Diyalog kelimesi, bazılarının tüylerini ürpertiyor ve önyargılarına irticai kelime olarak kazınmış durumda. Peki diyalog nedir, ne değildir? Kavram kargaşası, algılamaya en büyük engeldir. Diyalog insan olmanın gereğidir ve insani ilişkidir. Bu anlamda dinler arasında değil farklı dinlere ve inanışlara mensup insanlar arasında diyalog olabilir. Birbiriyle konuşarak ortak paydaları bulmak ve farklı noktaları gündeme getirmeme şartıyla yapılan insani bir danışma yöntemidir.Yoksa diyalog dinlerarası ittifak veya tek bir din oluşturma aracı değildir. Bilinmeyen öteki olmaktansa bilenen öteki olmaya çalışmak, karşısındakini olduğu gibi kabullenme ve kendimizi de olduğumuz gibi benimsetmedir. İnsan merkezli ve eksenli bir barış dünyası kurabilmenin ilk adımıdır diyalog. Yoksa başkasının dinini değiştirme girişimi değildir.


Hıristiyan misyonerler ve müslüman teblig erleri, eğer diyaloğu 'karşısındakinin dinini çürütüp kendi dinine çekme' olarak algılarsa diyalog değil monolog olur, münakaşa başlar; hoşgörü ve tolerans unutulur, insani bir meleke olan konuşarak uzlaşma ve birbirine saygı gösterme kültürü rafa kaldırılır. Bazıları, ' konuşmak zorunda değiliz' diye düşünebilir. 'Onların dini onlara, bizimki bize' diye ayetle izah getirebilir. 'Onlardan dost ve veli edinmeyin, sırlarınızı paylaşmayın' ayetlerine dikkati çekerek diyalog kuranları küfre girmekle suçlayanlara rastlayabilirsinz. 'Küfür tek milletdir' diye kestirip atabilirler. Kuran'ın mealinden okuduğu bir kaç ayetle alim kesilebilir, içi boşaltılmış cihad teriminin arkasına saklanıp savaş naraları atabilirler. Diyalog yapmayı her müslüman ve erkeğe helede bu devirde farz olan cihadı dışlamak olarak görebilirler.

Hem radikallerimiz ( bu terimin absürd olduğunun farkındayım), hem laiklerimiz diyaloğa karşı çıkıyor. Neden acaba? İkisininde gerekçeleri farklı. Birisi Kuran'ı, peygamberimizi ve onun peşinden ayrılmayan Hak dostlarını yanlış okuyor veya hiç okumuyor. Diğeri, diyalog kültürünün bütünleşmeye götüreceğini hissedip dünya işleri karşısında rakip olacakları kabusunu görüyor. Konuşarak anlaşan insanlardan korkanlar, aslında vicdanları konuşmamaya, öğrenmemeye ayarlanmış talihsizler. 'İnsanlar konuşa konuşa, hayvanlar koklaşa koklaşa anlaşır' derler. O halde konuşmak ve ortak paydalarımızı dile getirip insan olduğumuzu idrak etmenin ne gibi bir sakıncası olabilir? İnsan olduğunu keşfetmenin getireceği sorumluluklar vardır. İnsanlığını kaybetmemiş her vicdan, insaf, merhamet, adalet gibi duygulara sahip olduğunu farkeder ve şeytaniliğin sesini dizginlemeye çalışır. İnsana yerleştirilen Rabbani letaifler ortaya çıktığı oranda insanlaşırız. Mehmet Akif'in deyimiyle, aksi halde 'vahşetimizle hayvanlardan daha aşağıya düşer, yırtıcılıkta sırtlanları geçeriz.' İnsanda iki melekede vardır: İnsanlaşma ve hayvanlaşma, hata aşağıya düşüp canavarlaşma.

