A'dan Z'ye Osmanlı Devleti

Dönemler Kuruluş Dönemi Yükseliş Dönemi Duraklama Dönemi Gerileme Dönemi Yıkılış Dönemi Devlet Teşkilatı Askeri Teşkilat Devlet Teşkilatı Dini Teşkilat Eğitim Öğretim Güzel Sanatlar İhtisab İktisadi Hayat Sanayi ve Ticaret İlim ...


  1. Alt 03-27-2009, 20:16 #1
    beyza Mesajlar: 2.053
    Dönemler

    Kuruluş Dönemi
    Yükseliş Dönemi
    Duraklama Dönemi
    Gerileme Dönemi
    Yıkılış Dönemi

    Devlet Teşkilatı

    Askeri Teşkilat
    Devlet Teşkilatı
    Dini Teşkilat
    Eğitim Öğretim
    Güzel Sanatlar
    İhtisab
    İktisadi Hayat Sanayi ve Ticaret
    İlim
    İlmiye Teşkilatı
    İmaret
    Maliye
    Nişancı
    Ordu Teşkilatı
    Saray Teşkilatı
    Sosyal Hayat
    Toprak İdaresi

    Savaşlar

    1.Balkan Savaşı
    1.Dünya Savaşı
    1.Kosova Savaşı
    1.Viyana Kuşatması
    2.Balkan Savaşı
    2.Kosova Savaşı
    2.Viyana Kuşatması
    Ankara Savaşı
    Belgradın Fethi
    Cerba Savaşı
    Çaldıran Savaşı
    Eğri Kalesinin Fethi
    Eğriboz Zaferi
    Fas'ın Fethi
    Hacova Zaferi
    İnebahtı Savaşı
    İstanbul'un Fethi
    Kanije Kalesi Zaferi
    Kıbrıs'ın Fethi
    Kırım Savaşı
    Kırım'ın Fethi
    Kurtuluş Savaşı
    Mercidabık Zaferi
    Mohac Savaşı
    Niğbolu Zaferi
    Osmanlı-Rus Savaşları
    Otlukbeli Savaşı
    Preveze Savaşı
    Prut Savaşı
    Ridaniye Zaferi
    Rodos'un Fethi
    Rus-Avusturya Savaşı
    *****amen Savaşı
    Sırp Sındığı Savaşı
    Trablusgarp Savaşı
    Trablusgarp'ın Fethi
    Tunus'un Fethi
    Varna Savaşı
    Venedik Savaşı

    Antlaşmalar


    Ayastefanos Antlaşması
    Balta Limanı Antlaşması
    Berlin Antlaşması
    Bucas Antlaşması
    Bükreş Antlaşması
    Edirne Antlaşması
    Hünkar İskelesi Antlaşması
    İstanbul Antlaşması
    Karlofça Antlaşması
    Kasr-ı Şirin Antlaşması
    Küçük Kaynarca Antlaşması
    Mondros Antlaşması
    Paris Antlaşması
    Pasarofça Antlaşması
    Sevr Antlaşması
    Usi Antlaşması
    Vasvar Antlaşması
    Yas Antlaşması
    Zitvatorok Antlaşması

    Önemli Olaylar

    Akabe Meselesi
    Bab-ı Ali Baskını
    Fetret Devri
    Haçlı Seferleri
    Hilafetin Kaldırılması
    Islahat Fermanı
    Kadılık Kurumu
    Kapitülasyonlar
    Lale Devri
    Nizam-ı Cedid
    Otuzbir Mart Vakası
    Saltanatın Kaldırılması
    Tbmm
    Tanzimat Fermanı

  2. Alt 03-27-2009, 20:17 #2
    beyza Mesajlar: 2.053
    Osmanli Beyliginin Kurulusu; Osman Bey Oguz asiretlerinin ittifakiyla basa geçtikten sonra siyasî ve dinî bakimdan Anadolu'nun en itibarli ve nüfuzlu tarikatlerinden Ahilerin mühim bir sahsiyeti olan Seyh Edebali'nin kizi ile evlenerek gücünü artirmis idi. Bundan sonra Osman Gazi Bizans'a karsi genisleme politikasini uygulayarak Inegöl Karacahisar ve Yarhisar'i ele geçirdi ve bölgenin mühim merkezlerinden olan Bilecik'i alarak burayi beyligin merkezi yapti (1299). Bu tarih devletin kurulus tarihi olarak kabul edilir. Selçuklu Sultani III. Alaaddin Keykubad'in Ilhanli Hükümdari Gazan Han'in kuvvetleri tarafindan tutulup Iran'a götürülmesi üzerine Selçuklu ümerasindan bazilari ve bölgedeki Türkmen beyleri Osman Bey'e teveccüh göstermis; Oguz an'anesine göre onun hâkimiyetini tanimayi kabul etmislerdir. Nitekim Oguz beyleri Oguz Han töresine göre tertip edilen bir törende Osman Bey'in önünde diz çökerek onun verdigi kimizi içmek suretiyle tâbiyetlerini sunmuslardir. Ancak henüz küçük bir beylik durumundaki Osmanogullarinin seklen de olsa bu dönemde Ilhanli hâkimiyetini tanidiklari bilinmektedir. Osman Gazi beyligini ilân ettikten sonra idaresi altindaki bölgeleri bes kisma ayirarak buralari güvendigi ve savaslarda yararlik gösteren kimselere tevcih etti. Oglu Orhan'a Sultanönü büyük kardesi Gündüz Bey'e Eskisehir'i Aykut Alp'e In-önü'yü Hasan Alp'e Yarhisar'i ve Turgut Alp'e de Inegöl'ü verdi. Diger oglu Alaaddin'e ise seyh Edebali'nin emin ve nazirliginda ailenin geçimi için Bilecik ve havalisinin gelirleri tahsis edildi.1302'de Bursa tekfurunun liderliginde birlesen Rum tekfurlarinin Koyunhisar (Bafeon) savasinda agir bir maglûbiyet tatmalari Osman Bey'in Bursa ve Kocaeli taraflarina akinlar yapmasini oldukça kolaylastirmisti. Bir taraftan Bursa öte taraftan Iznik Türk kusatmasi altinda tutuluyordu. Ancak yaslilik sebebiyle Osman Bey fetihler için oglu Orhan'i görevlendirmisti. Nitekim 1324 yilinda Osman Bey vefat etti ve oglu Orhan Bey Osmanli tahtina çikti.

    Orhan Bey 1326 yilinda Bursa'yi uzun süren kusatmanin ardindan ele geçirince babasinin vasiyetini yerine getirerek Osman Gazi'nin naasini Bursa'ya nakletti ve burayi devletin yeni merkezi yapti. Orhan Bey'in komutanlarindan Akçakoca ve Karamürsel ise Istanbul kiyilarina kadar akinlarda bulunuyorlardi. Bu fetih ve akinlardan telâslanan Bizans Imparatoru Andranikos büyük bir ordunun basinda Osmanlilara karsi harekete geçtiyse de Maltepe (Palekanon) Savasi'nda agir bir yenilgi aldi (1329). Bu zafer Iznik ve Izmit'in ele geçirilmesini kolaylastirmistir. Rumeliye Geçis; Karasi Beyliginde baslayan taht mücadelelerinden istifade eden Orhan Bey Balikesir ve civarini topraklarina katarak ileride gerçeklesecek olan Rumeli fetihleri için mühim bir mevkiye sahip olmustur. Nitekim Karasi Beyliginin deniz gücü ve Haci Il Bey Evrenos Bey gibi degerli komutanlar artik Osmanlilarin emrine girmislerdir. Bizans içindeki taht kavgalari ve Bulgar-Sirp saldirilari karsisinda gittikçe güçlenen Osmaogullarindan yardim isteyen Kantakuzen'in talebi üzerine Orhan Bey'in oglu Süleyman bir orduyla Rumeli'ye geçti (1345). Edirne'yi kusatan Bulgar-Sirp kuvvetlerini bozan Süleyman Pasa bu zaferin karsiliginda Gelibolu'daki Çimpe Kalesi'ni Bizans'tan aldi. Böylece Osmanlilar ilk kez Rumeli yakasinda bir üs elde etmis oluyordu (1356). Süleyman pasa Gelibolu'nun ardindan Tekirdag'a kadar olan bölgeleri de ele geçirerek buralara Anadolu'dan getirilen Türkmenleri yerlestirdi. Böylece Rumeli'de de Türklesme hareketi baslamistir. Süleyman Pasa'nin ölümünden sonra Rumeli'deki fetihler için kardesi Murat Bey görevlendirildi (1359). Ancak 1362'de babasi Orhan Bey'in de ölümü üzerine Murat Bey Bursa'ya döndü ve Osmanlilarin 3. hükümdari olarak tahta çikti (1362).Rumeli ve Balkanlarda Fetihler; I.Murat (Hüdavendigar) önce tahtta hak iddia eden kardeslerini bertaraf etmekle ise basladi ve bu arada elden çikan Ankara'yi yeniden aldi. Anadolu'da birligin saglanmasinin ardindan Murat Hüdavendigar inkitaya ugrayan Rumeli ve Balkanlarin fethine yöneldi. Bu sirada Balkanlar karsiklik içindeydi. Bir taraftan Sirp Hükümdari Düsan'in ölümü ile Sirplar arasinda iç mücadeleler siddetlenmis öte yandan Macar Krali Layos Balkanlarda Ortadokslara olan baskilari artirmisti. Evrenos ve Haci Il Bey komutasindaki kuvvetler bu durumdan da yararlanarak Kesan'dan Dimetoka'ya kadar olan yerleri fazla bir mukavemet görmeden ele geçirmislerdi. Sazlidere Zaferi ile Edirne ve Filibe Lala Sahin Pasa tarafindan fethedildi (1363/4). Bu savaslarda Bulgarlarin yaninda yer alan Bizans baris yapmak zorunda kaldi. Türk ilerleyisini durdurmak isteyen Macar BulgarSirp ve Ulahlardan mütesekkil bir Haçli ordusu Macar Krali Layos'un liderliginde Edirne üzerine yürüdü. Ancak Meriç sahilindeki Sirp Sindigi denilen mevkiide kalabalik Haçli ordusunu hazirliksiz yakalayan 10 bin kisilik kuvvetiyle Haci Il Bey büyük bir bozguna ugratti (1364). Sirp Sindigi zaferiyle Osmanlilar Balkanlardaki fetihlerine hiz verdiler ve bunu kolaylastiracagi için Osmanli baskenti Bursa'dan Edirne'ye nakledildi. Fetihler karsisinda çaresiz kalan Bulgarlar Türk himayesini kabul etmek zorunda kaldilar (1369). Çirmen Zaferi ile (1372) Bati Trakya ve Makedonya'nin bir kismi Osmanli hâkimiyetine girdi ve Selanik ile Köstendil'in de ele geçirilmesinin ardindan Sirp Krali Lazar vergi verip gerektiginde asker göndermek sartiyla Osmanlilarla baris anlasmasi imzaladi(1374). Yaklasik on yil süren mücadelede Rumeli ve Balkanlarda fethedilen bölgelere Anadolu'dan mütemadiyen Türk nüfus kaydirilarak bölgede demografik dengeler Osmanlilar lehine degistirilmeye baslanmisti. Bu tarihten sonra bir müddet Balkanlardaki fetihlere ara verilmis ve Anadolu'da Türk birligini saglamlastirmaya yönelik düzenlemelere geçilmistir. Bu maksatla I. Murat oglu Bâyezid'i Germiyan beyinin kizi ile evlendirmis; Tavsanli Emet ve Simav gelinin çeyizi olarak Osmanlilara verilmistir. Ayni sekilde Aksehir Yalvaç Beysehri gibi bazi sehir ve kasabalar Hamidogullari'ndan para karsiligi satin alinmis Candarogullar da Osmanli hâkimiyetine girmisti. Artik Osmanlilarin karsisinda tek bir güç kalmisti; Karamanogullari.

    Alaaddin Ali Bey Osmanlilarin yeniden Balkanlara yönelmesini de firsat bilerek harekete geçmis ancak I. Murat Konya önlerinde Karamanogullarini yendiginde Karaman beyi af dilemek zorunda kalmistir(1387)

    Murat Hüdavendigar'in yeniden Rumeli'ye yönelmesiyle birlikte Nis ve Sofya da dahil olmak üzere bütün Bulgaristan fethedildi.(1385/88). Timurtas Pasa'nin Sirp kuvvetleri tarafindan baskina ugratilip yenilmesi üzerine cesaretlenen Bulgar Leh Çek ve Macar krallari da Sirplarin yaninda yer aldilar. Fakat Çandarli Ali Pasa Bulgar Krali Sisman'i esir alarak Bulgarlari bu ittifakin disina atti. Buna ragmen Haçli ordusu ilerleyisini sürdürünce I. Murat ordusunun basina geçerek düsmani Kosova'da karsiladi. I.Murat'in ogullari Bâyezid ve Yakup'un da yer aldigi Osmanli birlikleri büyük bir zafer kazandi. Sirp Krali Lazar ve oglu esir edilmis düsman kuvvetlerinin büyük bir kismi imha olmustu. (20 haziran 1389). Fakat I.Murat savas meydanini gezerken bir Sirp tarafindan hançerlenerek sehit düstü. Bunun üzerine Sirp krali da Osmanli askerleri tarafindan öldürüldü. Osmanlilar için Balkanlarda tutunabilmek yolunda ölüm kalim savasi olarak görülen I.Kosova Zaferi Sirplar tarafindan asla unutulmamistir. Günümüzde dahi masum Müslüman halka yönelik vahsetin arkasinda bu maglûbiyetin ezikligi ve intikam hissi yatmaktadir.

    Anadolu'da Türk Birligi'nin Saglanmasi; I. Murat'in sehit edilmesinin ardindan oglu Bâyezid devlet adamlarinin ittifakiyla hükümdar ilân edildi. Babasinin ölümünü firsat bilen Anadolu'daki beyliklerin Osmanlilar'a biraktigi topraklari yeniden ele geçirmek maksadiyla harekete geçtiklerini haber alan Bâyezid süratle Anadolu'ya döndü. 1390 yilinda Germiyan Aydin Mentese ve Saruhan beylikleri ortadan kaldirildi. Ertesi yil Hamidogullari Beyligi topraklari ele geçirildi ve bu beyliklerin yer aldigi topraklarda Anadolu beylerbeyligi adiyla idarî bir ünite olusturuldu. Ardindan Osmanlilarin en önemli rakip olarak gördügü Karaman Beyligine yönelen Yildirim Bâyezid Konya'yi kusatti. Alaaddin Ali Bey'in baris talebi Beysehir ve çevresinin Osmanlilara birakilmasiyla kabul edildi.(1391). Fakat Yildirim Bâyezid'in Mora ile ilgilenmesini firsat bilerek Ankara Sancak Beyi Sari Timurtas Pasa'yi esir almasi üzerine Yildirim Bâyezid Alaaddin Bey'e kesin bir darbe vurmaya karar verdi. Anadolu'ya geçen Yildirim üç gün süren savasin ardindan ele geçirilen Alaaddin Bey'i ortadan kaldirdi ve topraklari Osmanlilara ülkesine dahil edildi(1397). Karamanoglu tehlikesinin bertaraf edilmesiyle Anadolu'da Osmanlilara direnebilecek en güçlü devlet olarak Kadi Burhaneddin devleti kalmis idi. Daha 1392 yilinda Kadi Burhaneddin'in müttefiki durumundaki Candaroglu Süleyman anî bir baskinla öldürülüp beyligin Kastamonu subesi ortadan kaldirilmisti (1392). Ardindan ertesi yil Amasya ve Merzifon civari Osmanli hâkimiyetine alinmisti. Kadi Burhaneddin'in 1398'de Kara Yülük tarafindan öldürülmesi üzerine ona bagli Sivas Tokat Kayseri Malatya gibi sehirler birer birer ele geçirildi. Böylece Firat'in batisinda kalan Anadolu topraklari Osmanli sancagi altinda birlestirilmis oluyordu.

    Yildirim Bâyezid'in Istanbul Kusatmasi ve Balkanlardaki Fetihleri. Yildirim Bâyezid'in Karaman seferine anlasma geregi katilan Bizans Imparatoru V.Yuannis'in oglu Manuel'in babasinin ölümü üzerine anlasmayi çigneyerek Istanbul'a kaçmasi sebebiyle Yildirim Istanbul'u kusatmaya karar verdi. 1391'de baslayan ilk muhasara 1396 yilina kadar sürdürüldü. Bu maksatla Istanbul Bogazi'nda Anadolu Hisari insa edildi. Sehre dis yardimlarin gelmesini önlemeyi ve iase zorlugu altinda savunmayi kirmayi hedefleyen bu muhasara Timur'un Anadolu'ya ulasmasina kadar fasilalarla devam ettirilmistir. Bu kusatma sürerken bir yandan da Yildirim Bulgaristan Arnavutluk ve Bosna taraflarinda fetih hareketlerine devam etmekteydi. Kusatma altindaki Bizans'in da talebi ile Türklere karsi yeni bir Haçli ittifaki olusturan Macar Krali Sigismund Ingiltere dahil bütün Avrupa devletlerinden topladigi 120 bin kisilik bir orduyla harekete geçti. Yildirim Bâyezid düsmani sasirtan bir hizla Nigbolu Ovasi'nda düsmani karsiladi. 50-60 bin kisilik Osmanli ordusu sayica çok üstün olan Haçli ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Savas meydanindan kurtulabilenler kaçarken Tuna'da boguldular.(1396) Haçlilardan geriye sadece muazzam bir ganimet kalmisti. Bu ganimetle Edirne ve Bursa'da pek çok cami medrese ve imaret insa edilmistir. Zaferin ardindan Eflâk Bosna Macaristan ve Mora üzerine seferler düzenlendi. Itibari bu zaferle bir kat daha artan Yildirim Nigbolu dönüsünde Anadolu birligini kurmaya yönelik nihaî adimlari atmaya baslayacaktir.

    Ankara Savasi ve Fetret Devri: Yildirim Bâyezid Firat boylarina kadar topraklarini genislettigi sirada Timur da Iran Azerbaycan ve Irak'i ele geçirmisti. Bazi Anadolu beyleri Timur'a siginirken ülkeleri istilâ edilen Celayirli Ahmet ve Karakoyunlu Kara Yusuf da Yildirim Bâyezid'in yanina kaçmisti. Böylece her iki devlet biribirine sinir komsusu olmus ancak bu durum iki hükümdarin da Türk dünyasinin liderligine oynamalari sebebiyle olumsuz neticeler dogurmustur. Timur Osmanlilara siginan Celayirli Ahmet ve Kara Yusuf'un iade edilmemesini bahane edip Sivas'i kusatmis ve kendisine teslim edilmesine ragmen sehiri tahrip etmisti(1400). Bu olaydan sonra da her iki hükümdar arasinda mektuplasmalar devam etti. Fakat Timur'un Anadolu beyliklerine topraklarinin geri verilmesi ve bazi sehirlerin kendine birakilmasi gibi talepleri Yildirim tarafindan reddedildi. Dolayisiyla iki fatih için savas artik kaçinilmaz hâle gelmisti. 160 binlik Timur'un ordusunu 70 bin kisiyle Çubuk Ovasi'nda karsilayan Yildirim Bâyezid savasin baslarinda üstünlügü ele geçirdi. Ancak Timur'un safinda eski beylerini gören bazi askerlerin saf degistirmesi ve Kara Tatarlarin Osmanli ordusunun arkasini çevirmesi savasin talihini degistirdi. Bir avuç askerle direnmeye çalisan Yildirim Bâyezid sonunda esir edildi (26 Temmuz 1402). Ankara Savasi'ni kazanan Timur Anadolu beyliklerini tekrar ihya etti ve böylece Anadolu Türk birligi parçalandi. Balkanlardaki Türk ilerleyisi durdugu gibi bir kisim topraklar da elden çikti. Yildirim'in ogullari arasindaki taht mücadeleleri Osmanli devletinin "Fetret Devri" boyunca 12 yil müddetle devam etti. Sayet bu savas gerçeklesmemis olsaydi hiçbir direnme gücü kalmayan Istanbul büyük bir ihtimalle Yildirim Bâyezid zamaninda Türklerin eline geçecekti. Dolayisiyla Ankara Savasi Osmanlilari en az 50 yil geriye götürmüstür.Esir düsen Yildirim Bâyezid yedi ay boyunca Timur'un yaninda sehir sehir dolastirildiktan sonra üzüntüsünden ecele yenik düstü. Osmanli sehzadeleri tahtin sahibi olabilmek için kiyasiya birbirleriyle mücadele etmeye basladilar. Bu mücadele Çelebi Mehmet'in tek basina devlet idaresine hâkim olusuna kadar devam etti (1413). Çelebi Mehmet kardesleri Süleyman Isa ve Musa Çelebi'yi bertaraf ettikten sonra Anadolu Türk birligini yeniden tesis etmek için çaba sarf etti. Güçlenen Karamaogullarinin nüfuzunu kirdi Karamanoglu Mehmet Bey'in eline geçen Osmanli topraklarini geri aldi. Candarogullari beyliginden Çankiri'yi ve ardindan Canik (Samsun) bölgesini yeniden Osmanli ülkesine katti. Fakat Sehzade Mustafa ve Simavna Kadisi oglu Seyh Bedreddin'in isyanlari ülkeyi karistirmaktaydi.(1419) Sehzade Murat Rumeli ve Manisa'da ortaya çikan bu isyani bastirdi Seyh Bedreddin ve adamlari yakalanarak idam edildi. Timur'un beraberinde götürdügü Mustafa Çelebi de Anadolu'ya döndügünde tahtta hak iddia etmisti. Sehzade Mustafa'nin Selânik'te baslattigi isyan bastirildi. Asi sehzade Bizans'a siginmak zorunda kaldi. Çelebi Mehmet öldügü zaman Osmanli ülkesinde sükûnet büyük oranda tesis edilmeye baslanmisti (1421).

    Babasinin en büyük yardimcisi olan sehzade Murat tahta çiktigi zaman Bizans tarafindan karsisina çikarilan amcasi Mustafa Çelebi'nin isyanini bir kez daha bastirdi ve Bizans'i cezalandirmak için Istanbul'u kusatti(1422). Bu defa küçük kardesi Sehzade Mustafa'nin isyan haberini alan II.Murat kusatmayi kaldirarak kardesini cezalandirmak zorunda kaldi. Isyancilarin yaninda yer alan Anadolu beyliklerine karsi harekete geçen II.Murat Candaroglu Isfendiyar Bey'i itaat altina aldi. Izmir Beyi Cüneyd'i ortadan kaldirip Izmir Aydin ve Mentese civarini ele geçirdi. Germiyanoglu Yakub Bey'in çocugu olmadigindan topraklarini Osmanlilara birakmayi vasiyet etmisti. Onun ölümüyle Germiyan ili de Osmanlilara katilmis oldu(1428). Balkanlarda da durum Osmanlilar lehine düzelmeye basladi. Nitekim Fetret devri sirasinda elden çikan topraklar geri alindigi gibi 1440'a kadar Belgrat hariç bütün Sirp topraklari Osmanli hâkimiyetine girmisti. Fakat Erdel ve Eflâk'ta üst üste gelen bazi küçük bozgunlar Avrupa'da büyük bir sevinçle karsilanarak Osmanlilara karsi yeni bir Haçli seferinin tertip edilmesine cesaret vermisti. II. Murat Balkanlardaki Osmanli varligini tehlikeye atmamak için Macarlarla Segedin Antlasmasini imzaladi (1444) ve bu anlasmadan sonra tahttan feragat etti. Küçük yastaki oglu II. Mehmet'in hükümdar olmasini firsat bilen Macarlar anlasmayi bozdu ve yeni bir Haçli ittifaki olusturuldu. II. Murat yeniden ordunun basina geçerek düsmani Varna Savasi'nda karsiladi. Macar krali öldürüldü. Haçlilarin lideri durumundaki Jan Hünyad güçlükle kaçabildi(1444). Çandarli Halil Pasa'nin israriyla ikinci kez tahta çikan II. Murat Mora ve Arnavutluk'a sefer düzenledi. Varna'nin intikamini almak isteyen Jan Hünyad yeniden harekete geçti. Fakat II. Kosova Muharebesi'nde bir kez daha Sirplar büyük bir yenilgiye ugratildi (1448). Varna ve Kosova savaslariyla Osmanlilar Balkanlardaki durumunu iyice güçlendirmis Bizans'in batidan yardim alma umutlari ise tamamen ortadan kaldirilmistir. II. Murat 48 yasinda ölünce II. Mehmet yeniden Osmanli tahtinin sahibi olmus (1451) ve Osmanli Devleti artik bu dönemde tam bir cihan devleti hâline gelmistir.

  3. Alt 03-27-2009, 20:19 #3
    beyza Mesajlar: 2.053
    Istanbul'un Fethi: II. Mehmet babasinin ölümü üzerine ikinci kez Osmanli tahtina oturdugunda devletin ortasinda bir ser adacigi hâlinde kalmis köhne Bizans'i ortadan kaldirmayi öncelikle hedef olarak belirlemisti. Böylelikle Osmanli devleti tam bir cihan devleti haline gelebilecekti. Hedefini gerçeklestirmek için ilkin Sirbistan ve Eflâk ile anlasma imzalayan Fatih Karamanoglu tehlikesini de geçici de olsa bertaraf etti. Bizans'a ulasabilecek muhtemel yardimi önlemek için Bogaz'in Avrupa yakasina Rumeli Hisar'ini yaptirarak kusatma hazirliklarini tamamladi. Nihayet kusatilan Istanbul'a karsi 6 Nisan 1453'te kara ve denizden saldiri baslatildi. II. Mehmet Edirne'de döktürdügü çaginin en güçlü toplariyla Istanbul surlarini karadan sarsarken 18 Nisan'da donanma bütün Istanbul adalarini ele geçiriyordu. Fakat Haliç'in zincirle kapatilmasi sebebiyle kara ve deniz birlikleri müsterek bir harekâta geçemiyor ve bu durum da kusatmanin basarisina gölge düsürüyordu. Nihayet 22 Nisan'da Osmanli donanmasinin karadan Haliç'e indirilmesi gibi müthis bir plânin gerçeklestirilmesi kusatmanin seyrini degistirmeye baslamisti. Seksen parçalik donanmayi bir anda karsilarinda gören Bizans'in direnme gücü artik kirilmisti. 29 Mayis 1453'teki nihaî harekâtla Istanbul fethedildiginde II. Mehmet Peygamberimizin müjdesine mazhar oluyor ve "feth-i mübin" ile "Fatih"lik serefini elde ediyordu.Bizans'in ortadan kaldirilmasi hem Türk tarihi hem de dünya tarihi açisindan büyük bir öneme sahiptir. Bu fetihle Osmanli Devleti artik tam bir cihan devleti hâline gelmis Islâm dünyasi ve Avrupa içinde büyük bir prestij ve güç kazanmistir. Avrupa için bu fetih çag açip çag kapayan bir fetihtir. Katolik Avrupa'nin Ortadoks dünyasiyla bütünlesme çabalari Istanbul'un fethiyle önlenmis aksine Balkanlari da tamamen ele geçirmek suretiyle Fatih kisa zamanda Ortadokslari himayesi altina almistir. Nitekim Papa V.Nikola'nin Türklere karsi harekete geçilmesi fikri pek taraftar bulamamis aksine Ege adalarindaki halk Balkanlardaki bazi despotluklar ve prensler Fatih'i Istanbul'un fethinden dolayi kutlayan mektuplar yazmislardir. Papa'nin istegine sadece Almanya Napoli ve Venedik olumlu cevap vermis fakat onlar da kendilerinden ziyade Sirp Macar ve Arnavutlari kiskirtarak sonuç almaya çalismislardir.

