyle dedi:

    - Ya Resulallah, seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki istersen sabah olur olmaz kiliçlarimizi kinindan siyirir üzerlerine saldiririz. Resulullah (s.a.s.) ise söyle buyurdular:

    "Hayir... Bize savas izni daha verilmis degildir. Simdilik hepiniz yerlerinize dönünüz."

    Islâm'a teslim olup Resulullah'a tam anlamiyla bey 'at eden bu ilk müslüman kitle için emre itaat mutlak idi. Akabe'deki bu toplanti dagildi ve herkes yerine döndü. Sabah olunca Kureysli müsrikler bu bey'attan haberdar olmuslardi. Müsrikler bu anlasmanin mahiyetini arastirmaga basladilar. Fakat henüz müslüman olmamis olan Yesribliler'in Hz. Peygamber ile anlasmalarina bir türlü anlam veremiyorlardi. Mekkeli müsrikler bu gizli anlasma hakkinda bir bilgi alamadan Yesrib'li müslümanlar sehri terk etmislerdi .

    Islâm Devleti'nin kurulmasinda önemli bir dönüm noktasi olan ikinci Akabe bey'atina, Resulullah'in savas ve barista korunacagina dair prensiplerin tesbit edildigi ve kararlarin alindigi bir bey'at olmasindan dolayi, "Bey'atü'l-Harb" adi verilir. Ikinci Akabe bey'at'inin gerçekles mesiyle Islâm tarihinde yen i bir dönem basliyor ve o gün Islâm Devleti'nin temeli atilmis oluyordu.

    Kaynak: Islam tarihi

  9. Alt 09-14-2008, 14:21 #19
    Sarax Mesajlar: 678
    Firavun

    ZAFER' in 1983 yilinda yayinlanan 77. sayisini ele alanlar, önkapak üzerinde gördükleri bir resim karsisinda saskinIiklarini gizleyemiyor ve "ÜÇBIN YILLIK MUCIZE" adli basyaziyi okuduklarinda, daha da hayrete düsüyorlardi.

    ZAFER, bu yaziyla binlerce yil önceki bir mucizeyi konu edinmis ve Bediüzzaman Hazretlerinin eserlerinden istifade ederek bu mucizenin British Museum'daki bir cesed ile olan alâkasini dile getirmisti.

    Sözkonusu müzenin „Mumyalar Bölümü" ndeki bir cam fanus içinde teshir edilen cesed, 3000 yil önceki bir insana ait olmasina ragmen etleri ve derisi dökülmemis vaziyetteydi. Ingiliz Arastirma Grubu tarafindan Kizildeniz civanndaki kizgin kumlarin altindan çikartilarak ülkelerine getirilen bu cesedi benzersiz kilan özellik ise, mumyalanmamis durumda olusuydu.

    ZAFER'de yapilan bir yorumda, Misir Krali 2. Ramses' in mumyalanmis (yani iç organlari çikartilarak ilaçlanmis) cesedinin uzmanlar tarafindan bakima alindigi siradaki resmi verilmis ve bir mumyanin bile belirli araliklarla ilâçlanmak suretiyle çürümekten kurtarildigi belirtilerek söyle denmisti:

    "Acaba ilaçlanmis mumyalar bile çürürken, hiç korunmamis (iç organlari alinmamis ve ilaçlanmamis) bir cesedin 30 asir boyunca sapasaglam kalmasinin hikmeti nedir?"

    Bediüzzaman Hazretlerine ait eserlerde, bu sirra su açiklama getirilir:

    "Musa Aleyhisselâma karsi muharebe eden Firavun, gark olacagi [bogulacagi] zaman iman etmis. Gerçi sekerat [ölüm] vaktinde o imân makbul degil. Fakat o makbul olmayan imâna, imânin mahiyetine hürmet için bir mükâfat olarak Cenâb-i Hak, o Firavunun bedenine necat [kurtulus] verecegini haber veriyor.... Iste bu âyetin (Yunus Sûresi, 92) bir mucizesi olarak, o gark olan Firavun'un cesedi aynen bulunmus. Simdi Londra'da bir müzede muhafaza ediliyor. Seyyahlar onu temasa ediyorlar... [seyrediyorlar]"

    Âyet ve tefsirlerde Firavuna ait cesedin tam ve noksansiz oldugunun bildirilmesi, onun mumyalanmamis durumuna isarettir.