Bazı hakşinas olamayan veya bilmediği için düşmanlık sergileyen Batılılar, özellikle 11 Eylül 2001 miladından başlayarak müslümanları toptan "terörist" , İslam'ı "savaşçı, kan döken" bir din olarak gösterme gayretine girdi. Makalelerini okuduğunuz zaman dehşete düşüyorsunuz. Bu kadar cahilliğe pes diyorsunuz. Bizim radikallerin diyalog kurmanın küfre götüreceğine dair kullandıkları ayetleri, bu Batılı azılı İslam düşmanlarının köşelerinde okuyorum. Bazısının İslam ve müslüman düşmanı olmasına ihtimal vermiyorsunuz, belli odaklardan beslenen psikolojik saldırı bombardımanına maymun gibi taklit ederek düştüğünü hissediyorsunuz. 'İt itin ayağına basmaz', 'bunların topu kafir', 'asmak, kesmek lazım' diyorsanız, vurmadan önce bir konuşun derim. Peygamberimiz ' Mazluma da zalime de yardım edin' dediğinde sahabeler, ' mazlumu anladıkta zalime nasıl yardım edeceğiz' diye merakla sormuştu. 'Ona doğruyu söyleyerek' dedi Allah Rasulü. Zalime doğruyu haykırabilmek cihattır. Başka türlü muhatabımızın cehlini, bilgisizliğini, önyargısını değiştirmeniz mümkün değildir. İnsan, bilmediğinin düşmanıdır. Onları toptan düşman olmakla suçlamadan önce onlara bizim doğru İslam'ı ne kadar anlattığımızı ve doğru müslümanın nasıl olacağını yaşantımızla örnek olarak ne kadar tanıttığımızı sorgulamamız gerekir.

Kuran'ı sadece meal okuyarak anlayacağını sananlar, ne usul bilir nede tefsir ilmi. Ayetin niye indiğini merak etmez. Peygamberimizin hayatını ve inen ayetler karşısında tavrını öğrenmez. Sahabelerin ayetleri nasıl anladığını, Allah dostlarının nasıl yorumladığını duymak istemez. Yukarıda bahsettiğimiz ayetlerin hepsi savaş zamanında inmiş ve savaş durumunda geçerli olan ayetlerdir. Bu tarzdaki ayet örneklerini çoğaltmamız mümkün. İslam barış dini midir, yoksa savaş dini midir? Bu soruya vereceğimiz yanıt aslında neden diyalog yaptığımızı gösterir. İslam, elbette barış dinidir. O halde, ' kafirleri öldürün' ayetleri, savaş gibi olanağanüstü durumlarda geçerlidir. Düşman ülkenizi işgal etmiş, canınızı, malınızı, ırzınızı tehdit ediyorsa karşılık vermeniz gerekir. Zalime susmak ve zulme rıza göstermek zalimliktir ve zulme ortak olmaktır. Kuran'da karşı taraf barış isterse barış yapma, savaşa devam etmeme şartı vardır. Bir insanın ölümünü tüm kainatın ölümü ile eşdeğer gören ve öğretisinin temeline insanı yerleştiren barış dini olan İslam'ın insanları öldürerek, zorla müslüman yaptığını iddia etmek, dinin ruhunu anlamamaktır. ' Dinde zorlama yoktur' ayetini ve paralelindeki hadisleri hepimiz biliriz. O halde neden diyalog yaptığımız insanları zorlayalım? Peygamberimizi Kuran'da ikaz eden Rabbimiz, hidayet verici değil öğüt verici olduğunu hatırlatmış, kendi işine karışmamasını istemiştir. Eğer diyalog sonucu muhatabımızın kalbi insani özelliklerimizden etkilenerek nurlanırsa diyalogun meyvesi de elde edilmiş olur.

