Suskun gül konuşabilseydi, bülbülün nağmelerine cevap verebilseydi, neler demezdi ki?...

"Ben de seni sevdim ey bülbül! Aşkım dilimde değil lisan-ı halimde. Her yaprak açışım sana cevaptı. Bu bendeki güzel koku, sana olan aşkımdandı. Dur, ne olur gitme! Bilirim ki, dikenlerim bağrını deler. Yaslanma bana... Öyle bir varlığa yaslan ki, sonsuzluk aşkını yaşa..."



Bülbül, ezeli gül bahçesinin hasreti, içinde feryat figan etti. Bülbülün aşkı güldü, ama çilesi dikeniydi. Bu yüzden aşk yolu çileydi. Aşıklar hep cefa çekerdi! Bülbülün kısmetine de çile düştü.


Bülbül, gülde aşkı gördü. Her gece seherlerde maşukunu özlemle bekledi. Çünkü aşığa uyku haramdı. Aşk ehlinin
uyuduğunu kim görmüştü ki! Zahirde uyur gibi görünse de, kalbinin daim uyanık olduğu bilinirdi.



Aşıklar, gülün yılda bir kere açmasını, Hz. Muhammed Mustafa'nın nurunun gülümsemesi bildi. Onun için gül, aşkın sembolü oldu.
Tasavvufun sembolü yine güldü. Bülbül ise, ilahi aşk içinde yanan can ve ruhtu. Bu sebepten bülbül, ezeli gül bahçesinde durmadan feryad etti.