    Fatih'in Bati Politikalar: Sirbistan Seferleri; Istanbul'un fethinden sonra Osmanlilara bagliligini bildiren ve ele geçirdigi bazi kaleleri geri veren Sirplar Macarlar ile is birligi yaparak yeniden düsmanliklarini göstermeye baslamislardi. Bunun üzerine 1454-1457 arasinda üç kez pespese Sirbistan'a sefer düzenlendi. Belgrat disindaki bütün Sirp topraklari ele geçirildi. Sirp Krali Bronkoviç'in ölümüyle baslayan taht mücadelelerinden faydalanan Osmanlilar Sirplari vergiye bagladilar. Taht kavgalarinin yeniden alevlenmesi üzerine Mora seferinde bulunan Fatih Sirp meselesine son verilmesini emretti. Mahmut Pasa 1459'da baskentleri Semendire'yi ele geçirilerek Semendire Sancakbeyligini olusturdu. Böylece Sirbistan'da 350 yil sürecek Osmanli hâkimiyeti baslamis oluyordu.

    Arnavutluk Seferleri; Papalik ve Napoli kralliginin destegi ve kiskirtmasiyla harekete geçen Arnavutluk hâkimi Iskender Bey vurkaç taktigi ile Osmanli kuvvetlerine baskinlar düzenlemekteydi. Bunun üzerine Fatih bizzat sefere çikmaya karar verdi. 1465 yilinda gerçeklesen I.seferde Ilbasan Kalesi'ni yaptirip içine asker yerlestiren Fatih Balaban Pasa'yi bölge için görevlendirerek geri döndü. Ancak Papa ve diger devletlerden aldigi kuvvetlerle Türklere saldiran Iskender Bey Balaban Pasa'yi sehit etti ve Ilbasan kalesi'ni kusatti. Bunun üzerine Fatih II. Arnavutluk Seferi'ne çikti (1467). Ele geçirilen topraklarda yeni garnizonlar olusturuldu. Bu sirada Iskender Bey ölmüs ve yerine oglu Jean geçmisti. Arnavutlukta baslayan kargasa sebebiyle Fatih 3. kez Arnavutluk seferini baslatti. Arnavutlarin elinde kalmis olan Kroya ve Iskodra kusatildi. Nihayet 1479'da Arnavutluk da bir Osmanli vilayeti haline gelmis oluyordu.

    Mora Seferleri; Istanbul'un fethinden sonra Bizans Imparatoru XII. Konstantin'in ogullari rakipleri Kantakuzen ailesine karsi Mora'da Osmanlilarin yardimini istemislerdi. Turahanoglu Ömer Bey akincilari ile duruma müdahale etti ve muhalifler bertaraf edildi. Fakat bu sefer iki kardes arasinda mücadele baslamisti. Bölge ülkelerinin Mora'yi istilâ niyetlerini bilen Fatih 1458'de harekete geçti. Korent'i ele geçiren Fatih Mora'nin bir kismini merkeze baglayarak burada bir sancak olusturdu. Atina ve diger bölgeler ise Osmanli yönetimini kabul etti. Kardesi Dimitrios'a karsi Arnavutlarin destegini alan Tomas'in Osmanlilarla yapilan anlasmayi bozmasi üzerine 2.kez Mora'ya sefer düzenlendi. Tomas Papa'nin yanina kaçmak zorunda kaldi. Bölgeye çok sayida Türk yerlestirildi. Venedikliler bölge halkini Osmanlilara karsi ayaklandirmaya çalisiyorlardi. Ancak bunda basari kazanamayan Venedik Osmanli kuvvetleri tarafindan bozguna ugratildi (1465).

    Eflâk ve Bogdan Seferleri; Yildirim zamaninda vergiye baglanan Eflâk Prensligi'nin basina Fatih tarafindan Vlad (Kazikli Voyvoda) getirilmisti(1456). Osmanlilara bagli görünen Vlad aslinda gizliden gizliye düsmanlik ediyordu Vlad'in Fatih'in elçilerini kaziga oturtarak öldürmesi üzerine 1462 yilinda Fatih Eflâk'a bir sefer düzenledi. Bogdan'dan da yardim alan Osmanli kuvvetleri voyvodayi uzun süre takip etti. Neticede sigindigi Macarlarin Osmanlilarla yaptigi anlasma üzerine Vlad'i esir etmeleri ile mesele çözüldü. Fatih voyvodaliga Radul'u getirdi ve Eflâk bir Osmanli eyaleti hâline geldi. 1455'ten itibaren Osmanli Hâkimiyetini taniyan Bogdan Prensligi'nin Kefe'nin fethinden sonra izledigi düsmanca siyaset üzerine Osmanli kuvvetleri 1476'da Bogdan'a girdi. Fatih'in bizzat basinda oldugu Osmanli kuvvetleri Bogdan ordusunu büyük bir bozguna ugratti. Böylece Bogdan da yeniden Osmanli hâkimiyetini tanimis oluyordu.

    Bosna-Hersek Seferleri; Osmanlilara vergi yoluyla bagli olan Bosna Kralinin anlasmalara riayet etmemesi üzerine Üsküp'ten harekete geçen Fatih Sadrazam Mahmut Pasa ve Turahanoglu Ömer Bey'e Bosna'nin tamamen fethedilmesi emrini vermisti. 1463 yilindaki seferle Bosna Krali Osmanli hâkimiyetini yeniden tanidi. Ancak seyhülislamin da fetvasiyla sonra öldürüldü ve bu topraklarda Bosna Sancakbeyligi olusturuldu. Fakat ordunun Istanbul'a dönmesi üzerine ayni yil Macar krali Bosna'ya girdi. Ikinci kez düzenlenen seferle Osmanlilar Yayçe disindaki bütün kale ve sehirleri yeniden ele geçirdiler. Bosna seferleri esnasinda Hersek Krali Stefan da ülkesinin bir kisim topraginin Osmanlilara dogrudan baglanmasi sartiyla tahtinda birakilmisti. Ancak 1483 yilinda Hersek tamamen Osmanli topragi hâline gelecektir.Fatih Bosna'yi Osmanli topraklarina kattigi zaman "Bogomil" mezhebindeki Bosnalilara çok iyi davranmisti. Hem Katolik hem de Ortadokslarin kendi kiliselerine almak için baski yaptiklari Bogomiller bu sebeple Osmanli yönetimine sicak bakmislar ve kendilerine saglanan din ve vicdan hürriyetinden etkilenerek zamanla Müslüman olmuslardi. Iste bu Müslüman Bosnalilara "Bosnak" denilmektedir.

    Fatih devrinde Osmanlilarin karada en güçlü komsusu ve rakibi Macarlar denizde ise Venedik idi. Macarlar bu dönemde tek baslarina Osmanlilarla bas edemeyeceklerini bildiginden dogrudan bir savasi göze alamamis Fatih de tabiî sinir olan Tuna'yi geçmeyi düsünmemistir. Ancak akincilar vasitasiyla Macaristan'a güvenligin saglanmasina yönelik yüzlerce basarili akin düzenlenmistir. Keza Venedik Cumhuriyeti de Osmanlilarla dogrudan karsilasmaktansa Balkanlardaki diger devletleri kiskirtmayi yeg tutmustur. Güçlü donmasiyla Mora ve Ege'deki adalara sahip olmak isteyen Venedik Osmanlilar karsisinda istedigi sonucu alamamis aksine pek çok ada ve kiyi kaleleri Osmanlilarin eline geçmistir.

    Ege Adalarinin Fethi; Istanbul'u ele geçiren Fatih Bizans'a ait bütün topraklari hâkimiyeti altinda birlestirmek istiyordu. Böylece Bizans'in yeniden dirilmesini önleyecegi gibi iktisadî ve siyasî açidan da nüfuz alanini genisletebilecekti. Öncelikle Anadolu kiyisina yakin adalari hedef alan Fatih Bizans Venedik ve Cenevizlilerin elindeki bu adalardan Anadolu'ya yapilan korsan akinlarinin önünü kesmis olacakti. Ikinci olarak Orta ve Dogu Akdenizdeki adalar hedef alinmisti ki bu adalar Fatih'in Italya'ya yani eski Roma'ya geçisini kolaylastiracakti.( Nitekim Gedik Ahmet Pasa komutasindaki bir Osmanli donanmasi Napoli Kralliginin elindeki Otranto'yu fethetmis ve buradan Güney Italya'ya akinlar düzenlenmistir.(1480) Fakat Fatih'in ölümünden sonra basa geçen II. Bâyezid Gedik Ahmet Pasa'yi geri çagirinca sehir savunmasiz kalmis ve Italyanlar kaleyi tekrar ele geçirmislerdir).1456 yilinda öncelikle Çanakkale Bogazi'na hâkim olan adalardan Gökçeada (Imroz) Tasoz Enez ve Semendirek adalari ele geçirildi. Ayni tarihlerde Limni ve Midilli halki Türk yönetimine girmek için Osmanlilara basvurmustu. Önce Limni ardindan uzun süren kusatmayi müteakip Midilli (1467) ele geçirildi. Venedikliler 264 yildir ellerinde tuttuklari Agriboz Adasi'ndan Mora ve Ege adalarindaki Türk birliklerine karsi saldirilarini yogunlastirmaktaydilar. Bunu önlemek maksadiyla Agriboz'un fethine karar veren Osmanlilar neticede 17 gün süren kusatmadan sonra amaçlarina ulastilar. Epir despotunun elindeki Zanta Kefalonya ve Ayamavra gibi adalar da Fatih'in saltanatinin son zamanlarinda Osmanli topraklarina dahil edilmistir. Ancak St. Jean sovalyelerinin elindeki Rodos'a karsi girisilen birkaç muhasara neticesiz kalmistir.

    Fatih'in Dogu Politikasi: Karadeniz Politikasi; Osmanlilar Anadolu'nun büyük bir kismini hâkimiyetleri altina almalarina ragmen kuzeyde Karadeniz kiyisindaki bazi yerler Trabzon Rumlari Cenevizliler ve Candarogullarinin elinde bulunuyordu. Anadolu Türk birliginin saglanmasi ve ticaret güvenligi açisindan bu bölgelerin ele geçirilmesi sartti. Iste bu sebeplerle Fatih karadan ve denizden kuvvetlerini harekete geçirdi. 1461 yilinda Cenevizlilerin elindeki önemli bir üs olan Amasra teslim olmak zorunda kaldi. Seferin kendisine karsi yapildigini sanan Candaroglu Ismail Bey Kastamonu'yu terk ederek Sinop'a çekildi. Bursa'ya dönerek birliklerini takviye eden Fatih Trabzon seferine çikarken Sinop da dahil Candarogullarinin topraklarini savasmaksizin ele geçirdi. Fatih'in asil amaci 1204 yilinda Lâtinlerin Istanbul'u isgal etmesi üzerine Bizans hanedanina mensup Komnenlerin ayri bir devlet olusturduklari Trabzon idi. Osmanlilara vergi vermeyi kabul eden Trabzon Rumlari bir taraftan Fatih'in rakibi olan Uzun Hasan ile ittifak içine girmisti. Nihayet Fatih karadan birliklerini Trabzon'a gönderirken bir donanma da Sinop'tan kalkarak bölgeye yöneldi. Bu sirada Uzun Hasan'in Osmanli ordusunu arkadan çevirebilecegi ihtimaline karsi Fatih ordusunu Sivas'in güneyinden Yassiçemen'e çevirdi. Uzun Hasan'in annesi Sara Hatun'un ricasi üzerine Akkoyunlularla bir anlasma yapildi. Anlasmaya göre Akkoyunlular Trabzon Rumlarina yardim etmemeyi vaat etmislerdir. Anlasmanin akabinde kara ve denizden Trabzon yeniden kusatildi. Çaresiz kalan Trabzon Hâkimi David Komnen sehri teslim etmeyi kabul etti (26 Ekim 1461). Böylece 258 yil devam eden Trabzon Rum Imparatorlugu da tarihe karismis oldu.

    Karadeniz'in Anadolu kiyilarini tamamen hâkimiyetine alan Fatih'in bundan sonraki hedefi önemli ticaret limanlari olan Ceneviz kolonilerini ortadan kaldirarak Karadeniz'i tam bir Türk gölü yapmak idi.

    Gedik Ahmet Pasa komutasindaki donanma 1475 yilinda Kefe Azak ve Menkup iskele ve kalelerini ele geçirdi. Böylece Osmanlilar Altinorda Hanligi'nin zayiflamasiyla ortaya çikan Kirim Hanligi ile komsu oldu. Azak Kalesi'nin düsürülmesi sonucunda bazi Cenevizliler ile birlikte Kirim hanlarindan Mengli Giray Han da esir edilmisti. Mengli Giray Han'in Istanbul'a getirilmesiyle Kirim Hanligi Osmanli hâkimiyetine girmis oldu. (1478). Kirim hanlari 350 yil boyunca Osmanlilarin batiya karsi en güçlü müttefikleri olarak hizmet vermislerdir.Anadolu'da Türk Birliginin Gerçeklesmesi; Osmanlilarin kurulus devrinden beri en ciddî rakipleri durumundaki Karamanogullari Fatih'in politikalarina karsi Akkoyunlu ve Memlûklu devletlerinin destegini sagladigi gibi Venediklilerle de bir ittifak kurmakta sakinca görmemislerdi. Bu düsmanca tavir üzerine Fatih 1466 yilinda Karamanogullari üzerine yürümeye karar verdi. Beylik topraklarinin büyük kismi Osmanlilarin eline geçmesine ragmen Fatih Larende ve Silifke yörelerine çekilen Karamanogullarina karsi mücadeleyi Otlukbeli Savasi'nin sonrasinda da sürdürmüstür. Fakat Karaman Beyi Kasim'in ölümünden sonra (1483) beylik tamamen oradan kalkmis olacaktir. Akkoyunlu Beyi Uzun Hasan 1467 yilinda Karakoyunlu topraklarina sahip olunca Osmanlilar aleyhine hâkimiyetini genisletmeye baslamisti. Anadolu birligi yönündeki bu tehlike üzerine Fatih 1473'te harekete geçti. Otlukbeli mevkiinde yapilan savasta Osmanlilar büyük bir zafer kazandilar. Artik Akkoyunlular Osmanlilar için bir tehlike olmaktan çikmisti.

    Fatih bundan sonra Hicaz su yolllarinin onarimi hususunu bahane ederek Memlûklar'a karsi harekete geçti. Fakat bu dönemde Memlûklarla büyük bir savasa girilmemistir. Fatih'in 1481'de hazirlik yaptigi ve ölümüyle yarim kalan seferin ya Rodos'a ya da Misir'a yönelik oldugu söylenir.

    Fatih'in ölümü üzerine Osmanli tahtina büyük oglu Bâyezid geçmisti. Ancak diger oglu sehzade Cem Rodos sovalyelerinin eline düsmesiyle sonuçlanantaht mücadelesine girmisti. Bâyezid'in mütereddit ve ihtiyatli politikalari sebebiyle Akkoyunlularin yerini alan Safaviler güçlenerek Anadolu'da Sahkulu Isyani gibi ayaklanmalari kiskirtmis Memlûklara karsi basarisiz seferler düzenlenmistir. Buna ragmen Bâyezid döneminde Kili ve Akkerman ele geçirilerek Bogdan tamamiyla Osmanli hâkimiyetine girmis(1484) Venedik ve Haçlilara karsi denizlerde üstünlük kurulmus Modon Koron Inebahti ve Navarin gibi Mora kiyilarindaki kale ve limanlar zapt edilmistir(1502).

    Barbaros kardeslerin denizlerdeki zaferlerine ragmen özellikle dogudaki olumsuz gelismeler ve Sahkulu Isyani(1511) devlet islerinden elini çeken Bâyezid'in sagliginda sehzadeler arasindaki taht mücadelesinin kizismasina vesile olmustur. Nitekim Sehzade Selim'in mücadeleyi kazanmasi üzerine 1512 yilinda II. Bâyezid tahttan feragat etmistir.

    Yavuz Sultan Selim Devri; Henüz Trabzon'da vali iken Dogu'da Safavilerin nasil güçlendigini gören ve onlarla basarili bir mücadeleye giren Selim tahta çiktiktan sonra Anadolu'daki mezhep mücadelesine bir son vermek için Safavilerle dogrudan savasa girmeyi kaçinilmaz görmekteydi. Nihayet ordusunun basinda Dogu seferine çikan Yavuz Selim Çaldiran Ovasi'nda Sah Ismail'in ordusuyla büyük bir meydan muharebesi yapti. Iki Türk hükümdarinin mücadelesinden Selim üstün çikti (23 Agustos 1514). Dogu Anadolu topraklari Osmanlilarin eline geçti. Yavuz Tebriz'e kadar Sah Ismail'i takip etti. Dulkadirogullari beyligi Osmanli yönetimine alindi ve sonra ilhak edildi (1515)Babasi döneminde Memlûklara karsi yapilan seferlerin çogu kez basarisizlikla neticelenmesi Osmanlilarin dogu'da ve Islâm dünyasinda üstünlük kurmalari önündeki en büyük engel idi. Bu sebeple Safavi tehlikesini bertaraf ettikten sonra Yavuz Memlûklara karsi büyük bir ordu hazirladi. Misir Memlûk Sultani Kansu Gavri Osmanli ordusunu Halep'in kuzeyinde karsiladi. Ancak Mercidabik Savasi Osmanlilarin zaferiyle son buldu (24 Agustos 1516). Kansu Gavri savas sirasinda öldü. Malatya'dan Sina yarimadasina kadar olan topraklar Osmanlilarin eline geçti. Kisi Sam'da geçiren Yavuz tekrar Misir'a yöneldi. Yeni Memlûk Sultani Tomanbay ile Kahire'nin kuzeyindeki Ridaniye mevkiinde yapilan savasi da Osmanlilar kazandi. (22 Ocak 1517). Bu savas Memlûk Devleti'nin sonu oldu. Suriye Filistin Misir ve Hicaz Osmanli hâkimiyetine girdi. Hülagû'nun Bagdat'i isgal etmesiyle Memlûk himayesine giren halifelik müessesesi de böylece Osmanlilara geçmis oluyordu. Nitekim Mekke serifi sehrin anahtarini Yavuz Sultan Selim'e sunarak itaatini bildirmisti. Yavuz dönemi Osmanlilarin dogu'da ve Islâm dünyasi'nda en büyük güç haline geldigi bir dönemdir.


    Yavuz Sultan Selim'in sekiz yil süren hâkimiyet devrinden sonra Osmanli tahtina oglu I.Süleyman geçti (1520). I.Süleyman'in 46 yillik saltanatinda Osmanli Devleti siyasî askerî ve iktisadî açilardan zirveye ulasmistir. Bu sebeple dost düsman ona Kanuni Muhtesem Büyük Türk gibi lâkaplarla hitap etmis ve tarihe de böyle geçmistir.

    Avrupa'daki Gelismeler; Kanuni döneminde özellikle Avrupa'da önemli dinî ve siyasî degisiklikler söz konusudur. Güçlü Macar kralliginin Osmanli hâkimiyetine girmesinden sonra Kutsal Roma-Cermen Imparatoru Sarlken en ciddî rakip hâline gelmis onun olusturdugu imparatorlugun uzantisi durumundaki Avusturya Arsidükaligi Osmanlilara sinirdas olmustur. Bu devlet ile Avrupa'nin en güçlü hanedani olacak olan Habsburglar Avrupa'yi âdeta parselleyeceklerdir. Bu dönemde güçlenmeye baslayan Protestanlik Avrupa'da mezhep çatismalarinin siddetlenmesine sebep olmustu. Dogu Avrupa'da da Lehistan ve Ortadoks Rusya güçlenmeye baslamisti. Kanuni Avrupa'daki siyasî ve dinî çekismelerden faydalanarak onlarin birlesmemesine özen göstermis ve bunu bir devlet politikasi hâline getirmistir. Yine bu dönemde Akdeniz'de ve Okyanuslarda güçlü bir ticarî ve iktisadî filo olusturan Ispanyol ve Portekiz donanmalari Venedik'in yerini almis görünüyordu.

    Belgrat'in Fethi ve Macaristan Seferi; Fatih'in Sirbistan seferinde ele geçirilemeyen Belgrat Avrupa içlerine yapilacak akinlar için bir siçrama noktasi idi. Bu sebeple Kanuni Macaristan seferine çiktiginda ilkin Belgrat'i kusatti ve ele geçirdi(1521). Burayi bir üs olarak kullanan Osmanlilar artik rahatlikla Avrupa içlerine sefer yapabilecekti. Nitekim Sarlken'e tutsak olan Fransa Krali Fransuva'yi kendisinden yardim talep etmesi üzerine kurtarmayi amaçlayan Kanuni 1526 yilinda karsisindaki ittifaki parçalamak amaciyla yeniden Macaristan üzerine bir sefer düzenledi. 29 Agustos 1526'da Mohaç Meydan Muharebesi ile Macar ordularini imha eden Kanuni Budin'i (Budapeste) ele geçirdi. Macaristan'in bir bölümü ilhak edildi ve kalan kismi Erdel Kralligi olusturularak Osmanli hâkimiyetine alindi.

    Avusturya Seferleri; Macaristan'in ele geçirilmesi üzerine ölen Macar krali ile akrabaligini öne süren Avusturya Arsidükü Ferdinand Macar topraklarinda hak iddia etmis ve Budin'i isgal etmisti. Bunun üzerine Kanuni yeniden Macaristan'a sefer düzenledi. Budin kurtarildi. Ancak Kanuni'nin asil maksadi Viyana idi. Osmanli ordusu sehri kusatti ise de ele geçirmeye muvaffak olamadi(1529). I.Viyana Kusatmasi'nin sonuçsuz kalmasindan cesaretlenen Ferdinand Budin'i tekrar isgal etti. Kanuni ünlü "Alman Seferi" ile mukabele ederek isgal edilen yerleri geri aldi. Ferdinand ile Istanbul'da bir anlasma yapildi. Bu anlasmaya göre Ferdinand Macaristan üzerinde hak talep etmeyecek ve Osmanli hâkimiyetini taniyacak ve elinde bulundurdugu Macaristan'a ait topraklar için de Osmanlilara vergi verecekti.(1533).

    Ferdinand'in Macar kralinin ölümünü firsat bilerek anlasmayi bozmasi üzerine Kanuni yeniden sefere çikti. 1562'deki bu sefer sonucunda Macaristan'da Erdel Beylerbeyligi olusturuldu. Avusturyalilar firsat buldukça Macar topraklarina tecavüz etmisler ve her seferinde de Osmanlilardan gerekli cevabi almislardir. Nitekim Kanuni'nin son seferi de Avusturya'ya karsi olmus ve Zigetvar Kalesi kusatilmistir (1566)

    Fransa ile Münasebetler ve Ilk Kapitülâsyon; Avrupa birligini saglamak isteyen Roma-Cermen Imparatoru Sarlken bu maksatla Fransiz Krali Fransuva'yi esir etmisti. Kendisinden yardim isteyen kral ile iyi iliskiler kuran Kanuni böylece Sarlken'e karsi bir müttefik kazanmis oluyordu. 1535 yilinda iki ülke arasinda ticaret ve dostluk anlasmasi imzalandi. Anlasma ile her iki ülke serbest ticaret hakki elde edecek ve bu haklar iki hükümdarin yasadigi sürece geçerli olacakti. Lâkin kapitülasyon adiyla tarihe geçecek olan bu ticarî imtiyazlar sürekli hâle getirilmis sonraki devlet adamlarinin basiretsizligi sebebiyle tek tarafli islemeye baslamis ve baska devletlere de imtiyazlarin taninmasiyla Osmanli ekonomisi giderek disa bagimli hâle gelmistir.

    Iranla Münasebetler; Sah Ismail'in yerine geçen oglu I.Sah Tahmasp babasi gibi Osmanlilarin düsmani olan Venedik ve Avusturya ile ittifak kurmakta bir beis görmüyordu.

    Osmanli ordusu Avrupa'ya sefere çiktiginda Safaviler Dogu Anadolu topraklarina karsi saldiriya geçiyordu. Bu sebeple Kanuni Irakeyn (iki Irak; Irak-i Acem ve Irak-i Arap) seferi diye bilinen bir sefere çikti (1534-35). Tebriz ve Bagdat Osmanli topraklarina katildi. Osmanlinin Avrupa ile ilgilenmesinden yararlanan Safaviler firsat buldukça yeniden harekete geçtiklerinde bölgeye 1555 yilina kadar Nahcivan ve Tebriz üzerine birkaç kez sefer düzenlenmistir. Osmanlilar karsisinda fazla bir varlik gösteremeyen Sah Tahmasp nihayet baris anlasmasi imzalamayi kabul etmek zorunda kalmis ve Amasya Antlasmasi (1555) ile Osmanli üstünlügünü kabul ederek Bagdat Tebriz ve Dogu Anadolu'nun Osmanli hâkimiyetinde oldugunu tasdik etmistir.

    Deniz Seferleri ve Fetihler; Kanuni devri karada oldugu gibi denizlerde de büyük bir üstünlügün saglandigi bir devirdir. Fatih'in alamadigi St.Jean sövalyelerinin elindeki Rodos ve çevresindeki adaciklar basarili bir kusatma sonunda ele geçirilmis(1522) II. Bâyezid zamanindan beri Akdeniz'de serbestçe faaliyet gösteren Barbaros kardeslerin devlet hizmetine alinmasiyla deniz ve kiyilarda pek çok yer Osmanli hâkimiyetine dahil olmustur. Cezayir'i ellerinde bulunduran ve Osmanlilar adina 1492 yilinda Ispanya'da soy kirima ugrayan Musevîleri Istanbul'a gemilerle nakleden Barbaros kardesler hakli bir üne sahip olmuslardi. 1533 yilinda Cezayir'i Osmanlilara birakarak kaptan-i deryalik görevini kabul eden Barbaros Hayrettin Pasa (Hizir Reis) 1538 yilinda Andrea Doria komutasindaki Haçli donanmasini Preveze'de büyük bir bozguna ugratarak Osmanlilardin Akdeniz'in tek hâkimi oldugunu bütün dünyaya kabul ettirdi.

    Barbaros'un ölümünden sonra yerine geçen Turgut Reis de fetihlere devam etti.Nitekim St. Jean sövalyelerinin elinde bulunan Trablusgarp onun tarafindan fethedilmis (1551) Preveze'den sonraki en büyük deniz zaferi sayilan Cerbe Savasi sonunda Haçli donanmasi bir kez daha hezimeti tatmistir. Sadece Akdeniz'de degil Kizil Deniz ve Hint Okyanusunda da Osmanli donanmasi faaliyette bulunmustur. Uzak denizlerde istenilen sonuçlar elde edilememisse de bu dönemde Yemen ve Arabistan'in güney kiyilari ile Habesistan ele geçirilmistir.

    Kanuni'nin Ölümü ve Sonrasi; Zigetvar Muhasarasi esnasinda hastalanan Kanuni kalenin fethini göremeden 66 yasinda öldü (1566). Siyasî askerî ve iktisadî bakimlardan Osmanliyi zirveye çikaran bu büyük hükümdarin yerine geçen ne II. Selim (1566-1574) ne de III. Murat (1574-1595) ayni evsafta kisiler degillerdi. Ancak Kanuni devrinde baslayan fetih rüzgârlari o derece siddetliydi ki bu hükümdarlar devrinde de hizini devam ettirebildi. Süphesiz bu basarilarda sadrazam Sokullu Mehmet Pasa'nin dirayetli siyasetinin de rolü büyüktür. Anadolu'nun Akdeniz'e bakan kiyilarinda bir çiban basi gibi duran Venedik'in elindeki Kibris bu fetih rüzgâriyla kusatildi. Lala Mustafa Pasa komutasindaki Osmanli donanmasi adayi ele geçirir geçirmez (1571) buraya Anadolu'nun çesitli sancaklarindan Türkler yerlestirildi. Artik Kibris da Türk olmustu. Bu durumu hazmedemeyen Venedik Ispanyol Malta donanmalari papa ve diger bazi Avrupa devletlerinin de destegi ile harekete geçerek büyük bir savas filosu olusturdular. Korent Körfezi yakinlarinda Inebahti önlerinde yapilan deniz savasini Osmanlilar kaybetti (1571).