Peygamberimizin diyalog yapmadığını söylemek açıkca onu anlamamaktır. Yumuşaklıkta zirvede olan peygamberimiz 13 yıl süren Mekke hayatı döneminde müşriklerle, Hıristiyanlarla, Yahudilerle muhatap olmuş defalarca kovulduğu kapıyı ısrarla tekrar çalmıştı. Eğer sözünü yumuşaklıkla söylememiş olsa ve affedici olmasa, etrafına insan toplaması mümkün değildi. Dünyanın en medeniyetsiz milletini medeni hale getirirken sabırlı davrandı. 11.5 yıl namaz kılmayı emretmedi. Bedrin, Uhudun aslanlarının kursağında içki vardı; çünkü henüz haram olmamıştı. Hemen haram etseydi, arkasında kimseyi bulamazdı. Önce insan dedi ve insan yetiştirmeye çalıştı. Medine'ye hicret ettiğinde ilk işi, bu beldede bulunan değişik din ve ırk mensuplarıyla bir barış anlaşması yapmak oldu. Tarihe ' Medine Vesikası' olarak geçen bu anlaşma diyaloğun ilk yazılı belgesidir. Akabede kendisine biat etmiş 70 kişiyi gerçek imana sahip yapmak, insani melekelerini geliştirmek için gayret etti. Sevgi halesi hızla büyürken zor kullanmadı. Münafıklara münafıksın, kafirlere kafirsin demedi. Bir Yahudi cenazesi geçerken ayağa kalkıp saygı gösterdi, onun bir insan olduğuna işaret etti ve şirke düşmesini esas almadı. Barış anlaşmasını bozanlar dışında savaşa çıkmadı. Savaş ayetinin gelmesi, müşriklerin bir avuç müslümanı henüz azlarken yok etmesinden kaynaklandı. Cesaretiyle savaşta en önde savaştı. Necrani Hıristiyanlarıyla barış anlaşması yaptı. Barışı bozan Yahudilerle, Hıristiyanlarla savaştı, ama aynı anda savaşı bozmayanlarla barış içinde yaşadı, diyalog kurdu. Hz. Ali kuyumculuk yapan bir Yahudi ile ticari ilişkiye girebiliyordu; peygamberimizde zırhını bir Yahudiye teslim edip borç almıştı. Hayber savaşından sonra kendisine keçi pişirip getiren Yahudinin ikramını kabul etti., o tarihte henüz müslüman olmamış bir Yahudi olan Safiye annemizi eş olarak kabul etti. Bunlar hoşgörü ve diyalog değilde, nedir?

Bazı zavallılar haşa peygamberimizi o dönemde zayıf olduğu için 'takiye' yapmakla suçluyor ve siyasi davrandığını ileri sürüyor. Medine Vesikas'ında din ve vicdan özgürlüğünün temelini atan peygamberimiz 10 yıl sonra yaptığı hacdan sonra irad buyurduğu veda hutbesinde insan hakları beyannamesini kendisini dinleyen 30 bin sahabeye anlatıyordu: Arapın aceme, acemin Araba üstünlüğü yoktur, siyahın beyazdan, beyazın siyahtan farkı yoktur, üstünlük takva ile Allah'an korkma ve saygıda olur.'Kadınlar size Allah'ın emanetidir' diye başlayan beyanname kadın hakları konusunda tarihi bir vesikadır ki, o dönemde Batı'da kadının ruhunun olmadığı için insan bile olamıyacağı tartışılıyor, O gelmeden önce Araplar kız çocuklarını diri diri gömüyordu. Batı dünyası, peygamberimizin 14 asır önce çizdiği çerçevede insan hakları beyannamesini ve kadın haklarını keşfedeli henüz 30 sene bile olmadı. Kanada 1982 yılında İnsan Hakları'nı anayasallaştırdı. Halen bu seviyeye gelemeyen onlarca Batı ve Doğu ülkesi var. Milyarlarca onun sunduğu barış mesajına muhtaç insanla ömrü az kalmış bu dünyada yaşıyoruz. Hudeybiye barışını bozan müşrikler nedeniyle Meke'yi fetheden peygamberimiz, o tarihte tamamı müşrik olan Mekkelilerden ganimet almadı, evlerine, mallarına dokunmadı, 'Ebu Süfyan'ın evinde olan emniyetdedir' diyerek herkesi affettiğini ilan etti, garip bir fetih yaptı, kan dökmedi. İşte bu Mekke, kısa zamanda tamamen müslüman oldu. Zorla değil sevdirerek, öldürerek değil affederek...