    Bilindigi gibi Musa Aleyhisselâmin candüsmani olan Firavun, O'nu ve O'na tâbi olan Israilogullarini helâk etmek için bu yüce Peygamberin pesine düsmüs ve Hz. Musa (A.S.), Cenab-i Hakkin sevkiyle Kizildeniz kenarina kadar gelmisti. Önlerinde düsman gibi deniz, arkalarinda da deniz gibi düsman vardi. Iste bu dehsetli vaziyetteki Hz. Musa (A.S.) asasini denize vurmus ve ordusunu Cenab-i Hakkin emriyle ikiye ayrilan Kizildeniz'den geçirerek selâmete ulastirmisti. (Es-Suarâ Sûresi, 62-64)

    Firavun ve askerleri, Kizildeniz'i boydan boya kaplayan bu mucizeyi dehsetle görmüs, ancak kin ve düsmanliklarini yenemeyerek takibe devam etmislerdi. Sözde, kendileri de ikiye ayrilmis olan denizden geçebileceklerdi. Nitekim deniz önceleri kapanmadi. Fakat Firavunun ordusu, dalgalarin duvar gibi çevreledigi yolun ortasina geldiginde, deniz birlesmeye basladi ve ordu, Firavun dahil tek bir kisi dahi kurtulamadan sulara gömüldü. (Es-Suarâ, 65-66)

    Yûnus Sûresinin 90 ve 91. âyetleri bu hâdiseyi söyle anlatiyor:

    "Israilogullarini denizden geçirdik. Firavun ve askerleri, haksizlik ve düsmanlikla artlarina düstüler. Firavun tam bogulacagi sirada, 'Inandim ki israilogullarinin imân ettiginden (yani Allah'tan) baska bir ilâh yokmus. Artik ben de müslümanlardanim' dedi."

    Fakat Cenab-i Hak firavunun imânini kabul etmemis ve ona Cebrail (A.S.) vasitasi ile söyle hitap buyurmustur: "Ona, 'simdi mi imân ediyorsun?' dendi. 'Halbuki daha önce baskaldirmis ve bozgunculuk etmistin." Ayni sûrenin 92. âyetinde ise, söyle buyurulmaktadir:

    "Felyevme nünecciyke bibedenike."

    "Gark olan Firavun'a der: 'Bu gün senin gark olan [bogulan] cesedine necat [kurtulusl verecegim)" (Bediüzzaman, Risale-i Nur Küliyati, Sözler, S. 402)

    „Tâ ki, senden geridekilere bir ibret olasin.. Ve süphe yok ki, nastan (insanlardan) birçoklari bizim âyetlerimizden (delillerimizden) gafillerdir." (Ö. Nasuhi Bilmen, Kur'an-i Kerim Meâli, Yûnus S., S. 1425)

    ZAFER'in "ÜÇBIN YILLIK MUCIZE" yazisi, Türk okuyuculari arasinda gerçekten takdir uyandirmisti. Çünkü konu, sadece bir arastirma gõzüyle ele alinmamis, âyet ve tefsirler açisindan da incelenmisti. Meselâ 1144 yilinda vefat eden Zemahserî, Yûnus Sûresinin sözkonusu âyetinin tefsirini, kendisinden 8 asir sonra bulunacak olan cesedi âdeta görür gibi yapiyordu:

    "Seni, deniz kenarinda bir köseye atacagiz. Cesedini tam, noksansiz ve bozulmamis halde, ciplak ve elbisesiz olarak, senden asirlar sonra geleceklere bir ibret olmak üzere koruyacagiz" (Kessaf Tefsiri, Cilt 2, S. 251/252)

    Ayet ve tefsirlerde, Firavun'a ait cesedin tam ve noksansiz oldugunun bildirilmesi, onun mumyalanmamis durumuna isarettir. Ve bulunan cesed, tefsirdeki gibi çiplak ve elbisesiz olup, derisi dahi dökulmeyecek sekilde korunmustur. 