    Ancak kendileri de oldukça fazla zaiyat verdiginden Haçli donanmasi Osmanli kadirgalarini takip edecek durumda degildi. Sokullu kisa zamanda donanmayi yenileyerek yeniden Akdeniz'e indirdi. Venedik bu durum karsisinda yeni bir savasi göze alamadi ve Osmanlilara vergi vermeyi kabul etti. Kiliç Ali Pasa komutasindaki donanma Tunus'u yeniden Osmanli topraklarina katti (1574). Bu esnada II.Selim ölmüs ve yerine III. Murat geçmisti. Bu padisah devrinde Sah Tahmasp'in ölümüyle çalkanan Iran'a savas açildi (1576) Gürcistan ve Azerbaycan'in büyük bir kisminin ele geçirilmesiyle neticelenen ilk seferden sonra savas 15 yil sürdü. Bu uzun savas ile daha fazla yipranmak istemeyen Osmanli Devleti ile Iran arasinda 1590'da bir baris anlasmasi yapildi. Yine bu dönemde baslayan Türk-Macar Savasi I.Ahmet devrine kadar devam etti. Don ve Volga nehirlerini birlestirmeyi amaçlayan kanal projesi ile Süveys kanali tesebbüsünün mimari olan Sokullu'nun 1579'daki ölümü ile Osmanli Devleti büyük bir yara almistir. Özellikle III.Murat'in oglu III.Mehmet'in (1595-1604) hükümet islerini annesine birakip bir köseye çekilmesi Osmanli'yi XVII. yüzyilda daha kötü yillarin bekleyeceginin âdeta habercisi idi.

  4. Alt 03-27-2009, 20:20 #4
    beyza Mesajlar: 2.053
    III. Mehmet zamaninda Avusturya'ya karsi devam ettirilen savaslarda Egri Kanije ve Haçova zaferleri elde edilmisse de I. Ahmet (1604-1617) Zitvatorok Antlasmasini imzalayarak (1606) Osmanlinin Avrupa'daki üstünlügünün sona erdigini bir anlamda kabul ediyordu. Her ne kadar ele geçen topraklar bu anlasmayla Osmanlida kaliyorsa da artik iki devletin "esit" sayildigi hükme baglanmisti. XVI.yüzyil baslarindan itibaren Avusturya ve Iran'la girilen uzun savaslar ehliyetsiz idareciler liyakatin yerini iltimas ve rüsvetin almasi buna bagli olarak devletin askerî ve iktisadî düzeninin temelini olusturan timar sisteminin bozulmaya baslamasi devletin güç ve otoritesini halkin huzur ve asayisini güvenligini sarsmistir. XVII. yüzyila girilirken bu olumsuz sartlar anarsinin artmasina sebep olmustur. Merkez ve tasra teskilâtinda görülen bozulmalar pek çok isyanin çikmasini ve dolayisiyla devlet nizaminin sarsilmasini beraberinde getirmistir. Bu isyanlari üç grupta toplamak mümkündür; Tasrada çikan Celalî Isyanlari Eyalet isyanlari ve Istanbul merkezli kapikulu isyanlari. Celalî isyanlarinin en önemli sebepleri yukarida da belirttigimiz gibi devletin uzayan savaslara bagli olarak azalan gelirlerini karsilayabilmek için vergileri artirmasi timar sistemindeki bozulmalar ve köylünün artan vergilere karsi huzursuzluklari idi. Halkin devlete olan güveninin sarsilmasi isyancilarin gücünü daha da artiriyordu. Kalenderoglu Karayazici Deli Hasan gibi Celâlîlerin isyanlarina medrese ögrencisi suhteler ve basibos leventlerin isyanlari da eklenince devlet isyanlari bastirmada oldukça zorlandi. Bu isyanlar yüzünden özellikle Anadolu'da dirlik ve düzenlik kalmadigi gibi iktisadî durum da oldukça bozulmustur. Yine bu otorite boslugu nedeniyle Erzurum ve Sivas gibi yerlerin valileri ile Yemen Bagdat Eflâk Bogdan gibi bagli eyaletlerin yerli yöneticileri de isyan etmislerdi.

    Istanbul'daki yeniçerilerin ulûfelerini zamaninda alamamalarini bahane ederek çikardiklari isyanlar dogrudan sarayi hedef almistir. Fesat yuvasi hâline gelen Yeniçeri Ocagi'ni düzenlemek isteyen II. Osman (1618-1622) yeniçerilerin hismina ugramis isyancilar sarayi basmistir. Yeniçeriler Genç Osman'i tahttan indirerek yerine III. Mehmet'in kardesi I.Mustafa'yi getirmisler ve bununla da kalmayarak Genç Osman'i Yedikule Zindanlarinda katletmislerdir. Bu olay yeniçerilerin bir padisahi tahttan düsürüp katletmelerinin ilk örnegi olmasi açisindan dikkat çekicidir.

    Yeniçerilerin basa geçirdigi I.Mustafa'nin bir yil sonra ölmesiyle Osmanli tahtina IV. Murat geçer (1623-1640) genç padisah hâkimiyetinin ilk on yilinda devlet idaresindeki inisiyatifi valide Kösem Sultan'a birakmis ve güçlenene kadar fesat çikaranlara karsi tedbirli davranmistir. Ancak saraydaki huzursuzluk ve Anadolu'da yeniden patlak veren isyanlarin tehlikeli boyutlara ulasmasi üzerine 1632'de duruma müdahale eden IV. Murat kisa zamanda otoriteyi tesis etmistir. Sert tedbirlerle nifak çikaranlari seyhülislâm ve kardesleri de dahil öldürtmekten çekinmemis bosalan devlet hazinesini yeniden çeki düzene koymustur. Toparlanan Osmanli Devleti Bagdat'i ele geçiren Iran'a savas açti. IV. Murat ünlü seferiyle Bagdat'i geri aldi (1638). Iran ile yapilan Kasr-i Sirin Antlasmasiyla (1639) bugünkü sinirlara yakin olan Türk-Iran siniri yeniden çizildi.

    1640'ta IV. Murat'in ölmesi üzerine yerine kardesi I. Ibrahim geçti(1640-1648). Fakat onun sekiz yillik saltanatinda devlet her açidan kötülemeye baslamisti. Sonunda 1648 yilinda o da öldürüldü ve çocuk yastaki IV. Mehmet Osmanli tahtina çikarildi (1648-1687). Harem ve Yeniçeri Ocagi devlet islerine istedikleri gibi müdahale eder olmuslardi. Bu kötü gidis 1656'da Köprülü Mehmed Pasa'nin sadrazamlik vazifesine getirilmesine kadar devam etti.Köprülü Mehmet Pasa ve onun ailesinden olan diger sadrazamlar XVIII. yüzyil baslarina kadar Osmanli Devleti'nin idaresinde belirleyici bir rol oynamislardir. Köprülüler Devri olarak bilinen bu dönemde geçici de olsa bir istikrar saglanmis ve Osmanlilar son fetihlerini bu devirde gerçeklestirebilmislerdir. Köprülü Mehmet Pasa içerde sükûneti sagladigi gibi Venediklilerin eline geçmis olan Bozcaada ve Limni'yi geri alip Çanakkale Bogazi'ni ablukadan kurtardi. Köprülü Mehmet Pasa öldügünde padisah yine genis yetkilerle oglu Köprülü Fazil Ahmet Pasa'yi sadarete getirdi(1661). Erdel islerine karisan Avusturya'ya karsi baslatilan savasta Fazil Ahmet Pasa Uyvar'i fethetti. Avusturya yapilan anlasmayla Erdel ile Uyvar ve Neograt kalelerinin Osmanli hâkimiyetinde oldugunu kabul etti. Uzun süredir kusatilan Venedik'in elindeki Girit Kandiye Kalesi'nin düsmesiyle Osmanli hâkimiyetine girdi(1669). Lehistan'a yapilan sefer sonucunda Podolya da Osmanli topraklarina katildi (1676).

    Büyük basarilara imza atan Fazil Ahmet Pasa'nin genç yasta ölmesi üzerine IV. Mehmet Köprülü'nün damadi Kara Mustafa Pasa'yi sadrazamliga getirdi(1676).

    Kara Mustafa Pasa Çehrin'i ele geçirdi (1678). Bu zaferden sonra Ruslar Dinyeper nehrinin saginda kalan topraklari Osmanlilara birakmak zorunda kaldiklari ilk anlasmayi Türklerle yapmistir (1681). Zaferlerin devami getirerek Osmanli'yi yeniden Avrupa'daki en genis sinirlara ulastirmak isteyen Kara Mustafa Pasa Orta Macaristan'da Katolik Avusturya'ya karsi isyan eden Protestan Macarlari himayesine aldi. Imre Tököli Osmanlilar tarafindan Orta Macaristan krali olarak tanindi. Mustafa Pasa büyük bir orduyla Viyana'ya sefer düzenledi. Kanuni'nin ele geçiremedigi Avusturya'nin merkezi Viyana'ya karsi baslatilan bu ikinci sefer boyunca Osmanlilar hiçbir direnmeyle karsilasmadilar. 1683'te kusatma basladiginda Avusturya imparatoru çoktan sehri terketmisti. Ancak kusatmanin uzun sürmesi Lehistan ve Alman askerlerinin sehrin imdadina yetismesiyle neticelendi. Iki ates arasinda sikisan Kara Mustafa Pasa büyük bir bozguna ugradi. (12 Eylül 1683). Osmanlilar Belgrat'a kadar geri çekilmek zorunda kaldi. Viyana bozgunu sadrazamin Belgrat'ta hayatina mal olmustu. Osmanli devletine karsi Avusturya Lehistan Malta Venedik ve son olarak Ruslarin katildigi(1696) büyük bir ittifak olusturuldu. Osmanlilar dört cephede bu ittifaka karsi mücadele verdigi sirada içte de huzursuzluk artmaktaydi. IV. Mehmet tahttan indirilmesiyle yerine II. Süleyman (1687-1691) II.Ahmet (1691-1695) devirlerinde huzursuzluk devam etti. Bu dönemde yine bir Köprülüzade olan Fazil Mustafa Pasa ordu ve maliyeyi düzene koymaya yönelik basarili icraatlerde bulunmus ise de ayni aileden Hüseyin ve Nu'man Pasalar sadaret makaminda basari saglayamamislardi.

    I. Mustafa (1695-1703) Viyana bozgunu ve ardindan gelen toprak kayiplarini önlemek amaciyla üç kez Avusturya'ya sefer düzenledi ilk iki seferde kismen basari saglandiysa da son seferde Osmanli ordusu Zenta denilen yerde bozguna ugradi. Bunun üzerine Ingiltere'nin araya girmesiyle Osmanlilar ittifak güçleriyle Karlofça Antlasmasi'ni imzalamak zorunda kaldi (26 Ocak 1699). 25 yil için geçerli olacak bu anlasma sonunda Avusturya'ya Macaristan'in büyük bir bölümü ve Erdel Venediklilere Dalmaçya kiyilari ve Mora Lehistan'a ise Podolya ve Ukrayna birakiliyordu. Rusya ile yapilan üç yillik ayri bir anlasma ile de Azak Kalesi Ruslara terk ediliyor ve onlarin Istanbul'da daimî bir elçi bulundurmalari kabul ediliyordu. Karlofça Antlasmasi Osmanlilarin toprak kaybiyla neticelen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma idi.

    I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu savas ile Osmanlilar Karlofça Antlasmasi Osmanlilarin toprak kaybiyla neticelen simdiye kadar imzaladiklari en agir anlasma idi.

    I.Edirne Vakasi adi verilen bir ayaklanma ile Osmanli tahtina III. Ahmet geçirildi (1703-1730). Rusya bu dönemde hem Dogu Avrupa hem de Karadeniz istikametinde topraklarini genisletme gayesini gütmekteydi. Poltova yenilgisinden sonra Osmanlilara siginan Isveç Krali XII. Sarl iki ülke arasinda yeniden bir savasin baslamasi için bir vesile oldu. Bu savas ile Osmanlilar Karlofça'da kaybettikleri topraklari tekrar kazanma firsatini bulacakti. Nitekim Prut'ta sikistirilan Ruslar (1711) anlasma yaparak Azak'i terk etmek zorunda kaldilar. Karadag'da isyan çikartan Venedik'e karsi açilan savaslarda ise isgal altindaki Mora kurtarildi. (1715). Bu basarilar üzerine siranin kendisine geldigini düsünerek harekete geçen Avusturya Osmanlilari yenilgiye ugrattilar.

    Temesvar ve Belgrat düstü. Osmanlilar Pasarofça Antlasmasini imzalayarak (1718) Temesvar ve Belgrad ile birlikte Küçük Eflâk ve Kuzey Sirbistan'i Avusturya'ya birakti. Dalmaçya kiyilarindaki bazi kalelerin Venedik'e terki mukabilinde Mora muhafaza edildi. Osmanlilardin Balkanlar ve Orta Avrupa seferleri için staratejik bir mevkiide olan Belgrat'in düsmesi agir sonuçlar dogurmustur. Avusturya Belgrat'tan Balkan içlerine sarkmakta daha basarili olacaktir.

    Lâle Devri: Pasarofça Antlasmasi neticesinde ortaya çikan barisi iyi kullanmak isteyen Osmanlilar artik Avrupa karsisinda savunma durumunda kalacagini anladigindan Balkanlardaki sinir kalelerini tahkim etme bölge halkini yaninda tutmak için vergileri azaltma siyaseti uygulamaya agirlik vermekteydi. Damat Ibrahim Pasa Osmanlilara üstünlük kurmus olan Avrupa'yi her yönüyle tanimak için Avrupa baskentlerine elçiler göndertti. 1718-1730 yillari arasindaki bu dönem sanatta lâle motifinin islenmesi sebebiyle "Lâle Devri" adiyla anilmaktadir. Bu dönemde matbaa açilmasi çini ve kumas fabrikasi kurulmasi gibi bazi müspet yenilikler yapilmissa da III. Ahmet ve saray çevresinin sasali eglenceleri ve harcamalari huzursuzlugu artirmaktaydi. Damat Ibrahim Pasa'nin Iran'a karsi baslatilan savasta (1722) kesin netice alamamasi ve uzayan savas esnasinda Tebriz'in sadrazamin gizli emriyle Iran'a terk edildigi haberi muhalefetin harekete geçmesine yetti.

    Patrona Halil Ayaklanmasi'nin patlak vermesiyle bu dönem sona eriyordu. Damat Ibrahim Pasa ve yakinlariyla Sultan III. Ahmet asiler tarafindan katledildiler (1730)Bu olayin ardindan III. Ahmet'in yegeni I.Mustafa hükümdarliga getirildi. (1730-1754). Kafkaslardaki sinir olaylarini bahane eden Rusya Kirim Tatarlarina karsi büyük bir saldiri baslatti. Azak ve Bahçesaray Ruslarin eline geçti (1739). Fransa'nin da tesvikiyle Osmanlilar Rusya'ya karsi savas ilân etti. Rusya'nin yaninda savasa katilan Avusturya da Eflâk ve Bogdan'a girmisti. Osmanlilar iki cephede de büyük basarilar kazandilar. Prusya Fransa ve Isveç'in Osmanlilara yakinlasmasi Osmanlilar karsisinda ummadiklari bir yenilgi tadan Rusya ve Avusturya'yi baris yapmaya zorladi. Bu savas sirasinda tekrar Osmanlilarin eline geçen Belgrat'ta bir anlasma imzalandi (18 Eylül 1739). Belgrat Anlasmasiyla Avusturya Pasarofça barisiyla elde ettikleri tüm topraklardan geri çekildiler. Ruslar da Azak'i terkederek bölgedeki kiyi ve deniz ticaretinin Osmanli gemileriyle yapilmasini kabul etti. Bu anlasma geçici de olsa Osmanlilarin toparlanmasini saglamistir. Savasta Türklerin tarafini tutan Fransa'yla Kanuni döneminde taninan imtiyazlari genisleten ve süre tahdidi koymayan yeni bir kapitülâsyon antlasmasi imzalanmistir (1740). Damat Ibrahim Pasa zamaninda baslayan Iran savaslari Lâle Devri'nden sonra da devam etmekteydi. Ruslar çöküs dönemine giren Safavilerin elindeki Azerbaycan ve Dagistan'i isgal etmislerdi.

    Sirvan halkinin talebi üzerine Osmanlilar duruma müdahale etmis iki ülke arasinda çikabilecek savas Fransa'nin araya girmesiyle önlenmisti. Rusya'nin kuzeydeki isgaline karsin Osmanlilar da Güney Azerbaycan'i topraklarina kattilar. Sah Tahmasp 1732'de Osmanlilar ile baris yapti. Bu durumu kabullenemeyen Afsar Nadir Bey Sah Tahmasp'i devirerek kendi hâkimiyetini ilan etti (1736). Osmanlilar bazi topraklari Nadir Han'a birakmaya razi oldu. Her iki taraf için de yipratici olan bu uzun savaslar Kasr-i Sirin antlasmasiyla çizilen sinirlarin aynen kabul edildigi 1746 anlasmasiyla son bulmustur.

    I.Mahmut döneminde basarili savaslarin yani sira ordu içinde de yeni düzenlemelere gidilmistir. Aslen Fransiz olup Osmanli hizmetine girerek beylerbeyi olan Ahmet Pasa Humbaraci Ocagi'ni kurarak (1734) bati savas tekniklerini burada hayata geçirmis idi. I.Mahmut'un üvey kardesi III.Osman'in (1754-1757) yerine geçen amcaoglu III. Mustafa (1757-1773) zamaninda da ordu içerisinde bazi islahatlar devam ettirilmistir. Nitekim onun döneminde Tophane islah edilerek yeni ve güçlü toplar dökülmüs donanma yenilenmistir. Ancak Rusya ile baslayan harpler bu yeniliklerin yeterli olmadigini gösterecektir.

  5. Alt 03-27-2009, 20:22 #5
    beyza Mesajlar: 2.053
    1764 yilinda Rusya Osmanlilarin toprak bütünlügünü garanti ettigi Lehistan'i isgal etmis ve kaçan mülteciler Osmanli sinirini geçen Ruslar tarafindan katledilmistir. Bu olay üzerine Osmanli Devleti Rusya'ya savas ilân etmistir(1768). Ruslar Baserabya ve Kirim'i isgal ettikleri gibi Ingilizlerin de yardimiyla Baltik filosonu Akdeniz'e göndererek Mora Rumlarini isyana tesvik etmisler ve Çesme'de demirli Osmanli donanmasini gafil avlayarak gemileri yakmislardir. Bu arada Misir'da da bir isyan hareketi baslamistir. Ruscuk ve Silistre önlerinde Osmanli kuvvetlerinin mevzii basarilar kazanmasinin ardindan II. Katerina Lehistan isini halletmeyi plânladigindan Osmanlilarla anlasma yapmayi kabul etmistir. I.Abdulhamit'in (1773-1789) basa geçmesinden sonra imzalanan Küçük Kaynarca Antlasmasi ile (21 Temmuz 1774) Kirim Hanligi Osmanlidan kopartilarak sözde bagimsiz bir devlet olmus Baserabya Eflâk Bogdan Osmanlilarda kalmis ancak Azak ve Kabartay bölgesi Rus hâkimiyetine geçmistir. Ruslar bu anlasmayla Ingiltere ve Fransa'ya taninan kapitülâsyonlari da kazanmis ve her yerde konsolosluk açma hakkini elde ederek Osmanlinin iç islerine karisabilecegi bir ortami kendine hazirlamistir. Nitekim 1783'te Kirim'i isgal ve ilhak eden Rusya Karadeniz'e hâkim olarak sicak denizlere inme politikasini gerçeklestirme yönünde büyük bir adim atmis Ortadokslari himaye bahanesiyle de Balkanlardaki nüfuzunu kuvvetlendirmistir.

    Rusya'nin nihaî amaci Istanbul'u ele geçirerek Bizans'i yeniden diriltmek idi. Iste bu maksatla Osmanli Devleti'ni taksim etmek üzere Avusturya ile gizli bir anlasma yapildi. Bu anlasmayi haber alan Osmanli Devleti Prusya ve Ingiltere'nin de tahrikiyle Rusya'ya karsi savas açti. Halkin infialine neden olan Kirim'i geri almak Osmanlinin en büyük arzusuydu. Ancak bu savasa Rusya'nin müttefiki olan Avusturya'nin da katilmasiyla Osmanlilar iki cephede birden mücadele etmek zorunda kaldilar(1788). Avusturya'ya karsi iki kez savas kazanildi. Belgrat ve Banat ele geçirildi. Ancak Rusya'ya karsi dogu cephesinde basari saglanamadi. Bu tarihlerde Osmanli tahtina III. Selim çikmisti (1789-1807). III. Selim Isveç ile bir anlasma yaparak Rusya'ya karsi bir müttefik kazanmisti. Ancak Rusya Bükres ile Küçük Eflâk'i almis ardindan da Belgrat ve Bender düsmüstü. 1790'da Avusturya Imparatoru II.Joseph ölünce iç ayaklanmalar bas göstermis ve Fransiz ihtilalinin etkileri bu ülkede de hissedilmeye baslanmisti. Bunun üzerine yeni Imparator II.Leopold Zistovi anlasmasini imzalayarak Osmanlilarla olan savasi sona erdirdi (1791). Bu anlasma mevcut statükoyu muhafaza eden maddelerden ibaretti. Rusya ile de Ispanya'nin araciligiyla Yas Baris Antlasmasi imzalandi (1792). Rusya'nin savas sirasinda isgal ettigi yerlerden sadece Özi anlasmayla verilmis oluyordu. Hem Avusturya hem de Rusya bu anlasmalarla Fransa ve Lehistan'daki gelismelere dikkatlerini verirken Osmanli Devleti de gerekli islahatlari yapmak için bir soluklanma zamani bulabilecekti.


    Iyi bir egitim görmüs olan III. Selim bu baris döneminden faydalanarak devlet içinde özellikle askerî alanda islahatlar yapmak istiyordu. Bu maksatla Nizâm-i Cedit adi verilen ilk islahat hareketiyle yeni bir ordu kurdu(1793). Yeniçeri Ocagi'ni kaldiramayacagini bildiginden öncelikle Nizâm-i Cedid denilen bu orduyu batili tarzda düzenleyip basarisini kanitlamak gerekliydi. Ancak bundan sonra Yeniçeri Ocagi lagvedilebilirdi. Fakat kendileri aleyhine ortaya çikan gelismelerden endise duyan Yeniçeriler bazi devlet adamlarini da yanlarina çekerek yeniliklere karsi çiktilar ve isyan ettiler. Üstelik bu arada Napolyon Bonapart bir orduyla Misir'i isgale baslamisti (1798). Osmanlilar Rusya Ingiltere ve Sicilya'nin da menfaatlerine dokunan Fransiz isgaline karsi harekete geçti. Ehramlar savasiyla Misir'i ele geçirip kuzeye yönelen Bonapart Akka'da Osmanli savunmasini geçemedi (1799). Kusatmayi kaldiran Napolyon geri dönerken yerine biraktigi ordu komutanlari da maglûp edildiler. Neticede Fransizlar Misir'i terk etmek zorunda kaldi(1801). Fransa'yi barisa zorlayan önemli bir sebeplerden birisi de Akdeniz'de Rus ve Türk donanmalarinin is birligi yapmalari Ingiltere'nin Fransiz savas ve ticaret gemilerini taciz etmesiydi. Fransa'nin Akdeniz ve Orta Dogu'daki ticarî menfaatlerinin zedelenmesi onlari barisa zorlamaktaydi.

    1802'de imzalanan anlasmayla Fransa bölgede yine ticaret yapma güvencesi almis ve kapitülâsyon hakkini elde etmistir. Bu olayi bahane ederek Akdeniz'e inen Rus donanmasi Osmanli donanmasiyla birlikte Fransa'nin elindeki bazi adalari ele geçirmis idi. Fakat halk ebedî düsman olarak gördügü Rusya ile is birligi yapilmasina büyük tepki göstermis ve bunun sonunda III. Selim'e ve islahatlarina karsi cephe genislemisti. Üstelik Napolyon'un Orta Dogu'da Araplara yönelik propagandasinin da etkisiyle bölgede bazi isyanlar çikmisti. Böylece Bulgaristan ve Sirbistan'da çikan isyanlara bir de Suriye'de ve Hicaz'da çikan isyanlar eklenmis oluyordu. Vehhabiler ayaklanarak 1803-1804'te Mekke ve Medine'yi ele geçirmislerdi. Osmanlilarin tekrar Fransa ile yakinlasmalari Ingiliz ve Ruslari harekete geçirmis ve sonunda Rusya Eflak ve Bogdan'i isgal etmisti. Bu savas sürerken Nizâm-i Cedit'in Rumeli''ye de kaydirilmasindan memnun olmayan isyancilar Sehzade Mustafa'nin tahrik ve tesvikiyle birleserek Ikinci Edirne Vak'asi denilen büyük bir ayaklanma baslatmislardi (1806). Neticede Istanbul'da patlak veren Kabakçi Mustafa Isyani III. Selim'in sonunu hazirladi. Saraya giren isyancilar III. Selim'i tahttan indirerek yerine IV. Mustafa'yi tahta geçirdiler (29 Mayis 1807). Nizâm-i Cedid lagvedildi. Fakat III.Selim'e bagli olan Ruscuk bayraktari Mustafa yenilik taraftarlariyla birleserek karsi darbede bulundu. Amaci III. Selim'i yeniden tahta çikarmakti. IV. Mustafa'nin sabik padisahi öldürttügünün ögrenilmesi üzerine kardesi II.Mahmut basa geçirildi (28 Temmuz 1808).

    Alemdar Mustafa Pasa sadareti üslenerek III. Selim'in baslattigi islahatlari devam ettirmeye çalisti. Nizâm-i Cedit'i Sekbân-i Cedit adi ile yeniden canlandirdi. Ancak ulemayi ve yeniçerileri memnun edemeyen Alemdar Mustafa Pasa 1809'da çikan bir isyanda öldü.

    II.Mahmut ve Islahat Hareketleri; II. Mahmut devri (1808-1839) hem gerçeklestirilen yenilik hareketleri ile hem de etnik ve siyasî isyanlariyla Osmanli Devleti'nin yol ayrimina girdigi bir dönemi ifade eder. II.Mahmut öncelikle orduyu bastan asagi düzenlemek ile ise basladi. Yeniliklere karsi çikan Yeniçeri Ocagi bir nizamname ile ortadan kaldirildi. Vak'a-yi Hayriye olarak adlandirilan bu köklü degisiklikle (15-16 Haziran 1826) yeni bir ordu olusturuldu. Ancak yeniçeriler bu düzenlemeye boyun egmeyerek isyan ettiler. Sadrazam'in sarayini basan yeniçeriler sadrazamin ve islahatçilarin baslarini istediler. Ancak At Meydani'nda toplanan yeniçeriler dagitildi ocaklari bombalandi. Böylece Avrupa tarzinda yeni bir ordunun kurulmasi yönündeki en büyük engel ortadan kaldirilmis oluyordu. II. Mahmut hükûmet teskilâtinda da degisikliklere giderek kabine ve nezaret (bakanlik) usulünü benimsedi. 1836 yilinda Dahiliye ve Hariciye Nazirliklari kuruldu. Avrupa devletleri ile A.B.D ile ticarî anlasmalar yapildi. Iktisadî ve adlî sistemde degisikliklere gidildi. Avrupa tarzinda egitim veren rüstiyeler Harbiye ve Tibbiye okullarinin açilmasi vb. gibi egitim alaninda da islahatlar gerçeklestirildi.