Dört büyük halifeden başlayarak ecdatımız Selçuklu ve Osmanlı'nın kılıçla kan dökerek, savaşarak İslamiyet'i yaydığını iddia etmek, tarihi bilmemektir.130 bin sahabenin sadece 26 binin mezarları Mekke ve Medine'dir, geriye kalanların çoğunun mezarı meçhuldur. Sadece Çin'de 260'dan fazla sahabe mezarına rastlanmış. Bunlar dil bilmezlerdi. Tek başlarına gittiler, arkalarında ordu yoktu. Pek çoğunun elinde ise kılıç yoktu. Hüsam Bin Abbas'ın mezarı Çin ile Kazakistan arasındadır. Halid Bin Velid Özbekistanda yatar. Daha nicelerini dilinde sadece hakikat sözü ve iman ışığı vardı. Gerçek imanı elde etmişler ve dünyaya meydan okumuşlardı. Ama İslam'ı sevdirerek, yaşayarak öğretmeyi yeğlediler. Emevilerden halife Velid döneminde Şam'da yapılan Dımeşk camisi küçük gelmeye başlamış ve Araplıklarının ve dinlerinin üstün olduğu düşüncesiyle komşu kiliseyi yıkarak camiye birleştirmişlerdi. Bu durumu Hıristiyanlar bir sonraki adil halife Ömer Bin Abdülaziz'e şikayet ettiler. Halife, çok büyük tartışmalara yol açan tarihi kararını aldı ve camiyi Hıristiyan haklarına tecavüz ettiği için toptan yıktırdı. Ubeydullah Bin Cerrah, Bizans ordusu karşısında Suriyeli Hıristiyanlarının emniyetini koruyamayacağı gerekçesiyle topladıkları cizreyi geri iade etti. Bu ince adalet anlayışını gören pek çoğu müslüman oldu ve Bizanslara karşı müslüman saflarında çarpıştılar. Adalet, gerçektende mülkün temelidir. Adalet olmayan yerde zulüm vardır. Eğer biz zalimsek Allah ne diye başka bir zalimi tard edip bizi başa getirsin. Zalimlerin sonu cehenemdir. Zulmü engelleme, hayrı emretme ve şerri men etmeyi misyon etmişlerin üzerine düşen görevdir.

Selçuklu devletlerinin temelinde Hoca Ahmet Yesevi'nin alperenleri vardı. Sarı Saltuk, henüz 10. asırda Anadolu' Rum', İstanbul, ' Bizans' iken Romanya'ya ulaşmış, buraya otağını kurmuştu, mezarı Babadağ'dadır. Tatarların müslüman olmasına vesile olan bu Hak dostu, diliyle haliyle temsil gücüyle irşatda geçmiş peygamberleri kıskandıracak derecede muvaffak oldu. Peşinden gelecek orduyu beklemedi, hiç aklına bile gelmedi. Bir milyona yakın Yesevi alpereni Anadolu'yu Türkleştirip müslümanlaştırırken kılıç kullanmadılar. Kılıçlar zalim Haçlı ordularınaü Bizansa, halkı ezmeye çalışanlara karşı havadaydı. Asıl fethi yapanlar dervişti. Geyikli Baba, Somuncu Baba, Emir Baba ve daha niceleri... Anadolu'ya Selçuklular geldiğinde zemini hazırladılar, gönüllere müslümanın nasıl bir barış ve adalet misyonuna sahip olduğunu yaşantılarında ispatladılar. Savaş, Bizansın ordusuyla sadece müslümanların değil hıristiyan halklarının yardım edin mektupları ve yakarışları karşısında adaleti sağlamaya çalışan Alparaslan'ın onların üzerine çullanmalarına engel olmak istemesi nedeniyle çıktı. Anadolu'ya akın etmeyi planlamayan Alparslan, mecburiyetden onların hamisi olmak zorunda kaldı. Yoksa kesinlikle ilk kanı döken onlar olmadı. Kan dökmeye değil gönüllere İslam güneşini yansıtmaya gelmişlerdi. Zaten halk onları Bizanslılara karşı tercih etmeseydi, zoraki fetih kalıcı olamazdı. Bazıları Anadolu Rumlarının Selçukluyu ülkelerine çağırmak için adeta yalvardığını unutuyorlar. İşgal amaçlı fetih asla yapılmadı.