    Zafer dergisi, Sayi 200, 1993

  10. Alt 09-14-2008, 14:21 #20
    Sarax Mesajlar: 678
    AKABE BEY'ATLARI

    Mekke'ye üç km. kadar uzaklikta bulunan Mina ile Mekke arasindaki bir mevkiye verilen Akabe adina bölgenin baska yerlerinde de rastlanmaktadir. Ayni adi tasiyan birçok yer bulunmasina ragmen Akabe denince ilk defa bu meshur ahidlesme ve anlasmalarin yapildigi mevkî hatira gelmektedir.

    Islâm'i çesitli kabile ve gruplara anlatmaga çalisan Resulullah (s.a.s.) özellikle Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen kabileler arasinda dolasiyor ve onlara bu yeni mesaji iletmeye ugrasiyordu. Bu hac mevsimlerinin birinde Yesrib (Medine)'den gelen ve bu sehirde yasayan iki Arap kabilesinden biri olan Hazrec kabîlesine mensup bazi kimselerle karsilasan Hz. Peygamber, onlari Islâm'a davet etti. Peygamberliginin onbirinci yilinda onun bu çagrisina adi geçen kabileden alti kisi icabet edip, büyük bir samimiyetle bu yeni dine sarildilar. Zira yillardir Yesrib'teki diger Arap kabilesiyle aralarinda sürüp gitmekte olan Buas savaslarindan bezmis olduklarindan bu yeni dinin aralarinda bir baris ortami olusturacagini ümit ediyorlardi. Yesrib'e geri döndüklerinde bu olaydan ve yeni dinlerinden kardes kabîle Evs'e bahsedip onlari da Islâm'a davet edeceklerine ve gelecek yil yine Hacc mevsiminde ayni yerde Resulullah'la bulusacaklarina dair söz verip ayrildilar

    Medine'de yasayan bu iki kabîlenin disinda ayrica üç Yahûdi kabîlesi daha bulunuyordu. Bunlar müsrik Araplari dinlerinden ve putperestlik anlayislarindan dolayi hep hor görüyorlardi. Yahûdiler ellerindeki Tevrat'a, ayrica âlimlerinden ve atalarindan isitip durduklarina göre yakinda bu bölgede zuhur edecek bir peygambere iman edeceklerini ve bu peygamberin destegiyle putperestlige son vererek Araplari ortadan kaldiracaklarini söyleyip duruyorlardi. Yahûdilerin bu sözleri Yesrib'li Evs ve Hazrec kabilelerinin zihninde yer etmisti. Hz. Peygamber (s.a.s.) ile Akabe'de görüsünce, yahûdilerden önce davranip bu peygamberin yaninda yer almakta hiç tereddüt etmediler. Bu ilk müslüman Yesribliler Resulullah'a iman ederek söyle dediler: "Kavmimiz çok zor günler yasiyor, hiç iyi bir durumda degiliz. Yillardir süren çatismalar aramizda sonu gelmez bir anlasmazliga sebep oldu. Bu yeni dinin bizleri biraraya getirecegine ve bizleri baristirip kaynastiracagina inaniyoruz." Gerçekten Yesribliler Buas savaslarinin artik son bulmasini istiyorlardi. Hz. Peygambere iman eden Hazrecliler su kisilerden ibaretti: Es'ad b. Zurâre, Avf b. Hâris, Râfi' b. Mâlik, Ukbe b. Âmir, Kutba b. Âmir ve Câbir b. Abdullah b. Riab. Bunlardan ilk ikisi Neccarogullarina mensup idi. (Ibn Hisâm, Sîre, II, 70 vd.; Ibn Sa'd, Tabakât, I, 217 vd.). Islâm'a gönül veren bu ilk Medineli müslümanlar memleketlerine geri dönerek bütün güçleriyle bu yeni dini tanitmaya ve akrabalarinin da iman etmelerini temine çalistilar. Bu küçük grubun Yesribliler üzerinde büyük etkileri oldu. Evs ve Hazrec'ten bir çok kimse bunlarin araciligiyla Islâm'a girdi. Özellikle Resulullah'in dayilarindan olan Neccarogullarina mensup Es'ad b. Zurâre ile Avf b. Hâris müslümanliklarini asla gizlemeksizin büyük bir gayretle insanlari Islâm'a davet ettiler. Gerçekten Islâm akîdesi Yesrib de yillardir süren savaslarin sona ermesinde büyük bir etken oldu. Düsmanliklar sona erdi ve insanlar Allah'in rahmeti sâyesinde kisa zamanda kardesler oluverdiler. Ertesi yil yani peygamberligin onikinci yilinda yine Hacc mevsiminde Mekke'ye gelen Yesrib'li oniki kisi Akabe mevkiinde Resulullah (s.a.s.) ile geceleyin gizlice bulustular. Bunlardan altisi bir önceki yil müslüman olan kisilerdi. Birinci Akabe Bey'ati adi verilen bu bey'atta bulunan sahâbelerden Ubâde b. es-Sâmit, hadiseyi söyle anlatir:

