Unutsak dünyayı, âmâ olsak, dilsiz olsak bir ân için sadece "HAK" deyip sussak, dinlesek; ne der ki kalb?....

Sadece "Hak" deyip sussak...
Dil "Estağfirullah" dedikçe tesbih kavrulur ve kalbde geri dönülmez bir göç başlar. Nedâmet yağmuru altında bir terkediştir bu mâsivâyı. Mîrâcına yaklaştıkça bir yangın kuşatır kulu; her kapandığında şefkatin kaynağına. Âşık bir de yandı mı İbrâhim gibi en hayâli saâdeti bağışlar mâşuk ona. "Neredeyse yukarılarından gökler çatlayacak! Melekler de Rablerini hamd ile tesbih ediyorlar ve yerdekiler için mağfiret diliyorlar. İyi bilin ki Allâh çok bağışlayan, çok esirgeyendir" (eş-Şûrâ sûresi, 5)

Ve birgün beyaz giysili bir sonla tükenir fânîlik. Dayanılmaz bir acze düşer can. Ve yalvarır kul: "Yetiş sevgili YÂ ALLÂH, her ilmekte YÂ RAHMÂN, çek canımı aşka YÂ GAFFÂR?"

Yaşayabilmek; zarif bir hüzünle, bütün incelikleriyle hayatı sanata dönüştürerek yaşayabilmek. Sevgililer sevgilisinin "Reyhanlarım" kavl-i şerîfinin muhâtabı gibi yaşayabilmek. Öyleyse ne sanarız bu efkâr mahzenini, imtihan dâiresini? O hâlde neden buradayız? Bu beyhûde uğraş, bu aşka mugâyir aşk niye? Ey insan, her gün gözlerini tutup sabaha çeviren bir kudret var, uyanmaz mısın?

Şu merhalelerini aşmış, kehribar sarısına dönmüş çavdar dahî güneşi sırtlanmış ölüme büyümüyor mu? Yüzünü güneşe çeviren çiçeklerin bile kökü toprağın bağrında değil mi?

Yeryüzü sürgün edilse merhametinden, çöllerine düşsem, sürünerek bile olsa, terk edip ben de beni sana gelirim. Bir süveydâ büyür içimde çağ, çağ. Ve secdeler en yakın mesafeyken visâle, dokunaklı bir terk ediliş değildir istirhâmım; biraz mutluluk ihtimâli, ne olur?

Şaşkınsak; sebebi boğucu bir yokluk içinde, yâni dardaysak, bir başımızda elîm bir azap, bir başımızda korku ve aşk duruyorsa yâni şimdiden yanmadaysak. Nerde olursan ol, sonu ne olursa olsun, başına ne gelirse gelsin; hüküm O'na ait, şükür ve sabır düşer kul'a.

Açsak Kabe'nin avlusunda katlı seccâdemizi, bambaşka bir titizlikle düzeltsek kıvrılan köşesini. Aldığımız abdest henüz kirpiklerimizde kurumadan, diz çöküp otursak ellerimizi açıp. Unutsak dünyayı, âmâ olsak, dilsiz olsak bir ân için sadece "HAK" deyip sussak, dinlesek; ne der ki kalb?

Kulun Rabbi için döktüğü her damla gözyaşında kalbin derûnunda nurdan bir güneş parlar. Çöller bile sevdirilir kula. Ve yeniden şehâdet eder her zerre.

Suçluluk kelimesini boşlukta bırakacak kadar hatânın zirvesinde olup, masumluğun mücadelesini vermektense; masum kelimesini boşlukta bırakacak kadar masumluğun zirvesinde olup suçlu muyum muhâsebesini yapabilmenin idrâkine eren fazîletli insanlara ve taşmış bir potansiyeli ile gözbebeklerine gedik açan ufkun, gündüzünden gecesine, beklenenin bekleyenini unutmadığı, dem dem ağırlaşan ayaklarına ve kurumuş nabızlarına bir gün değecek olan suya mütebessim sabır erleri; Cennetin kapısını ilk açacak el; Sevgililer sevgilisinin eli, sen de bu açılışa katılmak istemez misin?!.

Îtiraz gülleri açtıkça gözlerimizin karanlık odalarında; onları kırıyoruz, bir yetimi kırar gibi. Hesap edilmemiş bir ışık ardında ağlıyor aşk, bizi terk eder gibi.