    Fakat kimi seklî kimi öze yönelik bu yenilikler devletin içinde bulundugu zorluklari asmasina yetmedigi gibi Osmanli cografyasindaki parçalanma II.Mahmut döneminde daha da hissedilir hale geldi.

    Sirp ve Yunan Isyanlari; Fransiz Ihtilâli'nin getirdigi milliyetçi fikirlerle temellendirilen ancak daha ziyade arkasinda Rusya ve diger Avrupa devletlerinin tesvik ve tahriki olan etnik ve mahallî isyanlar bu dönemde alevlendi. III.Selim zamaninda isyan eden Sirplar 1812 Bükres Antlasmasi ile bazi imtiyazlar almalarina ragmen yeniden ayaklandilar. Yeniçeri Ocaginin kaldirildigi tarihlerde Sirplarla kismî bir anlasmaya varildi. Ancak 1830'da bir hatt-i serif ile Sirbistan'in Osmanli hâkimiyetinde bir prenslik olarak varligi kabul edildi. Rusya'nin XIX. yüzyila girerken Osmanliya karsi sürdürdügü savaslarin altinda Balkanlari ve özellikle Rumlari Osmanli Devleti'nden koparmak yatiyordu. Nitekim Odessa'da yeniden örgütlendirilen Etnik-i Eterya adli cemiyetin baskanligina Yunan Isyani sirasinda Çar I.Alexsandre'in yaveri Prens Ipsilanti getirilmisti. Yapilan plana göre Yunanistan Yanya ve Tuna civarinda isyanlar çikarilacakti. Ipsilanti 1821'de Romanya'ya geçerek Ortodokslari ayaklandirmaya çalisti fakat basarili olamadi. Çar Türklere yenilerek Macaristan'a kaçacak olan Ipsilanti'yi desteklemekten vazgeçti. Bu sirada Mora'da da Patras baspiskoposu isyan etmisti (25 Mart 1821). 1822'de Yunanlilar bagimsiz olduklarini ilân ettiler Mora'da ve adalarda çok sayida Türk'ü katlettiler. Rusya ve Avrupa bu isyani gayriresmî yollardan desteklemekteydiler.

    Girit ve Mora valiliginin kendisine verilmesini II.Mahmut'a kabul ettiren Mehmet Ali Pasa bu isyani bastirmakla görevlendirildi. 1822'de Girit'e 1824-25'te Mora'ya girildi. Bu gelisme karsisinda Rusya Fransa ve Ingiltere aralarinda anlasarak (1827) Yunanistan'in özerk bir prenslik olarak kabul edilmesi hususunda Osmanlilari sikistirmak istediler. Türkler bu olayi iç islerine müdahale olarak kabul edip teklifi reddetti. Bunun üzerine Osmanli ve Misir donanmasi Navarin'de bir kaza sonucu(!) yok edildi. Üç ülkeyle iliskiler kesildi ve 1828'de Rusya müttefiklerinin destegiyle Osmanli Devleti'ne savas ilân etti. Rus ordusu doguda Erzurum'u ele geçirdi. Batida ise Edirne isgal edildi. Padisah Prusya Fransa ve Ingiltere elçilerini araya sokarak Londra Protokolünü kabul edecegini bildirdi. Böylece Edirne Antlasmasi(1829) ve ardindan Londra Konferansi (1830) imzalandi. Antlasma ile Prut iki ülke arasinda sinir oluyor Eflâk Bogdan ile Sirbistan'in özerkligi kabul ediliyordu. Girit'in Osmanlilarda kalmasi sartiyla Yunanistan'in bagimsizligi da tasdik ediliyordu.


    Mehmet Ali Pasa Isyani ve Misir Meselesi; Mora'nin elden çikmasiyla oglu Ibrahim'in Mora valisi olma ümidini kaybeden Misir Valisi M.Ali Pasa II.Mahmut'tan yardimlarina karsilik Suriye'nin idaresini istedi. Bu istegin reddedilmesi üzerine M.Ali Pasa harekete geçti ve Filistin ile Suriye'ye girdi (1831). Akka ve Sam oglu Ibrahim tarafindan ele geçirildi. Ibrahim Pasa kisa zamanda Anadolu'ya kadar ilerledi.

    Konya yakinlarindaki savasta Osmanli ordusunu yenilgiye ugratti. Her birinin ayri hesabi oldugu büyük devletler telâslanarak araya girmek istediler. Fransa ve Ingiltere'nin anlasamamasi üzerine Rusya durumdan faydalandi. Zor durumdaki II.Mahmut Rus ordusunun ve donanmasinin Istanbul yakinlarina gelmesine müsaade etti. Rusya'nin kârli çikmasindan endiselenen Fransa ve Ingiltere II.Mahmut ile anlasma yapmasi için M.Ali Pasa'ya baski yaptilar. Neticede Kütahya Antlasmasi imzalandi (1833). Bu anlasmayla Mehmet Ali Pasa Misir ve Girit'ten baska Sam ve oglu Ibrahim de Cidde valiligi yani sira Adana'yi uhdelerine alacaklardi. Rusya yardimlarina karsilik II.Mahmut ile Hünkar Iskelesi Antlasmasi diye bilinen bir anlasma yaparak Istanbul'daki durumunu kuvvetlendirmeyi basardi (1833). Anlasmaya göre Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün garantisi ve gereginde Osmanlinin yardimina kosulmasi karsiliginda Rusya Bogazlarin bütün yabanci savas gemilerine kapatilmasini kabul ettiriyordu. II.Mahmut Kütahya anlasmasindan memnun degildi. Bu sebeple M.Ali Pasa'ya karsi yeniden harekete geçti. Fakat Osmanli ordusu Nizip'te bir kez daha yenildi (1839). Üstelik Kaptan Pasa Osmanli donanmasini Misir'a teslim etmisti. Bu arada II. Mahmut ölmüs ve yerine I.Abdulmecit geçmisti (1839-1861). Misir Meselesi'nin Çözümü ve Bogazlar Meselesi; Rusya'nin Hünkar Iskelesi Antlasmasina dayanarak duruma tek basina müdahale etmesini uygun bulmayan Ingiltere ve Fransa yeniden devreye girdiler. Avusturya ve Prusya'nin da katilmasiyla Londra'da bir konferans toplandi (1840).

    Toplantida Mehmet Ali Pasa'nin veraset yoluyla Misir valiligine sahip olmasi karsiliginda Suriye'den ve elinde tuttugu Osmanli donanmasindan vazgeçmesi istendi. Konferans kararlarini M.Ali Pasa'nin tanimamasi üzerine Ingiltere Suriye limanlarini donanmasi ile topa tuttu. Nihayet M.Ali Pasa durumu kabul etti. I.Abdulmecit de iki ferman yayimlayarak onun valiligini onayladi. Ardindan Ingiltere kendileri aleyhine olan Hünkar Iskelesi Antlasmasi'nin yürürlükten kaldirilmasini öngören uluslararasi bir konferansa ev sahipligi yapti. Londra Antlasmasi ile (Temmuz 1841) Istanbul ve Çanakkale bogazlari'nin baris zamaninda savas gemilerine kapali tutulmasinin kararlastirildigi bir Bogazlar Sözlesmesi imzalandi. Böylece Ingiltere Rusya'nin elinden inisiyatifi almis oluyordu.


    Daha önceleri gerçeklestirilmeye çalisilan Islahat Hareketleri Osmanli Devleti'nin kendi iradesiyle uygulamaya çalistigi içte ve distaki basarisizliklarini önlemeye yönelik yenilikleri ifade etmekteydi. Ancak Avrupa ve Rusya'nin mütemadiyen iç islerine müdahale etmesi Osmanli Devleti'ni kendi inisiyatifi disinda yeni tedbirler almaya zorlamaktaydi. Özellikle gayrimüslim unsurlari bahane eden devletlerin müdahalelerine firsat vermemek için idarî ve hukukî düzenlemelere gidilmesi düsünülmekteydi. Hariciye Naziri Mustafa Resit Pasa'nin hazirladigi düzenlemeler I.Abdülmecit tarafindan tasdik edilmisti. 3 Kasim 1839'da I.Abdülmecit "Gülhane Hatt-i Hümayunu"nu ilan ettirdi.

    Bu fermanda dini ve irki ne olursa olsun Osmanli tebaasindan olan herkesin esit olmasi herkesin yasalara göre yargilanmasi varligi ölçüsünde vergilendirilmesi ve askerlik süresinin 4-5 yili geçmemesi gibi hükümler yer aliyordu. Ayrica Osmanli Devleti bu dönemde Avrupa tarzina öykünen idarî düzenlemelerde de bulundu. Bu sekilde Avrupa devletlerinin en azindan bazilarinin Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügüne saygisinin kazanilmasi hedeflenmekteydi. Fakat gelisen siyasî olaylar bunun o kadar kolay olmayacagini gösterecektir.

    Sark Meselesi ve Kirim Savasi; Tanzimat döneminde nispeten saglanan baris ortami Rusya'nin müdahalesiyle tekrar bozulmaya basladi. Balkanlarda panislavist bir politika izleyen Rusya ayni zamanda "Kutsal yerler sorunu"nu ortaya atarak dogrudan dogruya Osmanli Devletinin varligini hedef almaktaydi. Avrupalilar tarafindan "Sark Meselesi" önceleri Osmanli Devleti'nin toprak bütünlügünün saglanmasi seklinde düsünülürken daha sonra bu topraklarin paylasimi sorunu hâline dönüstürüldü. Çünkü Osmanli Devleti artik bir "hasta adam" idi. Ancak R.Mantran'in da ifade ettigi gibi hasta kendisini iyilestirmeyi amaçlamayan doktorlarin insafina kalmisti. Onlar Avrupa'nin hasta adaminin mirasini paylasma telâsindaydi.

    Küçük Kaynarca antlasmasi'ndan sonra Osmanli topraklarindaki Ortodokslar'in haklarini koruma rolünü üstlenen Rusya Kudüs merkezli "kutsal yerler"in korunmasi ve idaresi hususunu da gündeme getirdi. Fransizlarla imzalanan kapitülâsyonlarda Lâtin din adamlarina Kudüs Kilisesi üzerinde bazi haklar taninmisti.

    1808'den itibaren Rusya'nin baskilari neticesinde onlarin yerini Ortodoks papazlar almaya basladi. Fransa'nin ve Rusya'nin 1850-51'de Bab-i Ali'ye bu durum hakkinda yaptiklari müracaatlar kurulan komisyonlarda degerlendirildi ve bazi kararlar alindiysa da hiçbirini memnun edemedi. Bunun üzerine Çar I.Nikola Ingiltere'ye Osmanli Devleti'ni aralarinda paylasmayi teklif etti ve Ingilizlerin sessizligini korumasi üzerine de askerlerini Baserebya ve Lehistan'a çikartti. Rus elçisi Mençikof'un asiri tavizler içeren teklifini reddeden I.Abdülmecit Ingilizlere yakin olan Mustafa Resit Pasa'yi sadrazamliga getirdi. Ruslar 26 Haziran 1853'te Prut'u geçerek Eflâk ve Bogdan'i istilâ ettiler. Osmanli Devleti Fransa ve Ingiltere ile ittifak anlasmasi imzaladi. Bu ittifaka Avusturya ve Italyan birligini kurmaya çalisan Piyemento hükûmeti de katildi. Ittifak donanmasi Çanakkale'de mevzilenmisti. Durumdan endiselenen Rusya askerlerini geri çekmeye basladi. Müttefikler Rusya'nin Karadeniz'deki gücünü ortadan kaldirmak için Kirim'a yöneldiler. Ruslarin en büyük üssü olan Sivastopol bir yil süren bir kusatmanin ardindan ele geçirildi (1855). Bu sirada tahta oturan II.Alexandre baris yapmayi kabul etti. Müttefiklerin yani sira Prusya'nin da katildigi Paris Antlasmasi ile (30 Mart 1856) taraflar isgal ettikleri bölgelerden çekilecek Osmanlilarin toprak bütünlügü ve Bogazlarin statüsü Avrupa'nin "kefilligi" altinda korunacakti. Osmanlilarin Avrupa Konseyi'ne dahil edilmesi karsiliginda ise sultan yeni bir islahat fermani irat edecekti. Bu madde ve Karadeniz'in tarafsizliginin kabulü savasin galibi durumundaki Osmanlilardin aleyhine idi. Nitekim Eflâk ve Bogdan'in birlesmesi ve Sirbistan'a yönelik yeni haklar da Paris Antlasmasiyla tescil edilmisti.



    Henüz Kirim Savasi sürerken Viyana'da bir araya gelen Ingiltere Fransa ve Avusturya Hristiyanlarla Müslümanlar arasindaki farkliliklarin her alanda ortadan kaldirilmasini öngören bir fermani sultanin yayimlamasini baris için ön sart kosmuslardi. Paris Antlasmasi müzakere edilirken müttefiklerin bu istekleri I.Abdülmecit tarafindan yerine getirildi ve Islahat Fermani ilân edildi (18 Subat 1856). Tanzimat'la kabul edilen hususlarin esas alindigi bu fermanla Müslümanlarla Hristiyanlar arasinda esitlik saglandigi Avrupa'ya garanti edilmis oluyordu. Ayrica iç hukuk alaninda ve ticaret hukukunda da yenilikler getiriliyor Ceza ve medenî hukukun bir bölümü dinî esaslardan arindiriliyordu. Aslinda Tanzimat süreciyle baslayan bu degisiklikler idari yapilanmada da kendisini hissettirmistir. 1868'de Sura-yi Devlet ve Divan-i Ahkam-i Adliye kurularak buralarda hem Hristiyanlar hem de Müslümanlar görevlendirilmistir. Islahat Fermani ile getirilen düzenlemelerin uygulanmasi daha çok I.Abdülaziz'in tahta çikmasi (1861-1876) ile gerçeklesebilmistir.

    Paris Antlasmasina imza koyan devletler anlasma maddesinde de yer aldigi için Islahat Fermani'ni Osmanli Devleti'ne müdahale etmede bir koz olarak kullanmislardir. Nitekim Fransa Dürzilerin Katolik Marunilere saldirmasini bahane ederek Lübnan'a asker çikarmis ve 1871'e kadar orada kalmistir. Karadag'da çikan bir anlasmazlik yine büyük devletlerin araciligi ile halledilmistir (1862). Güçlü devletler tarafindan tesvik ve tahrik edilen Balkanlardaki Hristiyan topluluklari çikardiklari isyanlar bastirilsa dahi Osmanli Devleti'nden yeni haklar elde etmeyi basaracaklardir. Örnegin Sirplar ve Bulgarlar yeni haklar elde etmis Eflâk ve Bogdan'in Romanya adi altinda birlesmeleri kabul edilmistir. Muhtariyet haklari genisletilen Misir'da Ingiliz-Fransiz nüfuz mücadelesi kizismis III. Napolyon'un tesebbüsü üzerine Abdülaziz istemedigi hâlde Süveys Kanali projesini kabul etmek zorunda kalmis ve kanal 1869'da büyük bir törenle açilmistir.


    Avrupa devletleri ve özellikle Rusya'nin kiskirttigi topluluklar bagimsizliklarini ilân etmek için harekete geçmekteydiler. 1866'da Girit Isyani çikti. Yunanistan'a baglanmak amaciyla baslayan isyan bastirilmasina ragmen Avrupa devletleri araya girerek sultanin Girit'e yeni bir statü vermesini sagladilar (1868). Rusya tarafindan olusturulan komitalar vasitasiyla Bulgarlar ayaklandirildi. Onlara da genis haklar verildi (1870). Fakat bununla yetinmeyen Bulgarlar Bosna ve Hersek'teki karisikliklarin ardindan yeniden ayaklandilar (1875-76).

    Bulgar isyani sert biçimde bastirildi. Fakat bu sirada Genç Osmanlilar Abdülaziz'e baslattiklari muhalefeti mücadeleye dönüstürdüler. Nihayet Mithat Pasa'nin öncülügündeki yenilikçi idareciler Abdülaziz'i tahttan indirerek yegeni V.Murat'i basa geçirdiler(30 Mayis 1876). Ancak hastaligi sebebiyle üç ay sonra o da tahttan indirilerek Kanun-i Esasi'yi ilân edecegini beyan eden kardesi II.Abdülhamit Osmanli tahtina çikarildi.

    Bu arada Rusya'nin Osmanli Devleti'ne baski kurmasini kendi menfaatine aykiri gören Ingiltere Balkanlardaki bunalimi görüsmesi için Istanbul'da uluslar arasi bir konferans toplanmasini saglamisti. Istanbul Konferans çalismalarini sürdürürken II.Abdülhamit Mesrutiyet'i ilân etti (23 Aralik 1876). Kurulacak Meclis-i Mebusan'da bütün topluluklar temsil edilebilecekti. Parlâmenter monarsi Istanbul Konferansi'nin toplanis sebebini tamamen ortadan kaldirmasina ragmen konferansa katilan devletler Balkan topluluklarinin bagimsizliklarini istediklerinden bir sonuca varilamadi. Osmanli Devleti'nin çagrilmadigi Londra'da toplanan bir baska konferansta büyük devletler isteklerini tekrarladilar. Rusya Osmanli Devleti'ne alinan kararlari kabul ettirmek için savas ilân etti.(Nisan 1877). Tarihimizde "93 Harbi" diye bilinen 1877-1878 Osmanli Rus Harbi askerî ve siyasî bakimdan önemli sonuçlar dogurmustur.

    Kanun-i Esasi'nin kabulü ile açilan Genel Meclis padisah tarafindan seçilen Ayan Meclisi ve halk tarafindan seçilen Mebusan Meclisi'nden ibaretti. Londra Konferansi'ndan önce çalismaya baslayan bu meclis hükûmet tarafindan sunulan teklif ve kanun tasarilarin karara baglayarak ilk dönem çalismalarini tamamlamisti. Ancak 93 Harbi'nin sürdügü sikintili zamanlarda meclisteki azinlik mebuslari çalismalari sekteye ugrattigi gibi bunalimin artmasini da sagliyorlardi. Nitekim Gazi Osman Pasa'nin büyük bir kahramanlik göstererek 5 ay savundugu Plevne'yi asan Ruslar Yesilköy'e kadar ilerlemislerdi. Dogu'da ise ancak Erzurum önlerinde durdurulmuslardi. Meclis savasin gidisatindan hükûmeti ve padisahi sorumlu tutarak siyasî tansiyonu yükseltmekteydi. II. Abdülhamit devletin ileri gelenleri ve bazi mebuslarla yaptigi toplantidan bir sonuç alamayinca Kanun-i Esasi'nin kendisine verdigi yetkiyi kullanarak etnik yapisinin karisikligi sebebiyle çalismalari aksayan meclisi kapatti (14 Subat 1878). Bu I.Mesrutiyet'in sonu demekti.

    Berlin Kongresi ve Balkanlardaki Gelismeler; Istanbul önlerine kadar gelmis olan Rusya ile Yesilköy (Ayastefanos) Antlasmasi imzalandi (3 Mart 1878). Bu anlasmayla sözde Osmanli'ya bagli Dobruca Dogu Makedonya ve Trakya'yi içine alan Büyük Bulgaristan Prensligi kuruluyor; Romanya Sirbistan ve Karadag bagimsizliklarina kavusuyordu. Ancak Rusya'nin genislemesinden rahatsizlik duyan Avrupa devletlerinin araya girmesiyle bu anlasma hükümleri yürürlüge giremedi.

    Ingiltere donanmasini harekete geçirdi. Osmanli Devleti ile yaptigi bir anlasmayla Kibris'a yerlesti ( 4 Haziran 1878). Araya giren Bismark ülkesinde bir konferansa ev sahipligi yaparak hem muhtemel bir savasi önlemek hem de Almanya'nin menfaatlerini korumak istiyordu. Nitekim Osmanli Devleti Ingiltere Fransa Avusturya Almanya Italya ve Rusya'nin da katildigi Berlin Kongresi 13 Temmuz 1878'de imzalanan bir anlasmayla son buldu. Bu anlasma artik Rusya'nin yani sira diger devletlerin de parçalamaya çalistiklari Osmanli'dan kendi paylarini alma anlasmasiydi. Berlin ve Ayestafanos antlasmalarinda öngörüldügü gibi Sirbistan Karadag ve Romanya'nin bagimsizligi onaylandi. Bulgaristan üç bölüme ayrildi. Bulgaristan Prensligi haricinde müstakil bir Dogu Rumeli eyaleti olusturuldu. Girit'in statüsüne benzer bir statüyle Makedonya Osmanli Devleti'nin elinde kaldi. Yunanistan Tesalya ve Epir'in bir bölümünü aldi. Bosna-Hersek Avusturya tarafindan isgal edildi. Rusya Kars Ardahan ve Batum'a sahip oldu. Berlin Kongresi büyük devletlerin Osmanli Devleti'ni paylasma ve ortadan kaldirma arzularinin bir neticesi idi. Balkanlarda büyük devletlerin inisiyatifiyle ortaya çikan küçük devletçikler bölgede o dönemden günümüze kadar ulasan siyasî ve etnik çatismalarin piyonlari olmaktan öteye gidemediler. Nitekim Avusturya'nin ve Rusya'nin Balkanlarda nüfuzlarini artirmalari Balkan Savaslari ve I.Dünya Savasi'nin çikmasina yol açacaktir.

    Berlin Kongresi'nin sonuçlari kisa zamanda ortaya çikmaya baslamisti.

    Balkanlardan bir pay alamayan Fransa önceden nüfuz sahasina dahil ettigi Cezayir ile Tunus arasindaki sinir problemini bahane ederek Tunus'u isgal etti (1881). Fransa ile Ingiltere arasinda çekismeye sahne olan Misir'da Hidiv Ismail Pasa'ya karsi baslatilan bir askerî ayaklanma ile ortaya çikan durum Istanbul'da görüsülürken Ingilizler Iskenderiye'yi topa tuttu. Osmanlilarin karsi çikmalarina ragmen Ingilizler Misir'i ele geçirdiler(1882). Bulgaristan Prensligi Dogu Rumeli'de çikan isyani degerlendirerek (1885) bölgeyi kontrolü altina aldi. Osmanli Devleti Rusya'nin baskisi sonunda Kircaali ve Rodop disindaki Dogu Rumeli Valiligi'nin Bulgar Prensligi'nin idaresine geçmesini kabul etmek zorunda kaldi (1886). Ikinci Mesrutiyet'in ilâni sirasinda ise Bulgarlar bagimsizliklarini ilân ettiler (1908). Bulgar Yunan ve Arnavutlarin hak iddia ettigi Makedonya'da çikan olaylar Osmanli kuvvetleri tarafindan bastirildi. Fakat Rusya ve Avusturya devreye girerek Osmanli hâkimiyetindeki Makedonya'da ülkelerinden iki gözlemcinin görev yapmasini sagladilar (1893). Megalo Idea adini verdigi Bizans'i diriltme çabasindaki küçük Yunanistan 1896'da çikan isyani bahane ederek Girit'i ilhaka yeltendi (1896). Osmanlilar Dömeke Meydan Savasi ile Yunanlilari büyük bir bozguna ugrattilar (1897). Fakat Rusya ve Avrupa devletlerinin müdahalesi ile Istanbul'da toplanan bir konferans ile Girit'te valiligine Yunan kralinin oglunun getirildigi özerk bir yönetim kurulmasi adanin fiilen Yunanistan'a birakilmasi anlamina geliyordu.

    93 Harbi'nden sonra sun'i bir Ermeni Meselesi ortaya çikarilmisti. Osmanli Devleti'ne bagliliklari sebebiyle "millet-i sadika" olarak adlandirilan Ermeniler önceleri Dogu Anadolu'yu ele geçirmek isteyen Rusya ve ardindan Ingiltere tarafindan kullanilmaya basladilar. Hinçak ve Tasnak tedhis örgütlerini kurarak Istanbul ve tasrada terör yaratan bazi Ermeniler özellikle Ingilizler tarafindan destekleniyorlardi. Dogu'da hiçbir zaman çogunluk olamayan Ermenilere kurdurulacak bir devlet ile Rusya Akdeniz ve Orta Dogu'ya sizabilecekti. Ingiliz himayesindeki bir Ermeni devleti ise aksine bunu önleyebilirdi. Her iki tarafinda kullandigi Ermeniler 1889'dan itibaren tedhise basladilar. Van Erzurum ve Bitlis'te çikan olaylar bastirildi. Ardindan baskentte Osmanli Bankasi'na kanli bir baskin yaparak bankayi isgal ettiler. II.Abdülhamit'e yönelik bir suikast tesebbüsünde bulundular. I.Dünya Savasi ve Istiklal Harbi yillarinda da Ermeniler devlet aleyhine faaliyetlerini devam ettirmislerdir.


    I.Mesrutiyet'in kaldirilmasindan sonra II.Abdülhamit içte ve dista meydana gelen olumsuz gelismelerin de etkisiyle kati bir yönetim sergilemeye baslamisti. Mesrutiyet taraftarlari da buna karsilik muhalefetlerinin dozunu artirmislardi. Osmanlilik fikrinin temsilcisi olan Sadrazam Midhat Pasa 1881'de ölüm cezasina çarptirilmis sonra affedilerek Arabistan'a sürgüne gönderilmis ve 1883'te öldürülmüstü.

    Ali Suavi Ziya Pasa ve Namik Kemal gibi kisiler de sultan tarafindan bertaraf edilmislerdi. Ancak devletin içinde bulundugu güç durum onlarin baslattigi muhalefetin güçlenerek büyümesine zemin hazirlamaktaydi. Balkanlardaki çalkantilarin yani sira Osmanli Devleti iktisadî açidan da çok zor durumda idi. Devlet iç ve dis borçlarini kapatabilmek için batililarin elindeki Osmanli Bankasi ile malî bir anlasma imzalamak zorunda kalmisti (1879 ve 1881). Buna göre banka mali yardimlari karsiliginda devletin bazi gelirlerini devraliyordu. Ingiliz ve Fransizlarin kontrolünde bu maksatla kurulan Düyun-i Umumîye Idaresi Osmanli ülkesini âdeta bir sömürge hâline getirecektir.

    Genç Türkler veya Jön Türkler adi verilen ve yurt disinda ve içinde faaliyet gösteren Mesrutiyet taraftarlari Istanbul'da Ittihad-i Osmani dernegini kurmuslar ve bu dernek 1894/95'te Ittihat ve Terakki Cemiyeti adini almisti. Selanik'te Enver ve Niyazi Pasalar gibi subaylarin da katilmasiyla güçlenen Ittihatçilar Osmanli devletini ancak Kanun-i Esasî'nin yeniden kabulünün kurtarabilecegini düsünüyorlardi. Kolagasi Niyazi Bey ve ona katilan Enver Bey'in Resne'de isyan ederek daga çikmalari ve Rumeli'de halk tarafindan büyük bir destek bulmalari üzerine II.Abdülhamit anayasayi yürürlüge koyarak II.Mesrutiyet'i ilân etti ((23 Temmuz 1908).

    17 Aralik 1908'de meclis yeniden açildi. Yapilan seçimlerde Ittihat ve Terakki Firkasi büyük bir basari saglamisti. Ancak bu gelismeler esnasinda Bulgaristan bagimsizligini elde etmis ve Girit meclisi Yunanistan'a ilhak karari almisti.