    "Refahta oldugu kadar sikintida, sevinçte oldugu kadar üzüntüde de onu destekleyecek ve her konuda emirlerine itaat edecegimize, Resulullah'i kendi nefislerimizden aziz tutup, durum ne olursa olsun ona muhalefet etmeyecegimize, Allah yolunda hiç bir kinayicinin kinamasindan korkmayacagimiza, Allah'a asla sirk kosmayacagimiza, hirsizlik ve zina yapmayacagimiza, çocuklarimizi öldürmeyecegimize, kendiligimizden uyduracagimiz yalan ve dolanlarla hiç kimseye iftirada bulunmayacagimiza, hiç bir hayirli iste Resulullah'a muhalefet etmeyecegimize dair bey'at ettik. Ayrica bizden birinin verdigi sözünde durmasina karsilik onun ecir ve mükâfâtinin Allah'a ait olduguna ve ona Cennet nimetinin verilecegine; kim insanlik haliyle bunlardan birini isler de ondan dolayi dünyada cezaya çarptirilirsa bunun ona keffâret olacagina; kim de yine bunlardan birini isler de isledigi o suçu Allah açiga vurmazsa onun isinin Allah'a kalacagina; Allah'in dilerse onu bagislayip dilerse azaba ugratacagina dair Resulullah'in bize bildirdigi hususlara sadik kalacagimiza da söz verdik."

    Bu birinci Akabe Bey'atina katilan oniki kisiden altisi bir önceki yil iman eden kimselerdi. Diger altisi ise Muaz b. Hâris, Zekvân b. Kays, Ubâde b. es-Sâmit, Yezid b. Sa'lebe, Abbâs b. Ubâde ve Ebu'l-Heysem Mâlik b. Teyyihan idiler. Bazi kaynaklarda bir önceki yil Resulullah ile tanisan alti kisiden biri olan Câbir b. Abdullah yerine Uveym b. Saide'nin birinci Akabe Bey'atinda bulundugu ifade edilir.