Osmanlıda adalet anlayışı ve müsamaha peygamberimizden besleniyordu. Sırp Kralı, Macarlarla Osmanlılar arasında tercih yapması gerektiğinde Osmanlıları seçmiş ve kızını 2. Murad'a gelin olarak göndermişti. Sırp gelin müslüman olmadı. Aynen Dracula adıyla meşhur Romen Voyvodasının oğlu Vlademir Spec'in Fatih'i Enderun'daki 6 yıllık sınıf arkadaşı olmasına rağmen müslüman olmadığı gibi. Fatihle aynı hocalardan Akşemddin'den ders alan Dracula'nın müslüman olmak için zorlanmayışı atalarımızın hoşgörü seviyesini gösterir. Drcaula Osmanlı elçilerini kazığa oturtana kadar Fatih sabretti. Ancak adaleti sağlamak için Macar Kralına sığınan Dracula'yı teslim aldı, yargılattı ve idam etti. Fatih ile bir Yahudinin eşit şatlarda yargılanması ve Fatih'in elinin kesilmesine Kadı İlyas tarafından karar verilmesi karşısında adalet anlayışına hayran kalan yahudinin müslüman olması tamamiyle gönüllü olmuştur. Bosna fatihi Fatih Sultan Mehmet, Bosna'daki Hıristiyanlara gönderdiği fermanda ki halen orada kilisede asıldır, Hıristiyan tebanın kiliseleri, din adamları ve inanışlarının koruması altında yemin içerek vaat ediyor, aksine davranış sergileyenlerin karşısında kendisini bulacağını vurguluyordu. Osmanlı'nın en büyük veziri Sokullu Mehmet Paşa'nın Sırp kardeşinin aynı tarihte Sırbistan'da Başpiskopos olması, hoşgörü ve diyaloğda ecdatımızın ne derece ileriye gittiğini gösteren örneklerdendir.

Osmanlı'nın temelinde Mevlana, Yunus Emre, Hacı Bayram Veli, Ahi Evren, Hacı Bektaş Veli ve Şeyh Edibali mayası vardır. Bu maya, gücünü insan sevgisinden ve yaradılanı Yaratandan dolayı hoş görmekten alır. Bazıları ecdatımızın sadece kılıçla fetih yaptığını sanıyor. Akıncılarımızın Macar hanımlarla gönül eğlendirirken, acı kaba kuvvetiyle gücünü zorla kabul ettirdiğini, yanlış çekilmiş tarihi Türk filmlerinin bilinçaltında oluşturduğu yanılsama ile benimsiyor. Akıncılar, esasen bir dervişler tekkesiydi. Onlar, İslamiyeti doğru yaşayarak anlatan ilk göçmen Türklerin koruyucusu, paratöneriydi. Barış zamanının güvercinleri savaş zamanınn kartallarıydı. Osmanlının temelinde Dursun Fakihlar vardır, dervişane hizmet eden muhabbet fedaileri vardır.Onlar İstanbul'u Fatih fethetmeden zaten fethetmişti. İstanbul'un her köşe başında müslümanlığı doğru yaşıyan bir müslüman esnaf, bir sade vatandaş, bir eren bulunurdu. Halk, müslümanların adaletini, barışçı tutumunu bu insanların hayatında görmüş ve sevmişti, bu nedenle zulmeden haçtan ise Osmanlı sarığını başlarında görmek istediler. Hiçbir kale yoktur ki içten fethedilmeden gerçek fetih yapılabilsin, gönüller fethedilmeden yapılan sadece işgaldir. Aksi halde 450 sene Balkanları, Ortadoğu'yu, Arabistan'ı, Kuzey Afrika'yı Doğu Avrupa'yı sulhla idare eden atalarımızı anlamamız mümkün değildir. Onlar diyalog kuracak gönüllere sahip olmasalardı, muhataplarının kalbinde kıvılcımlar çakamazlardı. İçte derin dışta fatihdiler.