    Isgal altindaki Bosna Hersek ise Avusturya tarafindan fiilen ilhak edilmisti (5 Ekim 1908) Millî bir politika izlemeyi amaçlayan Ittihatçilar olumsuz gelismelerin de etkisiyle gittikçe otoriter bir idare olusturmaya baslamislardi. Bundan faydalanmak isteyen Mesrutiyet aleyhtarlari bazi Avrupa devletlerinin de kiskirtmasiyla isyan ettiler. Istanbul'daki Avci Taburlari'nin 13 Nisan 1909'da baslattiklari isyan sirasinda pek çok Ittihatçi öldürüldü. II.Abdülhamit olaylari önleyemedi. Bunun üzerine Mahmut Sevket Pasa komutasindaki ordu Selanik'ten yola çikti. Harekat Ordusu adi verilen bu ordunun kurmay baskani Mustafa Kemal idi. Harekat Ordusu kisa sürede duruma hâkim olarak isyani bastirdi. Isyandan sorumlu tutulan II.Abdülhamit seyhülislâmdan alinan fetva ile meclis tarafindan tahttan indirildi (27 Nisan 1909) ve kardesi V. Mehmet Resat yerine getirildi. V.Mehmed (1909-1918) devlet idaresinde inisiyatifi Ittihatçi hükûmete birakmisti. Yeni iktidar zamaninda da felâketler birbirini takip etti. Osmanli Devleti hizla dagilma devrine girmekteydi.


    Osmanlilarin iç isleri ve Balkanlardaki gelismelerle ugrasmasini firsat bilen Italyanlar Avusturya'nin Bosna-Hersek'i ilhak etmesi (1908) Arnavutlarin isyani (1910) gibi olaylardan da cesaretlenerek pastadan pay alabilmek için Trablusgarp'a asker çikardi. (Eylül 1911). Italyan donanmasi denizden Ingilizler ise Misir'i ellerinde bulundurdugundan karadan Osmanlilarin bölgeye asker göndermesini imkânsiz hâle getirmisti. Bu sebeple Osmanli hükûmeti gizlice Türk subaylarini bölgeye göndererek mahallî bir direnisi örgütleme yolunu seçmisti. Derne ve Tobruk'da Mustafa Kemal Bingazi'de ise Enver Pasa Italyanlara karsi büyük basarilar kazandi. Savasi kazanamayacagini anlayan Italya Osmanlilari barisa zorlamak için Oniki Ada'yi isgal etti. Ancak bundan ziyade Balkanlarda baslayan savas Osmanlilarin barisi imzalamaya zorladi. Usi Antlasmasi ile Italyanlar isgal ettikleri yerleri muhafaza ettiler (1912)


    Türk-Italyan Savasi'nin basladigi sirada Balkan devletleri aralarindaki anlasmazliklari bir tarafa birakarak Osmanli Devleti'ne karsi bir ittifak olusturdular. Rusya'nin mimarliginda gerçeklesen Bulgar-Sirp ittifakina daha sonra Yunanistan ve Karadag da katildi (1912). Karadag ile baslayan savasa 18 Ekimde diger Balkan devletleri de istirak etti. Bu sirada Osmanli askerleri subaylarin bir kisminin politik çekismelerle mesgul olmasindan dolayi daginik bir hâldeydi. Bunun sonucunda Balkan devletleri Osmanlilar karsisinda kendilerinin de beklemedigi bir zafer kazandilar. Yunanlilar Ege adalarini ele geçirdiler. Sirplar Kumanova'da üstünlük sagladilar. Sirplarin denize çikmalarini önlemek için Avusturya'nin destegi ile Arnavutluk bagimsizligini ilan etti (28 Kasim 1912).

    Bulgarlar ise Edirne'yi ele geçirerek Çatalca'ya kadar ilerlediler. (19 Kasim 1912). 16 Aralikta Londra'da baslayan görüsmeler bir ara iktidardan düsen Ittihatçilarin yeniden is basina gelmesi üzerine kesilmisti. Nihayet Mayis ayinda Londra Antlasmasi imzalanarak I.Balkan Savasi sona erdi. Gelibolu Yarimadasi hariç Trakya Bulgaristan'a verildi. Makedonya'nin büyük bir kismi Yunanistan ve Sirbistan arasinda paylasildi. Özellikle Makedonya'nin paylasimi Bulgarlari rahatsiz etmekteydi. Sirbistan ve Yunanistan Bulgarlara karsi ittifak olusturdu. Bu ittifaka Romanya da katildi. Bulgaristan ile bu ittifak savasa girince durumdan faydalanmak isteyen Osmanli Devleti de Bulgar isgalindeki topraklari geri almak için harekete geçti. Kirklareli ve Edirne kurtarildi. II.Balkan Savasi taraflarin imzaladigi Bükres Antlasmasi ile sona erdi (1913). Bulgaristan ile imzalanan Istanbul Antlasmasi ile Meriç nehri iki ülke arasinda sinir oldu. Bulgaristan'daki Türklerin haklari belirlendi (29 Eylül 1913). Yunanistan ile imzalanan Atina Antlasmasi ile ise Girit'in Yunanistan'a birakilmasi kabul edildi (14 Kasim 1913). Büyük devletler bu anlasmalardan sonra Çanakkale Bogazi yakinlarindaki Bozcaada ve Imroz'u Osmanlilara geri verdiler. Balkan Savaslari Balkanlardaki Türk varliginin büyük bir kiyima ugramasina sebep olmustur. Yüz binlerce Türk savaslar sirasinda ve sonrasinda aç ve yokluk içinde buradan göç etmek zorunda kalmistir.

  6. Alt 03-27-2009, 21:02 #6
    beyza Mesajlar: 2.053
    Sadrazam Mahmut Sevket Pasa'nin öldürülmesi ile (21 Haziran 1913) Ittihat ve Terakki Firkasi hükûmetin idaresini tamamen ellerine geçirmisti. Enver Talat ve Cemal Pasalar Osmanli Devleti'nin iç ve dis politikasini belirlemede en etkili nazirlardi. Balkan savaslarindan sonra ordu ve donanmayi güçlendirmek isteyen hükûmet Avrupa devletlerinden mühendisler ve askerî uzmanlar getirtmekteydi. Osmanli Devleti dis siyasetini de dengeleri gözeterek yeniden belirlemek ihtiyacini hissetmekteydi. Emperyalist devletler nüfuz alanlarini korumak veya genisletmek maksadiyla siyasî askeriî ve iktisadî açidan ittifaklar olusturmaktaydi. Ingiltere ve Fransa'ya nazaran sömürgecilige geç baslayan Almanya Afrika Avrupa ve Orta Dogu'da nüfuz sahasini genisletmek istiyor ve Osmanli Devleti'ne bu maksatla yakin durmayi yegliyordu . Avusturya-Macaristan Imparatorlugu da Balkanlarda Panislâvizmi gerçeklestirmeye çalisan Rusya'ya karsi Almanlarla is birligi içindeydi. Ingiltere ve Fransa tarafindan pay edilmis Kuzey Afrika'da gözü olan Italya da bu ittifaka yakindi. Dolayisiyla Almanya önderligindeki Üçlü Ittifak'in (Almanya Avusturya-Macaristan ve Italya) dogal rakibi Ingiltere'nin öncülügündeki Fransa ve Rusya'dan olusan Üçlü Itilâf (Anlasma) devletleri idi. Avusturya-Macaristan Veliahti Ferdinand'in Sirbistan ziyareti esnasinda bir Sirp tarafindan öldürülmesi (28 Haziran 1914) bu iki cepheyi sicak savasa sokmaya yetti.

    Daha sonra Romanya Japonya ve ABD Itilaf Devletleri Bulgaristan ve Osmanli Devleti ise Ittifak devletleri safinda bu savasa girdiler.

    Osmanli Devleti savastan önce Ingiltere ve Fransa'ya yakin bir politika izlemek istedi. Ancak hem hükûmet ve halk içerisindeki tepkiler hem de Itilaf Devletleri'nin buna sicak bakmamasi Osmanlilari Almanya'ya yanastirmaktaydi. Özellikle Enver ve Talat Pasalar Osmanli Devleti'nin yeniden silkinmesi ve kaybettikleri topraklari kazanabilmesi için Almanya'nin yaninda yer almayi uygun buluyorlardi. Hükûmet baslangiçta tarafsiz kalmayi tercih etmisti. Almanlarin II.Abdülhamit devrinden itibaren Osmanli Devleti'nin yenilesme çabalarina katkida bulunmasi ve bu maksatla gönderdikleri askerî ve sivil uzmanlarin varligi Itilaf Devletleri'nin Osmanli Devleti'nin tarafsiz kalamayacagi süphesini artiriyordu. Bu tutum dolayisiyla Almanya yanlilarinin tezini kuvvetlendirmekteydi. Enver ve Talat Pasa'nin öncülük ettigi bu grup Almanlarin yaninda savasa girmekle Kafkaslar Balkanlar ve Ege'de kaybedilen topraklarin geri alinabilecegi ve Osmanli Devleti'ni nefes alamaz hâle getiren kapitülâsyonlar ve düyun-i umumîden kurtulunabilecegini öne sürmekteydiler. Nitekim Almanya'ya ait Goben ve Breslav zirhlilarinin Türk bayragi çekilerek Rus limanlarini bombalamasi Osmanli Devleti'nin Almanya safinda savasa girmesine vesile olacaktir (1 Kasim 1914).

    Osmanli Devleti I.Dünya Savasi'nda tam yedi cephede mücadele etti; Kafkasya Kanal Hicaz ve Yemen Irak Suriye ve Filistin Galiçya ve Çanakkale. Bütün cephelerde Osmanli askerleri büyük bir kahramanlik örnegi gösterdiler. Ancak yedi cephede birden savasi sürdürmek zor sartlar içerisinde bulunan Osmanli Devleti için çok güçtü. Enver Pasa'nin kumanda ettigi Kafkas Cephesi'nde Osmanlilar büyük zayiat verdiler. Dogu Anadolu ve Trabzon düstü. Kanal (Süveys) cephesinde ise Cemal Pasa Fransiz ve Ingilizlere basariyla direndi. Hicaz ve Yemen'deki Osmanli birlikleri destek görmemelerine ragmen kutsal yerleri korumak ugruna harbin sonuna kadar Serif Hüseyin ve Ingilizlere karsi koydular. Basra'ya çikan Ingilizler Kuttü'l-Amare'de büyük bir bozguna ugradilar. Komutanlari General Townshend esir edildi (29 Nisan 1916) Ancak 1918'de yeni birliklerle saldiran Ingilizler ihanet eden Arap kabilelerinin de yardimiyla Basra'da oldugu gibi Suriye'de de saldirilarini artirdilar. M.Kemal Halep'te bir savunma hatti olusturdu. Galiçya Makedonya ve Romanya'da Osmanli birlikleri Avusturya ve Bulgaristan'a yardimci olmak için büyük bir özveriyle savastilar. Türkler en büyük direnmeyi Çanakkale'de gösterdiler. Itilaf Devletleri 19 Subat 1915'den itibaren muazzam bir donanma ve yüz binlerce askerle saldiriya geçtiler. 18 Mart'ta Itilaf donanmasina ait pek çok gemi batirildi. Ardindan Gelibolu Yarimadasi'ndaki Settü'l-Bahir ve Ariburnu'na asker çikararak karadan da saldiriya geçtiler. Anzak ve Hint birliklerinin de katildigi kara savaslari tam bir ölüm kalim savasi oldu. M.Kemal'in de büyük bir askerî deha olarak ortaya çiktigi bu savunma karsisinda Itilaf Devletleri geri çekilmek zorunda kaldi.

    Bütün dünyaya ögretilen "Çanakkale Geçilmez" sözü 250 bin Türk evlâdinin sehit kaniyla yazilan bir büyük destan oldu. Itilaf Devletlerinin Çanakkale bozgunu Rusya'nin yardim alma ümitlerini suya düsürmüs ve bunun neticesinde gerçeklesen Bolsevik Ihtilâli Çarlik Rusyasi'nin sonu olmustur. Rusya'nin savastan çekilmesi üzerine 7 Aralik 1917'de imzalanan anlasmayla Dogu cephesinde Türk-Rus Savasi sona ermistir.

    Osmanli Devleti I.Dünya Savasi'nda yedi düvele karsi muhtesem bir mücadele sergilemistir. Ancak 29 Eylül 1918'de Bulgaristan'in teslim olmasi Osmanlilar ile Almanya arasindaki irtibatin kesilmesine yol açmistir. Müttefiklerinin savastan yenik ayrilmasiyla birlikte Osmanlilar da ateskes anlasmasini imzalamak durumunda kalmislardir. Ittihat ve Terakki Firkasi'nin hükûmetten çekilmesinin ardindan kurulan Ahmet Izzet Pasa baskanligindaki hükûmet Bahriye Naziri Rauf Bey baskanligindaki bir heyeti Limni'nin Mondros limanina göndermis ve Mondros Ateskes Anlasmasi'nin imzalanmasiyla (30 Ekim 1918) Osmanlilar resmen savastan çekilmislerdir. Ateskes anlasmasiyla Itilaf Devletleri Osmanli ülkesini isgal etme hakkini elde etmislerdir. Bu durum Osmanli Devleti'nin fiilen paylasilmasi demekti.

    Nitekim Ingiliz Fransiz Italyan birlikleri bu anlasmaya dayanarak Anadolu'da isgallere baslamislar Asirlarca Osmanlinin hâkimiyetinde yasayan Yunanlilar da agabeylerinin müsaadesiyle Izmir'e asker çikarmislardir (15 Mayis 1919). Isgallere karsi Anadolu Türk'ünde büyük bir infial yaratmis ve 19 Mayis 1919'da Mustafa Kemal Pasa'nin Samsun'a çikmasiyla düsmana karsi "Milli Mücadele" baslamistir. Itilaf Devletlerinin Sevr Anlasmasi'ni Istanbul hükûmetine imzalatmasi (10 Agustos 1920) Milli Mücadele'nin güçlenmesinden endise eden düsmanlarin bir an önce Türk millî varligini ortadan kaldirmayi amaçlamalarindan baska bir sey degildi. Fakat bu anlasma hükümleri hiçbir zaman uygulanamadi. Ankara'da açilan Milli Meclis'in iradesi Mustafa Kemal ve arkadaslarinin büyük ve onurlu mücadelesi bu oyunlari bozdu. Istiklâl Harbi'ni kazanilmasiyla Türkiye Cumhuriyeti Devleti kurulmus oldu. Yeni Türk devleti "Millî Hâkimiyet" ilkesinin tabii bir neticesi olarak 1 Kasim 1922'de saltanati kaldirdi. Dolayisiyla bu tarih 622 yil devam eden Osmanli Devleti'nin de resmen sonu oluyordu.

  7. Alt 03-27-2009, 21:03 #7
    beyza Mesajlar: 2.053
    Bir toplumun "devlet" haline gelebilmesi onun varligina vücud veren halk ve idarecilerin "bagimsizlik" (istiklâl) kavramini tanimalari ile mümkündür. Bu tanima sadece fikir ve düsüncede kalmayip fiilen tatbik edilmelidir. Bu da belli sinirlari koruyacak olan "askerî güç" denilen bir sinifin mevcudiyeti ile gerçeklesir. Disiplinli ve sistemli hareket eden bir askerî gücün ifade ettigi mâna çok iyi bilindiginden tarihte üne kavusmus bütün büyük devletler bu konu ve teskilât üzerinde hassasiyetle durarak onu muhafazaya çalismislardir.

    Disiplinli ve devamli bir ordunun teskili fikrinden hareketle sarf edilen çabalar milletlerin kendi bünyeleri bulunduklari cografî ortam ve zamanlarina göre degisik olagelmistir. Bu sebepledir ki hayatlarini ziraî ürünlerle kazanan milletler gibi topraga siki sikiya bagli olmayan göçebe Türklerin hayatlarinda hayvanlarinin büyük rolü vardi. Bu onlarin daha disiplinli hareket etmesini sagliyordu. Keza bu onlarin harp disiplin oyun ve usûllerine alismalarina da yardimci oluyordu. Nitekim sonbaharda yapilan büyük sürek avlarinin sebepleri bu önemli gerçek içinde yatiyordu. Uygurlarin birçok aile ve boylarinin bir araya gelerek yaptiklari bu sürek avlari Göktürkler'de oldugu gibi bir çesit savas egitimi idi. Ekonomi devlet ve ordu idaresi askerî bilgi ve eglence bu bahanelerle tatbikat sahasina konuyor yasaniyor ve deneniyordu.

    Ortaasya'li atli kavimlerin hayatlarinin en önde gelen özelligi hareket halinde olma idi. Fertlerin bu hareketli hayati topluma da bir dinamizm veriyordu. Bu hareket ve canliligin sonucu olsa gerek ki Islâm öncesi Türklerinde hakim bulunan anlayisa göre "kendileri bir kurt düsmanlari da bir koyun sürüsü idi." Türklerdeki bu dinamizm Müslaman olduktan sonra daha bir kuvvetle devam etmis görünmektedir. Zira onlar tarihî kültürlerinin bir mirasi olarak devam ettiregeldikleri bu anlayisi Islâm'in "cihâd" ve "sehidlik" motifleri ile birlestirmislerdi.

    Düsmanlarina karsi yaniltma ani hücum ve sizma gibi taktikleri ile taninan Türklerin Müslüman Arap ordulari içinde yer almalarindan sonradir ki Islâm ordulari genis bir cografî mekânda yayilma imkânini buldular. Miislüman Türk askerlerinin Islâm ordusundaki durumundan bahs eden bir arastirici sunlari söylemektedir:

    "Bazen uygulanan usûl de yürüyüs halinde olan düsman hatlarini tuzaga düsürmek veya hemen girisilen muharebe ile anlari önceden hazirlanmis tuzak bölgelerine çekmek idi. Bu taktikteki büyük avantaj saf nizaminda hücuma alismis Arap süvarileri için pek söz konusu degilse de âni hücum yaniltici çekilme kanatlara sizma her taraftan ok yagdirma ve hücumu sür'atle tekrarlamada mâhir Türkler içindi."

    Tarih sahnesinde görünen birçok millet askerî güç olarak ifade ettigimiz devamli ve disiplinli orduyu ayakta tutup kendisinden istifade edebilmek için çesitli çarelere bas vurmustur. Bu meyanda harplerin sebep oldugu nüfus azalmasini bir dereceye kadar ortadan kaldirmak için galiplerin maglup olan toplumlarin çocuklarindan yararlandigi da görülmektedir. Osmanlilarin da bas vurdugu bu sistem onlarin basarili sonuçlar almalarina sebep olmustur.

    Özellikle kurulus ve daha sonraki dönemlerde kullanilan sistemler ile ordunun sahip oldugu disiplin Osmanli ordusunu basarili bir hale getiriyordu. Batida bulunan Hiristiyan devletlerce de farkina varilan bu duruma isaret eden bir seyyahin su sözlerine dikkat çeken Gibbons o seyyahin ifadesini söyle nakleder:

    "Osmanlilar daha önceden Hiristiyan ordularinin ne vakit geleceklerini ve kendileri ile çatisma için müsait yerin neresi oldugunu bilirler. Çünkü bunlar daima seferber bir halde idiler. Çavuslari ve casuslari kuvvetleri nasil ve nereye sevk etmek lazim geldigini biliyorlardi. Bunlar birdenbire harekete geçebilirlerdi. Yüz Hiristiyan askeri on bin Osmanlidan daha fazla gürültü yapiyordu. Trampet bir defa vurdu mu derhal yürüyüse baslarlar adimlarini kat'iyyen yavaslatmaz ve yeni bir komut verilinceye kadar kat'iyyen durmazlardi. Hafif techizatli olduklari için Hiristiyan mühasimlarinin üç günde kat edemedikleri mesafeyi bir gece içinde kat ederlerdi."

    Pek çok müessesede oldugu gibi kendinden önceki Müslüman ve MüslümanTürk devletlerinin teskilatlarindan yararlanmis bulunan Osmanlilar bu uygulamayi askerî sahada da gösteriyorlardi. Gerçekten Osmanli askerî teskilâtinin Büyük Selçuklu Anadolu Selçuklu Ilhanli ve Memlûk askerî teskilâtlan ile benzerlik arz etmesi bu ifadelerin dogrulugunu ortaya koymaktadir. Bununla beraber biz daha açik bir fikir vermesi bakimindan B. Selçuklu askerî teskilâtindan kisaca ve ana hatlari ile bahs etmek istiyoruz.

    Özellikle Alp Arslan ve oglu Meliksah dönemlerinde devrinin en büyük askerî gücü haline gelen Selçuklu ordusu günümüzün Milli Savunma Bakanligi durumundaki "Divan-i Arizu'l-Ceys" denilen bir teskilât tarafindan idare ediliyordu. Büyük Selçuklu ordusu çesitli kavimlerden alinarak hususi saray terbiyesi ile yetistirilmis tören usûl ve protokolü bilen ve dogrudan dogruya Sultana bagli bulunan "Gulaman-i saray" en seçkin komutanlarin egitimi altinda her an emre hazir bekleyen "Hassa ordu" su ile melik vali vezir gibi ileri gelen devlet büyüklerinin askerleri ve tabi hükümetlerin askerlerinden kurulu idi. Isimleri "Divan defteri"nde yazili bulunan "Gulaman-i saray" efradi yilda dört maas (bistgâni) alirdi. Devletin esas askerî gücünü teskil eden harplere katilan ve düsmana agir darbeler indiren "Hassa ordu"su askeri de maasliydi. Ayrica vezir Nizamülmülk (öl. 485/1092) vâsitasiyle daha küçük parçalara bölünen askerî iktalarda geçimini arazi gelirlerinden temin eden ve her zaman harbe hazir kalabalik bir süvari kuvveti (sipahiyan) de vardi. Bu sâyede Selçuklu Devleti büyük bir askerî kuvvet bulundurma imkânina sahip olmustu. Buna karsilik Gazneliler ile Büveyhîler döneminde askere ikta degil maas veriliyordu. Sikisik durum ve zamanlarda devletin bu maaslari ödeyemedigi oluyordu. Böyle durumlarda komutanlar vilayetlerin vergilerini kendi nâm ve hesaplarina topluyorlardi. Halkla aralarinda bir menfaat birligi olmadigindan askerin faaliyetleri zaman zaman vilayetlerin harab olmasina kadar variyordu. Halbuki askerî iktalar sayesinde Büyük Selçuklu Devleti 400 bin Türkiye Selçuklulari da 100 bin kisilik bir orduya sahip bulunuyorlardi.



    OSMANLILARIN ILK ASKERI TESKILÂTI
    Bizans Imparatolugu'nun hududlarinda bulunan ve Osman Gazi'ye bagli olan Türk asiretleri atli idiler. O dönemin iklim harp teknoloji ve siyasi sartlarina göre bu gerekliydi. Bu sebeple Osman Bey zamaninda harplere istirak edip fetih yapanlar bu asiret kuvvetleri idi. Asiret kuvvetleri baslarinda serdarlari olmak üzere Osman Bey'in hizmetine giriyor fetihlerin sonunda ganimetlerden pay aliyor ve zapt edilen topraklardan yerlesme hakki elde ediyorlardi. Topraga yerlesen Türkmenler tasarruf ettikleri (kullandiklar) yer karsiliginda Osman Gazi'ye tabi oluyorlardi. Timarlarinin gerektirdigi sayida atli askeri de savasa gönderiyorlardi. Osman Bey uç beyi olduktan sonra kendisi ile yakin çevresini koruyan ve yevmiye hesabi ile ücret alan askerlerin sayisini artirdi. Bunlar Selçuklular'da oldugu gibi "Kul" veya "Nöker" adi ile aniliyorlardi. Ulûfeli askerlerin sayisi beyligin gücü ile orantili olarak artiyordu. Bu bakimdan beyligin sinirlari genisledikçe Osman Bey'in kapisindaki kul sayisi da artiyordu.
    Osman Bey zamaninda beyligin kuvvetleri hizmetleri karsiligi ganimetten hisse alan ve feth edilen yerlere atli asker vermek sartiyla yerlesen Türkmen kuvvetleri ile ücretleri gündelik olarak ödenen Osman Bey'in sahsî askerlerinden ibaretti. Nöker veya Kul adini tasiyan bu askerler fetih hareketlerinde henüz etkin rol oynayacak sayiya ulasmamislardi.

    Asiret kuvvetleri ile ulûfeli askerler ilk zamanlarda yeterli oldularsa da fetihler çogaldikça sayi olarak kifayet etmemeye basladilar. Bu bakimdan Osman Bey fetihlere devam edebilmek için dinamik eleman arayisina baslama ihtiyacini duydu. Bundan sonra ihtiyaç hasil oldugu zaman Sögüt Karacasehir Eskisehir ve Bilecik dolaylarindaki köylerde oturan ve tarimla ugrasan Türk köylülerinden yararlanmaya karar verdi.

    Atli olan asiret birlikleri özellikle kale muhasaralarinda fazla tesirli olamiyorlardi. Bundan baska fetihler sonucu arazi genisleyip birçok gayr-i müslimin devletin vatandasi durumuna gelmesi ve muhasaralarin uzamasi üzerine asiret kuvvetleri istenilen zamanda istenilen yere ulasamiyorlardi. Bu sebeple Orhan Bey döneminde yeni ve devamli bir askerî birlige ihtiyaç duyuldu.


    YAYA VE MÜSELLEMLER
    Osman Bey'in ölümünden kisa bir süre sonra beyligin sinirlarinin genislemesi ve kisa bir gelecekte daha bir genislemeye namzed olmasi Orhan Bey'i askerî malî ve idarî düzenlemeler yapmak zorunda birakti. Gerçekten de beylik çerçevesinden çikip güçlü bir devlet haline gelmek için düzenli bir orduya ihtiyaç vardi. Orhan Bey de bu görüsten hareketle önce orduyu ele aldi.
    Orhan Bey'in saltanatinin ilk yillarinda askerî kuvvetler Osman Bey zamanindan pek farkli degildi. Fetihler arttikça topraga yerlesen Türkmenlerin sayisi artmis buna bagli olarak timarli sipahî sayisi da çogalmisti. Kul veya Nöker denilen sinif Osman Bey zamaninda oldugu gibi yine ulûfe aliyordu.

    Fetihlerin devami için zarurî olan ordunun organizasyonu yani ilk düzenli birlikler Bursa'nin fethinden sonra ve Iznik'in fethinden önce Vezir Alaeddin Pasa ile Bursa Kadisi Çandarli Kara Halil'in (öl. 1387) teklifleri dogrultusunda yapilmisti. Buna göre devamli surette savasa hazir yaya ve atli bir kuvvetin bulundurulmasi gerekiyordu. Bu maksatla Türk gençlerinden meydana getirilen bu ordunun atsiz askerine "Yaya" atli askerine de "Müsellem" adi verildi. Alaeddin Pasa'ya göre askerî sinifa mensub olan kimseler ile vezirler özel bir kiyafet giyerek halktan ayird edilmeliydi. Bu sebeple bunlarin giyecekleri elbise ve baslarinda tasiyacaklari sarigin renk ve biçimi tesbit edildi. Buna göre bunlar "Ak börk" giyeceklerdi. Böylece tasradaki timarli sipahilerden de ayrilacaklardi.