    Medineliler, hacdan geri dönerlerken, yanlarinda, Islâm'i ögretmek üzere Resulullah tarafindan tayin edilen Mus'ab b. Umeyr'i götürdüler. Kisa surede Medine-i Münevvere'de Islâmiyet hizla yayildi. Mus'ab b. Umeyr, Rasûlullah'i Medine'deki her hareketten haberdar ediyordu. Kisa zamanda Evs ve Hazrec kabilesinin bütün evleri Islâm'in nuruyla aydinlanmaya basladi. Artik Medine, bir Islâm devletinin dogusuna hazir hâle gelmisti. Mus'ab b. Umeyr'in gayret ve etkisiyle Yesrib'in ileri gelenlerinden Sa'd b. Muaz ve Useyd b. Hudayr müslüman oldular. Bu iki büyük reisin Islâm'a girmesiyle Islâm, Medine'de bir hayli kabul gördü. Bunun üzerine Medineliler Hz. Peygamberi sehirlerine dâvet etmeye karar verdiler.

    Birinci Akabe Bey'atindan bir yil sonra Medineliler yeniden hac için Mekke'ye geldiler. Içlerinde ikisi kadin yetmis bes müslüman vardi. Allah Resûlünün bu defa onlarla ilgi kurmasi Islâm'in tebliginden ibaret degildi. Çok önemli kararlar arifesindeydiler. Bulusma yeri yine Akabe mevkii oldu. Bulusma gizli yapilacak ve hiç kimseye haber sizdirilmayacakti. Gece yarisina dogru, Medineliler, gayet tedbirli hareket ederek kararlastirilan yerde toplandilar.

    Rasûl-i Ekrem Akabe'ye bu defa amcasi Abbâs ile birlikte geldi. Abbâs henüz ya müslüman olmamis, yahut müslümanligini gizliyor, ancak yegenini himaye ediyordu. Böylesi bir toplantida bulunmayi bir aile borcu kabul etmisti. Toplantida ilk sözü Hz. Abbâs aldi:

    - Ey Hazrecliler, Muhammed (s.a.s.)'in aramizdaki mevkii bildiginiz gibidir. Biz, onu düsmanlarindan koruduk ve koruyacagiz. Kendisi burada, ailesinin yaninda, nezdimizde izzet ve ikrâm içindedir. Fakat sizinle bir andlasma yapmak ve size katilmak istiyor. Ona verdiginiz sözü tutmak, kendisine muhalefet edenlere karsi gelmek hususunda azminiz kuvvetli ve saglam ise buna bir diyecek yoktur. Fakat onu ele verecek, yaniniza geldikten sonra yalniz basina birakacaksaniz, bunu simdiden söyleyiniz ve onu kendi haline birakiniz.

    Medineli Müslümanlarin cevabi söyle oldu:

    -Dediklerinizi dinledik. Ey Allah'in resulü, siz söyleyin! Kendiniz adina, Allah adina istediginiz andi bizden aliniz. Biz haziriz.

    Resulullah Hz. Muhammed (s.a.s.) Kur'an-i Kerim'den bazi ayetler okuduktan sonra söyle buyurdular:

    "Kadinlarinizi ve çocuklarinizi nasil koruyorsaniz, beni de öylece korumak üzere size elimi veriyorum"

    Elini ilk uzatan, Berâ b. Ma'rur oldu. O, söyle dedi:

    -Bey'at ettik ya Resulullah, seni Hak dinle gönderen Allah'a yemin ederiz ki kendimizi, çocuk ve hanimlarimizi korudugumuz gibi seni de koruyacak ve savunacagiz. Biz, zaten harp içinde yogrulmus kimseleriz. Zirha aliskiniz. Bu, bize atalar mirasidir.

    Bera'dan sonra söz alan Ebu'l Heysem de:

    - Ya Resulallah, dedi. Bizim yahudilerle bir takim baglantilarimiz vardir. Bu baglantilari kesecegiz. Biz bunu yaptiktan sonra siz de Allah'in inâyetiyle muvaffak olunca bizi birakip kendi kavminizin yanina döner misiniz?