Kuran'dan ve peygamberimizden beslenen ecdatımızın ehli kitapla diyalogları, çok kültürlü, çok dinli Osmanlı toplumunu barış içinde uzun yıllar idare etmesini sağladı. 450 sene Osmanlı gibi Irak'ta tek damla kan dökmeden huzuru sağlamak bugünün insan hakları şampiyonu olduklarını, demokrasi getirdiklerini iddia edenler için imkansızdır. 30 sene sağlasınlar adımı değiştireceğim. Halbuki Hz. İsa, insan sevgisi eksenli bir din anlayışı getirdi, O ' barışın prensi'ydi, savaşın aracı değildi. Bu bağlamda gerçek Hz. İsa'yı onlara diyaloğla anlatmalıyız. Üç çeşit hıristiyan veya Musevi var: İlk kısım İslam düşmanıdır, kalbi kararmış, gözünü kan bürümüştür. Bunlarla diyalog kurmak mümkün değildir. Papa 2. Jean Paul'un 1980'de itiraf ettiği gibi diyalog derken asıl gayeleri misyoner çabalarla Hıristiyanlığı yaymaktır. İçlerinde safderun misyonerler, insaf sahipleri bulunabilir, ancak genellikle 'en iyi müslüman ölü müslümandır' düşüncesindeler. İkinci gurup tarafsız kalır, demokratım der, ne fayda verir nede müslümanlara zarar verir. Üçüncü bir gurup var ki, vicdan sahibidir, insani melekeleri kuvvetlidir. Sizdeki insani özellikleri gördüğünde takdir eder, hatta yardım eder. Aynı Allah'a inandığımızı kabul eder ve inanışların dünyaya barış ve huzur getirmek için geldiğine inanır. Kilisede vaaz veren bir papaz ise, cemaatine Hz. İsa'yı iyi tanıyamadıklarını ve Rablerine kulluk edemediklerinden yakınır. Ahlak sahibidir. Müslümanlarda aynı ahlaki müşahade ederse, Kilisesini, evini, kalbini size açar, açık görüşlüdür. Bu kısım insanlarla diyalog kurulması, sonuç vericidir. Demokratım diyenlerde sizi dinler. Eğer bunları kafir diye kesecek, cihat ilan edecekseniz, imanınız size insanlık kazandırmamış demektir. Cihadın büyüğü nefsinize karşı yapılandır. Şahısların zaten devletlere cihat ilan etmeye hakkı hukuku yoktur. 'Size zarar vermedikçe onlarla harp etmeyin' diyen Kuran, hep barışı anlatır. Peygamberimiz, barış ortamı içinde yaşıyorsanız Medine Vesikası ve Hudeybiye'deki gibi davranmayı salık vermiştir.