    Türk gençlerinden kurulan ve her biri bin kisi olan bu askerî birligin efradi. Çandarli Kara Halil tarafindan seçilmisti. Asikpasazâde'nin ifadesine göre birçok kisi "Yaya" yazilmak için Çandarli Kara Halil'e müracaat etmisti. Savas zamaninda bu gençlere önce birer daha sonra da ikiser akça gündelik verilmesi kararlastirildi. Savas olmadigi zamanlarda da ziraat yapmak üzere kendilerine toprak tahsis edildi. Bunlar vergilerden muaf tutuldular. Orhan Bey zamaninda hassa ordusu sayilan yaya ve müsellemler kaç sancak varsa o kadar yaya ve atli sancaga bölünerek basina sancakbeyi tayin edildi. Yaya denilen piyade sinifinin her on kisisi için bir bas (onbasi) her yüz kisiye de daha büyük bir bas (yüzbasi) tayin edilmisti. Müsellem adi verilen atli birligin her otuz kisisi bir "Ocak" meydana getiriyordu. XV. yüzyil ortalarina kadar fiilen silahli hizmette bulunmus olan bu Yaya ve Müsellemler Kapikulu ocaklarinin kurulup gelismesiyle yerlerini onlara terk ettiler. Daha sonra Rumeli'deki Yürükler Canbazlar ve Tatarlarin katilmasiyla Osmanli askerî teskilâtinin geri hizmet sinifini meydana getirdiler. Bu sinif köprü yapimi yol insaati kale tamir ve yapimi ile hendek kazimi gibi islerde kullanildi.

    Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin ilk döneminde yani Osman Bey zamaninda beyligin kuvvetleri iki kisimdan ibaret bulunuyordu. Bunlardan biri Türkmen asiretlerinden saglanan ve kendilerine hizmetleri karsiliginda elde ettikleri ganimetler disinda timar da verilen atli kuvvetler digeri de Osman Bey'in ücretlerini gündelik olarak verdigi sahsî askerlerdi. Bunlara Nöker deniyordu ki tamami hür insanlardan meydana gelmisti. Orhan Gazi döneminde ise Yaya ve Müsellem adi ile yeni ve devamli bir askerî birlik kurulmustu.

    Bu bilgilerin isigi altinda konuya bakildigi zaman Osman ve Orhan Bey'ler zamaninda Osmanli ordusu üç gruptan tesekkül ediyordu. Bunlardan biri asiret kuvvetleri ikincisi Nöker adi verilen ve sonradan "azab" adini alan sahsî askerler ki bir çesit hassa orduyu meydana getiriyorlardi. Üçüncüsü de biraz önce kuruluslarindan bahs ettigimiz Yaya ve Müselle ordusu idi.

    Kurulus döneminden baslamak üzere Osmanli ordusu "Kara" ve "Deniz" olmak üzere iki kisimdan ibaretti.


    OSMANLI KARA ORDUSU
    Ordu-u Hümâyun denilen Osmanli Kara Ordusu genel olarak iki bölüme ayrilmakta idi. Bunlardan biri "Kapikulu Askerleri" digeri de "Eyâlet Askerleri" adini tasiyordu. Bu askerî birliklerin her biri gördükleri hizmetlere göre kendi içinde daha küçük kisimlara ayrilip ona göre isimler aliyor. Bu isimler ocak kelimesi ile bir terkip olusturduklarindan ayrica bunlara "ocak" deniyordu. Ocag'in en büyük subayina da "Ocak Agasi" adi veriliyordu.
    KAPIKULU ASKERLERI

    Kapikulu denilen bu askerî birlik Selçuklular ve diger bazi devletlerde oldugu gibi "Hassa Ordu"yu meydana getirmekteydi. Bu sinifa dâhil olan askerler devletten "Ulûfe" adiyla maas alirlardi. Burada "kapi" kelimesinin kullanilmasi ve devletten maas alan askerlere de "Kapikulu" askeri denmesinin sebebi Kapi kelimesinden bizzat devletin anlasilmasiydi. Zira eskiden beri dogu ülkelerinde isler hükümdar saraylarinin kapisinda görülürdü. Bu tabir Kapi müdafaasinda bulunan askerler için de kullanilmakla beraber sadece onlara hasr edilmeyen bir kelimedir. Askerler için de bu kelime kullaniliyordu. Iste bu sebepten dolayi devletten maas alan askerlere "Kapikulu askerleri" deniyordu.

    Kapikulu askerleri baslangiçta devlet merkezinde bulunuyorlardi. Fakat ülke genisleyip muhafazasi için hudud boylarinda kaleler insa edilince oralarda da ikamet etmek mecburiyetinde kaldilar.

    Osmanli Devleti Rumeli taraflarinda fetihler yapip genislemeye baslayinca devamli bir orduya ve daha fazla askere ihtiyaç hasil olmustu. Bu da savaslarda esir alinan ve askerî sartlara uygun hiristiyan çocuklarinin kisa bir müddet Türk terbiyesi ile yetistirilerek yeni bir askerî sinifin meydana getirilmesiyle karsilanmisti. Iste bu teskilât Kapikulu ocaginin çekirdegini teskil etmisti. Kapikulu askerleri iki gruba ayrilmaktadirlar. Bunlar:

    1. Kapikulu Piyadesi

    2. Kapikulu Süvarisi.

    KAPIKULU PIYADESI

    Osmanli Devleti'nin merkez askerî teskilât içinde yer alan Kapikulu askerleri Osmanli askerî teskilâtinin önemli bir bölümünü meydana getiriyorlardi. Kapikulu piyadesi de kendi arasinda ayri gruplara ayrilmisti.

    ACEMI OCAGI

    Osmanli askerî tarihinde önemli yeri bulunan ve Kapikulu piyadesinin mühim bir bölümünü teskil eden yeniçerilere mense' olan "Acemi ocagi" Sultan Birinci Murad zamaninda Kadiasker Çandarli Kara Halil ile Karaman'li Kara Rüstem'in tavsiyeleri sonucu ortaya çikmisti. Hoca Saadeddin Efendi'nin bildirdigine göre bu uygulama Sultan Birinci Murad'in devr-i saltanatinda 763 (1361-62) tarihindeki Zagra'nin fethi ile baslamistir. Devlet adina ve "Pencik" kanununa göre alinan esirler" Yeniçeri ocagina asker yetistirmek için Gelibolu'da kurulmus bulunan Acemi ocagina gönderiliyor ve yevmiye bir akça ücretle Gelibolu ile Çardak arasinda isleyen at gemilerinde hizmet görüyorlardi. Bir müddet sonra bunlar Yeniçeri ocagina aliniyorlardi. Fakat bu esirler firsat buldukça kaçip memleketlerine gittikleri için bu sistem degistirildi. Savaslarda esir edilen küçük yastaki Hiristiyan çocuklari evvela Anadolu'daki Türk köylülerinin yanina verilerek (Türk'e vermek) az bir ücretle hizmet ettirilmeye baslandi.

    Gerçi bu ocagin Rumeli fatihi Süleyman Pasa zamaninda bizzat kendisi tarafindan savasta esir alinan Hiristiyan çocuklari ile basladigi belirtilmekte ise de ocagin gerçek manada müesseselesmesi yukarida belirtilen sekilde olmustur.

    Sözlük manasiyle beste bir demek olan "pencik" harplerde ele geçirilen esirlerden askerlikte kullanilmak üzere beste birinin alinmasi demektir.

    Islâm hukukunun ganimetlerle ilgili vaz' etmis oldugu prensiplerinden dogmus olan "pencik" Osmanli Devleti'nin ilk kurulus yillarinda uygulanmiyordu. Harpler sonunda ele geçen diger ganimetler gibi esirler de gazilere taksim ediliyordu. Gaziler hisselerine düsen esirleri Islâm hukuku geregince istedikleri sekilde istihdam edebiliyor istihdam yeri olmayan da onlari satabiliyordu.

    Osmanlilarda Acemi oglani iki sekilde alinirdi. Bunlardan biri savaslarda elde edilen erkek esirlerin beste birinden (pencik) digeri de Osmanli vatandasi olan Hiristiyan çocuklardandi. Savaslarda elde edilen esirlerin asker olarak alinmasiyle ilgili "Pencik Kanunu" tertib edilmisti. Buna göre alinan esir oglanlara "Pencik Oglani" adi verilmisti. Elde edilen bu esirler "Pencikçi" denilen memur tarafindan tesbit edilir bunlardan on ila on yedi yaslari arasinda olan erkek esirlerden vücutça kusursuz ve saglam olanlar devletçe üçyüz akça karsiligi satin alinirdi. Böylece Acemi ocagina ilk efrad Pencik kanunu ile toplanmistir. Bu sistemin gelismesinde büyük ölçüde rolü bulunan Kara Rüstem de Gelibolu'da Pencik vergisini (Resm-i Pencik) toplamakla görevlendirilmisti.

    Pencik oglanlarinin Anadolu'daki Türk çiftçilerinin yanina verilmesi aradaki deniz sebebiyle kaçmalarina engel olmak içindi. Bununla beraber zaman zaman bazi esir çocuklarin Avrupa'ya kaçtigi görülüyordu. Esirlerin Türk çiftçilerinin yanina verilmesi ile ilgili kanun hakkinda kaynaklarda farkli tarih ve zamanlar verilmektedir. Bu cümleden olarak Sirpsindigi savasi Edirne'nin fethi ve Bilecik tarafina yapilan ilk akinlarda olduguna dair rivayetler bulunmaktadir.

    Cüz'i bir ücretle Türk çiftçisinin yanina verilen Acemi oglanlarina çok az bir ücretin verilmesi onlarin "ben padisah kuluyum" deyip çiftlik sahibine kafa tutmamasi içindi.

    Acemi oglanlar ziraat islerinde çalistirildiklari gibi kisa zamanda Türkçe ile birlikte Islâm-Türk örf ve âdetlerini de ögreniyorlardi. Böylece yeni hayata intibak ettikten sonra bir akça gündelikle "Acemi Ocagi"na kayit ettiriliyorlardi. Burada bir müddet hizmet gördükten sonra yevmiye iki akça karsiligi "Yeniçeri Ocagi"na gönderiliyorlardi. Yildirim Bâyezid döneminin sonlarina kadar belirtilen sekilde devam eden bu usûl Ankara Savasi'ndan (1402) sonra fetihlerin durmasi ve iç karisikliklarin bas göstermesi yüzünden büyük ölçüde tatbik edilemez olmustu. Kapikulu ocaklarindaki kadro eksikligini gidermek için baska bir çareye bas vurmak gerekiyordu. Bu sebeple Rumeli'ndeki Hiristiyan tebeadan muayyen bir kanunla ve "Devsirme" ismiyle münasib sayida Hiristiyan çocugu alinmasina karar verildi.

    Daha önce de temas edildigi gibi Ankara Savasi'ndan sonra Osmanli fetihleri durmus bazi yerler Bizans ve Sirplara terk edilmislerdi. Gerek Çelebi Mehmed zamaninda gerekse oglu Sultan Ikinci Murad'in ilk devirlerinde Rumeli'de fütuhat yapilamadigi için esirlerden istifade edilememisti. Bunun üzerine Osmanlilardan önceki Türk ve Islâm devletlerinde uygulanmamis olan yeni bir usûl ile devletin Hiristiyan tebeasi olan ve yaslan uygun çocuklarindan sadece bir tanesinin Osmanli ordusuna alinmasi kararlastirildi. Böylece Hiristiyan vatandaslarin çocuklarindan asker devsirmek için bir "Devsirme Kanunu" yürürlüge konuldu. Bu yeni kanunla bastan basa gayr-i müslim olan Rumeli halki tedrici surette müslümanlastirilacakti. Müslümanlastirilan bu insanlarla da Osmanli ordusu kuvvetlenecekti. Böylece devlet bu sayede Müslüman nüfusunu koruma gibi bir hedefe de ulasmis oluyordu. Gerek Müslüman nüfusu çogaltma gerekse harplerde kendisinden istifade etme bakimindan iki yönden faydali olan bu Devsirme kanunu Pencik kanunu ile asker almanin yerine geçmisti. Zaten Pencik kanunu da eski önemini kaybetmeye baslamisti.

    Devsirme kanunu geregi ihtiyaca göre üçbes senede ve bazan daha da uzun bir sürede Hiristiyanlardan sekiz ila on sekiz ve bazan yirmi yas arasindaki sihhatli ve kuvvetli çocuklardan Acemi Oglani alinmaya basladi. Bununla beraber 14-18 yas arasindakiler tercih ediliyordu. Önceleri Rumeli'de Arnavutluk Yunanistan Adalar ve Bulgaristan'dan daha sonra ise Sirbistan Bosna-Hersek ve Macaristan'dan çocuk toplandi. Bu durum XV. Muhtelif hizmetlerde bulunan Acemilerin Yeniçeri Ocagina kayit ve kabullerine "Çikma" veya "Kapiya Çikma (bedergâh) denirdi.

    Devsirme usûlü kendi dönem ve zamanina göre iyi bir sonuç vermisti. Bu sonuç hem Osmanlilar hem de çocugu devsirilen aileler için faydali olmustu. Osmanlilar açisindan faydali olmustu zira o dönemin bitip tükenmek bilmeyen harpleri devamli surette insanlari yutan birer makine haline gelmislerdi. Iste bu makinalarin zararlarini en aza indirebilmek ve kendi Müslüman Türk nüfusunu koruyabilmek için devlet gayri müslim vatandaslarindan istifadeyi düsünmüstü. Böylece hem Islâm Türk mefkûresinin daha genis sahalarda yayilmasini saglamak hem de kendi asil nüfusuna dokunmamak suretiyle azinliga düsmeyecekti. Devsirme sistemi çocugu devsirilenler bakimindan da faydali bir seydi çünkü onlar da çocuklarinin içinde bulunduklari mali sikintidan kurtulacagini biliyorlardi. Muhtemelen çocuklari devlet kademelerinde vazife alir ve yüksek bir mevkiye gelebilirdi. Bunun da kendileri için faydali olacagi bir gerçekti. Bu sebepledir ki kaynaklar pek çok Hiristiyan ailenin çocugunu devsirmeye verebilmek için adeta birbirleri ile yaristiklarini kayd ederler. Hatta sadece Hiristiyan çocuklarinin devsirilmesi kanun iken feth edildikten sonra halki Müslüman olan Bosna'dan da devsirilmek suretiyle acemi oglani alinirdi. Zira bunu bizzat kendileri arzuluyordu.

    Bilindigi üzere her saha ve konuda oldugu gibi devsirme sisteminde de arzu edilmeyen bazi suistimallerin oldugu söylenebilir. Buna karsilik devlet gönderdigi memurlarinin kanunsuz hareketlerini önlemeye gayret ediyordu. 9. Cemaziyelahir 973 (10 Ocak 1566) tarihinde Semendire Beyi ile Ivraca Kadisina yazilan bir hükümde Acemi oglani devsirmeye giden bir memurun hâne (ev) basina onar akça nal parasi vesair kanunsuz paralar alip 5-10 yasindaki çocuklari önce alip sonra bin ve daha ziyade akçaya tekrar babalarina sattigi bildirilmekle Yayabasilarindan Ferhad gönderilip hakkiyla teftis olunmasi ve memurun esyasi arasinda bulunan para kumas vesair mühürlenip defterle merkeze gönderilmesi emr edilmistir. Böylece devlet bu ve benzeri haksizliklarin önüne geçmeyi adaletsizligi ortadan kaldirmayi istiyordu.

    II. Yeniçeri Ocagi

    Avrupa'da kurulan devamli ordudan bir asir önce vücuda getirilmis olan Yeniçeri ordusu Osmanli Devleti'nin ilk dönemlerinde dünyanin en mükümmel ordusu haline getirilmisti. Bu ordu teskilât ve disiplini ile bu sifati tasimaya hak kazanmisti. Osmanli Devleti'ni kuran ve kisa bir zamanda hududlari Rusya Lehistan Macar ovalan ile Viyana Venedik önlerine;

    Iran Arabistan ve Misir çöllerine kadar götüren hükümdarlarin en büyük dayanaklarindan biri bu ordu olmustur.

    Piyade birligi olan Yeniçeri ocaginin hangi tarihte ihdas edildigi kesin olarak tesbit edilememekle birlikte bunun Murad Hüdavendigâr zamaninda yani on dördüncü asrin son yarisi içinde bir ocak halinde kuruldugu söylenebilir. Bazi kaynaklarda bu kurulusun 1365 yili oldugu söyleniyorsa da büyük bir ihtimalle bunun 1362 yilinda oldugudur. Türkçe asker demek olan "Çeri" ile "yeni" kelimelerinin bir araya gelmesiyle meydana gelen bu terim Osmanli Devleti'nin merkezinde ve hükümdara bagli bulunan yaya askeri için özel bir isim haline gelmistir. Haci Bektas-i Veli ile hiç bir ilgisi olmamakla birlikte (Âsikpasazâde 204-206) zamanla bu tarikata izafe edilerek Yeniçerilere "Taife-i Bektasiye" ocaga da Bektasî ocagi denmistir.

    Bu ocagin kurulus sebebi mevcud askerin azligina ragmen fetihlerin çogalip sinirlarin genislemesi ve eldeki askerin de bu sinirlari koruyamaz duruma gelme endisesi idi. Halbuki hem Rumeli'yi elde tutabilmek hem de yeni fetihlerde bulunabilmek için devamli ve hükümdarin emir komutasi altinda bir askerî birlige ihtiyaç vardi. Benzer teskilâtlar yani esirlerden istifade etme sistemi daha önceki Müslüman ve Müslüman Türk devletlerinde de vardi. Bu mânada Osmanlilarin Selçuklular ile Memluklulari örnek aldiklari anlasilmaktadir.

    Yeniçeriligin ilk kurulusunda orduya bin kadar yeniçeri alinmisti. Bunlarin her yüz kisisine komutan olarak daha önce Türklerden meydana getirilen yaya askeri usûlüne uygun olarak bir "Yayabasi" tayin edilmistir.

    Ocak XV. yüzyil ortalarina kadar yaya bölükleri veya daha sonra cemaat adi verilen bir siniftan ibaret iken Fâtih Sultan Mehmed zamanindan itibaren (1451 senesi) "Sekban" bölügünün de iltihakiyla iki sinif haline gelmis. XVI. asir baslarinda ise "Aga" bölügü denilen üçüncü bir kisim daha teskil edilmistir. Yaya bölükleri peyderpey artarak 101 bölüge kadar çikmistir. Aga bölükleri 61 Sekban bölükleri ise 34 rakamina kadar yükselmistir.

    Yeniçeriler baslarina börk ismi verilen beyaz keçeden bir baslik giyerlerdi. Bunun arkasinda ise yatirtma denilen ve omuza kadar inen bir parça yer almaktaydi. Yeniçeriler börklerini egri subaylari da düz giyerlerdi. Fâtih kanunnâmesinde belirtildigine göre yeniçeri taifesine her yil beser zira' laciverd çuka ve otuz iki akça "yaka akçasi" ile her birine basina sarmasi için altisar zir'a astar verilmesi hükmü konmustu.

    Her yeniçeri bölügüne "Orta" denirdi. Her ortanin da komutani olan ve "Çorbaci" denilen bir subayi bulunurdu. Sekban ve Aga bölüklerinde bu komutana "Bölükbasi" denirdi. Yeniçeri ocaginin en büyük komutani "Yeniçeri Agasi" idi. Yeniçeri Agasi ocagin kurulusundan 1451 senesine kadar .ocaktan tayin edilirken bu tarihten sonra Sekbanbasilardan tayin edilmeye baslandi. Bununla beraber bu kanun daha sonra degistirilerek ocagin disindan olan kimseler de tayin edilmistir. Yeniçeri Agasi Yeniçeri Ocagi ile Acemi Ocagi islerinden sorumlu idi. Bundan baska Istanbul'un asayisi ile de ilgilenir ve yaninda bulunan bir heyetle kol dolasip güvenligi saglardi. Bu sebeple hükümdarlar bunlarin güvenilir ve sadik kimselerden olmasina dikkat ederlerdi. Yeniçeri Agalarinin azil ve tayini 1593'e kadar dogrudan padisah tarafindan gerçeklestirilirken bu tarihten itibaren veziriazamlara intikal etmistir.

    Yeniçeri Ocagi'nin en büyük komutani olan Yeniçeri Agasi'ndan baska Sekbanbasi Ocak Kethüdasi veya Kul Kethüdasi Zagarcibasi Turnacibasi Muhzir Aga ve Bas çavus ta ocagin büyüklerindendi. Bunlardan baska bir de "Yeniçeri Efendisi" denilen ocak kâtibi vardi.

    Yeniçeriler maaslarini (ulûfe) üç ayda bir alirlardi. Bu konuda ocagin en büyük âmiri olan Yeniçeri Agasi ile herhangi bir nefer arasinda fark yoktu. Onun için Yeniçeri Agasi da bu ulûfe isine dahil edilirdi. Ulûfe pâdisahin nezâretinde büyük bir merasimle her ortaya torbalar halinde tevzi edilirdi. Hicrî kamerî takvime göre dagitilan ulûfenin Sali günü verilmesi kanundu.

    XVI. asra kadar devsirmeden toplananlardan baskasi katilamazken 990 (1582) senesinde Sultan III. Murad (1574-1595)'in sehzadesi Mehmed için tertiplenen sünnet dügününe katilan bir sürü canbaz hokkabaz ve oyuncunun mükafat olarak bu ocaga kayd olmalari ocagin yavas yavas bozulmasina sebep olmustu. Devletin kurulusundan kisa bir müddet sonra teskil edilen Yeniçeri Ocagi belirtilen olaydan sonra hariçten insanlarin ocaga girmesiyle bozulmaya yüz tutmustu. Çünkü egitimsiz ve basibos kimselerin ocaga girmeleriyle bu askerî teskilât dogrudan siyasete katilan devlet adamlarini tayin veya azlettiren padisahlari tahttan indiren veya tahta çikaran bir kuvvet halini almisti. Gerçekten de onlarin zorbaliklarini ve yaptiklari kötülüklere isaret eden (1826) tarihli bir hüküm Istanbul Kadisina gönderilmistir. Bu hükümde söyle denilmektedir: "Allah'a Peygambere ve sizden olan ûlu'l-emre itaatediniz" âyet-i kerimesi muktezasinca kaffe-i mü'min ve muvahhid olanlar emr-i ulu'l-emre itaat ve inkiyad ile me'mur olup bir müddetten beri Yeniçeri nâmina olan eskiya makulesi hilâf-i ser'-i serif daire-i itattan huruc ederek fürce bulmasi cihetiyle gerek memâlik-i mahrûsede ve gerek dâri's-saltanat-i seniyede her bir sey çigirindan çikmis ve ol makule esrar-i nâsin garazlari olan mel'aneti icra zimninda her bir seye müdahele daiyesine düsmelerinden nasi Ümmet-i Muhammed'in mal ve canlarindan emniyetleri kalmayip rahatlarina halel gelerek bayagi alis verislerine varinca fesada varmis..." Bu hükümde de açikça görüldügü ve yukarida belirtildigi gibi Yeniçeri askeri her seye müdahele eder olmus. Buna karsilik gerçek vazifesi olan askerligi tamamiyle unutur olmustu. Zira onlar askerlik yerine esnaflikla ugrasiyorlardi. XVII ve XVIII. asirlarda sik sik ayaklanmislardi. Bunun üzerine ocak "Vak'a-i Hayriye" diye isimlendirilecek olan bir karar ve hareketle 15 Haziran 1826'da Sultan Ikinci Mahmud tarafindan lagv edilerek ortadan kaldirildi

    CEBECI OCAGI

    Kapikulu askerinin piyade ocaklarindan biri de "Cebeci Ocagi"dir. Kelime olarak "cebe" zirh demektir. Osmanlilar bir nevi istilah olarak bu kelimenin mana ve kapsamini genisletmis görünmektedirler. Bunun içindir ki "cebeci" dendigi zaman belli hizmetleri olan bir askerî sinif akla gelmektedir. Buna göre devletin yaya muharib askeri olan yeniçerilerin ok yay kalkan kiliç tüfek balta kazma kürek kursun barut zirh tolga harbe vesaire gibi ihtiyaçlari olan savas alet ve esyasi yapan veya tedarik eden ocaga "Cebeci Ocagi" denirdi. Bu ocak yeniçerilere lazim olan harp levazimatini deve ve katirlarla nakl ederek cephede bulunan yeniçerilere dagitirdi. Savas sonunda da bunlari tekrar toplardi. Bu arada tamire muhtaç olanlari da tamir ederek silah depolarinda muhafaza ederdi.

    Sefer esnasinda ordu komutanlari refakatina münasib bir miktar cebeci verilirdi. Bunlarin kuvvetli becerikli ve silahtan anlayanlardan olmasi gerekirdi. Bu maksatla Cebecibasiya bu yolda emirler verilirdi. Baris zamaninda bunlar kendilerine tahsis edilen Ayasofya taraflarinda ve Tophane civarinda bulunan kislalarinda ikamet ederlerdi.

    Bu ocagin kurulus tarihi kesin olarak tesbit edilmekle birlikte Yeniçeri ocagi ile birlikte veya ondan çok kisa bir müddet sonra oldugu tahmin edilmektedir. Bu ocaga girecek olanlar "Pencik" ve "Devsirme Kanunu" devam ettigi müddetçe Acemi oglanlari arasindan seçilirdi. Sonralari Yeniçeriler gibi bunlarin da evlenmelerine müsaade edildiginden yetisen çocuklari da cebeci olurdu. Ocaga alinacak kimseler önceleri "sakird" ismiyle alinir daha sonra fiilen cebeci olurlardi.

    Ocak mevcudu aralarindaki münasebet dolayisiyla Yeniçeri askerinin azalip çogalmasina bagli olarak artar veya eksilirdi. XVI. asir ortalarinda yeniçeriler 12 bin nefer iken bunlarin sayilan 500 kadardi. XVII. asirda (1675) te cebecilerin sayilari 4180 civarindadir. XVIII. yüzyilda cebecilerin sayisi 2500-5000 arasinda degismekteydi. Yeniçeri Ocagi'nin lagv edilmesi ile ortadan kalkan Cebeci Ocagi Asakir-i Mansûre ile yeniden tesis edilmisti.

    Diger Kapikulu ocaklari gibi "orta" denilen ve 38 bölüge ayrilmis bulunan cebecilerin en büyük komutani "Cebecibasi" idi. Ortalar kendi aralarinda silah yapan silahlan tamir eden barutlari islâh eyleyen harp levazimatini tedarik edip hazirlayan ve humbara yapanlar gibi ayri ayri kisimlara ayriliyorlardi.

    TOPÇU OCAGI

    Top dökmek top atmak ve top mermisi yapmak gayesiyle teskil edilen bu ocak da Kapikulu ocaklarinin yaya kismindandi. Efradi Acemi Ocagi'ndan saglanirdi. Osmanli ordusunda ilk top Sultan I. Murad zamaninda 1389 yilinda Kosova Meydan Muharebesinde kullanilmistir. Yildirim Beyâzid tarafindan da gerek Istanbul muhasaralarinda gerekse Nigbolu kusatmasinda topun bir silah olarak kullanildigi Asikpasazâde tarafindan anlatilmaktadir. Görüldügü gibi Osmanli Devleti'nin daha baslangiç yillarinda top ordunun ayrilmaz bir parçasi haline gelmistir. Bununla beraber topun silahli kuvvetlerin agir ve önemli bir silahi olarak ordu ve donanmaya yerlesmesini saglayan Fâtih Sultan Mehmet olmustur. Kale yikan büyük toplar ile havan topunun mucidinin de Fâtih Sultan Mehmed oldugu belirtilmektedir. Bu silahin askeriyedeki önemi o kadar büyümüs ve devlet ona o kadar ehemmiyet vermistir ki patlatilamayan bir topun patlamasini temin eden kimseleri bile her türlü vergi ve rüsûmdan muaf saymistir.