    Resulullah (s.a.s.) gülümsediler ve dediler ki:

    "Kanim sizin kaninizdir. Siz bendensiniz, ben de sizdenim. Kiminle dövüsürseniz" ben sizin yaninizdayim. Kiminle baris yaparsaniz, ben de onunla baris yaparim. "

    Resulullah (s.a.s.)'in bu sözlerini duyan herkes, bey'at etmek üzere elini uzatiyordu. Bu sirada Abbâs b. Ubâde ortaya atilarak sunu söyledi:

    -Hazrecliler! Bu zata niçin bey'at ettiginizi biliyor musunuz? Ona bey'atla insanlarin kirmizisina ve siyahina, yani Arap ve Arap olmayana karsi savasa hazir olmayi kabul etmis oluyorsunuz. Bir felâkete ugradiginiz ve ulularinizin maktul düstügünü gördügünüz zaman onu yalniz basina birakacaksaniz simdiden birakiniz. Bu, daha dogru olur. Yoksa dünyada ve ahirette rüsvay olursunuz. Fakat ona verdiginiz sözü tutacak, malca felâkete ugramayi, büyüklerinizin ölümüyle karsilasmayi göze alacaksaniz, bunu yapiniz. Çünkü dünya ve ahiret hayri bundadir.

    Hepsi kabul ettiler ve sordular:

    - Ey Allah'in Resulü, buna karsilik bize ne va'd ediyorsunuz?

    Resulullah:

    "Cennet" dedi.

    Bey'at kisa zamanda tamamlandi. Hepsi de darlikta ve genislikte her halükarda itaate, sözün ancak dogrusunu söylemeye ve Allah yolunda hiç bir kinayicinin kinamasindan korkmamaya söz verdiler.

    Bey'attan sonra Resulullah (s.a.s.), Hazrec'den dokuz, Evs'den üç kisi olmak üzere on iki nakip seçtiler. Es'ad b. Zurâre de hepsinin basi ve emîri seçildi. Bunlardan her biri bir kabîlenin reisi idiler. Bunun anlami, oniki kabilenin Islâmiyeti kabul etmesiydi.

    Bey'at gece karanliginda tenhada ve gizlilik içinde yapilmisti. Fakat bey'atin bitiminde bir çiglik karanligin perdesini yirtti:

    - Ey Kureys, Muhammed ile atalarinin dininden çikanlar, sizinle dögüsmek için andlasma yaptilar!..

    Fakat müslümanlarin artik kimseden çekindikleri yoktu. Bu sesi duyar duymaz Abbas b. Ubâde söyle dedi:

    - Ya Resulallah, seni hak ile gönderen Allah'a yemin ederim ki istersen sabah olur olmaz kiliçlarimizi kinindan siyirir üzerlerine saldiririz. Resulullah (s.a.s.) ise söyle buyurdular:

    "Hayir... Bize savas izni daha verilmis degildir. Simdilik hepiniz yerlerinize dönünüz."

    Islâm'a teslim olup Resulullah'a tam anlamiyla bey'at eden bu ilk müslüman kitle için emre itaat mutlak idi. Akabe'deki bu toplanti dagildi ve herkes yerine döndü. Sabah olunca Kureysli müsrikler bu bey'attan haberdar olmuslardi. Müsrikler bu anlasmanin mahiyetini arastirmaga basladilar. Fakat henüz müslüman olmamis olan Yesribliler'in Hz. Peygamber ile anlasmalarina bir türlü anlam veremiyorlardi. Mekkeli müsrikler bu gizli anlasma hakkinda bir bilgi alamadan Yesrib'li müslümanlar sehri terk etmislerdi .

    Islâm Devleti'nin kurulmasinda önemli bir dönüm noktasi olan ikinci Akabe bey'atina, Resulullah'in savas ve barista korunacagina dair prensiplerin tesbit edildigi ve kararlarin alindigi bir bey'at olmasindan dolayi, "Bey'atü'l-Harb" adi verilir. Ikinci Akabe bey'at'inin gerçeklesmesiyle Islâm tarihinde yeni bir dönem basliyor ve o gün Islâm Devleti'nin temeli atilmis oluyordu.

    Ahmed AGIRAKÇA

    Kaynak: Samil Islam ansiklopedisi

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.