Kuran'da ehli kitap ayrı bir kategoride ele alınmış, müşrik ve kafirler ayrı zikredilmiştir. Oysa şirk koşma konusunda eğer Hz. İsa'ya Allah'ın oğlu diyorlarsa bu ortak koşmaktır. İçi küfürdür. Buna rağmen kafir olarak nitelendirilmemeleri ehli kitabın insaniyeti bulma konusunda ilahi mevhibelerin kırıntıları ile beslendikleri için daha elverişli olmalarından kaynaklanıyor. Ayrıca tarih boyu ehli kitap içinde Allah'ı hakkıyla tanımış ve ona kulluk etmiş pek çok insan vardır. İslam'ı tanıma ve peygamberimize itaat konusunda önlerine pek çok engeler konduğu için hakiki davete ulaşmaları zordu. Bu tam bir fetret dönemiydi. Bugün internet ve teknoloji gelişmesine rağmen İslam ve müslümanı terör kategorisine koyarak engeller icat eden fesat çeteleri bulunuyor. Yaşadığımız döneme bu itibarla yarı fetret dönemi diyebiliriz. Allah'ın bir olduğunu bulan, ama peygamberimizi bulamayan pek çok ehli kitapla aynı dünyada yanyana yaşıyoruz. Bazıları Allah'ın sıfatlarında hata etsede Allah'a iman konusund abelki bizden daha kavi ve sevgili bir kul olabilir. Bilemeyiz. Bu kısımdan ehli kitapla komşu olmamıza rağmen diyaloğsuzluğumuz nedeniyle kalbimizin, ruhumuzun ulaştığı barışı, huzur dininin mahiyetini anlatamıyoruz. Aradaki bariyerler bir türlü kalkmıyor. Halbuki bu insanlardan sorumluyuz. Ahiretde yakamıza yapışıp, ' benle neden diyalog kurmadın' diye hesap sorarsa hesap veremeyiz. Diyaloğa onların olduğundan daha fazla bizim ihtiyacımız var. 1.3 milyar müslüman, bugün karar verilen yuvarlak masalarda bir sandalye verilip fikrine başvurulmuyorsa şapkayı öne alıp düşünmelidir. İslamiyet'in neler sunduğunu doğru olarak anlatabilirsek, savaş rüzgarları esen ülkelerde, beldelerde sulh adacıkları oluşabilir. Veya ahirzamanın dehşetli yıkıntı dönemi öncesi yıkıntı girdaplarının önünde bir dalgakıran olabilir. 21. yüzyılda dünya barışını sağlayacak olanlar ve global sorunlara çözüm bulacaklar, insana hizmeti eksenlerine alanlardır. Müslümanların, bu bağlamda insanlığa insanlığın ne olduğunu anlatma gibi bir borcu vardır. Mutlaka dinleyen bulacaklardır. Çünkü Allah muhabbetlerinin dengi muştak gönüller de yaratmıştır.

Tüm örneklerde gördüğünüz gibi başka dinin mensuplarıyla diyalog kaçınılmazdır. İslam güneşine, ipine sımsıkı sarılanların korkacakları bir şey yoktur. Eğer Hak davalarını temsil edemiyorlarsa veya adları müslüman kendileri değilse sözümüz meclisten dışarıdır. Kraldan kralcılık yaparak, peygamberd camide gözü olmadığı halde müslüman geçinenlerin, müslümanların diyalog girişimlerine kızmasına da hiç gerek yoktur. Abesle iştigal ediyorlar. Maskeleri sırıtıyor. Muhabbet fedailerinin husumete, düşmanlığa vakti yoktur. Aç kalbini ummanlar gibi, faydalandır kalbinin derinliğindeki ışıktan, nur huzmesinden herkesi ki, insan olmanın gereği budur. İman insanı insan eder, belki de sultan eder. Kalbinde nur değil fitne taşıyanları, nefsine zulmedenleri medenice ikna etmek ne kadar zor olsa da, diyalog erleri, yumuşaklıkla, sabırla, affetmekle, dövene elsiz, sövene dilsiz, biraz gönülsüzde olsa kapılarını herkese açmakla mükelleftir. Diyaloğa karşı çıkan insanın önce kendi nefsiyle diyaloğa ihtiyacı vardır. Yunus misali,
içindeki ' bir ben vardır benden içeru'yu bilen, Rabbini tanır, Rabbini bilen iman eder, sevgi dolar ve insanlığın gereği olarak insaniyetin barışı, selameti için çalışır.



Faruk Aslan