    Topçu ocaginin top döken kismi ile top kullanan bölükleri ayri ayri idiler. Toplar her zaman devlet merkezinde veya fabrikalarinda döktürülmezlerdi. Bazen kale muhasaralarinda kalelerin önünde de top imal edildigi görülmektedir. Nitekim Sultan II. Murad zamanindaki Mora ve Arnavutluk seferlerinde daha sonra da Istanbul kusatmasinda develerle getirilen malzeme ile buralarda toplar döktürülmüstü.

    Osmanlilar gelecekteki ihtiyaçlarini karsilamak ve devamli bir sekilde hazirlikli bulunmak gayesiyle Istanbul'un disinda da top fabrikalari kurmuslardi. Bu fabrikalar hudud veya hududa yakin yerlerde idi. Bu yerler:

    Belgrad Semendire sancaginin Baç (Beç) madeni Budin Içkodra Praviste Timasvar ile Asya'da Iran sinirina yakin Kerkük'ün Gülanber kalesi idi. Bu toplarin mermilerini yapan fabrikalar da Bilecik Van Kigi Kamengrad Novaberda ve Baç'da idi. Bu mermiler (yuvarlak=gülle) için de ayri ayri yerlerde depolar yaptirilmisti. Her yil ne kadar mermi ve gülle dökülecegi Divan tarafindan planlanip Topçubasina bildirilirdi. Dökümhanelere de buna göre emir giderdi. Bir gülle dökümhanesinin yillik ortalama kapasitesi 20-24 bin aded arasinda degisiyordu. Bu mermilerin en küçükleri 320 gram agirliginda idi. Bunlar "Sahî" denilen toplarin gülleleri idi. Sahîler katir sirtinda tasinabilen ve yalniz iki topçu eri tarafindan kullanilabilen küçük pratik atesi seri ve müessir toplardi. "înce Donanma"yi meydana getiren nehir gemilerinde de bunlar kullanilirdi. Kale muhasaralarinda surlari yikmak için kullanilan toplar daha büyüktü. Bu toplarin gülleleri 70 kg. agirliginda idi. Top mermisi döken madenlerde dökücü ustalari ve yeterince isçi vardi Dökücüler Istanbul'daki Tophaneden gönderilirlerdi.

    Osmanlilar sadece madenî degil tas gülle de kullanmislardi. Bu gülleleri demir olanlardan ayirmak için "Tas gülle" tabirini kullaniyorlardi.

    Topçu ocaginin en büyük zâbitine (subayina) "Sertopî" veya "Topçubasi" denirdi. Bundan baska Dökümcübasi Ocak kethüdasi ve çavusu gibi yüksek rütbeli subaylari ile "Çorbaci" veya "Bölükbasi" Dökücü halifeleri" gibi subaylari ile Ocak katibi vardi.

    Tophanede sivil memurlar da istihdam ediliyordu. Bunlar Tophane Nâzin ile Tophane Emini idi. Tophane Emini tophaneye alinan ve sarf edilen esyanin defterini tutar ve her sene hesabini verirdi. Tophane levazimi bunun eli ile tedarik edildiginden vazifesi çok önemli idi. Bütün bunlardan anlasildigina göre Topçubasi Dökümcübasi Tophane naziri top dökümcüleri kethüdasi Tophane emini ve Topçu çavusu Tophane ocaginin yüksek rütbeli subaylarindandi.

    Topçular sayica "Cebeciler"e yakin idiler. XVI. asirda ocagin mevcudu 1204 nefer iken XVII. asirda bu sayi 2026'ya kadar yükselmistir. Onyedinci asrin sonlarinda muharebelerin devami yüzünden sayilari 5084'e kadar çikmistir.

    Oldukça islah edilmesine ragmen Sultan III. Selim'in tahttan indirilmesi (hal') esnasinda Kabakçi Mustafa'ya iltihak eden Topçu ocagi isyana istirak etmisti. Halbuki Sultan Selim bu ocagin zamanin sartlarina göre islâh edilmesine ehemmiyet vermis derece ve itibarlarini artirmisti. Vak'a-i hayriye esnasinda topçular devlete sadik kalarak Humbaraci ve Lagimci ocaklari ile birlikte "Sancag-i Serif altina gelmislerdi. Yeniçeri ocaginin ilgasindan sonra Topçu ocagi yeni sekle göre tertip edilmisti.

    Topçu ocagi ile çok yakindan ilgisi bulunan bir ocak daha vardir ki bu da "Top Arabacilari Ocagi"dir. Osmanlilarin ilk dönemlerinde kullanilan toplar deve katir ve beygirlerle naklolunan küçük ve hafif toplardi. XV. asirdan sonra topçulugun büyük ölçüde gelismesi üzerine ve büyük toplarin dökülmesinden sonra yenilik yapan Osmanlilar bunlari araba ile savasa götürmeye basladilar. Demek oluyor ki bu ocak toplarin daha ziyade tekemmül ederek arabalarla tasinmasindan sonra dogmustur. Arabacibasi adinda bir subayin komutasinda bulunan bu ocak da çesitli ortalara ayrilmisti.

    HUMBARACI OCAGI

    Farsça asilli bir kelime olan humbara içine patlayici maddeler doldurulmak suretiyle demirden yapilmis bulunan mermi demektir. Humbaraci da bu mermiyi havan topu ile kullanan topçu (havan topçusu) demektir. Humbaranin el ile atilani (el bombasi) oldugu gibi havan topu ile atilani da vardir. Ayrica tas da atilabilirdi.

    Daha çok kale kusatmalarinda ve görülmesi mümkün olmayan hedeflere karsi kullanilan havanlar sayesinde Müslüman Türkler dikkate deger basarilar saglamislardi. Topçular gibi Kapikulu ocagina mensub bulunan humbaraci ortalarinin XVXVI. asirlar arasinda ihdas edildigi tahmin edilmektedir. Humbaracibasi adi verilen bir subayin komutasinda bulunan bu ocak mensuplari baslangiçta biri topçulara digeri cebecilere bagli olmak üzere iki kisimdan ibaretti. Bu ocagin esas kisminin Kapikulu gibi maasli degil timarli oldugu bilinmektedir. Nitekim 1126 yili Safer ayinin sonlarinda Humbaracibasi tarafindan Payitahta gönderilen bir arizadan Hotin Kalesi muhafazasinda bulunan timarli humbaraci neferatinin bulundugu anlasilmaktadir. Buna göre humbaracilari topcu cebeci ve timarli olmak üzere üç kisma ayirabiliriz.

    Bulunmasi gereken birçok vesikada isimleri zikredilmeyen humbaracilarin müstakil bir ocak haline gelmesi XVII. asirdan sonra olmalidir. XVIII. yüzyil baslarinda büsbütün ihmale ugrayan humbaracilik mesleginin günün sartlan ve Avrupa'daki gelismesi de göz önüne alinarak yeniden tesisi düsünüldü. Bir müddet Avusturya'da kaldiktan sonra Osmanli ülkesine iltica edip Müslüman olan Fransiz asilzâdesi Copmte de Bonneval (Ahmet Pasa) Birinci Mahmud devrinde Mirimirân rütbesi ile humbaracibasiligina tayin edildi. Humbaraci ocagi "fenn-i humbara ve sanayi-i atesbazîde maharet-i tammesi" olan bu zat tarafindan Avrupa'daki usûl ve sistemlere uygun bir sekilde teskilatlandirilmaya tabi tutuldu. Ahmed Pasa'nin bu konudaki çabalari sonucunda Bosna'dan 301 nefer alinarak her 100 kisi bir "oda" teskil etmek üzere bir ocak vücuda getiriliyor her bölüge bir yüzbasi iki ellibasi on onbasi tabib cerrah ve yazicilar tayin olunduktan ve ulûfeler tesbit edildikten sonra teskilât humbaracibasinin emri ve sadrazamin nezareti altina aliniyordu. Siki bir talim ve egitim ile yetisecek olan humbaracilardan tahsillerini bitirip olgun bir hale gelenler Vidin Nis Hotin Azak ve Bosna"nin serhad kalelerine "Humbaracibasi" olarak tayin edileceklerdi.

    Fabrika ve kislalari Üsküdar'da bulunan humbaracilarin devlet askerî teskilâti bakimindan önemli bir yeri bulunduklari anlasilmaktadir. Yeniçeriligin ilgasi esnasinda meydana gelen olaylarda devletin yaninda yer almis olan Humbaraci Ocagi Asakir-i Mansûre ordusu içinde topçulara baglanarak ayri bir ocak olmaktan çikmis oldu.

  8. Alt 03-27-2009, 21:05 #8
    beyza Mesajlar: 2.053
    KAPIKULU SÜVARISI

    Osmanli kapikulu ordusunu teskil eden ikinci sinif askerî güç Kapikulu süvarisidir. Osmanlilarin muvaffakiyetli hamlelerinde bu sinifin da büyük bir hissesi vardir. Osmanli topraklan genisledikçe timarlar çogaliyor timarlar çogaldikça da timarli süvari (sipahi)nin sayisi da artiyordu. Fakat bunlar kendi timarlarinda ikamet ettiklerinden basarilari mahdud kiliyordu. Bu bakimdan daha kurulus yillarindan itibaren devlet merkezinde yeniçeriler gibi devamli ve maas alan bir süvari birliginin bulundurulmasi ihtiyaci hissediliyordu. Bu sebeple Sultan I. Murad döneminde Rumeli Beylerbeyi olan Timurtas Pasa'nin yardim ve tavsiyesiyle ilk adim atilmis oluyordu. Önce "Sipah" ve "Silahdar" adi ile iki bölük olarak teskil edilen Kapikulu süvarisine daha sonra "Sag Ulûfeci" ve "Sol Ulûfeci" (Ulûfeciyan-i yemin ve yesâr) ile "Sag ve Sol Garipler" (Gureba-i yemin ve yesâr) ismi verilen dört bölük daha ilave edilerek Kapikulu süvari ocagi alti bölüge yükseltilmis oldu.

    Kapikulu süvari sinifini meydana getiren efrad da devsirme çocuklari ile harplerde esir alinan çocuklardan meydana geliyordu. Bunlar da yeniçeriler gibi hükümdarin sahsina mahsus olan atli kuvvetler idi. Bunlardan vücutça uygun ve kabiliyetli olanlar Istanbul Edirne ve Gelibolu saraylarinda terbiye olunduktan sonra yedi senede bir "Bölüge çikmak" tabir edilen bölüklere verme islemi yapilirdi. Derece ve maas itibariyle yeniçerilerden daha yüksek olmalarina ragmen idare üzerindeki nüfuzlari ve harplerdeki önemleri itibariyla onlar kadar ilerde degillerdi.

    Kapikulu süvari birliklerinden ilk ikisine "Bas" öbür ikisine "Orta" son ikisine de "Asagi bölükler" adi verilmisti. Bunlardan sipah bölügüne "Kirmizi bayrak" silahtar bölügüne "San bayrak" orta ve asagi bölükler için de Alaca bayrak" tabiri kullanilirdi.

    Kapikulu süvarileri hükümdarla birlikte sefere gittikleri zaman onun sag ve solunda yürürlerdi. Sipah sagda silahtar da solda bulunurdu. Sipahin saginda sag ulûfeciler silahtarlarin solunda da sol ulûfeceler yürürlerdi. Bunlarin sag ve solunda da sag ve sol garipler yürüyorlardi.

    Sipah ve silahtarlar muharebe meydaninda padisahin çadirini (Otag-i hümâyun) ulûfeciler gerek muharebe esnasinda gerekse konaklama yerlerinde saltanat sancaklarini garipler ise ordu agirliklari ile hazineyi muhafaza ederlerdi.

    Adi geçen "Alti Bölük" efradi hayvan besledikleri için devlet merkezinden fazla uzak olmayan ve mer'asi bol yerlerde ikamet ediyorlardi. Bu yüzden bunlardan bir kismi Bursa ile Edirne bir kismi da Istanbul ve civarinda ikamet etmek zorunda idiler. Kanunî Sultan Süleyman zamanindan baslamak üzere bunlardan 300 kisi sefer zamanlarinda devlet merkezinde bir çesit yaverlik yapmak vazifesi ile görevlendirilmislerdi. Mülazim adi verilen bu 300 kisi baris zamanlarinda mirî mukataalarin idaresi ile cizye cibâyeti (toplanmasi) gibi islerle görevlendirilmislerdi.

    Kapikulu süvarilerini meydana getiren her bölügün âmiri olarak ayri ayri agalari vardi. Bunlar Sipah agasi Silahtar agasi Sag ulûfeciler agasi gibi isimler aliyorlardi. Belge ve kanunnâmelerde bu isimler aynen kullaniliyordu. Nitekim 18 Muharrem 973 (15 Agustos 1565) tarihli Semendire ve Belgrad'a kadar yol üzerinde bulunan kadilara gönderilen hükümde bu isimlerden ayni lafizlarla söz edilmesi bunun örneklerinden biridir. Protokol bakimindan bunlarin en ileride olani Sipah agasi oldugu gibi bunun komutasinda bulunan bölük de en itibarli bölük idi. Agalardan baska her bölügün bölükbasilari kethüdalari kethüda yeri katip ve kalfa isimlerini tasiyan bir komuta heyeti ile basçavus ve çavus adlarinda küçük rütbeli zâbitleri vardi.

    Kapikulu süvarilerinin kullandiklari silahlar genellikle o dönemde her kavim ve millet tarafindan kullanilan silahlardi. Bunlarin orijinalligi silahlarin imal ve kullanilmasinda idi. Türk silahlarinin daha hafif yani tasinma ve kullanilmasinin kolay olmasi bir üstünlük sagliyordu. Hafif silahlar grubuna giren bu silahlar ok yay kalkan harbe veya mizrak ile bele takilan balta pala veya hançerle atlarin eger kasina asilmis olan gaddare denilen genis yüzlü kisa bir kiliç ve bozdogan ismi verilen yuvarlak basli bir agaç topuzdu. Kapikulu süvarilerinin bellerindeki ok keselerinde (sadak) oklari vardi. Muharebelerde bu silahlardan duruma göre uygun olanini kullanirlardi. Bu süvarilerin üzerlerinde çelik zirhli gömlekler vardi. Kalkanlari ise elbise ve basliklarinin renginde boyanmisti. Muharebelerde yanlarinda yedek hayvanlari da bulunurdu.

    Sultan III. Murad döneminden önce hariçten bir kimsenin giremedigi bu ocaga adi geçen hükümdar zamaninda disardan iltihaklar basladi. Ocak teskilâti bozulduktan sonra "veledes" denilen süvari ogullari da ocaga alinmaya baslamisti. Kanunî Sultan Süleyman zamaninda sayilan yedi bin kisi civarinda iken hariçten ocaga girenler yüzünden bu sayi yirmi bini bulmustu. Bilahere Kaptan-i Derya Kara Murad Pasa'nin ocaklari Ibsir Pasa aleyhine kiskirtmasi sonucunda süvari mevcudu ocaktan tard edilmis olanlari da tekrar almak suretiyle elli bine ulasmisti XVII. asrin ortalarinda vezir olarak Osmanli Devleti'ne hizmet etmis bir aile olan Köprülüler iktidara geçince devletin inhitatini uzunca bir süre yavaslatmaya ve hatta durdurmaya basladiklari gibi bazi islahat hareketlerinde de bulunmaya tesebbüs etmislerdi. Iste bu dönemde süvari bölüklerinde yapilan tenkisatla sayilan on bes bin civarina indirilebilmisti. Bunlarin yaptiklari bazi isyanlari da bastirilinca takibata ugradilar. Bunun üzerine önemleri kalmayan bir sinif haline geldiler. Zaman zaman zorbaliklar yapan ve isyan eden bu askerî birliklerin Dördüncü Murad ile Köprülü Mehmed Pasa'dan yedikleri iki büyük darbe bunlari önemsiz bir hale getirmisti. Hezarfen Hüseyin Efendi bunlarin bu dönemdeki sayilarini su rakamlarla bize aktarmaktadir. Ona göre Sipah bölügü 7203 Silahtar bölügü 6254 Ülûfeciyan-i yemin 488 Ulûfeciyan-i yesâr 488 Gureba-i yemin 410 Gruba-i yesâr 312 olmak üzere toplam 15155 kisiye kadar yükselmektedir.

    XVIII. asirdan itibaren sayi ve güçleri giderek zayiflayan Kapikulu süvarisi de "Vak'a-i Hayriye" diye adlandirilan ve yeniçeriligin ortadan kalkmasiyla sonuçlanan olayda lagv edildiler. Yeniçerilerin bu siralardaki serkeslik ve isyanlarina katilmayan bu ocak mensuplarindan isteyenlerin yeni kurulan modem süvaride vazife almalarina müsaade edilmisti.

    EYÂLET ASKERLERI

    Osmanli kara ordusunun ikinci kismini meydana getiren devletin büyümesinde gelismesinde ve sinirlarini genisletmesinde önemli derecede rolü bulunan askerî kuvvet eyalet askerleridir. Bunlan : Yerli Kulu Serhad Kulu ve Timarli Sipahiler olmak üzere 3 grup halinde ele alabiliriz.

    YERLIKULU

    Yerli Kulu piyadesi eyalet pasalari ile sancak beylerinin komuta ve idaresinde bulunan komutanlari da bunlar tarafindan tayin olunan muntazam ve disiplinli bir askerî siniftir. Rikab-i Hümayûndaki askere Kapikulu dendigi gibi devlet merkezinin disinda bulunan bu askere de Yerli Kulu denmekteydi. Hizmet gördükleri müddetçe maas alabilen bu askerî sinifin iasesi eyalet veya sancak beyi vasitasiyle veyahutta devlet hazinesinden verilirdi. Bu sinifa dahil askerleri de gördükleri hizmetlere göre: 1 Azepler 2 Sekban ve tüfekçiler 3 Icareliler 4 Lagimcilar 5 Müsellem'ler olmak üzere bes gruba ayirmak mümkündür.

    AZEPLER

    Yerlikulu askerinin ilk sinifini meydana getiren azepler harplerde büyük hizmetler görüyorlardi. Ordunun ön saflarinda yer almalarindan dolayi düsman taarruzuna en çok onlar maruz kaliyorlardi.

    Kelime olarak "bekâr" demek olan azep tabiri Osmanli askerî teskilâtinda: bekâr güçlü ve kuvvetli olan gençlerden meydana getirilmis bir askerî sinif için kullanilmaktaydi.

    Klasik Osmanli ordusunda azepler Anadolu'daki Müslüman Türklerden kurulu hafif piyade askerî birligidir. Bununla beraber yine ayni adi tasiyan ve 1450'den sonra Fâtih Sultan Mehmed tarafindan teskil olunan kale azepleri de vardir.

    Osmanlilarin ilk dönemlerinden itibaren XVI. asrin yarisina kadar meydana gelen harplerde hafif okçu kuvvetlerine ihtiyaç vardi. Bu bakimdan harp esnasinda ne kadar azebe ihtiyaç varsa tesbit edilirdi. Tesbit edilen miktar sancaklara taksim edilirdi. Böylece ihtiyaca göre 20 veya 30 hâne (ev)den bir azep istenirdi. Istenilen azebin bekâr güçlü ve kuvvetli olmasi lazimdi. Sancaga bagli kazalardan seçilen her azebin ücret ve masrafi onu seçen yere ait olup bu XV. asrin sonu ile XVI. asirda her azeb için 300 akça tutmakta idi. Her azebin askerden kaçmamasi için bir kefili vardi. Kaçtigi takdirde masraf bu kefilinden alinirdi. Azeplere verilecek para azeb alinan yer ile halkinin servetine göre tahsil edilirdi. Sefer hazirligi esnasinda azeplerin toplanmasina "Azep çagirtmak" denirdi. Bunlarin maaslari olmadigindan harp zamanlarinda bütün vergilerden muaf sayilirlardi.

    Ok yay ve pala gibi hafif silahlarla donatilmis olan azepler ordunun ön saflarinda bulunduklarindan ilk olarak onlar düsman hücumuna maruz kalirlardi. Bunlarin gerisinde toplar onlarin arkasinda da yeniçeriler yer alirdi. Savas basladigi zaman azepler saga sola açilmak suretiyle topçunun rahat ates etmesine imkan saglarlardi.

    Bahsimize konu teskil eden ve iki asirdan fazla büyük hizmetler ifa eden hafif piyade azepleri XVI. asir ortalarinda Kanunî Sultan Süleyman saltanatinin sonlarina dogru ilga edildiler. Kale azepleri ise 1826 senesine kadar hizmetlerine devam ettiler.

    SEKBAN VE TÜFEKÇILER

    Yerlikulu piyadelerinden olan sekbanlar askere ihtiyaç hasil oldugu zaman gönüllü olarak toplanan köy halkindan olduklari için diger birlikler gibi saglam bir askerî egitime sahip degillerdi. "Salyâne"den kurtulmak için zaman zaman Hiristiyanlar bile bu birlige istirak edebiliyorlardi. Bunlar bulunduklari bölgenin pasasindan baskasini tanimazlardi. Hizmet gördükleri müddetçe ulûfe alirlardi. Sekbanlar "Bayrak" ismi ile siniflara ayrilirlardi. Sekban bölükbasisi ve Bayraktar adinda subaylari vardi. Bunlar silah olarak kiliç kullanirlardi.

    Zamanla sekbanlarin önemleri azalinca bunlarin yerini "Tüfekçi" adi ile yeni bir piyade sinifi aldi. Her elli-altmis tüfekçi bir bayrak kabul edilerek "Gönüllü zabiti" adi verilen bir subayin komutasi altinda bulunurdu. Her sancak veya eyaletteki tüfekçi bayraklari "Tüfekçi basi" adi verilen bir subayin komutasina verilirdi. Önemli eyaletlerden üçer veya beser tüfekçi basi varsa bunlardan biri bas seçilerek adina "Serçesme" denirdi.

    ICÂRELILER

    Hudud boylarinda bulunan sehir ve kalelerde istihdam edilen yerli topçulardan meydana getirilen bir siniftir. Ücretle vazife gördüklerinden dolayi kendilerine bu isim verilmistir. Komutanlari topçulugu iyi bilen ve "Topçu agasi" adi verilen bir kimsedir. Topçu agasi eyalet pasalarinin komutasinda bulunmak üzere payitahttan gönderilirdi.

    LAGIMCILAR

    Yerlikulu askerinin bir bölümünü teskil eden bu sinif hududa yakin bulunan önemli bazi kalelerin aniden muhasara edilmesi düsünülerek kurulmus bir siniftir. Ayrica düsman tarafindan kazilacak hendek ve tünellere mukabil hendek ve tünel kazmak suretiyle harbi kazanmak gayesi güdülmüstü. Kapikulu ocaklarindan olan Lagimcilarla ayni vazifeyi görmelerine ragmen bunlarin durumlari daha farkli idi. Zira bunlar baris zamanlarinda da bagli bulunduklari kalelerde bulunuyor ve genellikle Hiristiyan tebeadan meydana getiriliyorlardi. Bunlar devlet merkezinden gönderilen ve "Lagimcibasi" denilen bir subayin komutasina verilmislerdi.

    MÜSELLEMLER

    Osmanli Devleti'nde pek çok görevi yerine getiren müsellemler harp zamanlarinda ordunun geçecegi yollan temizlemek köprüleri tamir etmek ve yol açmak gibi hizmetlerle de mükellef idiler: Buna karsilik baris zamanlarinda bütün vergilerden muaf sayiliyorlardi. Zaten bu ismi bu yüzden almislardi. Rumeli'de genellikle Hiristiyan tebeadan olan müsellemlere karsilik Anadolu'da Müslüman tebea istihdam olunurdu. Bunlara "Yörük" ismi verilirdi.

    SERHAD KULU

    Osmanli kara ordusunun önemli bir bölümünü meydana getiren eyâlet askerlerinin bu ikinci sinifi olan Serhad kulu da hizmet ve durumlarina göre ayri kategorilerde mutalaa edilmistir. Bu sinif: Akincilar Deliler Gönüllüler ve Besliler olmak üzere daha küçük birliklere ayrilmislardir.

    AKINCILAR

    Serhad kulu grubunun en önemli birligini akincilar teskil ederdi. Müslüman Türklerden meydana getirilen hafif süvari kuvvetlerine verilen bu isim 500 sene sonra Avrupa'da "komando" olarak ortaya çikacaktir.

    Serhad denilen hudud boylarinda bulunan akincilar fevkalade disiplinli bir teskilâta sahiptiler. Bunlar atlarla düsman içlerine kadar sokulur gerek bizzat gördükleri gerekse düsmandan elde edilen esirler vâsitasiyla ögrendikleri bilgileri degerlendirerek önemli bir istihbarat agi kurmuslardi. Öncü kuvvetler olduklari için ordunun kesif hizmetlerini görüyorlardi. Bundan baska onlar düsman topraklarindaki araziyi tedkik ederek orduya yol açiyorlardi. Çok seri hareket ettikleri için düsmanin pusu kurmasina imkan vermiyorlardi. Ayrica ordunun geçecegi yerlerdeki mahsûlü korumak suretiyle ekonomik bir fayda da sagliyorlardi. Akincilar esir almak suretiyle bölgede bulunan nehirlerin geçit yerlerini de ögreniyordu. Bunun içindir ki akincilar esas ordudan dört bes gün daha ileride bulunurlardi. Günümüzün motorize birlikleri gibi pek seri ve sür'atli hareket ettikleri için düsmana karsi dehset saçar ve onlarin maneviyati üzerinde çok etkin psikolojik tesirde bulunurlardi.

    Islâmî suurdan kaynaklanan bir ruha sahip olan akincilarin ordunun basarisi için yaptiklari akinlarda pekçok esir aldiklari bir gerçektir. Akinci anlayisina göre savasmak (cihad yapmak) hem dinî hem de millî bir vazifedir.

    Hafif süvari birlikleri olduklarindan düsman kale ve ordusu üzerine varmayan akincilar ordu için yollan açiyorlardi. Bu yollarin birkaç yönden açilmasi gerekiyordu. Ordunun hedefi olan ülke hem maddî hem de manevî bir sekilde yipratilmali idi. Düsmanin maddî güç kaynaklari yok edilmeli ekonomisi ile ordusu hirpalanmali idi. Halka korku salip onlarin manevî güçlerini kirmak gerekiyordu. Elde edilmesi mümkün olan her türlü gizli bilgi elde edilmeliydi. Akincilarin açtiklari bu yol ve verdikleri hizmetten sonra Padisah veya Serdar-i Ekrem asil ordu ile gelip harp ederlerdi.

    Akincilar içinde devsirme yoktur. Bu sinifa Arnavut ve Bosnak gibi Osmanlilar vasitasiyle Müslüman olanlar da alinmazdi. Akinci olabilmek için Osmanli Türkü olmak gerekiyordu. akinci beylerinin çogu Osman Gazi'nin arkadaslari olan maruf komutanlarin çocuklaridir. Akinci beyleri istediklerini ocaga alir istemediklerini de almazlardi. Bu konuda Divan anlari tamamiyla serbest birakmisti. Bu yüzden Divan onlarin bu tasarruflarina karismazdi. Akinci ocagi beyleri genis bir yetkiye sahip ve dogrudan dogruya padisahtan emir alan kimselerdi.

    Büyük bir kismi Avrupa ve Balkan halklarinin dillerini çok iyi biliyordu. Bu sebeple sinirlarin ötesinde kendilerine bagli birçok ajanlari vardi. Bu ajanlar sayesinde akincilar Orta Avrupa ve ötesi hakkinda günlük bilgileri elde edebiliyorlardi. Bu sekilde hareket etmek onlar için bir zorunluluktu. Aksi takdirde girisecekleri akin bir felaketle sonuçlanabilirdi.

    Her biri ayri bir komutana bagli bulunan akinci birlikleri ayri ayri yerlerde ikamet ediyorlardi. On kisilik akinci birliginin komutanina onbasi yüz kisilik birlik komutanina yüzbasi bin kisilik birligin komutanina da binbasi deniyordu. Bütün bunlarin üstünde de "Akinci beyi" denilen akinci komutani vardi ki buna akinci sancakbeyi denirdi.

    Düsman ülkesine yapilan bir akinin akin adim alabilmesi için o taarruzun akinci komutanlarinin emrinde olmasi lazimdi. Akinci komutani kendisi sefere istirak etmez gönderdigi birlik te 100 veya daha fazla kisiden meydana geliyorsa buna "Haramîlik" 100 kisiden daha az ise buna da "Çete" denirdi. Hazar zamaninda (harb olmadigi zaman) akincilar kendi is ve talimleri ile mesgul olurlardi. Düsman ülkesine yapilan akinlar gelisigüzel degil bir plan ve program dahilinde olurdu.

    Rumeli'de ayri ayri ocaklar halinde bulunan akincilar komutanlarinin isimleri ile anilirlardi. Osmanlilar'in ilk fetihleri zamaninda Evrenos Bey akincilari vardi. Daha sonra Mihalogullari Turhan ve Malkoç Bey akincilari meydana çikti. XVI. asir sonlarina kadar söhretlerini muhafaza eden akincilar Osmanli fetihlerinde önemli rol oynamislardi. Genelde Akincilar Rumeli sinir boylarinda kullanilmakla birlikte zaman zaman Anadolunun dogusunda da istihdam edilmislerdir.

    Savaslarda basarili olan akincilara dirlik tahsis edilince timarli akincilar ortaya çikti. Böylece akincilar timarli ve vergiden muaf olanlar diye iki gruba ayrilmis oldular. XVII. asir baslarindan itibaren vergiden muaf olanlar bazi kadilar tarafindan vergi vermeye zorlanmis görünmektedirler. Merkezden gönderilen emirlerle kadilarin bu neviden davranislarindan vaz geçmeleri istenmektedir. Nitekim 1014 (1605) senesine ait bir hükümde söyle denilmektedir:

    "Akinci taifesinin sakin olduklari yerin kadilarina hüküm ki kadimu'l-eyyamdan olan sefer-i hümayunuma eser akinci taifesi sefere estikleri (sene) umûmen avanz-i divâniye ve tekâlif-i örfiyeden muaf ve müsellem olmak babinda emr-i serifim vârid olmus iken haliya taife-i mezbureye kudat tarafindan tekâlif çektirilmekle sefere ihraç olunmak lazim geldikte taife-i mezbûre sair reaya gibi hem tekâlif çekeriz ve hem sefere teklif idersiz deyü sefere gitmekte taallul ettikleri ilam olundu. Imdi taife-i mezbûre memur olduklari sefere gelüp hizmet ettiklerinden sonra tekâlif ile rencide olunmamak ferman olunmustur."

    Akincilarin silahlan bir zirhli gögüslük ve yaka ile mizrak kalkan ve atlarinin egerine takili basi topuzlu bir bozdogandi. Akincilarin tamami zirh kullanmazdi. Bunlarin yiyecekleri ve kaplari da kendileri gibi hafifti. Atlarinin egerine asili birer küçük kushâne ile yemek islerini görürlerdi. Çogu zaman bu tencerede pirinç kavurma veya koyun pastirmasini pisirirlerdi.

    XVI. asir sonlarina kadar Bati'da önemli hizmetlerde bulunan akincilarin sayisi zaman ve sartlara bagli olarak azalip çogaliyordu. Nitekim 1530 Budin ve 1532 Alman seferinde sadece Mihaloglu Mehmed Bey'in komutasinda 50 binden fazla akinci vardi.

    Eflak Beyi Mihal'in isyanindaki harekâtta (1595) Vezir-i A'zam Sinan Pasa'nin tedbirsiz hareketi sonucu adeta mahv olurcasina zayiat veren akincilar bundan sonra pek fazla is yapamadilar. Gerçi XVII. yüzyilin ilk yarisi içinde cüz'î bir kuvvetle bazi muharebelerde görünmüslerse de eski kuvvet ve kudretlerine ulasamadilar. Bundan sonra akincilarin vazifesi Tatar ve Kirim Hani kuvvetleri tarafindan görülür olmustu. Varligini ismen de olsa uzun süre devam ettiren akincilik 1826 yilinda resmen ortadan kaldirilmisti.

    DELILER

    Serhad kulu askerinin bir bölümünü de "Deliler" teskil ediyordu. Bunlarin büyük bir kismi Türk'tü. Öncü birliklerden olan ve deli denilen bu atlilar da akincilar gibi gözünü budaktan sakinmiyorlardi. Gerçekten bu sinifa mensub olanlar öyle bir cesarete sahip idiler ki asir "delil" demek olan bu tabir cesaretlerinden dolayi halk arasinda "deli" olarak meshur olmustu. Iri yan ve cesaretli kimselerden meydana gelen bu hafif süvari birligi ocaklarini Hz. Ömer'e kadar dayandirirlar. Fevkalade cesaret atilganlik ve korkunç kiyafetleri ile düsmana dehset veren Deliler hep galip gelirlerdi. Bu sinif askerî birligin parolasi "yazilan gelir basa" seklinde idi. Böyle bir anlayis ve suura sahip olduklari için hiç bir tehlikeden çekinmezlerdi.

    Sancak beyi veya beylerbeyi maiyetinde olan delilerde akincilarin bütün silahlan vardi. Bunlarin her ellialtmis kisisi "bayrak" adi ile bir birlik meydana getiriyordu. Bu birliklerin birkaç tanesi "Delibasi" adinda bir subayin komutasinda idi. Birkaç delibasinin askerleri de "Alaybeyi" veya "Serçesme" denilen daha yüksek rütbeli bir subayin komutasina havale edilmislerdi.

    XVI. asirlardan önce pek görülmeyen bu askerî birlik Türklerden baska Bosnak Sirp ve Hirvat gibi Müslüman olmus cengaverlerden meydana gelmisti. Bunlar tamamiyle Rumeli halkindan olduklari için orada bulunurlardi.

    Baslarinda benekli sirtlan derisinden yapilmis ve üzerine kartal kanatlari takilmis bir baslik bulunurdu. Salvarlari kurt veya ayi derisinden olup tüyleri disarda idi. Bu kiyafetleri ile deliler düsmana büyük bir korku verirlerdi.

    Devlette zaaf belirtilerinin görüldügü XVIII. asirdan itibaren bu askerî birlik de önemini kayb etti. Yeniçerilerin ortadan kaldirilmasi ile bunlar da lagv edildi.

    Serhad kulu askerini teskil eden "Gönüllü" ve "Besliler" diye iki ayri birlik daha vardir. Hafif süvari birlikleri olan bu birlikler zamanlarina göre önemli hizmetler ifa etmislerdi. Bunlar hududlardaki sehir ve kasabalarin muhafazasina memur edilmislerdi. Bu birlikler ulûfelerini bulunduklari yerin maliyesinden aliyorlardi. Atli ve tüfekli olan gönüllü sinifi sag ve sol gönüllüler diye ikiye ayriliyorlardi. Besliler de sag ve sol besliler diye ayrildiklari gibi "Cemaat-i besluyan-i evvel" "Besluyan-i sani" "Besluyan-i salis" ve "Besluyan-i rabi" gibi isimler alirlardi.

    TIMARLI SIPAHILER

    Osmanli eyâlet kuvvetlerinin en kalabalik ve önemli sinifini timarli sipahi denilen atli birlikler meydana getiriyordu. Devletin büyüyüp gelismesinde baslica rolü oynayan toprakli ve timarli süvari teskilâti daha önceki Müslüman Türk devletlerinde de vardi. Osmanlilar bu sistemi daha da gelistirmislerdi. Bu sayede Osmanlilar bir taraftan topragin islenmesini saglarken öbür taraftan devletin atli ihtiyacini gideriyorlardi. Bu mânâda kendilerine dirlik verilmis olan toprak sahipleri buna mukabil devletin muhafazasini üzerlerine almislardi. Kurulus döneminden itibaren devam edegelen bu sistem uzun müddet devam etmisti. Böylece devletin asker ihtiyaci kendilerine timar vermek suretiyle halk tarafindan karsilaniyordu.

    Dirlik verilen timar sahibi elindeki imkânlardan istifade ile "Cebelû" veya "Cebelî" denilen bir askerî güç bulundurmak zorunda idi. Timarli sipahilerin besleyecekleri asker (cebelû) sayisi timarin gelirine göre degisiyordu. Sefer esnasinda timar sahibi olan sipahi cebelûleri ile birlikte harbe istirak etmek zorunda idi. Aksi takdirde geri verilmemek üzere timari elinden alinirdi. Mesru bir mazeretinden dolayi gelemeyen veya beylerbeyinin emri ile güvenlik mülahazasiyla yerinde kalip sefere istirak etmeyenler için böyle bir ceza uygulanmazdi. Atli olan bu askerî sinif binicilikte ve kiliç kullanmada son derece maharet sahibi idi. Piyadelerin korunmasi bunlarin sayesinde mümkün oluyordu.

    Cebelûler genellikle Anadolu gençlerinden teskil ediliyorlardi. Bununla beraber bazan sipahinin para ile satin aldigi veya savaslarda esir etmis oldugu kimselerden de olabilirdi. Cebelûnun bütün masrafi "sahib-i arz" da denen timar sahibine aitti. Sipahi kendi bölgesinde veya bagli bulundugu sancak dahilinde oturmak zorunda idi.

    Timarli sipahiler her sancakta bir kisim bölüklere ayrilmislardi. Her bölügün "Subasi" denilen çeribaslari ile bayraktar ve çavuslari vardi. Timarli sipahilerden her on bölük (bin kisi) bir alaybeyinin komutasi altinda bulunurdu. Alaybeyleri ise sipahileri ile birlikte bagli bulunduklari sancakbeylerinin onlar da eyalet valisi olan beylerbeyinin komutasi altinda sefere giderlerdi. Timarli sipahilerin iyi atlari kiliç kargi kalkan ve oklari ile baslarinda migfer üstlerinde de zirh bulunurdu. Savas esnasinda ordunun sag ve solundaki kanatlari teskil ederek hilal seklini almak suretiyle yandan gelecek saldirilara karsi merkezi muhafaza ediyorlardi. Savasta ölen sipahinin çocuklari devlet tarafindan himaye edilir ve çocuklarindan birine dört bin ikincisine üç bin akçalik timar baglanirdi.

    Bilindigi gibi mirî arazi rejiminin bir sonucu olarak ortaya çikan dirlik sisteminde sipahî topragin gerçek sahibi degildir. Bu sebeple o tasarruf hakkini elinde bulundurdugu araziyi herhangi bir sekilde satamayacagi gibi varislerine miras da birakamazdi. O devlet tarafindan belli hizmetler karsiliginda kendisine verilen araziyi kullanma (tasarruf) yetkisine sahiptir. Kanunnâmelerle belirlenen kaidelerin disina çikamaz. Bu bakimdan vazifesini kötüye kullandigi veya timarinda çalisanlara (reâya) zulm ve teaddi ettigi kesin olarak belirlenen sipahinin topragi elinden alinirdi. Kendisi ayrica cezaya da çarptirilirdi. Bununla beraber sipahinin seferde ölmesi halinde timari çocuklarina kalirdi. Nitekim daha Osman Gazi zamaninda sipahi çocuklari ve timarla ilgili bazi kanunlarin yürürlüge girdigi bilinmektedir. Asikpasazâde'nin ifadesine göre ölen dirlik sahibinin timari ogluna verilecektir. Sayet ölen kimsenin oglu küçük ve sefere gidemeyecek yasta ise o zaman onun yerine hizmetçileri sefere gideceklerdir. Böyle bir uygulama seferdeki sipahiye daha bir kuvvet kazandiriyordu. Insan ruh dünyasinin karmasik isteklerinden biri de kendinden sonra evlatlarina bir seyler birakma arzusudur. Binaenaleyh tam anlamiyla maliki olmasa bile öldükten sonra topraginin kendi çocuklarina intikal edecegini bilen bir sipahi sefer esnasinda cephe gerisinden emin demekti. Bu da ona ayri bir güç veriyordu. Çünkü ölse bile devletin kendi çocuklarini koruyacagini biliyordu. Bu bilgi ona bir dinamizm veriyordu.

    Kanunî Sultan Süleyman'in son zamanlarina kadar Türk ordusunun en güçlü askeri olan timarli sipahi bilhassa XVI. yüzyilin sonlarindan itibaren bu sinifin arasina da yabancilarin girmesiyle yavas yavas bozulmaya yüz tutmustu. Bunlarin disiplinli ve muntazam olmalari Kapikulu ocaklari ile bir denge sagliyordu. Timarlarin önemlerini kayb etmesi timarlarin muharib olmayan siniflara verilmesi ve bazi timar gelirlerinin mukataa-i miriye adi ile hazineye aktarilmasi bunlarin nüfuzlarinin azalmasina sebep oldu. Keza XVII. yüzyilin ortalarindan itibaren hizmet bölüklerinin kaldirilmasi üzerine timarli süvariler adeta yaya müsellem ve yörükler gibi top cephane ve diger harp levazimatini nakl etmek kalelere zahire götürmek tamir islerinde hizmet görmek ve benzer daha nice geri hizmetleri ile vazifelendirildiler. Bu uygulama teskilat için ikinci bir darbe oldu.

    XVII. asir baslarina kadar Anadolu ve Rumeli'deki timarli sipahîlerle bunlarin kanunen beraberlerinde harbe götürmeye mecbur olduklari "Cebelû" sayisi 90 binden fazla iken bu miktar sonralari üçte bire inmisti. Timarli sipahi askerinin azalmasi sonucunda valiler kapilarinda besledikleri derme çatma levend sarica sekban gibi kuvvetlerle bunlarin yerlerini doldurmaya çalistilar.

  9. Alt 03-27-2009, 21:06 #9
    beyza Mesajlar: 2.053
    Osmanlilar'da Devlet Teskilâti Kültür ve Medeniyet: Devlet teskilâti merkez ve eyâlet olmak üzere ikiye ayrilirdi.

    Merkez Teskilâti: Merkeziyetçi idareye sahip Osmanli Devleti'nin basi (Padisah) (Sultan) (Hünkâr) (Hân) (Hakan) da denilen hükümdardi. Padisah bütün ülkenin hâkimi idarecisi ve Osmanli hanedaninin temsilcisidir. Osmanli padisahlari Sultan Birinci Selim Hân (1512-1520) zamaninda 1516 tarihinden itibaren Halîfe sifatini kazanmalariyla Müslümanlarin da lideri oldular. Padisah ülkede mutlak hâkim dünyada da Müslümanlarin temsilcisi olmasina ragmen; salâhiyetleri vazifeleri kanunnâmedeki ser'î örfî hukuka göredir (Bkz. Padisah). Vazife ve salâhiyetleri devlet teskilâtinda müesseseler ve yüksek kademeli memurlar tarafindan da paylasilirdi. Divân-i Hümâyûn ve Sadr-i âzam padisahin en büyük yardimcilariydi. Divân-i Hümâyûn (Bakanlar Kurulu) Sadr-i âzam da (Basbakan) mahiyetindeydi. Divân-i Hümâyûn da devletin birinci derecede önemli mülkî idarî ser'î mâlî siyâsî askerî mes'eleleri görüsülüp karara baglanirdi. Divân-i Hümâyûn; padisah adina Sadr-i âzam Kubbe vezirleri Kadi-askerler Nisanci ve Defterdarlardan meydana gelirdi. Ondokuzuncu yüzyilda Osmanli kabinesi; Sadr-i âzam (Basbakan) Sadâret Kethüdâhgi (Içisleri Bakanligi) Reisü'l-küttaplik (Disisleri Bakanligi) Defterdarlik (Mâliye Bakanligi) Çavusbaslilik (Adalet Bakanligi) Yeniçeri Agaligi-1826'da Seraskerlik (Millî Savunma Bakanligi) Kapudan-i deryalik (Deniz Kuvvetleri Komutanligi) makami sahiplerinden meydana gelirdi. Divân-i Hümayûn'da Amedi Beylikçi (Divân)Tahvil Ruus Tesrifatçilik Vakanüvislik Mühimme kalemleriyle; Mühimme Rikab Mühimmesi Ahkâm Tahvil Ruus defterleri vardi. (Divân-i Hümâyûn). Defterler arsiv mahiyetindeki Defterhâne'de muhafaza edilirdi.

    Eyâlet Teskilâti: Devlet teskilâtinda en büyük idarî bölümdü. Eyâletler sancak kaza ve nahiyelere bölünmüstü. Eyâleti beylerbeyi sancagi sancakbeyi idare ederdi. Eyâletler gelir bakimindan yillik ve yilliksiz olmak üzere ikiye ayrilirdi. Eyâletlerin merkez teskilâtina benzer idare tarzi vardi .Sehirler kadi tarafindan idare edilip belediye hizmetlerini ve emniyetini saglamakla subasi vazifeliydi.

    Siyâsî ve Hukukî Idare: Osmanli Devleti siyâsî ve hukukî idaresi bakimindan tam mânâsi ile bir Islâm devleti idi. Osmanli hukuku içinde (Örfi Hukuk) adi verilen sistem Islâm hukukunun içinde bir mevzudur. Islâm hukukunda açikça belli olmiyan hususlar. Islâm prensiplerine aykiri olmamak sarti ile Seyhülislâmlarin fetvalari ve kanun ve kanunnâmeler seklinde düzenlenirdi. Yasama yetkisi padisahindi ve padisah adina yapilirdi. Medenî hukukta Hanefî Mezhebi'nin hukuk sistemi tatbik ediliyordu. Ceza hukuku ve diger sahalarda (Sultanî hukuk) da denilen örfî hukuk tatbik edilmekte idi.

    Osmanli hukuk düzeni içerisinde idare mâliye ceza ve benzeri konularla ilgili alanlarda padisahin emir ve fermanlarinda bulunan degisik mes'eleler ile ilgili kanunnâmeler vardi. Osmanli Devletinde ilk kanun-nâme Fatih Sultan Mehmed Hân (1451-1481) tarafindan çikarildi. Ikinci kanunnâme Sultan Süleyman Hân (1520-1566) Kanun-nâmesi'dir. Bu' kanunnâmelerde saltanatla ilgili konular yaninda reaya ve Müslüman halkin devlet düzeni içindeki davranislarini belirleyen hükümler vardir. Onaltinci yüzyilda konularda Zenbilli Âli Efendi ve Ebussuud Efendi'nin seyhülislâmliklari zamaninda kanunnâmeler ortaya kondu.

    Büyük ve uzun ömürlü devletler üstün adaletle kâimdir. Zulüm üzerine kurulmus devlet ve imparatorluklarda olmus ise de ömürleri kisa sürmüstür. Kendisine mahsus hususiyetleri bilhassa kendi disindaki dinlere tanidigi çok genis haklar daha dogru bir ifade ile diger dinlerin islerine ibâdetlerine ve âdetlerine hiç karismamakla özellik gösteren Türk adaleti çok yüksek meziyetlere sahip bir adalettir.

    Onaltinci yüzyil için F. Dowey söyle demektedir; "Birçok Hiristiyan adaleti agir ve kararsiz olan Hiristiyan ülkelerindeki yurdlarini birakarak Osmanli ülkelerine gelip yerlesiyorlardi. Onbesinci yüzyil için F. Babinger ise; "Osmanli padisahinin ülkesinde herkes kendi hâlinde.bahtiyâr olabilirdi. Mutlak bir dînî hürriyet hüküm sürerdi ve kimse su veya bu inanca sahip oldugundan dolayi bir güçlükle karsilasmazdi." demektedir. Bizzat padisah adalete itaat ederdi. Üçüncü Sultan Mustafa Hân (1757-1774) beylerbeyi sarayini genisletmek istemisti. Bunun için civardaki bir dul kadinin arsasini almak lâzimdi. Kadin arsasini satmak istemeyince padisah zorla arsayi almayi aklindan geçirmedi. Fakat sarayin eskiyen bir kismini yiktirdi ve halka mahsus bir bahçe hâline getirdi.

    Osmanlilar'da bir hizmet karsiligi vazife gören devlet memurlari vardi. Yaptiklari is karsiliginda kendilerine bir ödemede bulunulurdu. Bir de sehirlerde oturan esnaf ve tüccarlar nihayet devletin temelini teskil eden çogu üretici köylü vardi. Bunlara reaya denirdi. Vergi vermesi nüfusun büyük kismini meydana getirmesi bakimindan köylü devlet için halkin ve tebeanin esas kesimi sayiliyordu. Sultan Birinci Süleyman Hân reayanin yani köylünün devletin efendisi oldugunu söylemistir. Üretici güç büyük ölçüde köylülerin elindedir. Bu güç olmaksizin ordu ve devlet mümkün degildir.

    Sehirlerin disinda kalan ve köylerde yasayan kalabalik halk toplulugu daha çok tarim hayvancilik ve degisik toprak isçilikleriyle ugrasirdi. Müslüman halk devletin Islâm Dîni esaslarina dayanan umûmî kaidelere göre yönetilir asker alinir kabiliyetli olanlar ise daha baska devlet görevlerine yükselirlerdi. Köylerde yasayan halk toplulugundan zanaat sahibi olan veya olmak isteyenler sehir ve kasabalara gidip kendileri için elverisli olan islere girerdi. Gayr-i müslîm halk genellikle Hiristiyan ve Yahudi topluluklarindan meydana geliyordu ve bu topluluklarin hepsine de reaya deni yordu. Sonradan gayr-i müslimlere ekalliyet yani azinlik denilmeye baslandi.

    Osmanli Devleti'nde kurulusundan itibaren devlet idaresinde yürütme ve yargilama gücü ayri olarak düsünülüp ve tatbik edildi. Eyâlet yöneticileri padisahin yürütme yetkisini kadilar da yargilama yetkisini temsil etmektedir. 'Osmanlilar bu iki kuvvet ayirimini adil bir devlet idaresi için esas kabul etmektedir.

    Osmanlilar bütün müesseselerini kendinden önceki Islâm ve Türk devletlerinden alip ve devrin sartlarina göre gelistirdiler. Esasen ilk Osmanli yöneticilerinin Anadolu Selçuklulari Karaman Germiyan gibi esas itibariyle Islâm ve Türk sisteminden gelmis kimseler oldugu Osmanli Devleti'nin bu sistemin meydana getirdigi bir siyâsî ve hukukî düzene sahip bulundugu ortadadir.

    Osmanli Devleti'nin gerileme devresiyle birlikte Batinin siyâsî ve hukukî müesseselerinin devlet sistemine büyük çapta etki yaptigi ve bu dönem içinde eskinin yaninda yeninin de ortaya çiktigi görülmektedir. Osmanli Devleti'nin siyâsî ve hukukî rejiminin belli basli unsuru bütün gelismelere ragmen Islâm Dinî esaslari oldu. Bu esaslara göre temel; adalettir îslâmiyyet bu bakimdan devletin temelini meydana getirir. Padisah dînin koruyucusu halk onun tebeasidir. Padisah'a bütün yetkilerin verilmesinin sebebi onun adaleti gerçeklestirmesi içindir. Osmanlilar'da medenî hukukla evlenme ve bosanmada tamamen Islâm Hukukuna göre Hanefi mezhebi hükmü tatbik edilmektedir. Birden fazla ve dört kadina kadar evlenmek sanildigi kadar kolay ve yaygin degildi. Miras hukukunda islâmî hükümler tatbik edildi. Esasi Hanefi Hukuku olup bunu sonradan Cevdet Pasa (Mecelle) adi verilen eserde toplamistir. Osmanlilar Ilâhî Kelimetullah ugruna mücâdele edip fetihlerde bulunup Nizâm-i Âlem için çalisilarak idare etmislerdir.

  10. Alt 03-27-2009, 21:08 #10
    beyza Mesajlar: 2.053
    Osmanli Devleti Islâm dîninin en yüksek makâmi olan halîfelik müessesesine de sâhip oldugundan bütün dînî teskilâtlar mevcuttu. Halîfe seyh-ül-islâm kadiasker kadi müderris nâib kassam seyh imâm hatip müezzin gibi dînî vazifeliler bunlara ilâveten tekke ve zâviyelerde de pîr dede baba postnisin vardi. Halîfelik makâmi 1517'de Misir'in fethi üzerine Osmanli Devletine geçmisti. Seyh-ül-islâm ulemanin yâni âlimlerin basiydi. Fetvâ da verirlerdi. Fetvâ ve kiymetli eserleriyle taninan meshur seyh-ül-islâmlar yetisti. En meshurlari Molla Hüsrev Molla Gürânî Ebüssü'ûd Ibni Kemâl Pasa Âli Cemâlî efendilerdir. Kadiasker; ilmiye mesleginin en yüksek makamlarindandi. Ordunun ser'î ve hukûkî meselelerine bakardi. Dîvân-i hümâyûn yâni hükûmet üyesiydi. Kâdi; dînî ahkâma göre hüküm veren ve tatbik eden hükümetin idârî tasarruflarina âit emirlerini yerine getiren makam hâkim olup sehrin de idârecisiydi. Müderris; medrese ögretim üyesi profesör karsiligi kullanilirdi. Dînî teskilât mensubu olmalarina ragmen müderrisler dînî bilgilerde oldugu gibi fen bilgilerinde de âlimdiler. Süleymâniye Medreseside müderrisler fennî ders okuturlardi. Müderrislerin dereceleri olup yardimcilari da vardi. Nâib; ser'î mahkemelerde kadi adina çesitli kararlar verebilir ve onun vekilidir. Kadi'nin vazife aldigi yerin büyüklügüne göre naibleri olurdu. Kaza kadi bab mevali ayak ve arpalik naibleri olmak üzere çesitleri vardi. Kassam; vefât edenlerin ve sehidin mirâsini varislere Islâm-ferâiz ahkâmina göre taksim etmekle vazifeliydi. Seyh; tekke dergâh zâviye hankâh basinda bulunurdu. Seyh'e pîr mürsit de denirdi. Imâm; câmilerde ve mescitlerde veya baska yerlerde cemâate namaz kildiran vazifeliydi. Hatip; vaaz vermekle vazifeliydi. Her câminin bir büyüklerinin birkaç hatibi oldugu gibi gezici olanlari da vardi. Müezzin; câmilerde ezân okumakla vazifeliydi. Tekkelerde seyh pîr dede baba postnisin bulunur tasavvuf kâidelerine göre derece alirlardi. Osmanlilarda dînî teskilât mensuplarinin hepsi imtihanla vazifeye alinip icâzetnâmeleri vardi. Dînî teskilât mensuplari basta pâdisâh olmak üzere herkesten hürmet ve saygi görürlerdi. Peygamber efendimize (sallallahü aleyhi ve sellem) ve Ehl-i beyte çok hürmetkâr olan Osmanli sultanlari Resûlullah efendimizin neslinden gelenler için Nakib-ül-esraflik müessesesini kurdular. Peygamberimizin kizi Fâtimâtü'z-Zehra ile amcaoglu ve dâmâdi hazret-i Ali'nin ogullarindan hazret-i Hüseyin'in soyundan olana Seyyid hazret-i Hasan'in soyundan olana Serif denir. Nakibül-esrâflar bu mübârek insanlarin haklarini korumak adlarini âilelerini evlâdlarini ve bulunduklari yerleri islerini kaydetmek ve dâvâlarina bakip sicillerini tutmakla vazifeliydi. Nakib-ül-esrafin vekili olan Nakib-ül-esraf kaymakami ve alemdar adinda yardimcilari vardi.

Kullanıcı isminiz: Giriş yapmak için Buraya tıklayın

Bu soru sistemi, zararlı botlara karşı güvenlik için uygulamaya sunulmuştur. Bundan dolayı bu kısımı doldurmak zorunludur.